Dünya 1930’ları andırıyor.. Büyük savaşlar olmaz ama olmuş gibi etkilenebiliriz…

37
Reklam

Bilgiye erişimin eskisinden çok daha kolaylaştığı bir çağda yaşıyoruz. Hemen her konuda bilgi bir tık uzağımızda. Günlük haberleri kaynağından almak, dünyanın dört bir tarafında neler olduğunu, olanların uzmanlar tarafından nasıl değerlendirildiğini öğrenmek fazla zor da değil, pahalı da. Sonuçta hem bilgi sahibi olmak hem de bir kanaate varmak mümkün. 

Öte yandan, günümüzde bilgiyi önemsizleştiren bir ortamın varlığından da söz edilebilir. Doğru yerine yanlışı, gerçek ile çakmayı yer değiştirmeye yarayan yöntemler ve o yöntemleri başarılı kılacak çeşitli medya ve sosyal medya imkanları bulunuyor.

Bilgi sahibi olması beklenen meslek sahipleri arasından bilgisini saklayanlar ya da gerçeği bildiği halde yanlışı savunanlar çıkabiliyor.

Adı henüz konulmamış bir karmaşa hemen her toplumda kendisini hissettiriyor.

Demokratik ülkelerde varlığından söz edilen denge ve denetleme mekanizmaları şimdikine benzer ortamlarda -eskiden- sorunları çözmek için devreye girer, onlarla çözüm bulunamazsa nihai hakem sandık olurdu.

Yalana, yanlışa, çakmaya sarılan kişiler ve görüşler, sandıkta yerlerini, doğrudan, gerçekten yana olanlara bırakmak zorunda kalırlardı.

Şimdilerde kimse bundan emin olamıyor.

Örnek Amerika’dan

Reklam
Amerikan Anayasa Mahkemesi üyeleri, arka sıra ortada Ruth Bader Ginsburg.. (Foto: New York Times’tan..)

ABD’de yaşı hayli ileri ve bir süredir kanser tedavisi gören bir Anayasa Mahkemesi (Supreme Court) üyesi geçen gün vefat etti. Hakkında yazılanlardan mahkemede geçirdiği yılları ülkesinin daha ileri hale gelmesi, insanlarının daha mutlu olması yolunda değerlendirdiği, eşitsiz bir toplumda kararlarıyla eşitlikten yana bir denge sağlamak için çaba gösterdiği anlaşılıyor.

Vefatına üzülen çok.

Buna karşılık hiç üzülmeyen ve onun mahkemede bıraktığı boşluğu kişiliğinin tam tersi anlayışta biriyle doldurmak için kollarını sıvayan da var, bunu yapabilecek durumda olanlar arasında.

Gerçek, doğru, denge ve denetleme ile, yanlış, çakma ve hesap vermeye yanaşmama anlayışı ABD yüksek yargısında yer değiştirecek; herkesin bunu fark edeceği, bazılarının fark etse bile bunu onaylayacağı bir zeminde hem de…

Örneği, hem şu günlerde meydana gelen bir olay olduğu hem de demokrasi denildiğinde ilk akla gelen ülkelerden biri sayıldığı için ABD’den verdim. 

ABD yerine kendi ülkemizi de örnek olay olarak mercek altına alabilirdim.

Ya da demokratik olma iddialı başka herhangi bir ülkeyi.  

Hemen her alanda temel değerlerde çözülme var ve bu kendisini en fazla siyaset alanında hissettiriyor.

Reklam

Siyasetin etki alanında bulunan ekonomi de, eğitim de, sosyal ilişkiler de bu bozulmadan doğal olarak etkileniyor.

Böyle ortamlar geçmişte de varlığını hissettirmiş ve siyasetin tahakküm gücü eleştirileri bastırmayı mümkün kıldığı için dünyamız tehlikeli bir hal alabilmişti. Geçen yüzyılın iki büyük savaşı öyle şartların sonucudur.

Dünyaya bu gözle bakınca

Günümüzde ülkelerin çoğunu içine çekecek büyük savaşların patlaması hayli zor, ancak uluslararası ilişkiler ortamı mevzii ihtilafların çıkmasına müsait ve ihtilafların varlığı geçmişte ancak savaşlarla oluşabilen zemin kaymalarına yol açabiliyor.

O durum da şimdilerde İsrail’in etrafında başlayan kümeleşmede görünür hale geliyor.

İran’ı -kısmen de Türkiye’yi- tehdit unsuru gören bölge ülkeleri güvenliklerini İsrail ile yakınlaşarak sağlama almaya çalışıyorlar.

Sürpriz mi? Bazıları için sürpriz olsa bile meydana gelmekte olan gelişmeleri öngörmek bilgi sahipleri için sürpriz olmasa gerek.

Biraz tarih bilgisi, güncel olayları biraz yakından takip, muhakeme kabiliyeti, yönelimin bu yöne doğru olduğunu hesap etmeye yeterli olabilir(di).

Hangisi eksiktir -tarih bilgisi mi, gelişen olayları takip mi, muhakeme kabiliyeti mi- bilemiyorum, ancak öfkeyle kalkıp zararla oturmak rutin haline dönüşüyor.

Kimse her konuda bilgi sahibi olamaz, devleti yönetenler için de geçerli bir kabuldür bu; zaten bu yüzden devleti yönetenler yanlarına yanlışa düşmekten korumak üzere kendilerini bilgilendirecek danışmanlar alırlar.

Sorun da şurada düğümleniyor: Ya danışmanlar da bilgi sahibi değillerse? Veya bilgi sahibi olsalar bile muhakeme kabiliyetinden mahrumlarsa? Muhakeme kabiliyetleri de olduğu halde görevlerini yerine getirmiyor ve bilgilerinden yararlanması beklenen kişi/lere gerçek düşüncelerini söylemiyorlarsa?

ABD’de Donald Trump ne zaman ağzını açsa söylediklerinin yarıdan fazlası gerçeklere ters, çoğu yalan sözler oluyor. Hepsi de iyi eğitimli, aklı başında saymamız gereken partisinden politikacılar, medya yalanları bir bir saydığı halde, o ne dese ne yapsa onaylıyor. Yarın onun kendisine benzediği için seçip tasviplerine sunacağı anayasa mahkemesi üyeliği adayını onaylamaktan geri duracaklar mı? 

Büyük ihtimalle hayır, geri durmayacaklar.

İyi eğitim almışlar böyle davranınca halkların aldanmayacağından elbette emin olunamaz.

Bu durumda da demokrasi, onun en önemli mekanizması olan seçimler giderek anlamsızlaşıyor.

Çözüm üretmek yerine sorun üreten bir sisteme dönüşüyor demokrasi.

Dünya açısından 1930’ların şartları günümüzde hortlamış oluyor.

Hiç değilse kendi ülkemizi bu kötü gidişten koruyabilseydik.

Koruyabilecek miyiz?

ΩΩΩΩ

Reklam

37 YORUMLAR

  1. Teorinin önemi

    Hayat herşeyi deneyerek öğrenecek kadar uzun olmadığı gibi bu yöntem çok pahalıdır da. Örneğin 10 tane şeyi 3.628.800 farklı şekilde dizebiliriz. Bunu deneme ile bulmak çok vakit alır. 100 tane şeyi ise yaklaşık 10 üzeri 158 farklı şekilde dizebiliriz ki bing bang’ten bu yana ışık hızıyla denemeye başlansa daha denemelerin çok başlarında olurduk. Kısacası güçlü bir teori olmadan gelişme sağlanamaz. Birçok şeyi teorik olarak öngörmek zorundayız.

    Sosyal hayat fizikten bir yönüyle ayrılır. Fizikte aynı deney aynı şartlarda birçok kez yapılabilir. Sosyal hayatta ise bir deney bir kere yapılabilir, aradan zaman geçtikten sonra hayatın şartları da değişeceğinden ikinci deney birincisi ile aynı şartlarda yapılamaz.

    Sosyal olayların birçoğu ‘tersinir’ (reversible reaction) değildir. Suyu soğutup buz yapabilir sonra ısıtıp tekrar su yapabilirsiniz, bu tersinir özellikte bir olaydır. Fakat birçok sosyal-siyasi olay bir kere şekil değiştirdikten sonra bir daha ilk haline getirilemez yani tersinir değildir.

    Özellikle dış politika gibi olayın etkileyenlerinin çok olduğu süreçler tersinir değildir. Bu nedenle hele bir deneyelim mantığıyla hareket edilemez. Diğer yandan son derece karmaşık sosyal-siyasi olayların teorik olarak değerlendirilmesi de çok zorlu problemlerdir. Ülkelerin liderleri her şeyi bilemez bu nedenle üst düzey eğitim almış akıllı ve yetenekli bir ekip ile ülkeyi yönetmesi gerekir. Fakat Mevlana’nın “Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır” ilkesi gereğince, üst düzey devlet yöneticisinin de en azından akıllı ve bilgili ekibinin söylediklerini anlayabilecek düzeyde bir eğitime ve donanıma sahip olması gerekir. Aksi takdirde zayıf eğitimli ve bunun sonucunda teorisyen olamayan bir lider ülkeyi ancak deneme-yanılma ile yönetebilecektir. Böyle bir liderin sahip olduğu ideolojik takıntıları varsa, doğal olarak deneme tercihlerini de bu yönde kullanacaktır.

  2. Dünya da iyi ve kötü kavgası hep olmuştur.İyiyi de kötüyü de dünyadan silmek zor bir şey.Yalnız bu arada dünyada hep bir dini inanç olmuştur.Peygamberler gelmiş geçmiş,dinine sahip çıkan topluluklar genelde başarılı olmuşlar.Sistem konusuna gelince sistem insanların kurdugu bir şey.İnanç Allahın göndermiş oldugu bir şey.İslam dini asırlar boyu dünyaya hakim olmuş,Adalet dağıtmış.Bugün islam dinini yaşayanlar biraz zayıflamışsa bu dinin suçu değil insanların suçu.İslam dini diyorki;yalan söylemeyeceksin,insan aldatmayacaksın ve çalışacaksın.Eğer yalan söylüyorsan ve birbirini kandırırsan böyle bir toplumdan başarı beklemek zor.Bu topluma hangi sistemi getirirseniz getirin,Batıl dinlerin üstün geldiği bir dünya da yaşıyoruz şu anda.Bence sorun sistemlerde değil insanlarda.

  3. Bir dış politika sorusu :

    Dünyada en büyük topraklara hükmeden Devlet Başkanı kimdir?
    a) Donald Trump
    b) Vladimir Putin
    c) II.Elizabeth
    d) Şi Cinping

  4. ben Ali Ünal hocamın basiretine güveniyorum. “büyük bir darbe yiyeceğiz sonrasında toparlanma sürecine gireceğiz” kısa sürede de toparlanacağız inşallah. o darbeyi yemeden toparlanmamız bana mümkün görünmüyor. son zamanlarda her siyasi görüşe sahip doğru, insan merkezli parlak düşüncelere sahip insanlara sık şahit oluyorum. bunlar zamanla çoğalacak inşallah.

  5. 1940 lı yıllar savaş yılları idi.O zaman Türkiye yi idare edenler savaş ihitmaline karşı orduyu aç bırakmamak için bir takım tetbirler almak zorunda idi.Gıda stoku ordu için yapıldı.Bu tetbirler dolaysiyle bir müddet açlık dönemi yaşandı.Demokrat Parti ikitadarı zamanlarında bun dönemi fırsat bilen Demokrat Partililer İsmet İnönü yü eleştiren ithamalrda bulundular.Tıpkı şimdi olduğu gibi.Bu itham ve eleştirelere karşı, İsmet İnönü nün meşhıur sözünü hatırlatırım:”Sizleri aç bıraktım ama,öksüz ve yetim bırakmadım.”Cumhuriyetin ilk dönemlerini genel olarak değerlindirilirse,şimdikinden başarılı idi.Savaştan yeni çıkmış genç cumhuriyet yokluklar içinde var olabilmek ve kalkınabilmek için elinden gelen gayreti yapmıştır.Bir taraftan kalkınma hamleleri yaparken ,bir taraftan Osmanlının 15 ülkeden aldığı duyu umumiye borçlarını ödemek zorunda kaldı.Devletin giderleri,yerli yatırımlara ayrılan para ,sonra da 1940 da çıkan 2.dünya savaşı.Hayliyle ekonomik zorlanma olacaktı.O kadarını tahammül edemeyen o zamanlardaki kişiler;yaşanan şimdiki ekonomik krizi,işsizliği,fukaralığı,hayat pahalılığını ,haksızlıkğı,adaletsizliği,eşitsizliği görselerdi herhalde fıtırırlardı.Şimdikiler, genç cumhuriyetin vaktiyle yaptığı yatırımları satıp satıp geçiniyor.Devletin kefen parasına kadar sömürdüler.Olayı bir de bu tarafından bakın.

    • bu gün söylenenler başka, söylenme nedeninin altında yatan gerçeklik başka ve bu gerçeklik siyasi palavralara malzeme yapılıyor. durum bundan ibaret.

    • Ordusu tok karnı aç millet mi olurmuş ertav? Üstelik savaşa bile katılmamışken? Bugün den savaş var, risk var; allaha şükür burnumuza kadar tokuz! Makarna ya da kömür; ama tokuz elhamdülillah! Devletbaşkanımızdan ve hükümetinden cenabı allah milyonlarca kere razı olsun…

    • Halkın o yıllarda devletin
      Yaptığı ayrımcılığadır tepkisi.
      Şehirli,köylü ayırımı.
      Memur lar o zamanda kıtlıktan etkilenmedi.
      Parti devletinin yandaşları açlık çekmedi.
      Devlet köylüden zorla aldı.
      Kendine bağlı kesimi besledi.
      Karneler partiye bağlılara dağıtıldı.
      Karne sahibi olmak,imtiyaz idi.
      Millet ağaç kabuğu yerken,karnesi olan ekmek alabılıyordu.
      Demem o ki açlık,yokluk millete eşit dağıtılmadı.
      Onun için ağaç kabuğu yiyenler
      Asla CHP yi iyi yad etmezler.
      Yoksa bu kadar bitmeyen
      CHP ye hüsümet oluşamazdı.

      • 1950-60 arası CHP ortalama %39 oy almış. O zaman köylü nüfus %85. Ne husumeti? / Ayrıca karne şehirlerde dağıtılmış, köyde karneye gerek mi var? / Vergi dediğin bugün de zorla alınıyor. / 1940’da 1.300.000 asker beslenmiş. / Vefasızlık yapmayın!

  6. Sayın Koru ,

    Maalesef koruyamayız, zira aynı gemideyiz. 20 yy. özgürlükler asrı idi..21. Yy da bu durum biraz tırpanlanacak gibi görünüyor. Herşey insan kaynaklı. Japonya 1997 den beri resesyona tabi oldu ve kurtulamıyor. Nüfusun 3 te biri 65 yaş üstü. Yeni nesil evlenmiyor. Çocuk sahibi olmayınca tüketim ve dolayısıyla üretim daralması oluyor. 2008 krizinden sonra ABD ve AB de bu trende dahil oldu. Farabi hicri 300 lerde bu konuyu tartışır. Demokrasi sınırsız özgürlük gibi algilanmaya başlayınca yönetim de bu konuda kendini haklı görmeye başlar. Hem bu fiyatı çalışılır mı denecek hem de ucuzluk istenecek . Bu paradoks çözülmez. 2030 a kadar 800 milyon kişi otomasyon sebebiyle işsiz kalacak . Bunlar nerede nasıl bir hayat sürecek ? Iskandinav ülkeleri haftada 4 gün , günde 6 saat çalışma moduna giderken üretim ve tüketim dengesi nasıl sağlanacak ? Bu yıl 260 milyar ton buzul erimesi beklenilirken buna sebeb olan fosil yakıtlı araçlardan kimler nasıl vaz geçecek?
    1950 den bu yana oluşan metropoller önümüzdeki yüzyılda geriye dönüşe sahne olacak mı? Daha basit bir hayatı kabullenebilcekmiyiz?
    Transformasyon sadece bir sözcük olarak değil derin manası ile anlaşılmalı. 35 yıl önce insaatlarda Anadolunun gençleri çalışırken bu gün yerlerini alan daha doğu dan gelenlerin çocukları da babalarının işini yapmayacak şekilde eğitime yöneliyor. Bunların bıraktığı ve bırakacağı boşluğu üçüncü dünya vatandaşları almaya başladı. Afgan çobanlar örneği. Sen ağa ben ağa bu ineği kim sağa sözünün geçerli olduğu bu dönemde yönetimler nasıl baş edecek bu halk kitleleri ile.
    Sorun yönetimden değil, yönetilenlerin durumundan kaynaklanıyor. Insan ileriki yaşantısında rahat etmek için rahatsız olmayı tercih eder ve çalışır.. zaten ailenin tek çocuğu babadan kalan ev araba tasarruf varsa niye çalışıp kendini sıkıntıya soksun ? Müteşebbis babanın evladı kira geliri ile geçinmeyi tercih edip üretim yerlerini kapatınca ortaya çıkan işsizliği devleti yönetenler nasıl çözsün?

    Kainatta hiç bir şey ila nihaye gitmez. Yükselir ve alçalır. Görünen o ki zirvedeyiz. Türkiye de gay düğüne şahit olduk. Allah sonumuzu hayıra tebdil etsin.

    • Melik bey siz 20.asrın hangi dönemini yaşadınız bilemiyorum ama allaaşkına söyler misiniz bu “özgürlükler asrıydı” iddianızı neye dayandırıyorsunuz?
      Biz ucundan guantanomolu yılları hatırlıyoruz, öncesi zaten soğuk savaş demir perde, ondan önceki iki dünya savaşı arasını sormayın gitsin!
      Yoksa sizin özgürlüklerden kastınız şu hippilerin 68liler vakfı kuşağı zımbırtısı mı?
      Eğer öyleyse; hadi canım sen de!

    • SN Melik bey çok doğru yazmışsınız.
      ”’Sorun yönetimden değil, yönetilenlerin durumundan kaynaklanıyor.”’
      Bizler herzaman şişi başkasına batırmışız .kendimizi her daim suşsuz görmüşüzdür.
      Bu demek değildir ki hırsızın hiç mi suçu yok var elbet.Ancak önce kendimizi sorgulamalıyız. Bugün insanlar geçinemiyor doğru sonuna kadar haklılar ama herbirimizin elinde çoluk çocuk son model 5-7 binlik telefon ve 2 yılda bir yenileriz.Dört kişilik aile gitti
      25 bin tl sonra maaş az. Hiçbirimiz telefonu sadece haberleşmek için kullanmaz.
      Mesela hepimiz mühendis olmak isteriz. Peki fabrikalarda kim çalışaçak .Bugün EMlisesi
      bir tane eleman bulamıyorum .Hepsi mühendis olmak istiyor.
      Maalesef önce kendi kapımızı temizleyeceğiz. Sonra elalem ile ilgileneceğiz.

    • Devleti bakan raktan değil bizatihi yönetsinler diye siyasete vekil seçiyoruz.
      Onlar akıl edecek, akıllı olanları bulup çalıştıracak,
      internetci diye aşağılamaya çalışmayacak. Onunla emekçi insanların emeğini ekmeğini dengeleyecek.
      Birden bire bilek gücüyle çalışan kesimi tarumar edip isini işyerini satıp kapattırmayacak.
      Bir babanın emekli maaşıyla 4 boğaz nasıl geçindirilir iki çocuk nasıl paralı üniversitede okutulur denemesi yaptırtmayacak.
      Geçmişi kendi yanlışlarını örtmek için değil,
      Ders almak için hatırlayarak, geleceği planlayarak.
      Halkına sorumluluğunu unutmayıp hesap verecek, bilgilendirecek.

  7. Çok karmaşık sorunları nasıl tanımlayabilir ve üstesinden gelebiliriz? Fizik-matematik temelli fen bilimlerinde bunun yöntemleri bellidir, en azından becerebilenler başarıyla uyguluyorlar. Sadece şu yorumları yazdığımız bilgisayarları ele alsak olağanüstü bir karmaşıklığa sahipler. Fakat bunlar birkaç yılda ortaya çıkmıyor, çok eskilerde ileride ne işe yaracağı dahi bilinmeyen bilimsel buluşlara dayanıyorlar.

    Örneğin ikili (binary) matematik bunlardan birisidir. Kullandığımız sayı sistemi 10’luk sistemdir ve iki elimizde on parmak olmasına dayanır. Aslında herhangi tabana dayalı sayı sistemi olabilir ve bunlardan en ilginci 2’li sistemdir ve 0 ile 1 rakamlarından oluşur. Onlu tabandaki sayılar ikili tabanda şöyle yazılır: 0=0, 1=1, 2=10, 3=11, 4=100, 5=101, 6=110, 7=111, 8=1000, 9=1001 v.b. Bunun teknoloji ile alakası daha sonradan kurulmuş. Örneğin bir lojik devrede +5 Volt 1 binary sayısını, -5 Volt 0 binary sayısını temsil edebilir. Buna göre +5 Volt ve -5 Volt dizileri ile binary sayılar ve dolayısıyla onların karşılığı olan alıştığımız 10 tabanlı sayılar oluşturulabilir. Diğer yandan alfabedeki harflere ve diğer önemli sembollere de bazı binary sayılar karşılık düşürülerek sayılar, yazılar hatta resimler ve videolar oluşturulabilir. Tabi ki matematiğe paralel olarak elektronik teknolojisinde sağlanan gelişmeler ile önce en basit bilgisayarlardan (belleği 1 MB dahi olmayan) başlanarak bugünlere gelinmiş.

    Bu konuya neden girdim, zira bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Öyle hadi biz de bilgisayar yapalım diye yola çıkılmaz. Önce bilgisayarın temel yapısı hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Benzer şekilde siyasi konularda ve özellikle dış politikada nelerin olabileceğini doğru öngörebilmek için de temel bilgilere mutlaka sahip olmak gerekir. Sosyal bilimler fen bilimleri ve matematiğin yöntemleri, disiplini ve akılcılığı olmadan bir bilim niteliği kazanamaz. Gelişmiş ülkelerde sosyal bilimler de fen bilimleri ve matematikten olabildiğince yararlanılarak ele alınıyor.

    Not : Gazete v.b. yazılarının ise rahat okunması için bilimsel bir makaleye tam benzemesi gerekmez. Fakat bir değer ifade etmesi için tutarlılık ve doğru bilgi ölçütlerini sağlaması gerekir.

  8. Örneğin ABD’nin savunma bütçesinin 760 milyar dolar olduğunu ve bu rakamın neredeyse dünyadaki diğer ülkelerin savunma bütçeleri toplamına eşit olduğunu ve TC toplam bütçesinin 5.5 katı, rekor düzeyde artan savunma bütçemizin 43 katı olduğu bilgisine sahip olmadan dış politika analizi yapmanın bir değeri var mıdır? Bu kıyaslama bilgisi sadece t = 2019 yılına aittir, geçmişten gelen birikimler de hesaba katılırsa (integral hesap) aradaki fark 100 katından çok daha fazladır. Dış politikada elimizden gelenin fazlasını yapmaya çalışırken bu verileri de dikkate alarak gerçekçi bir strateji belirlemek gerekir.

    Türkiye’nin bir süredir uyguladığı dış politika sahip olduğu askeri ve ekonomik güç ile örtüşmüyor. Fizik-matematik benzetmesi yaparsak sisteme 100 Watt güç veriyorlar fakat sistemden 1.000 Watt çıkmasını bekliyorlar. Yani bu enerjinin sakınımı prensibine aykırıdır ve Con Ahmet’in devri daim makinesini icat ettim demesine benziyor. Yıllar önce birileri ‘bazı askerleri’ toplayıp Erke Dönengeci diye böyle bir devri-daim makinası tanıtmıştı. Şimdi onlar veya ardılları buna inanabilecek kafa yapısında medrese kültürü almış birileri ile ittifak halinde ve kendi kendine enerji üreten dini-milli menşeli bir Türkiye makinesi yaptık diye iktidardalar ve ülkeyi güya yönetiyorlar!

  9. ABD’de yargı sistemi genel olarak iyi, yüksek yargı ise çok iyi durumda. Trump’ın seçip onay için Senato’ya önereceği Yüksek Mahkeme (AYM) yargıcı diğerleri gibi ömür boyu görev yapacak. Bu kişi Cumhuriyetçi parti eğilimli olacak fakat görevini tarafsız olarak yapacaktır. ABD’de bunun aksi düşünülemez.
    ABD sisteminde Başkan bazı kritik konularda Senato’da kendi partisinden bazı Senatörleri bile ikna etmek zorunda kalabiliyor. Zira Milletvekilleri ve Senatörler yarı bağımsız, ABD’de parti genel başkanı diye bir makam yok.
    Trump’ın önerdiği yüksek yargıç Senato’da onaylanırsa kamuoyu üzerinde tartışacaktır. Eğer bu kişi genel bir beğeni kazanırsa Trump’a artı yazar. Fakat tarafsız olmayabileceği gibi bir kanaat oluşursa bu durum Trump’ın seçimi kaybetmesine bile yol açabilir.

  10. Hocamızın affına sığınarak ; Y.Oğurun bu konuyla ilgili harika bir yazısının olduğunu arkadaşlara iletmek istiyorum , teşekkürler selam ve saygılar .

  11. Atatürk ün sözlerinden yaptığım alıntıların kaynağını belirtmemişim.Özür dilerim.Kaynak şudur:”Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi”.

  12. Sayın Koru’nun da zaman zaman dikkati çektiği küresel ve bölgesel gelişmelere, o gelişmelerin nelerin birer işareti olabileceğine ilişkin gözlemlerini, bilgilerine ve mesleki ahlakına güvendiğim dış politika uzmanlarindan ve yazarlardan okuduklarımla bir araya getiriyorum.

    Ancak basitleştirilmiş, kabalaştırılmış önermelerle zihnimde kısmen yerli yerine oturtabildiğim resim şu:

    (*) Hem ABD’de, hem Avrupa’da, 2. Savaş sonrasında zaman içinde yerleşiklik kazanmış parlamenter demokrasiye dayalı siyasal sistemler, giderek daha açık gözlenir bir zayfılama içindeler. Yerleşik demokratik kurumlar ve teammüller de bundan paylarını alıyorlar. Macaristan, Polonya gibi ülkelerde popülist liderlerin iktidarları kalıcılaşırlerken, ırkçılıktan, yabancı düşmanlığından beslenen yeni-sağ partiler ve neo-faşist hareketler, zenginlikten aldıkları pay giderek azalmış, kültürel bir lumpenleşme içine girmiş sınıflar sayesinde bir kitlesellik kazanmış durumdalar. (Benzeri bir radikalleşme, Birinci Savaş öncesinde de yaşanmış, faşistlerin o zamanki adı olan nasyonel sosyalistlere ve komünistlere olan kitle desteği katlanarak artmıştı.)

    (*) İkinci Savaş sonrasının BM, NATO gibi öne çıkmış küresel kurumları görece işlevsizleşiyorlar. Rusya, hem ABD hem de Avrupa’nın başat iki ülkesi olan Almanya ve Fransa tarafından geleneksel düşman değil. Gücü sınırlı tutulmaya çalışılan, rekabet edilen, ama, tekil ulusal çıkarlar gerektirdiğinde işbirliği de yapılabilen bir ülke.

    (*) Avrupa Birliği, umulmuş olanın aksine, ekonomik ve siyasal açıdan kendi içinde bütünleşik bağımsız aktör konumuna yükselemedi. İngiltere, geleneksel müttefiki ABD’yi öncelemeyi sürdürdü ve nihai olarak birlikten de ayrıldı. Hem ABD ile Avrupa arasındaki ilişkilerde, hem de Avrupa’nın kendi içindeki ilişşkilerde, “Herkes kendi başının çaresine baksın, çünkü derinleşerek artan belirsizlikler ve gerilimler içinde her koyun kendi bacağından asılacak görünüyor” türünden bir hava yaşanıyor gibi. Post-modern çağın ulus devleti aşan yeni aktörlere yol vereceği kuramı boş çıktı. Yönelim, yine ulus-devlete doğru.

    (*) Paylaşanı olduğumuz bölgede, Arap Baharı gibi halk hareketlerinin destek görmeyeceği anlaşıldı. Batı, macera aramaya niyetli değil. Mevcut sultanlıklarla, krallıklarla yola devam etmek istiyor. (Bu, Türkiye’nin kıymeti harbiyesini de azalttı. Zaten Türkiye de bir zamanların örnek gösterilmek üzere hazırlanmış model ülkesi olmaktan çoktan çıktı. Batı’nın, Mısır’a gidip Mısır halkına laikliği övüp öneren Erdoğan’a ihtiyacı yok artık.) İsrail’in pek çok işine gelen bu durumda, Filistin, Orta Doğu’da temel bir mesele olmaktan çoktan çıktı. Otoriter Arap rejimlerinin önceliği, kendi rejimlerinin istikrarı ve devamı. Onları kaygılandıran ve rejimleri açısından tehdit gördükleri aktör İran. Arap halkların hoşnutsuzluğundan, o hoşnutsuzlukların yol açabileceği iç karışıklıklardan Müslüman Kardeşler çizgisinde yeni yönetimler çıkarma çabasında görünen Türkiye’ye de kem gözle bakıyorlar. Diğerleri gibi, nihai olarak Suudi Arabistan da ABD-İsrail ekseninde, İran-Türkiye karşıtlığında yeni kamplaşmada yerini bu kez resmi olarak alacak. (Suudların başındaki veliaht prens zaten pratik olarak bu kampta.)

    (*) Almanya dışında, Türkiye’nin Avrupa ülkeleri açısından vazgeçilmez bir partner olduğunu düşünen kalmadı gibi. Türkiye, Avrupa Briliği ülkeleri ile olan ilişkilerinde kendi değerini artık sadece mülteci akımının önünde engel işlevi görüyor olmasıyla açıklayıp bunu pazarlıklarda bir koz olarak kullanmaya çalışıyor. Almanya dışıında onun bu işlevini çok önemseyen başkaca ülke yok gibi.

    (*) Türkiye’nin diplomaside ve uluslararası ilişkilerde hızla yalnızlaşmış olmasının nedeni de bu.

    (*) Türkiye, nihai olarak kendisini yalnızlaştıran yanlış dış politka adımlarını atarken, bölgesel güç olma kapasitesine Ruslarla işbirliği yaparak yeni ve taze bir boyut katabileceğini umdu. Bunun beyhudeliği ilkin Suriye’de, sonra Libya’da, son olarak da Doğu Akdeniz geriliminde görüldü. (Son gerilimde Ruslar Fransa gibi açık bir Yunanistan desteği sergilemediler, ama Türkiye’nin hatırına Yunanistan ile küçücük bir gerlim yaşamaya bile niyetli olmadıklarını gösterdiler.)

    (*) Türkiye, Rusya konusunda yaşadığı düşten uyandı, dersini aldı. Şimdi, daha mesafeli ve temkinli bir tavır içinde. Rusya için zaten berbat olan Avrupa ilişkilerini daha fazla germek istemiyor.

    (*) Türkiye, sadece uluslararası ilişkiler alanındaki ısrarlı yanlışları dolayısıyla içine sürüklendiği yalnızlaşmışlık yüzünden güçten düşmedi. Yanısıra, ekonomik bir tükenmişliği de yaşıyor.

    (*) Türkiye’de istedikleri gibi at oynatıp devlet iktidarını Erdoğan aracılığıyla kullanan içe kapanmacı, Batı İttifakı düşmanı güç odakları, Erdoğan’ın burnundan tutup Türkiye’yi böylesine kötü ve savunmasız bir noktaya kadar sürüklediler.

    (*) Türkiye’nin başına bela bu ulusalcı, Ergenekoncu, Avrasyacı iktidar blokundan kurtulmanın yolu, Erdoğan’dan kurtulmaktan geçiyor. Çünkü, bunların geleneksel partisi CHP (ki kabuk değiştirme çabası içinde), Vatan Partisi vs. ile iktidara gelmeleri zaten olanaksız. Erdoğan, onların seçim kazanıp meşru iktidar gücü olma sorununu çözüyor. Bu çeteler, sadece bu yüzden Erdoğancı görünüyorlar. Rasyonel ve kentli Türk milliyetçiliğini temsil eden damarın MHP’den ayrışması ve bağımsız bir aktör olarak ayakta kalmayı başarması, bunların işini daha da güçleştirdi. (Avrasyacı-Ergenekoncu çeteler, bu yüzden Bahçeli ve Erdoğan’ı Meral Akşener’in üzerine salmışlar, parti kurmasının önünü almak için her rezilliğe baş vurmuşlardı.)

    (*) MHP, Avrasyacı ya da Batıcı değil. Su katılmamış bir boş gezenin boş kalfası. Yaptığı yegane şey, devlet iktidarı pazarlıklarında elini mümkün olduğunca güçlü tutmak, böylece yerel düzeyde seçmenlerini devlet kurumlarından nasiplendirirken devlet bürokrasisinde kendisine pay talep etmek. Tam bir asalak parti. CHP ile de koalisyon kurar, gerçek iktidarı elinde bulunduran ulusalcı-Ergenekoncu-Avrasyacı çetelelerle de. Havayı koklar, dengelerin değişeceğini gördüğünde, AK Parti atnıdan iner.

    (*) Benim ve bazı arkadaşların Erdoğan’la meselemiz varmış gibi görünmeleri yanıltıcıdır. Meselemiz, Türkiye’yi her alanda güçten düşüren bu gerici ve tehlikeli iktidar bloku ile. Erdoğan, seçim kazanıp bunların iktidarını mümkün kılan halka. Gerici iktidar blokunun zinciri de elbette ki meşru araçlarla, meşru siyasal aktörün halkasından kırılmalı.

    Türkiye’nin giderek ciddileşen ve onu güçten düşüren gidişine dur diyebilmek için, Erdoğan’a seçim kaybettirip bu çeteden bir an önce kurtulmamız gerekiyor.

    Tüm ulusal aktörlerin ittifak kurdukları diğer ülkeler, ülke gurupları vardır. Almanya için de bu böyledir, İngiltere için de.

    Türkiye’nin çıkarını gerektiren eksen, her şeye rağmen Batı İttifakı’dır. Bu eksenden uzaklaşmanın başa ne belalar getirdiği açıkça görülmüştür.

    Ulusalcılık, bağımsızlıkçılık, “Kendi savunma sanayimizi kurduk, şimdi biz de küresel bir aktörüz” gibi saçma sapan söylencelerin peşine takılıp sazanlaşmakta ısrar etmenin gereği de yok, anlamı da yok.

    Hamasete ve düş dünyasında yaşamaya değil, akla ve gerçekçiliğe ihtiyacı var ülkenin.

    • Sn.bernar, akıl ve gerçekçilik dediğin şey memleketin ekonomisini götürüp imf ye teslim etmek midir?

    • Evet sn.bernar, tek meseleniz ve derdiniz gerçekten de erdoğan düşmanlığı!
      Çelişkilerle dolu yorumunuzun neresini düzeltsek bilemedim?
      Avrupada ne zaman “komünistlere olan kitle desteği zenginlikten aldıkları pay giderek azalmış, kültürel bir lumpenleşme içine girmiş sınıflar sayesinde katlanarak artmıştı ve
      bir kitlesellik kazanmıştı” hatırlayamadım doğrusu?
      Macaristan, Polonya gibi ülkelerde demokratik kurumlar ve teammüller ne zaman yerleşmişler de şimdi “popülist liderlerin iktidarları kalıcılaşırlerken, ırkçılıktan, yabancı düşmanlığından beslenen yeni-sağ partiler ve neo-faşist hareketler”den paylarını alıyorlar?
      Alman ırkçılığı veya ayılıp bayıldığın hollanda ırkçılığı desen hadi neyse de; bakıyorum zenginlerin ırkçılarına pek bi sözün yok sanki?
      Kaldı ki alman ve rus tankları altında pestili çıkmış gariban polonya ve macar halklarının seçtiği yöneticilerden başka faşist mi yok avrupada?
      “Post-modern çağın ulus devleti aşan yeni aktörlere yol vereceği kuramı boş çıktı. Yönelim, yine ulus-devlete doğru.”
      Bu tespitine katılıyorum ama yine de acele etme; çünkü ulusdevlet kavramı sadece 3.dünyadakiler için gözden düşürülmek isteniyor; yoksa beyazadam için değişen bir şey yok:
      “Deutschland über alles!”
      Hayatımda duyduğum en saçma savlardan birisi de şu ifadeleriniz oldu:
      “Otoriter Arap rejimlerinin önceliği, kendi rejimlerinin istikrarı ve devamı. Onları kaygılandıran ve rejimleri açısından tehdit gördükleri aktör İran.”
      Oksimoron dedikleri bu mu ola lala?
      En gülüncü de
      “Rasyonel ve kentli Türk milliyetçiliğini temsil eden damarın MHP’den ayrışması ve bağımsız bir aktör olarak ayakta kalmayı başarması, bunların işini daha da güçleştirdi. (Avrasyacı-Ergenekoncu çeteler, bu yüzden Bahçeli ve Erdoğan’ı Meral Akşener’in üzerine salmışlar, parti kurmasının önünü almak için her rezilliğe baş vurmuşlardı.)”
      Onun için mi bu bahsettiğiniz “ulusalcı, Ergenekoncu, Avrasyacı iktidar blokunun geleneksel partisi CHP (ki kabuk değiştirme çabası içindeymiş)” madamın partisine seçimlere katılabilsin diye 15 baş mebusu ödünç vermişti?
      Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?
      Türkiyede ilerici bir güç varsa o da cumhurittifakı ve lokomotifi mhp dir.
      Eski bir devsol militanı için bu gerçekliğin hazmedilemez olması gayet doğaldır ama
      “Batı ittifakı” dediğiniz şey her neyse o da bize bir o kadar tuhaf geliyor; çünkü biz zaten avrupalıyız!
      (Yunan avrupalı da biz mi değiliz:))))
      Akıl mı dediniz???

  13. 1930 yıllarında dünya; isyanlar,toplumsal temizlik,sanayi devrimi,özgürlük arayışları,istila emelleri,kominizm tehtitleri ile sarmaş dolaştı.Almanaya başlatacağı dünya savaşına hazırlanıyordu.
    Türkiye de ise ekonomik bağımsızlıkve kalkınma hamleleri başlatmıştı.Osmanlılın yıkık harap ve bitap halde olan memleketi ayağa kaldırma, iflas etmiş ekonomiyi refah düzeyine çıkarma,fen ve teknikte çağı yakalamaya çalışıyordu.10 yıl içinde çağı yakalamaya çağı yakalama hamleleri başarıya ulaşmış,dışa bağımşlı ekonomi,kendine yeter hale getirilmişti.1923’te yapılan İzmir İktisat Kongresiyle şekillenmiştir. ‘Liberal’ eğilimli olarak nitelendirilebilecek bu poltikalar 1930’lu yıllara kadar devam etmiştir. Ancak bu dönemden itibaren Türkiye’de devletin ekono­mide çok önemli rol aldığı ve ‘devletçilik’ olarak adlandırılan uygulamalara geçilmiştir.
    1930-33 yıllarında kısa süreli ekonomik darlık giderilmiş,toplumösal refah yolu açılmıştı.Tarım ve hayvancılık alanında yapılan hamleler bugünkünden kat kat fazla idi.Tarım ve hayvancılık ürünleri,şimd,iki gibi o zamanlar ital edilmiyor;aksine ihraç ediliyordu.Zaman zaman kuraklık nedeniyle rekolte düşse de yine de kendine yaeter durumda idi.
    1930 da dünyada meydana gelen ekonomik kriz bile Türk ekono isini çok az etkilemişti.
    1930 ekonomik krizi ABD savaş araçalrı ve silah üretiimi ile aşarken,Türkiye.yerli sanayi yatırımları ile aşıyordu.AKP iktidarı döneminde Erdoğan, o yatırımları yandaşlara peşkeş çekerek son verdi.
    1930 ların dünyadaki siyasi krizleri 2.dünya savaşını getirdi,Türkiye dışında.Türkiye 2.dünya savaşına girmedi.Savaşın acıları yeniden yaşanmadı.
    Tc.nin temel siyasi anlayışı dış işleri problemlerini diplomatik yolla çözmek olmuştur.Yıllarca savaş korkusu olmadan,diplomasi ile birçok başarılı işler yapılmıştır.Çünkü devlet kabadayılıkla idare edilmez.Masa başı hamasi icraatlarla işler hallolmaz.Bu tür yaklaşımlar, halkı önemsemeyen sahte demokrat ve sahte kahramanların içidir.Geçek devlet adamlığı halkın sağlık,hak,hukuk,emniyetnin sağlayacak,ölmeyi ve öldürmeyi değil,yaşamayı esas almayı gerektirir.Askere bile gitmemiş,gittiyse yan gelip yattığı kısımlarda vakit doldurmuş kişilerin ;halkın can emniyetini düşünmeden savaşçılık taslaması memleket için bir başbelasıdır.
    Gazi Mustafa Kemal Atatürk ün hayatı savaşlarda ,savaş meydanlarında savaşarak geçmiş iken savaşa karşı tutumu ile bilinir.Atatürk savaş hakkında şunları söylemiş:
    Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin ordusu, istilalar yapmak veya saltanatlar yıkmak veya saltanatlar kurmak için şunun bunun elinde ihtiras aleti olmaktan uzaktır.
    Mutlaka şu veya bu sebepler için milleti savaşa sürüklemek taraftarı değilim. Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Hakiki düşüncem şudur: Ulusu savaşa götürünce vicdan azabı duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, “ölmeyeceğiz” diye savaşa girebiliriz. Ancak, ulusun  hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir. 
    Barış ulusları refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. Memleketimizi her gün daha çok kuvvetlendirmek, her türlü ihtimallere karşı koyacak bir halde bulundurmak ve dünya olaylarının bütün safhalarını büyük bir uyanıklık içinde izlemek, barışsever siyasetimizin dayanacağı esasların başlangıcıdır.
    Dünyada milletler bir apartmanın sakinleri gibi kabul edilir. Eğer bir apartman, sakinlerinden bazıları tarafından ateşe verilirse, diğerlerinin yangının etkisinden kurtulmasına imkân yoktur.
    Türkiye’nin güvenliğini amaç tutan, hiçbir ulusun aleyhine olmayan bir barış istikameti bizim düsturumuz olacaktır.
    İnsanları mutlu edecek tek vasıta, onları birbilerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaya yarayan hareket ve enerjidir.
    Aklıselim davranmak ümidiyle,Saygılar.

    • Sayın ertav, türkiye 2.dünya savaşına girmedi ama savaşın acılarını da doya doya yaşadı, hatta savaşa katılmış ülkelerden çok daha kötüsünü! İstersen o yılları 4sene askerlik yaparak geçirip ardından bir de kore yollarına düşenlere sor; gerek yok kaynak anonim de olabilir!

  14. 1-Eskiden cahildik.Şimdi kara cahil mi olduk?
    Eskiden bilgiye ulaşma imkanlarımız kısıtlıydı, öğrenemiyorduk. Yani cahildik.
    Şimdi ise yönlendiriliyoruz, çarpıtılmış şeyler öğreniyoruz. Bilmediğimiz halde bildiğimizi sanıyoruz.Yani kara cahil hale geldik.
    2-Demokrasinin sorun yerine çözüm üretmesi için iki koşul var:
    – Seçmen iradesinin serbest ve özgür ortamda oluşması;
    – Seçmen iradesinin serbest ve özgür ortamda sandığa yansıması

    • Maşallah sayın yk, yazdıklarına bakılacak olursa öyle karacahilane şeylete benzemiyor lakin demokrasi çoğu zaman sorunlar da üretir, benden söylemesi! Eğer seçimler iki turlu yapılırsa bir nebze olsun işe yarar, hepsi bu…
      uzayda mı yaşıyorsunuz; ne serbestliği, ne özgürlüğü? Görmüyor musun yerçekimini, atmosferin bitimini; bir gün hacethaneye gitmese çatlayacak mahluk serbest gezen tavuk olsa ne yazar seçmen şaka olsa ne yazar?

  15. Bazı olumsuzluklarına rağmen insanoğlunun bu güne kadar bulabildiği en iyi yönetim şekli demokrasidir .Demokrasinin olumsuzluklarını ortadan kaldırabilmek veya en az düzeye indirebilmek için de birtakım çareler vardır, önemli olan bu çareleri uygulamaya koyabilmek veya işler halde tutabilmektir . Bunların başında kuvvetler ayrılığı gelir , dördüncü kuvvet dediğimiz bağımsız ve yansız basın gelir, STK ları , seçmenlerin bilinçli olması da olmazsa olmazlarıdır .Ama bütün bunların üstünde de bana göre siyasi ahlak gelir ! Bir örnek vermek isterim – daha önce de açıklamıştım – Willy Brandt , Almanyanın gelmiş geçmiş en büyük demokrat ve devlet adamlarından birisidir , kısa bir dönem başbakanlık yapabilmiştir , çünkü özel sekreterlerinden birinin adının bir casusluk olayına karışması ve olayın kendisiyle asla ilgisi olmamasına rağmen istifa etmiştir ! İşte siyasette şeref, haysiyet, devlet adamlığı yani kısaca fazilet böyle olur ! Diğer bir konu da bu gün dünyaya yön vermesi gereken ,bütün dünya sorunlarına ve insanlığa sahip çıkması gereken , bütün dünyaya ve insanlığa barış ve huzur getirmesi gereken başta büyük devletler olmak üzere dünya liderleri diyebileceğimiz kişilerin , bu anlayış ve bilinçten yoksun olmaları , bencillikleri , çapsızlıkları , acımasızlıkları vs. dir . Dünyanın artık eski büyük dünya olmadığını,dünyanın çok küçüldüğünü , bir yerdeki sorunun her tarafa anında yayıldığını , yokluğun ve yoksulluğun bulaşıcı hastalık gibi her tarafı sardığını , barış ve huzurun dünya çapında tesis edilmesi gerektiğini maalesef idrak edemiyorlar .Allah bunların aklını başına
    devşirsin ve sonumuzu hayrettsin ! Selam ve saygılarımla.

    • Ali bey sosyalizmi, komünizmi bi çırpıda atlayıp en iyisi demokrasi diye baştan meseleyi kapatmışsınız; yani üretimi ve tüketimi devlet eliyle yürütmenin ne gibi kötülükleri var ki sizce?

      • Sayın H.Gayret :Tabii ki dünyada her yönüyle mükemmel ve en ideal bir sistem yoktur ; bütün sistemlerin kendine göre olumlu ve olumsuz yönleri vardır.Demokrasi bunların arasında olumlu yönleri fazla , olumsuz yönleri az olan ve bu olumsulukların da sistemin kendi içinde rahatlıkla giderilebildiği ve bu nedenle de en çok tercih edilenidir .Selam ve saygılarımla

        • Alibey şu tarifiniz kadar güzel bir tarif olamazdı demokrasi için ama kendi içinde ürettiği veya barındırdığı sorunları yine kendi içinde rahatlıkla giderebildiği kısmı biraz komik olmuş sanki ama neyse…
          Komünizm dururken neden böyle bir deli gömleğini giymek zorunda olalım ki?

  16. “Çözüm üretmek yerine sorun üreten bir sisteme dönüşüyor demokrasi.
    Dünya açısından 1930’ların şartları günümüzde hortlamış oluyor.
    Hiç değilse kendi ülkemizi bu kötü gidişten koruyabilseydik.
    Koruyabilecek miyiz?” Fehmi’nin yazısı böyle sonlanmış!
    Biz “ADİL DÜNYA DÜZENİ ÇALIŞANLARI” ne diyoruz:
    – Tek çare ve çözüm “ADİL DÜZEN… ADİL EKONOMİK DÜZEN… ADİL DÜNYA DÜZENİ… ADİL DÜZENE GÖRE İNSANLIK ANAYASASI…”
    – Bu çalışmaların tamamına yakınına ulaşmak çok kolay; http://www.akevler.org
    – Fehmi Koru’nun da dediği gibi; bilgiye ulaşmak kolay, bir tık ötede…
    – O halde bu bilgilere ulaşmaya ve uygulamaya bekliyoruz…
    Aynen…
    Prof. Dr. Necmettin Erbakan…
    Ve…
    Prof. Dr. Arif Ersoy hocalarımızla yıllarca yaptığımız gibi…

    • asırlardır insanlar sistemler üzerine kafa yoruyorlar, sistem geliştiriyor, yol, metot arıyorlar . her düşünce sahibinin kafasında mutlaka bir sistem vardır. ancak bu gün hiç bir sistemin çalışmadığını yaşayarak görüyoruz. örneğin adil düzen neden çalışmıyor? nasıl çalışmıyor?

Yoruma kapalı.