Beklenen oldu. ABD’nin başını çektiği koalisyon güçleri Musul’u IŞİD’in (DAEŞ de deniyor) elinden alma harekâtını başlattı.
Esas harekât değil, ama o da arkadan gelecektir.
Irak’ta 2014 yılından beri IŞİD’in kontrolünde bulunan Musul’a yönelik kara harekâtı öncesinde, ABD ve Fransa’ya ait uçaklar, kentin doğusundaki IŞİD hedeflerine operasyon yaptı. ABD, topçu atışıyla öncü harekâtı başlatarak IŞİD’i vurdu.
ABD ile Fransa… Ve İngiltere de…
En son Libya’da bu ikiliyi görmüştük. Sonucun ne olduğunu çok iyi biliyoruz: Libya hâlâ kendine gelemedi; tek bir temsili hükümet yok, ülke ikiye bölünmüş durumda çünkü. Her iki tarafta da sözü geçenler, silâhlı milisler…
Fransa cephede olur da İngiltere uzakta kalır mı?
Herhalde esas operasyon başladığında İngiliz uçakları da bu ikilinin yanında yer alacaktır.
Amaç bu harekât ile IŞİD’i bütünüyle ortadan kaldırmak mı, yoksa bir ‘haydut devlet’ daha mı ortaya çıkarmak?
Yakında öğreniriz.
Türkiye?
Bu denklemde ülkemiz olmadığı için üzülmemeliyiz.
IŞİD Musul’dan sonra IŞİD olmuştu; 800 kişilik bir güç olarak saldırıp 30 bin Irak askerini kaçırttıktan ve onların elindeki ağır Amerikan silâhlarına sahip olduktan sonra…
ΩΩΩΩ
Bob Dylan Nobel müzik (pardon edebiyat) ödülünü aldı
Fevzi abi hiç sevmez, ne zaman onun uzunçalarını pikaba koysam “Yine mi bu hayatımın manyağı” diye beni yüksek sesle kınardı.
Sesi iyice kısardım.
Bob Dylan benim yabancı şarkıcılar arasında yüreğime en uygun bulduğum sesti. Oda komşum Fevzi abi hem kendisini hem sesini hiç sevmese de…
Onun odasında bulunmadığı zamanlar sürekli ‘Fevzi abinin hayatının manyağını’ dinlerdim.
“Bir adamı adam sayman için kaç yol yürümesi gerekir? Bir kumru, kendisini kumsalda uykuya bırakmadan önce kaç deniz geçmelidir? Peki ya top güllesi bütünüyle yasaklanmadan önce kaç kez patlamalıdır?” diye sorardı Bob Dylan ve cevabı da geciktirmezdi: “Cevabı (bu soruların) dostum, rüzgârla yankılanıyor, rüzgârla yankılanıyor…”
Hoşuma giderdi, ne yapayım?
Aynı şarkının içinde başka soruları da vardı:
“Bazı insanların özgürlüğe kavuşması için ne kadar yıl varlıkları sürmeli? İnsanlar görmediği görüntüsü vermek için daha ne kadar bakışlarını başka tarafa çevirmeli? İnsanların ağladığını işitebilmek için bir kişinin kaç tane kulağı olmalı? Çok sayıda insanın hayatını kaybettiğinin fark edilmesi için daha kaç ölüm yaşanmalı?”
Sonra yine aynı nakarat: “Merak etme, cevap rüzgârda yankılanıyor…”
1963’te yazıp söylemiş bu şarkıyı Bob Dylan…
İlk hayal kırıklığı
Bu şarkıyı bir de kendisinden canlı olarak dinlemek istedim; 2005 yılında, ABD’de bulunduğum bir dönemde, New York çevresinde bir yerde konser vereceğini öğrendiğimde…
Mehmet‘le internet üzerinden biletlerimizi alıp yollara düştük ve Newark’taki New Jersey Performing Arts Center’a vardık.
Kendisinden önce Amos Lee, Merle Haggard And The Strangers çıktı sahneye, sonunda o hep bildiğimiz kılık-kıyafetiyle Bob Dylan…
Ağız mızıkası ağzındaydı yine, şapkası da başında.
Üçüncü şarkıdan sonra, “Bir an önce gidelim” teklifi benden gelmişti.
Her şeyi yerli yerindeydi Bob Dylan’ın, bir eksiğiyle: Sesi…
Artık eski şarkılarını kaldıracak sesi kalmadığını kendisi de bildiği için, sesine uygun yeni şarkılarıyla doldurmuştu repertuvarını…
Belleğimdeki haliyle kalması için, koşarak gittiğimiz konserini, erkenden terk ettik.
Özkök’te şaşırtıcı dönüşüm
Geçen hafta benimkine benzer bir deneyim Ertuğrul Özkök’ün başından geçmiş…
Şöyle yazdı 12 Ekim günü:
“İkinci gecenin ilk konserini Neil Young verdi. Bir gece önce Bob Dylan’ın performansı iyiydi. Ancak gelen kitlenin çok az bildiği şarkıları söylemekle ısrar edince, ilgi dağıldı. / Neil Young ise konsere en bilinen şarkısı ‘Gold Rush’la başladı. Kendisi de, orkestrası da çok formdaydı. Kısaca Bob Dylan’dan çok daha fazla ilgi çekti ve alkış aldı. / Ertesi gün satış standlarında, Bob Dylan’ın tişörtlerinin bir bölümü kalmışken, Neil Young’ınkiler çabucak tükenmişti…”
“İyi” dediği performans üzerinde biraz daha düşünme ve etrafıyla konu üzerinde konuşma fırsatı bulmuş olmalı ki, ertesi gün biraz farklı bir ‘performans’ takdiri sundu Özkök:
“BOB DYLAN’DAN HERKES ŞİKÂYETÇİ / Tarihi “Desert Trip” konserlerinin yankıları devam ediyor. Dün sosyal medyada ve çeşitli gazetelerdeki yorumlara baktım. Çoğu Bob Dylan’dan şikâyetçi. / Beşinci şarkıdan itibaren görüntüsü dev ekranlara yansıtılmadı. Dün öğrendim ki, kendisi istememiş. Tabii konseri arkalardan seyredenler hiçbir şey göremedi. Tahmin ediyorum benim gibi birçok insan için Bob Dylan konserine gitme dönemi kapandı.”
Benim için 2005 yılında tamamlanmıştı o dönem.
Yerden yere vurduğu bu yazının çıktığı gün, Nobel Komitesi edebiyat ödülününü Bob Dylan’a verdiğini duyurunca…
Ertuğrul Özkök ertesi gün Dylan’ı öve öve bitiremediği bir yazıyla çıktı okurları karşısına:
“ÜÇ GÜN YERDEN YERE VURDUM ŞİMDİ DE AVUÇLARIM PATLAYINCAYA KADAR ALKIŞLIYORUM ONU / Üç gündür Bob Dylan’ı yerden yere vuruyorum. / ‘Desert Trip’ konserlerinde beklediğimiz şarkıları söylemediği için adama demediğimi bırakmadım… / Ama şu an çok mutluyum… / Hem Bob Dylan’ı, hem Nobel jürisini yürekten alkışlıyorum. (..) Tebrikler Büyük Dylan… / Boş ver, bildiğini oku… / Ne yapsan hakkındır…”
Virajı alma becerisi sebebiyle ben de Ertuğrul Özkök’ü alkışlıyorum.
Kağızmanlı hemşehrimiz
2005 yılında çıkan ‘Chronicles’ adlı hayat hikâyesinde, ailesinin Anadolu kökenlerini anlatır Dylan. Kars/Kağızman taraflarındanmış anneannesi. Oradan Trabzon üzerinden Odessa’ya, sonra da New York’a gitmiş:
“Annemin Nellie Turk adında bir arkadaşı vardı. Bizim evden çıkmazdı. Ben de o yıllarda herkesin ‘La Bamba’ adlı şarkısını bildiği Ritchie Valens’in gizemli Türkleri ve gökyüzündeki uzak yıldızları anlatan ‘In a Turkish Town’ adlı şarkısını söylerdim…”
O yıllarda (1950’ler ve 60’lar) Amerikalılar için gizemliymiş Türkler…
Nobel’in edebiyat/müzik ödülü bu yıl Bob Dylan’a gitti…
ΩΩΩΩ