Yazılarıma gelen yorumlardan biliyorum: Ne zaman basının özgür olması gereğinden, gazetecilerin yargılanmaması, yargılanmaları gerektiğinde tutuksuz yargılanmasından söz açsam, geçmişin ve günümüzün nice olumsuz örneklerini hatırlayıp yüzüme vuran okurlardan itirazlar geliyor.
Gazetecilerin öyle bir imtiyaza, korunma zırhına sahip olmayı hak etmediğine inanılıyor.
Benim de içimden zaman zaman benzer düşünceler geçmiyor mu?
Geçiyor elbette.
İşte son bir örnek:
Dünkü Sözcü gazetesi, Özlem Gürses’in Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz’la gerçekleştirdiği bir mülakatı yayımladı. Sözcü mülakatçısı, Hürriyet yazarına, “Hem Sözcü hem Cumhuriyet soruşturması filanca kişilerin gizli tanıklığı ile şekilleniyor. Zaten yazdınız ama… Ne anlıyorsunuz bu durumdan?” diye soruyor…
‘Filanca kişiler’ diye geçiştirdiğim bölümde iki isim yer alıyor; biri benim.
Bu mülakatı okuyan Sözcü gazetesi okurları beni kendi gazeteleri ve Cumhuriyet gazetesiyle ilgili soruşturmalarda ‘gizli tanık’ bilecek.
Cumhuriyet gazetesiyle ilgili iddianame açıklandı, davası da başladı. “Acaba yanılıyor olabilir miyim?” diye bayağı kabarık iddianameyi başından sonuna kadar taradım; hayır yanılmıyorum: Adım iddianamede açık veya gizli tanık olarak geçmiyor…
Zoraki tanıklığım
Zaten başından beri, gazetelere ve gazetecilere karşı açılan davaların yanlış olduğunu yazıp duran biriyim. Gazeteler ve gazetecilerin kılına dokunulmasını arzulamadığını yıllardır her vesileyle duyuran biri olarak, yazıp söylediklerimin aksine nasıl davranabilirim?
Yalandan nefret ederim, yazı hayatım boyunca yalan olduğunu bilerek tek satır yazmamakla övünürüm.
Peki ya Sözcü gazetesi? Cumhuriyet davasıyla ilgim yok, ama Sözcü soruşturmasındaki tanıklığım?
Orada da ‘gizli tanık’ değilim, tanığım.
Nasıl ‘tanık’ haline geldiğimi dünya âleme kendim açıkladım.
Yıllar önce, şimdi Sözcü gazetesinin sahibi olan gencin gazeteci babası, oğlunun, o sıralar okuduğu İsviçre’de tanıştığı bir grup sayesinde ‘örnek bir insan’ haline dönüştüğünü bana kendisi iftiharla anlatmıştı.
Tanıştığı insanların o sıralar ‘Cemaat’ veya ‘Hizmet hareketi’ diye adlandırılan yapılanmayla irtibatlı olduğunu da vurgulayarak…
Ben de, ilki 28 Temmuz 2008, ikincisi de 24 Nisan 2010 tarihlerinde olmak üzere iki kez, onun bu sözlerinden hareketle iki taraf arasında paralellik kurmuştum. 7 Şubat MİT Müsteşarına kurulan kumpastan (2012), 17/25 Aralık’tan (2013) ve 15 Temmuz’dan (2016) yıllar önce…
Hepsi birer paragraftan ibaret iki değini…
Geçen yıl Ağustos ayında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, ne konuda tanıklık yapacağımı bildirmeden, tanıklığıma başvurmak için çağırdığında, konunun o iki yazım olduğunu ifade verdiğim sırada öğrendim.
Verdiğim ifade yıllar önce bana söylenmiş cümleyi aktarmaktan ibarettir.
Savcılıkta yazılarıma sahip çıkmakla yetindim.
Hepsi bu kadar.
Özlem Gürses’in sorusu baştan sona yanlış sizin anlayacağınız.
‘Başarılı yazar’ da doğru söylemiyor
Tanıklığım Sabah gazetesi tarafından duyurulduğunda.. Sözcü gazetesi.. ve bütün yazarları.. bana karşı yaylım ateşine başladığında.. sadece işin doğrusunu yazarak kendimi savunmakla yetindim.
Konuya ilişkin bir değil tam iki yazım var ve ikisine de bu linklerden ulaşılabiliyor.
Sözcü mülakatçısının sorusu yanlış da, Gürses’in “en çok okunan yazarlardan”, “başarılı biri”, “hepimizin kafasındaki soruları sordu, sormaya devam ediyor” övgülerini kendisinden esirgemediği Mehmet Yakup Yılmaz’ın cevabı çok mu doğru?
“Fetullahçı çete yeni bir operasyon çekiyor diye düşünüyorum. Bu yapılanlar kimin işine yarıyor, ona bakarsanız, bu operasyonların arkasında kimin olduğunu da bulabilirsiniz. Fetullahçılara yarıyor, demek ki arkasında Fetullahçılar var ve bu arkadaşlar da Fetullahçı geçmişe sahipler.”
Aferin ona…
“Gazetelere ve gazetecilere dokunmayın” anlamına gelen yazılarıma itiraz eden okurların bazısı, geçmişte ve halen benim maruz kaldığım saldırıları da hatırlayabilecek durumdaki kişiler. Sözcü’de dün yayımlanan son mülâkatı da okumuşlarsa, kendilerinin bir kez daha doğrulandığını düşünmüş bile olabilir o insanlar.
En etkili silâh basın özgürlüğüdür
Ya ben bu son saldırı üzerine görüşümü değiştirdim mi?
Hayır. Kendime yakın çevrelerden gelen uyarılara, takılmalara, hatta saldırılara rağmen, hâlâ basın özgürlüğünün gerekli olduğuna, bu özgürlüğü yanlış kullananlara karşı en iyi ve en etkili silâhın yine basın özgürlüğü olduğuna inanıyorum…
Basın kendi yanlışlıklarıyla yine kendisi baş edebilir.
Geçmişte (darbeler sonrasında, 28 Şubat’ta, 1 Mart tezkeresi sırasında, 27 Nisan e-muhtırası verildiğinde ve AK Parti kapatılma davası sürecinde) baş etmiştik; bugün de kalem elimizde, günün teknolojik imkânlarını kullanarak, yine baş etme çabasındayız.
Yalnız kalsak bile.
Saldıranlar.. gerçekleri yamultanlar.. yalandan-dolandan menfaat sağlama çabasına girenler.. onlar utansın.
ΩΩΩΩ