Kaşıkçı olayı giderek 'komplocu' yaklaşımlara zemin hazırlıyor.. Farkındasınız değil mi?

38
Reklam

Gazeteci Cemal Kaşıkçı‘nın ölmediğini, bir süre sonra ortaya çıkacağını iddia eden, bunu yüksek perdeden ifade eden, hatta yazanlar var. Hem bizde var, hem de dışarıda. Acaba böyle bir ihtimal hala söz konusu olabilir mi?
Henüz ölümüyle ilgili resmi bir açıklama yapılmadığına göre Kaşıkçı’nın hala bir yerlerde sağ tutulduğu yolunda bir ihtimalin varlığından söz edilebilir. Ancak bu ihmal edilmesi gerekecek kadar miniminnacık bir ihtimaldir. Başkonsolosluğa girişi ve oradan çıkmayışı (2 Ekim) ile bugün (19 Ekim) arasında geçen günlerin çokluğu o ihtimali fazla dikkate almamayı gerektiriyor. [İhtimal nereden kaynaklanıyor konusu bu yazının sonlarında işlenecek.]
Artık Suudlular bile “Çıktı gitti” iddiasını sürdürmüyorlar.
Peki de Cemal Kaşıkçı‘ya ne oldu? Öldü mü, öldürüldü mü? Nasıl öldü, hangi yöntemle öldürüldü? Ölümü ne zaman, nerede ve kim/ler/in eliyle gerçekleşti? Ceset nerede?
Bu soruların henüz cevapları yok. Günlerdir yapılan bütün çalışmalar bu sorulara gerçekçi cevaplar verebilmek için…
Acaba yapılacak nihai açıklamadan Cemal Kaşıkçı‘nın başına geleni bütün ayrıntılarıyla öğrenebilecek miyiz?

Çelişkili açıklamaların bir sebebi olmalı

Öğrenebiliriz de, öğrenmeyebilmemiz de pekala mümkün.
Sürecin en başından beri yerli ve yabancı medyada çok ve bazen birbiriyle çelişkili ayrıntılar yer aldı. Bunların büyük bölümü olayı yakından izleyip gözleyen güvenlik birimlerinin sağladığı bilgilerdi. Öyle olduğunu, özellikle yabancı gazetelerde belirtilme ihtiyacı duyulan ‘Türk güvenlik birimlerinden bir kaynak’ gibi sıfatlar sayesinde biliyoruz.
Olaya baştan itibaren taraf haline dönüşmüş ABD de, kendi güvenlik ve istihbarat birimleri aracılığıyla kendi medya kuruluşlarını bilgilendirmekten geri durmuyor. Onların beslediği bilgiler arasında da çelişkili olanlar pek çok.
Bizim çelişkili bulmamız önemli değil; önemli değil, çünkü medyaya yansıyan güvenlik ve istihbarat birimleri kaynaklı her bilgi ve ayrıntı bir yerlere mesaj anlamı taşıyor olabilir. Ortalık günlük güneşlik olduğunda bazı ayrıntıların üzerinde kimse durmayacak, önümüze ‘gerçek’ olarak sunulan son bilgilerle yetinilecektir.
Dünyamız böyle bir dünya artık.
Eskiden, Kaşıkçı olayının bir benzerinin yaşandığı, ancak olayın meydana geldiği ülkenin gündemine girmesinin bile haftalar aldığı, dünyanın ise neden sonra varlığını öğrendiği dönemlerde, gerçeklerle oynamak gerekmeyebiliyordu. ‘Gerçek’ resmi anlatımın kabul ettirdiğiydi zaten.
Günümüzde ise, hemen her şey hemen herkesin gözü önünde yaşanıyor ve Kaşıkçı olayı gibi kritik ve ilgi çeken olaylarda yoğun bilgi akışıyla karşılaşılıyor; o bilgi yağmurunun ardından gerçekte ne yaşandığının tablosunu çıkarmak bugün çok daha zor.
‘Komplocu’ diye adlandırılan yaklaşımların günümüzde daha yaygın hale gelmesinin sebebi de bu.
Örnek mi istiyorsunuz? Örnek ABD’den…

Öğrenmemizi istedikleri kadarını öğrenebiliyoruz

ABD seçimlerine dışarıdan müdahale oldu mu, olmadı mı? Rusya ABD’nin başına Hillary Clinton yerine Donald Trump‘ın gelmesini arzu ettiği için sonuç üzerinde etkili olmayı sağlayan çabalar gösterdi mi? Yoksa böyle bir iddiada bulunmak ‘komplocu’ bir yaklaşım mı?
Trump bir inkar ediyor bu ihtimali, bir kabul ediyor. Rusya müdahale etti ve seçim sonucunu Putin belirlediyse, bu müdahalenin mağduru saymamız gereken Hillary Clinton bile sesini yükseltmiyor.
İddialar kafa karıştırmaktan öteye gitmiyor.
Cemal Kaşıkçı olayı konusunun da böyle bir hal alması pekala mümkün.
Devletler arası ilişkiler bu konuda da ‘gerçeğin, yalnızca gerçeğin’ ortaya çıkmasına önem verilmeyecek kadar girift bugün ve ilişkiler ağının tam ortasındaki belli sayıda kişi dışındakilerin olan bitenin künhüne bütünüyle vakıf olması pek mümkün değil.
Öyle olduğu içindir ki, sadece minimum bir ihtimal haline dönüştüğü halde, “Kaşıkçı ölmedi, göreceksiniz ortaya çıkacak” diyenlerle karşılaşılabiliyor. Dedikleri bugün için doğru olsa bile -yani Cemal Kaşıkçı bir yerlerde tutuluyor olsa bile- devletler arası pazarlıklar bittiğinde, onu elinde tutanların gazeteciyi o zaman infaz etmesi bile mümkündür.
ABD ile Suudi Arabistan arasında süregiden pazarlığı bozabilecek konumda tek bir ülke var bugün: Türkiye…
Bakalım bozacak mıyız?

Cemal Kaşıkçı olayı ile ilgili önceki yazılarım:

1. Cemal Kaşıkçı olayında bilinmeyenler… Tam bana göre bir olay bu…
2. Mükemmel infaz yoktur… ‘Vardır’ diyenler CIA ve Mossad’a sorabilir… İşte gerçekler…
3. Erdoğan neden ‘sivrisinek’ dedi? ‘Kaşıkçı Olayı’ için Türkiye’nin seçilmesinin bir sebebi var…
4. Cemal Kaşıkçı olayı ile Agatha Christie arasında ne ilişki var? Var elbette…

5. Cemal Kaşıkçı olayı üzerindeki sis dağılırken… Ben yıllar önceki başka bir olayı hatırladım…

6. Kaşıkçı için her gün senaryo yazılıyor… Hangisi doğru, hangisi yanlış…
7. Kaşıkçı gazeteciydi, Brunson da dinadamı.. Onların durumuna gösterilen ilgi bizi düşündürmeli…
ΩΩΩΩ

Reklam

38 YORUMLAR

  1. Birşey daha eklemek istiyorum.
    Suudiarapistan açıkladiktan sonra gazeteciler Kaşikçinin saati ölümünü kayit ettiginin uydurma olduğunu ve Turk yetkilileri onu kullanarak Suudilerin itiraf etmelerini sağladiklarına inaniyorlar.

  2. Turkiyede herkes uyurken, Saudi Arabia Kaşıkçının Konsoloslukta öldüŕüldüğünü nihayet kabul etti.
    Sanki Kiraliyet ailesi nın haberi yokmuş gibi, bazi kaynaklar Istihbarat başkanıni bazılarida yardımcisini görevden alarak Türkiyeye gönderdikleri ile birlikte 18 kişiyi suçlu ilan etti.
    Yakında Kaşıkçının eski eşi ve çocukları yaptırmiş derseler onada şaşırmiyalım.

  3. Daha önce defalarca, hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi durumunda türkiye ekonomisinin kötü gidişinin yavaşlayacağını yazdım. konuyu anlamamakta direnenler, rahip brunson meselesinin bile ülke ekonomisine ne kadar zarar verdiğini görüp, hukuk ve demokrasinin önemini anlasalardı “bir musibet bin nasihatten iyidir” diyecektim.
    – Maalesef, musibetin bile çaresiz kaldığı bir ülke burası. Çünkü musibetin bile çaresiz kaldığı müritler var. apayrı bir insan ırkı, insan türü var burda.
    – hukukun, demokrasinin, insan haklarının, düşünce özgürlüğünün, adaletin ülke insanının insanca yaşaması için önemi anlaşılsaydı, “en azından artık birşeyleri kavradık” diye sevinip, brunson krizini çıkarıp ülke insanlarının evlerine ekmek götürme derdine düşmesine neden olanlara teşekkür bile edebilirdim. Hani şu “her şerde bir hayır vardır” desturu nedeniyle.
    – Burası hiçbir şerden hayrın çıkmadığı, çıkamadığı bir topraklar. fakat her hayırdan şer çıkarmayı da beceren ülke.
    – Sahi bu durumdan sadece “dünya lideri” mi sorumlu yoksa müritlerin de ortaklığı var mı?
    – birkaç gün önce ataması yapılmayan bir öğretmen de intihar etti. ondan önce de bir avukat. ondan öncesi…
    bunlar bilinenler.
    – Çocuğuna oyuncak alamayan, çikolata alamayan, belki en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan insanlar hiç akıllarına geliyor mu?
    – yoksa bütün bunların sorumlusu nazlı ılıcak mı? ahmet altan mı? bir dersaneye çocuğunu gönderen zavallı mı?

  4. Kötü para iyi parayı kovar sözü gibi kötü yorumcu iyi yorumcuyu kovar mı desem bilmiyorum ama didem hanım ve necip beyin değerli yorumlarını destekliyorum; cahilliği kendine kalkan edinmiş karşıt yorumsuları küçümsüyorum:) ayrıca diyanetin risalei nur külliyatı nı dinci mafyanın tekelinden kurtarıp yayınlayan diyanete dil uzatan elemana uyarı: saidi nursi nin adını kirletmeye doyamadınız ama boşuna uğraşıyorsunuz! Necip beyin atıfta bulunduğu o yorumcu berkut firarda; yerine de h.k. bakıyor galiba…

    • Hoş geldin H. Gayret! Yorumunu yap düşünceni sen de belirt tabii ki. Ancak, buralarda bir süredir devam eden hafiye/polisiye serisinden esinlenerek hafiyeliğe mi özendin? h.k. nin kimin yerine baktığını sana soran mı oldu? Kendi payıma diyorum, hakkımda %100 yanlışsın. Kimsenin yerini alma gibi bir gayretim yok, kesinlikle tenezzül etmen. Yani, şu referansına ne lüzum var? araba dingili gibi sağa sola sürterek gacırtı çıkarmaktan hoşlanıyorsun galiba.…

  5. İDLIB de kimin kazanımı var?
    Konular ne olursa olsun….Her ortamda İdlibi dillendirerek Türkiyenin kazanımindan bahs ediliyor onun için, bende bu yazıyı İNTERNETTEN kopiledim.
    ×××××××
    Haber
    ”Türklerin İdlib’te kayıpları var, hatta bölgeye hastane gönderdiler”
    Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Türkiye’nin İdlib Anlaşması’nda öngörülenin aksine 15 Ekim’e kadar üstlendiği görevleri tamamlamadığını ancak sorumluluklarını yerine getirmek için çaba gösterdiğini söyledi.
    Bölgede şartların zor olduğuna” dikkat çeken Putin, “Türk ortaklarımız sorumluluklarını yerine getirmeye çalışıyor. Bu öyle kolay değil. Hatta bölgeye askeri hastane gönderdiler. Çünkü kayıpları var…”
    Turkrus.com’da yer alan habere göre, Valday Tartışma Kulübü kapsamında düzenlenen oturumda, Kulüp yöneticilerinden ve Rusya’nın önde gelen dış politika analisti Fyodor Lukyanov, Putin’e şu soruyu yöneltti:
    “Ayın 15’i, Türk tarafınca İdlib’te yapılması gereken faaliyetlerin son tarihi olarak belirlenmişti. Sizce Türkler, yükümlülüklerini yerine getirdiler mi?”
    Putin soruya şöyle cevap verdi:
    “Hayır, henüz yerine getirmediler. Ama çaba gösteriyorlar. Bunu görüyoruz. Bu bağlamda Türk ortaklarımıza teşekkür etmek istiyorum. Onların çaba gösterdiklerini görüyoruz. Ama bu kolay iş değil. Hatta tersine her şey zor. Ama onlar üstlendikleri yükümlülükleri yerine getiriyorlar.
    İdlib bölgesinde kurulmasını kararlaştırdığımız 15-20 km’lik derinlikteki o çatışmasızlık bölgesi kuruluyor. Tüm ağır silahlar bölgeden çıkarılmadı. Tüm terörist örgütlerin savaşçıları, IŞİD ve El Nusra Cephesi militanları oradan ayrılmadı. Ama Türk ortaklarımız yükümlülüklerini yerine getirmek için her şeyi yapıyorlar.
    Tekrar ediyorum, biz bütün bunları görüyoruz. Hatta onlar (Türkler) bu bölgeye bir askeri hastane gönderdiler. (Çünkü kayıpları var. )O terörist gruplarla mücadelede epeyce sert ve oldukça etkili biçimde davranıyorlar.”
    Türkiye ile Rusya, İdlib Anlaşması’nın süresini uzatıyor
    Öte yandan Türkiye ve Rusya Suriye’nin İdlib kentinde silahsızlandırılmış bölge kurulmasını öngören anlaşmanın süresini uzatma kararı aldı. Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura’nın Danışmanı Jan Egeland, bu konuda iki ülkenin hemfikir olduğunu söyledi.
    Cenevre’de Suriye konulu toplantının ardından konuşan Egeland, İdlib’de 3 milyon insanın hayatını yakından ilgilendiren silahsızlandırılmış bölge için daha fazla çaba harcayacağını kaydetti.
    Müzakerelerin devam etmesi gerektiğini söyleyen Egeland, “Çatışmaya mahal verilmemeli, daha fazla müzakereye, daha fazla zamana ihtiyaç var. İdlib anlaşması son derece önemli.” diye konuştu.
    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 17 Eylül’de Soçi’de yaptığı anlaşmaya göre militanların silahsızlandırılmış bölgeden 15 Ekim itibarıyla tamamen çekilmesi öngörülüyordu. Ancak bölgedeki radikal bazı grupların anlaşmaya uymaması sürenin de uzamasına yol açtı.
    Ankara ve Moskova yönetimleri militanların ihlallerine rağmen anlaşmanın uygulanacağını söyledi

  6. Bir adam bir başka adama işkence yaparken, kibar ve nazik bir şekilde “bak şu işkence yapan aslında çok iyi bir adam. şu işkence yapılan kişi de aslında çok kötü adam. bu nedenle işkence yapan adam doğru bir şey yapıyor” dendiğinde işkencede hiçbir sorumluluğu yoktur. hiçkimseye zararı yoktur. “sen işkenceyi aklıyorsun” denmesi ahlaksızlıktır. “Anlayana!….” demiyeceğim, “olayın ve söylediğinin ne olduğunu bilecek düzeyde olana” diyeceğim…

    • Bu anlattiginiz duruma çocukluk yaşlarında bile düştüğümü hatırlamıyorum ama kendimden okadarda emin değilim.
      Bu duruma bende düşmüş olabilirim ve esas olanın, ikaz edildiğinde bir kendini kontrol etme bir kendine gelme meselesi olduğuna inanıyorum.
      Bu güne dek böyle bir ikaz almadigim için bilemiyorum, hiçbir zaman kendimden emin olamadım yani bundan sonra böyle bir ikaz almiyacagiminda garantisi yok elbette, Allah böyle durumlara sokmasin hiç kimseyi.

    • Bir yaşında çocuğa tevavüz eden kötü adama işkence eden iyi adama kimse laf etmez. Ama herkese hakaret etmeyi kendinde hak gören adam işkence gören kötü adamın derdine düşer. İşkence gören bebek bağcıyı döveceğinden bir ayrıntıdır. Ahlak anlayışı budur seviye de budur. İkazı anlamaz ki düzeltsin çarpık anlayışını.

      • emre anlamayacağın konularda ahkam kesmeyi seviyorsun. beynine de güveniyorsun anladığım kadarıyla. ama ezbere konuşuyorsun.
        – 100 bini aşkın kişi, herhangi bir yargılama olmadan işinden atıldı. nazlı ılıcakın, ahmet altanın, mehmet altanın senin örneğinle ne alakası var. kafayın çalıştığını zannediyorsun, kendince akıllı örnek verdiğini düşünüyorsun.
        – En azından “bu da birşeyler biliyor” dedirtecek şekilde mantıklı şeyler yazmayı denesen…

  7. necip güven beyefendinin kibar üslubu, nezaketi toplamda zerafeti ve saflığı din ve ahlak anlayışı kime göre ne olursa olsun bu anlayıştan kimseye zarar gelmez. aklı sopalı yüreği hançerli insanların ise din ve ahlak anlayışları ne olursa olsun bu anlayıştan herkes zarar görür, en çok kendisi…farklı görüşlere şiddet içermedikten sonra saygı duyulmasının ne kadar önemli olduğunu
    herkesin anlaması beklenmez. ancak anlayanların olması da ayrıca umut verici. toplum olarak daha çok anlayışa sevgiye ve saygıya ihtiyacımız var. zararın neresinden dönülse kardır…

    • Nazik desteğiniz için teşekkür ederim Didem hanım. Maalesef genelde toplum lafta iyi niyetli ama fiiliyatta farklı insanlara güç ve değer atfediyor, korku temelli bir saygı duyuyor. Bunun tersi genel davranış haline dönüştüğünde, bu memlekette demokrasi de karşılıklı anlayış da gerçekten yerleşmiş olacak inşaallah. Hürmetler..

  8. rusya amerikan seçimlerine müdahale etmiş midir?
    ikiz kulelerin bazı saldırılara açık olması gibi seçimlerde bazı müdahalelere açık o zaman..dünyadaki süper gücü kimin yöneteceğini halkın seçiyor olmasını sanmak yetmiyor gibi bi de rus müdahalesi var sanalım. süper gücün başına yönetsin diye getirilen isimlere bakmak kırk katır mı kırk satır mı tadında değilmiş gibi….trump başkanlığa adaylığını koyduğunda neredeyse dünyanın tamamı gülüyordu. çizgi dizi izlemeyi – mesela simpsonlar- ve kart oynamayı seven ruslar hariç…onlar durumun komik olmadığını önceden anlamış olmalılar …müdahale ettilerse simpsonlara güvendikleri için etmişlerdir. ekonomi savaşlarını başlatan trump bugün ülkelerin karşısına çıkıp ben sizi koruyorum öyleyse ücret- haraç vereceksiniz diyor. haraç yetmezse de ünlü bir gazetecinin sırra kadem bastırılması yeter. gelsin yeni korumalar ve gelsin yeni anlaşmalar ve gelsin yeni ücretler…şimdi gazeteci fena şekilde öldürülmüş müdür yoksa gizli bir odada tutuluyor mudur??? bizim düşünmemiz gereken bu…

  9. Dostlarımdan rica
    Ergün Diler’e göre Kaşıkçı oğul Selman’ın çok yakın danışmanı idi. Pentagon baskı yaptı ve oğul Selman’a yakın arkadaşını öldürttü. Böylece Selam’ı zorla Aile’den ayırdı.
    Selman’ın bundan haberi bile olmayabilir. Selman’ı Aile ile Pentagon arasında gidip gelen biri olmaktan kurtarmak için Kaşıkçı’yı öldürmüş olabilirler. Böylece Selman’ın Pentagon tarafına yerleşmesini sağlarlar.
    Eskiden Sermaye ile Aile birlikte çalışırdı. Şimdi araları açıldı. Henüz taraflar seçilmedi. Sıkıntı da burada. Pentagon bile kime çalışıyor belli değil. Türkiye’nin yapacağı işler vardır. Bu oyunların içine girmemek ve ülkeyi ortaklık düzenine götürmek gibi.
    Bakan Albayrak işlerin düzeldiğini söylüyor.
    Bir ekonominin düzelmesi demek:
    a) Enflasyonun %5’lerin altına inmesi demektir.
    b) Bütçenin dengeli hale gelmesi gerekir. Yani devlet gelirleri giderlerine eşit olmalıdır.
    c) Dış ticaretin dengeli hale gelmesidir. Yani ihracat ithalatı karşılamalıdır.
    d) İşçilik sisteminde faizlerin asgari %10’un altına inmesidir.
    Bunlar düzene girerse Dolar’ın pahalanması Türkiye’nin lehinedir.
    a) İthalat azalır, ihracat çoğalır.
    b) Yerli üretim artar.
    c) İç sermaye gelişir. İşsizlik sona erer.
    Türkiye’de ne oldu?
    Dolar 1 TL’den 6 TL’ye çıktı. Faiz %8’den %40’lara çıktı. Enflasyon %8’lerden 30’lara çıktı. Borçları borçlarla ödüyoruz. Biri çıksın da bunun neresinin düzgün gittiğini bana izah etsin. Anlamıyorum. Evet, yaşlıyım ama söylenenleri anlar durumdayım. Dostlarımdan rica ediyorum. İçinizden biri çıksın bana izah etsin. Bunun neresi düzgün?
    Mesela Akevler’den AK Parti’ye transfer olan Bünyamin Demir açıklayabilir.

  10. Yine detaylarda takılıp kalıyoruz.
    EĞER ARAMCO UYGUN PAYDAŞLARLA SÖĞÜŞLENDİĞİNDE SORUN ÇÖZÜLECEKTİR.
    Şimdiki yönetimi aklamak çocuk oyuncağı onlar için.
    Devlet içinde büyük komplo denecek.
    Yönetimi zor duruma düşürmek için devlet içindeki paralel yapının büyük kumpası denecektir.
    Masum şimdiki kral ve velihat büyük beşeri güç ün dediğini yaptığı ölçüde içerdeki mualıf olarak fişlenenlere bu işin faili denecek ve büyük temizlik başlatılacaktır.
    Velihat beşeri büyük güç le hiçbir konuda çatışmadıği sürece o na çok temiz bir alan açılacaktır.
    Bu iş en verimli şekilde, Suud yönetimine alternatİf olacak bütün ayrık otlarından temizlenmek için kullanılacaktır.
    Yaşarsak göreceğiz.
    Ortadoğuda şeytan Üçgeni kurulmuştur.
    Arkadan Dörtgen ve Beşgen gelecektir.
    Her olay bunları tahkim etmek için ya yapılacak veya yapılan her eylem kullanılacaktır.
    Biz hangi kenarı olacağız arkası yarın.
    Yerel seçimlerden sonra fazla kalmadı.
    Önce finans sonra stratejik ortaklık gelir.
    Her şey para da biter.
    Direnenler daha güçlüler tarafından değiştirilir.
    Değiştiremeyenler kendileri değişmek zorunda kalır.
    KAVGA PASTANIN BÜYÜKLÜĞÜ İLE DOĞRU ORANTILIDIR; NOKTA…………………….

  11. Yıllardan beri sürekli sizin yazılarınızı takip ediyorum, ama artık eskisi gibi yazmıyorsunuz. Yazılarınız her geçen gün daha boş, daha sade ve zayıf olmaya başladı. Ama ben yine de yeni bir şey var mıdır? diye ümitle takip etmeye çalışıyorum. Sanırım bu ümidim, istemesem de uzun sürmeyecek gibi geliyor.
    saygılar.
    irfan

    • Sende bazılarımız gibi serseri duygularimiza hitap eden yazılar arıyorsun ama öylesi yazılar yeteri kadar yayınlanıyor havuz dışı medyada, havuz medyasında bile var son zamanlarda.
      Bize akl-ı selim lazım basiret lazım vakar lazım 50 senelik birikimin olgunluğu lazim, alabildiğine geniş bakışlar lazım.
      E bunlar da var ki çok kıymetli yorumcular müstakil makaleler gibi yorumlar yazıyorlar

      • Baran bey! zaten bunlarda sizin dediklerinizden rahatsiz, senelerdir sayın Koruyu ne ettilerse bir türlü havuza ve hazir yazilara dahil edemedikleri için çok kiziyorlar.
        F Koru başka gazetede yazarken bu gazete sahipleri gazetelerinde yazması için epeyce uğraştılar!
        Onların emrine girmediğinden dolayıda yazdirtmadilar, hatta susturmak için SALLA BAŞINI AL MAAŞINI misali sen yazma biz senin ücretini ödiyelim teklif ettiler oda tutmadı.
        Şimdide okumayacak larini yaziyorlar.
        Bu yazanlar kim biliyormusunuz.
        Sadece Erdoğanın çok azda olsa yalnişları yazildiğı zaman siteye hücüm edenler.
        Bunların o zaman vatan MILLET aklına geliyor.
        Aslinda onlar göre Vatanda millete kendileri, geri kalanlarda Vatan haini ve teröririst.
        Sağlıcakla kalın.

  12. Oya Baydar’ın.T24 deki yazısını lütfen okuyun.fazla söze de gerek kalmıyor.saygılar.
    “Suudi’nin Kaşıkçı cinayeti, Türk yargısının Osman Kavala “

  13. Bizde seçim yaklaştığından her olay oy hesabıyla değerlendirilecektir.
    Malum Atlantık ötesinde de yakında seçim var.
    Demek bu kadar ses getiren bu hadise için yapılan eylemler seçime endeksli hale gelecek.
    Özellikle ABD de seçimden sonra kaşıkçı olayı bir anda gündemden düşecektir.
    Büyük lokma SUUD petrollerinin hisse satış oranını yükseltmek ve hisseleri ucuza kapatmak çabalarına kaşıkçı olayı ile büyük sansasyon yaratarak SUUD un elini zayıflatmak olabilir.
    Bütün yollar en çok fayda sağlama uğruna deneniyor.
    MAXIMUM FAYDAYI SAĞLAMAK İÇİN HER ŞEY MUBAH İLKESİ TARİH BOYUNCA VE GÜNÜMÜZDE DE HALA GEÇERLİ BİR YÖNTEM.
    İktidarlarin her zaman birinci önceliği seçimleri almaktır.
    Bunun için yapamayacakları şey yoktur.
    İktidar için seçim kazanmak parti ve taraftarlarına azamı faydayı sağlamaktadır.
    O NUN İÇİN EN ÇOK ALDATAN VE BUNU YALAN SÖYLEYEREK YAPABİLEN EN BAŞARILI OLABİLMEKTEDİR.
    Seçim kazanabilmek için para lazımdır.
    Halkına düşman bellettiğin yerlerden borç almakta beis yoktur.
    Yine seçim sonrası alınan borçlarin ödemesi gelince EY HALKIM BUNLAR BİZİM EKONOMİMİZİ YIKMAYA ÇALİŞİYORLAR DENECEK.
    Seçimler bitince ,gelecek en yakın seçimde uzakta olduğunda aklın yolu devreye girecek gereken yapılacaktır.
    IMF ile de MC KİNSEY lede bilmem hangi finans kuruluşu ile de ülkemiz için fedekarca çalışmalar başlayacaktır.
    Şuanda seçim zamanı diye kapalı kapılar ardında veya endirekt temasları duyuyoruz.
    Kaşıkçı olayı,Yunan gemi tacizi ,Kandil,PYD temizliği ve daha birçok buna benzer bir bardak suda fırtına çıkarma taktikleri bizi gerçek gündemden uzaklaştırmak içindir.
    HALK GEÇİM DERDİNDE.
    İŞİN ASLINI ASLA BİLMEDİĞİMİZ VE BİLSEK BİLE KİMSEYE FAYDASI DOKUNMAYAN İŞLERLE BİZİ MEŞGUL ETME TAKTİKLERİ İŞE YARIYOR DOĞRUSU.

  14. Hürriyetten Cansu Çamlıbel bugünkü yazısında konuyu yorumlamış.
    Washington’da çok uzun zamandır ilk kez gündemdeki hikayenin ‘kötü adamı’ Türkiye değil. Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’da Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman’ın parmak izlerini taşıyan bir operasyonla katledilmiş olması Ankara’ya, Amerikan kamuoyunda kendi haklı davaları nedeniyle bir türlü kazanamadığı moral üstünlüğü sağladı.
    Ankara resmi açıklamalarda temkini elden bırakmadan ‘güvenilir kaynaklar’ ya da ‘güvenlik kaynakları’ gibi mahlaslar kullanarak Batı basınının – doğal ve haklı olarak – üzerine atladığı anlatıyı kurmayı da, bunu ABD ile ilişkilerinde bir pazarlık unsuru olarak masaya getirmeyi de başardı.
    ABD Başkanı Donald Trump’ın Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’yu apar topar önce Riyad’a sonra da Ankara’ya göndermesinin kalbinde bu pazarlık yatıyor. Pompeo’nun uçağı henüz Riyad’dan Ankara’ya havalanmadan Suudi Arabistan Başkonsolosu Muhammed El Uteybi’nin Türkiye’den ayrılmasına göz yumulmasının pazarlığın bir unsuru olması ihtimali hayli kuvvetli.
    Trump yönetiminin derdi, tarafları hızla Suudi Krallığı’nın Kaşıkçı soruşturmasını en az hasarla atlatmasını sağlayacak ortak bir anlatı üzerinde uzlaştırmak. Mesele sadece Başkan Trump’ın her gün en az bir tur ‘vazgeçmem’ dediği 110 milyar dolarlık savunma sanayii anlaşmaları değil. Trump’ın güvenlik bürokrasisi içindeki şahinler en büyük takıntıları olan İran’a panzehir olarak Suudi Arabistan’ı seçmiş durumda.
    Veliaht Prens Selman’ı Trump yönetimi için ‘mükemmel ortak’ haline getiren Ortadoğu’daki radikal akımların defterini dürme taahhüdüydü. Bu unsur Suudi Arabistan’ı Trump yönetiminin bir numaralı stratejik ortağı haline getirdi. Dolayısıyla ABD güvenlik bürokrasisi Kaşıkçı krizini Veliaht Prens Muhammed Bin Selman’a mesafe koyarak işleri bir süre Kral Selman üzerinden götürecek bir formülle aşmaya çalışacak.
    Bir yandan da ‘bir grup kendini bilmez katil saraydan habersiz densiz bir işe kalkışmış’ senaryosu üzerinde çalışılıyor. Suudilerin Kaşıkçı’nın yanlış istikamete evrilen bir sorguda öldüğünü açıklamaya hazırlandığını ilk duyuran Amerikan CNN televizyonu oldu. Pompeo’nun Riyad ziyareti sırasında senaryonun geliştirildiğini tahmin etmek güç değil.
    Türkiye’nin bu denklemdeki rolü son derece hayati.
    ABD yönetiminin çok geçmeden kamuoyuna açıklanmasını arzu ettiği anlatı aslında Riyad-Washington hattında değil, Ankara-Washington-Riyad hattında kurgulanıyor. Türkiye ‘krizi Kral Selman’la aşma’ formülüne çomak sokmayacağının işaretlerini verdi. Ankara istese elindeki katliam kayıtlarını tez elden kamuoyuna açıklar ve pimi çekilmiş bombayı ABD-Suudi Arabistan ilişkisinin orta yerine bırakırdı.
    Yeri gelmişken Cemal Kaşıkçı cinayetine ilişkin kayıtların ABD ile paylaşılıp paylaşılmadığı muammasına değinmekte fayda var. Trump’a bakarsanız Pompeo Türkiye’ye gidene kadar ABD yönetiminden kimse ne kayıt gördü, ne de dinledi. Pompeo henüz Ankara’dayken yaptığı açıklamada Başkan Trump şöyle diyordu: ‘Eğer varsa onları istedik. O kayıtların olup olmadığından emin değilim. Muhtemelen var. Mike döndüğünde kendisinden tam bir rapor alacağım. İlk soracağım soru da bu olacak.’
    Pompeo ise Türkiye’den dönerken Dışişleri Sözcüsü Heather Nauert ile uçağın arka bölümündeki gazetecilere şu notu gönderecekti: ‘Bakanımız kayıt dinlemedi’.
    ABD’nin kayıtların içeriğini – her türlü vahşi ayrıntısıyla – bilmesi için Başkan Trump’ın ya da Pompeo’nun bizzat dinlemiş olması gerekmiyor.
    Kaşıkçı cinayeti sırasında konsolosluktaki hangi odanın kullanıldığı, ekibe ne talimatlar verildiği, Kaşıkçı’nın hangi noktada uyuşturulmaya başlandığı gibi ayrıntıları basına yansımadan evvel hafta başında görüştüğüm Washington’daki bazı Avrupalı diplomatlardan ‘off the record’ olarak dinledim. Demek ki Ankara kayıtların kendisini değilse bile içeriğini, AB üyesi ülkelerle paylaşmış. Türkiye’deki ABD misyonunun benzer bir bilgilendirmeden iki hafta boyunca mahrum bırakılması söz konusu değil.
    Türkçesi şu; Trump yönetimi işin aslını en başından itibaren pekala bilmesine rağmen Suudi Krallığı’na ‘vaziyeti kurtarma anlatısı’ için zaman kazandırma adına top çevirip durdu.
    Meselenin bugün henüz çok net olmayan boyutu Washington’ın Ankara’nın krizi tırmandırmak yerine krizden çıkış formülüne yardımcı olan tavrına ‘teşekkür’ için önümüzdeki süreçte hangi adımları atacağında.
    Türkiye’de yaklaşık iki yıldır FETÖ davasından tutuklu Amerikalı Pastör Andrew Brunson’ın geçen hafta serbest bırakılarak ABD’ye dönüşüne izin verilmesi kasım ayındaki ara seçimler öncesinde Trump’a ve Cumhuriyetçi Parti’ye adeta hayat öpücüğü oldu. Bir de üzerine Ankara’nın Kaşıkçı soruşturmasında ABD’yi zor durumdan kurtarmaya dönük çizgisi eklenince Trump yönetiminin Türkiye’ye bazı jestler yapması zaruri hale geldi.
    Washington’ın Brunson dosyası kapandığı için zaten kaldırılması gereken yaptırımları kaldırmanın ötesinde bazı adımlar atması gerekecektir.
    İran’dan petrol ve doğalgaz alımına büyük kısıtlama öngören 4 Kasım’daki yeni yaptırım paketinden Türkiye’nin ne ölçüde muaf tutulacağı Kaşıkçı soruşturmasının gölgesinde Washington-Ankara hattında başlayan yeni pazarlıkların önemli bir parçası.
    Bir diğeri ise Brunson pazarlıklarından bugüne miras kalan Halkbank dosyası. Ankara’ya zaten Brunson’ın 12 Ekim’deki son duruşması öncesinde İran yaptırımlarını deldiği iddiasıyla Halkbank’a ABD Hazine Bakanlığı Yabancı Varlıklar Kontrol Ofisi (OFAC) tarafından kesilmesi muhtemel cezanın düşük tutulabileceği yönünde kuvvetli mesajlar verildi. Türkiye, bugün olası rakamı sıfırlatmak için daha da bastıracaktır. Ankara zaten baştan beri Halkbank’a cezanın hukuki olmadığını savunuyordu. Ancak Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’na girip çıkamadığı 2 Ekim 2018 tarihinden öncesine kıyasla bugün elinin çok daha güçlü olduğu yadsınamaz.

    • Sayın Güven, bu yorum sanırım Çamlıbel’e ait. Emin olamıyorum, zira tırnak işareti ile ayrılmamış. Ayrıca Hürriyet Türkiye’de engellenen bir site değil, dolayısıyla tam bir yazıyı buraya kopyalamanızı pek anlamlandıramadım. Gene anladığım kadarıyla siz yazmadıysanız da içeriğine katılıyorsunuz.
      Doğrusu ben bu yazıdaki yaklaşımdan fena halde rahatsız oldum. Koca Türkiye Cumhuriyeti her gün fikir değiştiren bir Amerikan Başkanının jestine muntazır kalmış görünüyor. Bir de ABD derin devletinin insafını bekliyormuşuz. Açıkçası bu uslup Türkiye’yi adeta ABD’nin bir dilencisi gibi göstermiş. Bir yandan “ABD her kötülüğün başı, Ortadoğu’da bizi denklemden atmak ve İsrail’i ihya etmek için her zaman bizim altımızı oyuyor” hikayeleri anlatılıyor. Öbür yandan gelmiş geçmiş en İsrail taraftarı Başkan’ın bir jestine taklalar atıyoruz. Hiç yakıştıramadım.

      • Evet Cansu Çamlıbelin yazısıdır bütünüyle. Ben kimsenin jestine takla atıldığını düşünmüyorum. Ama bizim bazı jestlerimize takla atanlar veya atacak olanlar vardır belki bu aralar..

    • Ahval Türkiye’de engelli diye biliyorum. Ahval’den Gazeteci İlhan Tanır’ın konuyla ilgili analizi şöyle;
      “Kaşıkçı’nın Washington Post yazarı olması ve Washington’daki tanınırlığı, gazeteci olsa da(!) başına bir şey gelmesinin uluslararası arenada etki yapabileceğini de gösterdi ve Washington’ın güçlü aktörlerini müdahaleye zorladı. Olayın meydana geldiği ülke, yıllardır dünyada en çok gazeteci hapseden ülke ve özgür basını çökertmiş bir rejim olmasına rağmen Türk yetkilileri de dünyaya kendilerini basın özgürlüğü bayraktarları olarak tanıttı.
      ABD kanalları olayı üst sıralarda taşımaya ve unutmamayı sürdürüyor. Bu ilgiyi en kullananlardan biri ise şüphesiz Türkiye’nin güçlü ve otoriter lideri Recep Tayyip Erdoğan.
      ‘Drip drip’ şeklinde ‘sızdırılan’ Kaşıkçı’nın muhtemel ölümü ile ilgili bilgiler Erdoğan yönetimine uluslararası medyayı yönetme imkânı verdi.
      İlk birkaç gün ismi verilmeyen yetkililer, Kaşıkçı’nın muhtemelen öldürülüp, parçalara ayrıldığını söyledi. Bu bilgiler çok kısa bir zaman içinde Batı medyasında yer almaya başladı.
      Kaşıkçı’nın kaybolmasından itibaren birkaç gün boyunca kendisinin öldürülüp, parçalara ayrılmış olabileceği yönündeki sözler Kaşıkçı’nın yakın dostları tarafından dillendirilmeyi sürdürdü.
      9 Ekim tarihinde New York Times’a konuşan üst düzey Türk yetkilisi Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Konsoloslukta ‘Pulp Fiction’ filmine benzer şekilde testere ile parçalanarak öldürüldüğünü söyleyerek, ABD kamuoyunun nasıl ilgisini çekeceğini bildiğini gösterdi.
      Şimdiye kadar Türk ve Amerikan medyasında çıkan haberlerde konuşan üst dereceli Türk yetkililerin koordineli şekilde konuştuğu belli. Sistematik bir şekilde ve belli ki Batılı basın kuruluşlarına güven verecek şekilde Kaşıkçı’nın ölümünün nasıl gerçekleştiğini ayrıntı da vererek anlatabilecek seviyedeler.
      Daily Sabah ‘sızıntıları’ hep en iyi alan oldu. Dünyanın her yerinde büyük bir haber olarak kabul edilecek bu ‘sızıntı’ haberlerin ise AKP hükümetinin izninin dışında ve koordinesiz olması imkânsızdı.
      Her ne kadar Türkiye’de basının şimdilerde yüzde 90 civarı Erdoğan rejimince kontrol ediliyorsa da, çok seyrek olsa da arada sırada AKP medyasında Erdoğan’ı kızdıracak bazı bilgiler yer alabiliyor. Ne var ki, Kaşıkçı ayarında uluslararası bir olayın Saray’ın kontrolü olmadan sızdırılması düşünülemez.
      Bir tarafta New York Times ve Washington Post, Kaşıkçı’nın öldürüldüğünü bazı ayrıntılarıyla anlatırken, 10 Ekim tarihine kadar bu operasyonun nasıl yapıldığı öğrenilemedi. 8 Ekim günü ise Erdoğan’ın damadı ve ülkenin iki numaralı güçlü yetkilisi Berat Albayrak’ın abisinin medya organı Daily Sabah 15 kişilik bir ‘hit’ ekibinin iki ayrı jet ile İstanbul’a geldiğini, 9 ve 10 Ekim’de bu ekibin isim ve havaalanı giriş resimleri ile verdi.
      Buna göre aynı gün bu 15 isim, içinde Suudi Adli Tıp Kurumu’nun başkanı da dâhil olmak üzere, Türkiye’ye inmiş ve aynı akşam geri, ülkelerine dönmüşlerdi.
      Daily Sabah’ın yanında AKP hükümetine ve Katar hükümetlerine yakınlığı ile bilinen Middle East Eye denen haber sitesi de Türk üst yetkilisi ile görüşmeye, D.Sabah’a sızdırılan bazı bilgilerin daha önce yayınlanmamış ayrıntılarını vermeye başladılar. Örneğin polisin Konsolosluk ve Rezidansın bahçesini kazmaya başlamak istemesini ve kanalizasyondan polisin zaten yeteri kadar kanıt bulduğunu MEE’den 10 Ekim günü öğrendik.
      11 Ekim tarihinde ise bu kez Türk yetkililer ilk önce Türk medyasına ortada bir de video ve ses kaydı olduğunu ifade ettiler. Olayın videosu ve sesi konuşulmaya başlandı.
      12 ve 13 Ekim günlerinde sızıntılar birden durdu. S. Arabistan Kralı Erdoğan’ı aradı. Cumartesi günü iki yıldır Türkiye’de tutuklu bulunan Amerikalı papaz Andrew Brunson, Oval Ofis’te Trump’ın konuğu oldu.
      Kaşıkçı olayında yeni sızıntıların olmaması, Türk basını ve ABD basınının tamamıyla Trump’ın ‘başarılı’ ‘esir kurtarma’ operasyonuna odaklanmasına yol verdi. Türk lirası 6 liranın altına indi.
      Hattı zatında Sabah’ın doğrulanamayan haberleriyle ünlü, muhalif gazeteciler hakkında sundukları ‘dosya’ lar ile bilinen iki muhabiri 12 Ekim günü yine Sabah’ta yazdıkları haberde kaydın Kaşıkçı’nın bileğinde bulunan Apple saati ile kaydedildiğini ve iCloud vasıtasıyla dışarı gönderildiği şeklinde yine ‘sızdırma’ bir habere imza attılar. Ancak bu kısa zaman içinde Apple yetkilisince yalanlandı. Yalanlama CNN’de yayınlandı. iPhone’nda parmak izi teknolojisi yok, dendi.
      Bu yalan; Türk istihbarat yetkililerin farklı metotlarla dinlemeye aldığı Suudi Konsolosluk binasında, kendi rollerini perdeleme girişimi olarak kabul edildi.
      Ne var ki ortada bir video ve ses olduğu Batılı itibarlı basın kurumlarında, ‘üst düzey bir Türk yetkiliye’ atıf yapılarak taşınmaya devam etti. Öyle görünüyordu ki bu bilgileri, Batılı kaynakların sayfalarına taşıyacak kadar ciddi ve üst yetkili bir Türk veriyordu.
      Pazartesi günü, 15 Ekim’de tekrar sızıntılar başladı.
      Washington’daki bazı Türkiye uzmanlarına göre Türkiye’nin yeniden sistematik bir şekilde sızıntıları başlatmasının nedeni, Ankara’nın Washington ve Riyad’dan istediği ve beklediği tavizleri alamaması ve taleplerin gerçekleşmemesi olabilirdi.
      Bütün bunlar olurken Suudiler ‘video kayıtlarımız çalışmıyordu’ ve ‘Kaşıkçı’nın nikâhlısı olan kişi aslında nikâhlısı değil’ gibi pek ipe sapa gelmez bahanelerle geçirdikleri 10 gün sonrasında CNN vasıtasıyla, yanlış giden bir sorgulama sonrası Kaşıkçı’nın öldüğünün kabul edilmesi ve sorumlulara ceza kesileceği ihtimalini sızdırdı.
      Görünen o ki Suudiler tamamen köşeye sıkışmıştı.
      Haftanın sonuna doğru geldiğimizde halen sızıntılar sistematik şekilde devam ediyor.
      Her gün drip drip artırılan dozaj, ‘Pulp Fiction’lı Batı referansları ile Erdoğan, propaganda makinesi Batılı medyanın aklını başından alıyor.
      Birkaç yıldır Erdoğan’ı ‘baskı’ ile suçlayan Washington Post, onu ‘gerçeklerin peşinde’ gitmesinden dolayı örnek dahi gösterdi.
      2013 yılında gerçekleşen Mısır’daki darbenin tam tamına zıt kutuplarında yer alan Erdoğan ile Kral Salman rejimleri bölgede görünmez bir mücadele içinde idi. S. Arabistan güçlü ekonomisi ve bölgedeki güçlü müttefikleri ile Türkiye’yi zorluyordu. Erdoğan ise bir seçimden diğer bir seçime koşarken yabancı ülkeleri ülkede olanlardan sorumlu tutarak, dış politikayı tamamen seçimlerin aleti yaptı. Batı ve Doğu’da birçok müttefik küstürdü, yalnızlaştı.
      Örneğin 2013 yılındaki Gezi protestolarından Almanya’yı sorumlu tuttu. Ülkedeki Alevilerin Almanlarca provoke edildiği AKP medyasınca ve ileri gelen medya figürlerince kulaktan kulağa fısıldandı.
      2016 yılı darbesi sonrasındaki dönemde, yine Gülencilerin lideri Fethullah Gülen’i konuk etmesi ve İncirlik Hava Üssü’nden darbeye katılanların fazlalılığı nedeniyle ABD baş düşman ilan edildi. Referandum da sıra Hollanda ve diğer bazı Avrupa ülkelerinin ‘Haçlı’ saldırılarına karşı direnmekti!
      Ülkedeki her tansiyon, Erdoğan’ı daha çok güçlendirdi. Bu arada kendisi de 2007 yılında başladığı Türk medyasını satın alma girişiminde büyük yollar kat etti. Baskılar ile birçok düşman medya organını müttefiklerinin eline geçirdi. Ne var ki bu yollarda ilerlese de, 2016 yılının ilk yarısında halen çok güçlü bir eleştirel medya varlığını koruyordu.
      Bu dönemde, yüzlerce online haber sitesi büyük ilgi ve güç topluyordu. Erdoğan gündemi belirlemede zorlanıyordu. Zamanın başbakanı Ahmet Davutoğlu, bir Saray darbesi ile 2016 yılının mayıs ayının ilk haftasında alaşağı edilmişti. Davutoğlu’nun kendine göre medyada ve hükümette taraftarları vardı. Davutoğlucular ile Erdoğancılar işte tam bu dönemde kavgaya tutuştu.
      Erdoğan’ın kendi tabanı, devlet medyasının elinin ve kontrolünün altında idi ama bu Erdoğan’a yetmiyordu. Erdoğan, üniversite diploması tartışmasını dahi gündemden indiremiyordu. Bir de tam bu süreçte Reza Zarrab bombası patladı.
      Ülkede halen süren zayıf da olsa demokrasi frenleri, bürokratik ve yargı engelleri Erdoğan’a istediği hızda muhalifleri, yani düşman haline getirilmiş Gülencileri ve diğerlerini devletten ve ordudan temizlemesine izin vermiyordu.
      Bütün bunlar 2016 yılının 15 Temmuz’undaki darbe girişimi ile bir anda kesildi.
      Hayatına kastedilen gecenin sabahında Erdoğan kendisine ‘ilahi bir hediye’ geldiğini henüz darbenin bastırılışının çok erken saatlerinde söyleyiverdi.
      Birkaç gün sonra itirazsız bir şekilde olağanüstü hal ilan etti.
      Kararname ile ülkeyi yönetme gücüne sahip olan Erdoğan, hızlı bir şekilde ülkedeki bütün muhalif gazetecileri hapsetti, 180’den fazla medya kanalı kapatıldı.
      Gazeteciler ‘darbeci’ olarak evlerden toplandı. O zamandan beri Gülencilerin yanı sıra; onbinlerce muhalif, solcu, Alevi, liberal ve tabii Kürtler ‘temizlendi.’
      Bu yıla kadar baskı ile, tehdit ile, satın alma ile, vergi cezaları ile, telefon emirleri ile ve olmazsa Erdoğan tarafından seçim kampanyalarında isim vererek doğrudan gazetecileri hedeflemekle elde ettiği basın üstündeki baskıyı artık Erdoğan doğrudan medya organlarını kapatarak, hâkimleri atarak, orduyu temizleyerek yaptı.
      Hâlbuki Erdoğan her zaman böyle yönetmiyordu ülkeyi. 2013 yılında Taksim’in kalbindeki Gezi adındaki yeşil parkı koruma fitiliyle başlayan ama bütün yurda kısa bir zamanda yayılan protestolar ile birlikte Türkiye’nin güçlü lideri taktik değiştirmeye karar vermişti.
      Haddini bilmeyerek protesto edenler şeytanlaştırıldı.
      2013 yılına kadar hükümetin PR’ını Gülenciler kökleşmiş ve profesyonelleşmiş kurumları ile yapıyorlardı. Bu yılın ortalarından itibaren Gülencilerle kavga girildiğinden itibaren Erdoğanist medya öne çıkmaya başladı.
      Erdoğanizmin İngilizcesi, Daily Sabah 2014’ün ikinci ayında kuruldu.
      2014’den beri Erdoğan’ın medyası, muhalif gazetecileri ve liderleri çoğu zaman şeytanlaştırdı.
      Bu her geçen ay daha bayağılaştı.
      AKP medyası, muhalif gazetecilerin bir anda yıllar önceki attığı twitleri buluyor, yazdığı yazıdaki bir cümleye yapışıyor ‘teröristleştiriyordu.’
      Darbeden sonra, 2015 yılında yapılan iki seçimde de 6 milyonun üzerinde oy alan Kürt lider Selahattin Demirtaş bir anda ‘terörist’ ilan edildi ve Demirtaş’ı Twitter’de takip dahi edenler bugünlerde cezalandırılmaya başlandı.
      Medyadaki tehditkâr kalemler sabah, akşam toplumda muhalifleri ‘kriminalize’ etti.
      Erdoğan acımasız yöntemleri ile ve tabii ki aptal düşmanlarının ve muhalif liderlerinin yardımıyla ülkede 10 yıl önce dillendirdiği hedeflerini birer birer gerçekleştirirken, dışarıdaki bütün itibarını ise kaybetti.
      İçeride olabildiğince güçlü görünen ama ekonomisi büyük depremler yaşayan Erdoğan yönetiminin eline bu kez, uluslararası çapta bir fırsat çekti.
      Bir taraftan ortadan kaldırılan Suudi gazetecinin kendi siyasi çizgisine ve Türk devleti ile olan yakın bağından bahsetmeden, basın özgürlüğüne sahip çıkar göründü.
      İran’a yeni yaptırımlar getirmeyi planlayan, bundan dolayı da Suudilerin daha çok petrol üretmesine bel bağlayan Trump’ın ve Riyad’daki genç prensin Erdoğan’ın bu işi fazla uzatmamasına ihtiyacı var. Ve Erdoğan, özellikle son beş yıldır geliştirdiği taktiklerin ve propaganda makinesinin gücü ile hem Washington hem de Riyad’ı tavize zorluyor.
      Bu sırada, tümüyle elinin altında bulunan enformasyon kanalları ile dozajı istediği zaman yükseltiyor, istediği zaman kesiyor ve istediği zaman dezenformasyon ile bozuyor. Bu kez elinde 2013’de Gezi’de yaptığı gibi komplo teorileri değil, görünen o ki gerçek materyaller var.
      S. Arabistan’ın bir gazeteciyi kendi misyon binasında öldürdüğü yolundaki korkunç şüpheler gün geçtikçe artıyor.
      Erdoğan 15 yıldır içeride kusursuz bir makineye döndürdüğü medya yönetimini şimdi eline geçen fırsat ile uluslararası arenada kullanıyor.
      Aylardır Washington’da gelen tehditler yerini bir anda Papaz Brunson’ın serbest kalması ile gülücüklere bırakıyor.
      Trump’a gelen ‘kurtarılan Brunson’ seçim hediyesi Trump tarafından defalarca sevgi demetleri ile karşılanıyor.
      Görünen o ki Erdoğan’ın eline düşen fırsatlar eşliğinde Batı’nın yapabileceği pek bir şey yok.
      Türkiye, bir kez daha emlak değeri yardımıyla ekonomik ve siyasi olarak bulunduğu zor durumda Erdoğan rejimi için yeni fırsatları yavaş yavaş kullanıyor.”

  15. Bu akşamki haberlerde Tük tarafınin servis ettiği Saudi prensin korumasinin kamera görüntuleri eşliğinde, Kaşıkçının
    Konsoloslukta kağit inzalatmak isteynleri ret ettiği için 8 dakika içinde öldürüldüğünün ses kayitlarini ABD diş işleri bakanininda dinlediğini iddia ediyorlardi.
    Bütün bu açıklamalarinin kaynağı,Turk yetgililerinin verdikleri demeçler.
    Bence Trump Kaşikçıya ne olduğunu biliyor.

  16. Nasıl bozucak ki? Bozar bozmasınada bu seferde Türkiye’yi köşeye sıkıştırmayacaklarmı?
    Basina haber sizdiranlar toplumsal bir infial oluşturma gayesiyle parmakların koparılması, cesedin 15 parçaya ayrılması ve otopsi uzmanının ağzından ‘ben cesedi parcalarken siz müzik dinleyebilirsiniz’ cümlesi eşliğinde ki haberlerle,
    yapılan pazarlıklarda ellerini güçlendirmeyi hedeflemiş olmalılar.
    Türkiye yapılan sorusturmanin sonucunu Arapları gözeterek açıklarsa haydut ülke olarak algıladıkları ülkemizi zor duruma sokmak için ellerinden geleni yapmazlarmi?
    Türkiye Araplari gözetsede gozetmesede bu hadiseden olumsuz etkileneceği kesin.

    • Geçmişte yorum yazan Ber Kut arkadaş da sizin gibi kötümserdi. Ta yaz aylarından beri İdlibde başımıza gelecek felaket beklentisini yazardı. Bakın ülkemiz geçirdiği tecrübelerden diplomasi oyununu öğrenerek çıkıyor. İdlibi olumlu sonuçlandırdığı gibi bu işi de sonuçlandıracaktır, merak etmeyin.

      • Necip bey her ne kadar iyi niyetliligin bu kadarına da pes dedirten yorumlarınız olsada samimiyetinizden ve iyimserliginizden hiçbir şüphem yok.
        Bu yüzden sizi giyabinizda hakikaten seviyorum.
        Desteklediğiniz hükümet 3. Dünya savaşı başladı, zor dönemlerden geçiyoruz, diş güçler kalkınmamizi istemiyor, ekonomik kurtuluş savaşı veriyoruz türünden açıklamalar yaparken ve bu dış güçlerle saymakla bitmeyen sorunlarımıza her geçen gün yenileri eklenirken
        Siz nasıl bu kadar iyimser olabiliyorsunuz?

      • Ayrıca müslüman bir toplumuz madem ve ümmetin lideri olma iddiasında olan bir yönetim tarafından yönetiliyoruz o halde inandığımız ve yeri gelince uğruna canimizı feda edecegimizi bolca söylediğimiz dinimiz, hadiseler karşısında nasıl tavır takinmamizi emrediyor fikrimiz varmı? Kendi adıma bu konuda çok zayifim.
        Örneğin ortadan kaybolan Kaşıkçı olayında müslüman bir idare diplomasi oyunlarimi oynar? olayı açıklığa kavuşturmak için gerekli incelemeleri yapıyorum derken el altindanda toplumu infiale sürükleyecek haberler mi sizdirir? Allah’ın inanan bir kulunun başına gelen vahim hadiseyi bir pazarlık unsuru olarak kullanabilir mi bir müslüman?
        Bu soruların cevaplarını da sizin din anlayışınıza bırakıyorum.
        Ve sizi saygıyla selamlıyorum.

        • El altından toplumu infiale sürükleyecek haberler sızdırıldığından ve bu haberleri idarenin sızdırdığından nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz? Bu olay Abd, İngilterede de yapılabilecekken başımıza bir sıkıntı olması için özel olarak planlanmışsa, bu alemin en saf ve temiz devleti biz olmalı ve bir de öbür yanağımızı mı çevirmeliyiz yapılanlara? Dinimiz olaylara akıl ve mantıkla yaklaşmamızı, varsa kurulan tuzakları bozmamızı, gerektiğinde olaylara misliyle mukabele etmeyi vazeder. Zalimlerle gereğince mücadele etmeyi , mazlumları olabildiğince korumayı emreder. Kardeşine, yakınlarına karşı hüsnü zannı ve güvenmeyi tavsiye eder. Bu yüzden iyi olmak isteyen de iyimserliğini muhafaza etmek zorundadır bana göre. Bilmukabele benden de saygılar, selamlar.

          • Doğru dediniz Necip abim “Hüsnü Zan dinin esaslarindandir, husn-ü zan da kurtuluş vardır su-i zan ise cezayı gerektirir” diyor geleneksel hale gelmiş kendisini hayırla yad etme gayesiyle programlanan mevlidi şerif organizasyonunu diyanet müftüsü nün iki senedir engellediği Said Nursi.
            Gene başka bir sözünde de müslüman aynı yerden iki kere isirilmaz hadisi şerif hakikatini hayatına tatbik etme gayretinde olanlara bir ölçü niteliğinde ” husn-ü zan fakat la itimat” diyor.
            Her ne kadar mübarek olursa olsun insandir hata yapabilir gerçeğini bize hatırlatıyor.
            Bu hususta hakikat bu iken husn-ü zan husn-ü zan da nereye kadar güzel abicim kendi itiraf gibi sözlerine demi husn-ü zan?

          • Hüsn ü zan, fiili kötülük ve yanlışlığı görene kadardır. Hata tabii ki herzaman olabilir ama suç delil ve ispata tabidir. Zan ile suç isnat edilemez, hele hüküm hiç verilemez.

          • Hamza bey, temel sorunumuz bu degilmi zaten.
            En büyük cürümler din adına islenmiyormu, dini yanlış yorumlayanlar tarafından.
            “Abi benden de rüşvet istiyorlar şikayetine, ver ver sende ver biz o paralarla cihat yapıyoruz” cevabı verilmiyormu? ( Eski bir millet vekili tanık olduklarini anlatıyordu, ben bir cümlesini aktarmakla yetineyim)
            Hapishanelerde çocuklar cihadimiza engel oluyorlar diye tutulmuyormu? Moralleri bozmayalim kısa keseyim.
            Önce dini ve ahlakı hakikatine uygun anlamaliyiz diye düşünüyorum.
            Ama alim olanlar susturulmuş, meydan benim gibi cahillere kalmış.
            Neylersiniz…

Yoruma kapalı.