Mektup üzerinde düşündükçe birden Taha Kıvanç’laştığımı fark ettim…

11
Reklam

Taha Kıvanç ismi size ne hatırlatıyor bilmem; ama aşağıda okuyacağınız yazı Taha Kıvanç’ın üzerimdeki etkisiyle yazıldı.

Donald Trump’ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a gönderdiği mektubun saygısız bir üslupla kaleme alındığı yalnız Türkiye’de genel kabul görmedi; ABD’de de haberdar olanlar mektubun metni açıklandığında dillerini yutacak hale geldiler.

Amerikalılar başkanlarıyla serbestçe alay da edebildikleri için televizyonların komedi programlarına kadar da düştü mektup konusu.

Hatta muhalif kanalların ana haber sunucuları birkaç programı Trump’ın mektubunun son cümlesiyle bitirip ardından kahkahayı bastılar.

Garip bir mektuptu gerçekten…

Bir devletin başkanı bir başka devletin başkanına gönderdiği yazılı metinde nasıl olur da böyle bir üslup kullanır?

Ayıp değil ya, günlerdir bu soru üzerinde düşünüp duruyorum.

Bizde bazıları mektubun cevapsız kaldığına kızıyorlar; sadece “Yırttık çöpe attık” demekle yetinmeyip aynı derecede sert cümlelerle Trump’a cevap verilmeliydi görüşündeler.

Reklam

Birbiriyle çelişen iki kuşkum var

Sizlere tuhaf gelebileceğini bile bile ben yine de kuşkularımı sizlerle paylaşacağım: 

İlki şu: Ya Cumhurbaşkanı Erdoğan da o mektuba cevap yazdıysa, ama metni açıklanmıyorsa?

Tabii herkes geride bıraktığımız iki hafta içerisinde Amerikan medyasını yakından izleme imkanı bulamamıştır. Ben ise aynı süre içerisinde dikkatimi biraz Arap televizyonlarına -özellikle Suriye- verdim, daha çok ise ABD’nin iki ana kanalını –Trump yanlısı Fox-TV ile Trump karşıtı CNN International’ı– uyku dışındaki saatlerimde izleyerek ve bu arada yabancı gazeteleri de neredeyse hatmederek günlerimi ve gecelerimi geçirdim.

Şu kanaatimi rahatlıkla söyleyebilirim: Cumhurbaşkanı Erdoğan’a gönderdiği mektubu açıklamak zorunda kaldı Trump. Medyanın baskısı ve siyasi rakiplerinin sıkıştırması olmasaydı o mektubu açıklamazdı.

Nitekim mektup açıklandıktan sonra, medyadaki ölümüne Trump aleyhtarları ile Trump’ı seçimden önce başkanlıktan etmek için kollarını sıvamış siyasi muarızları “Türkiye’nin Suriye’yi işgaline yeşil ışığı o yaktı” hücumunu azalttılar…

Şimdi sıra ilkiyle çelişkili öteki kuşkumu sizlerle paylaşmakta:

Ben bir ara, “Acaba böyle bir mektup, üzerindeki 9 Ekim 2019 tarihine rağmen, söylendiği gibi Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesinden önce değil de, Trump nefes alamaz hale gelecek biçimde sıkıştırılınca, bir can simidi olarak sonradan kaleme alınmış ve sanki önceden yazılmış gibi medyaya sızdırılmış olabilir mi?” diye düşündüm…

Reklam

Mektup söylendiği günde gelmişse cevabını almıştır, ama üzerindeki tarihe rağmen sonradan yazılmış ve ortamı yumuşatmak için önceden yazılmış gibi yapılmış da olabilir…

Kuşkularım bunlar.

Bu kuşkular neden?

İki lider arasında dışarıdan bakanların kolayca anlayamayacağı cinsten bir dostluk ilişkisi bulunduğuna inanıyorum. Birbiriyle çelişir görünen iki farklı kuşkumun altında da bu tespitim yatıyor.

Müsaadenizle demek istediğimi açayım:

Trump

Trump bunu bütün ülkesi Türkiye ve Erdoğan karşıtlığıyla çalkalandığı şu günlerde çıktığı kalabalıklar karşısında açıkça dile getiriyor. Son günlerde birkaç eyalette mitinglerde saatler süren konuşmalar yaptı Trump ve hepsinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a iltifat etti.

Birileri bundan farklı anlamlar çıkarabilirler, çıkarıyorlar da; ancak ben çıkış noktaları çok farklı olsa bile, Trump ile Erdoğan’ın, günlük politik tercihlerinde birbirine yakın düşündükleri kanaatindeyim.

Ekonomik tercihlere dikkat

Misal mi istiyorsunuz, en önemli misal iki liderin ekonomiye yaklaşımları…

ABD’de ekonominin dümeni siyasilerin değil adı Federal Reserve olan Merkez Bankası (MB) başkanının elindedir. Amerikan Merkez Bankası’nın kararlarından yalnızca Amerikan ekonomisi etkilenmez, bizde bile piyasaların kulağı onun verdiği kararlardadır. Amerika’da MB başkanını ABD başkanı atar, ama atama sonrasında onun belirlediği ekonomik politikalara karışamaz.

Ronald Reagan’ın MB’nin başına atadığı Alan Greenspan’ı ondan sonra gelen değişik partilerden üç ABD başkanı yerinde tuttu; adam 1987’den 2006 yılına kadar o görevde kaldı.

Donald Trump ise kendisinin atadığı başkan Jerome Powell’ı sık sık Twitter’dan azarlıyor.

Hangi sebepten?

Faizi aşağıya indirmediği için…

Şaşırdınızsa biraz araştırın.

Bu misali günlük politik tercihler arenasından başka örneklerle zenginleştirmek mümkün.

İki lider de halkın kendilerine verdiği oyu tek başına alacakları kararlarla kullanmaktan yana; iktidarın paylaşılmazlığına inanıyorlar. 

Bir de şu var: Henüz daha kimseler bu özelliklerine dikkat etmiyorlar, fakat iki lider de globalleşme karşıtı. Mesela Avrupa Birliği’ne karşı, İngiltere’nin AB’den çıkmasını bu yüzden destekliyor. 

Trump politikaya da dönüştürdüğü globalleşme karşıtı bu tercihini çoktandır kitlelerle de paylaşıyor. ABD dışında konuşlanmış askerleri çekmek istemesinin sebebi de bu; “Ne işimiz var oralarda” görüşünde Trump

Bugün Taha Kıvanç olacağım tuttu.

ΩΩΩΩ

Reklam

11 YORUMLAR

  1. Trump genel anlamı ile megaloman ve üslup sorunu olan biri ama; bu üslubu yalnızca biz ve bizim gibi üçüncü sınıf ülkelere karşı kullanıyor. Rahip Brunson ve benzer olayları hatırlatıyor maalesef. Şahsen beni kahreden; bu muameleyi yalayıp yutmamız, muhataplarımızın bizi gördükleri pozisyon. Şöyle bir düşünelim; ülkemizde gerçek manada demokrasi, güçler ayrılığı, bağımsız yargı olsa idi; O “herifi na şerif” bize bu muameleyi çekebilir mi idi? Taha Kıvanç’ın asıl merak etmesi ve araştırması gereken ise; şayet mektup ABD medyasında yayınlanmasa; bizim haberimiz olacak mı idi?

    • Mektubu Trump kendisi yayınladı!
      Hemde olarca kopi yapip toplantida dağittı.
      O mektubu yalayıp yutmaya elleri mahküm.
      Yoksa Turkiyenin içini boşaltanlarin ABD de ve dünyadaki mal varliğini açiklanacaği zaman! O mektum Trumptan bunlara paha biçilmez bir hediye idi.
      Para hirsi olanlarin deftrrinde sizin yazdiklariniz yer almaz.
      Ne itibari?
      Yoksa! Para,Para,Para, arti, Milleti soymak itibarimındanmi bahs ediyorsunuz?

    • Sayin Ibrahim 3.sinif derken galiba kendiniz ve kendiniz gibileri kastediyorsunuzdur; dengesiz buldugunuz abd baskani da zaten o tadina doyamadiginiz gucler ayriligi uzerinde oturmuyor mu? Ecevitin clinton karsisindaki suklum puklum durusu sizi kahretmiyor da turkiyenin dik durusuna mi kahroldunuz yani..? One minute! Dunya 5ten buyuktur! Efendim? Otoriteye saygi mi nerde kaldi?

  2. Trump Başkan olur olmaz! Komediyenler hiç konu bulmak zorluğu çekmediler.
    Arti geçmiş başkanlar adina hayali mektuplada yazmaya başladılar.

    Geçen haftaki!Bol küfürlu hayeli mektubun Þürkçe tercümesının Kopisi
    ×××××
    “Clinton, komedyen Jimmy Kimmel’in geçen hafta ABC Televizyonu’ndaki Jimmy Kimmel Live programında yayınladığı “mektup”u “Arşivde buldum” notuyla paylaştı.

    ‘Sovyet Bunyonu’

    Clinton paylaştığı hayali mektupta, ”16 Ekim 1962 tarihli mektupta, Eski ABD Başkanı Kennedy, dönemin Sovyet lideri Nikita Kruşçev’e “Sevgili Başbakan Kruşçev, “..k kafalı olma. Füzelerini Küba’dan çek. O zaman herkes ‘Çok yaşa Kruşçev. En büyük sensin’ diyecek. Ama çekmezsen herkes sana “g…, b..tan ülkene de “Sovyet Bunyonu (ayak başparmağı çıkıntısı) diyecek. Kafamı bozma. Seni ararım. Kucaklıyorum.” diyor.”
    ××××××

  3. AKP’nin dış politikada başarılı olduğu dönem Abdullah Gül ve benzeri sağduyulu siyasetçilerin partide ağırlığı olduğu dönemlerdeydi. Erdoğan’ın partide ve dış politikada etkili olduğu ve özellikle ‘one minute’ ile başlayan süreç ise tam anlamıyla bir yıkım süreciydi.

    Türkiye’nin dış politikasını uzun zamandır Erdoğan belirle(ye)miyor. 17-25 Aralık 2103 yolsuzluk operasyonlarından 1 hafta sonra “Cemaat orduya kumpas kurmuş” diyerek nişanı yapılan, 15 Temmuz 2016 operasyonu ile nikahı kıyılan Siyasal İslam+İttihat Terakki yani kısaca “Cumhur İttifakı” gerçeği var. Erdoğan 15 Temmuz’dan bu yana dış politikada etkisiz elemandır, fakat tamamen etkisiz olması da eşyanın tabiatına aykırıdır.

    TV’lerde Suriye sorunu tartışılıyor, bir kişi de çıkıp “Suriye sorununu başımıza Erdoğan ve Davutoğlu bela etti” demiyor veya diyemiyor. Bu şartlarda Türkiye tehlikededir, zira gerçekler dile getirilmiyor. Bahçeli (Avrasyacılar) ise “siz Erdoğan’a bakmayın, ipler bizim elimizde. Ne yapalım Türkiye’de dinci çok, o nedenle Erdoğan’la iş birliği yapmak zorundayız” modundalar.

    Dış politikada blöf olmaz, blöf yapan başına bela alır. Bir ülke dış politikada çeşitli taktikler uygulayabilir fakat stratejik hedeflerini şeffaf bir şekilde yürütmek zorundadır. Erdoğan dahil tüm siyasal İslamcı politikacılar, dış politika stratejisini taktikler gibi işlerine geldiğince uygulayabileceklerini sanıyorlar. Öyle ki bir bakmışsın ABD-AB karşıtı ve Rusya yanlısı oluyorlar, sonra sıkışınca ABD ile anlaşıyorlar. Bir bakıyorsun NATO’dan çıkabiliriz mesajı veriyorlar sonra sıkışınca NATO’dan destek istiyorlar, v.b.

    Bu olan biten şuna benziyor. Kenar mahalleli mutaassıp insanlar sosyetedeki herkesi ahlaksız ve birbiriyle düşüp kalkan insanlar olarak bilir veya ticarette başarılı olmak için her şey mubahtır diye düşünürler. Onlara göre laik monden kanat diplomasiyi bilmez yada bildikleri Frenklere teslim olmaktan ibarettir. Ancak alnı secdeye değen insanlar dik durabilir ve Allah’ın izniyle başarılı da olurlar. Eh başarıya ulaşabilmek için de dinsizlerin veya en iyi ihtimal ile deist olanların taktiklerini de bir süre kullanmak gerekir. Bunun için yolsuzluk yapmak, gerçekleri çarpıtmak hatta çok sıkışınca yalan söylemek, liyakate uymasa bile yandaşları işe almak falan caizdir … Zaten bu hususlarda Din alimi! Prof. Hayrettin Karaman fetvalar bile vermiştir.

    Türkiye’nin Suriye’de yürüttüğü harekatlar meşru ve doğrudur. Doğru olmayan ise zamanlamadır. Daha önce Suriye kaynaklı birçok terörist eyleme maruz kalmıştık. Bunlardan birinde kimseden izin almadan o bölgeye girmeliydik (Ecevit’in Kıbrıs’ta yaptığı gibi). Fakat onbinlerce TIR silahın PYD/YPG’ye gönderilmesi beklendi. Erdoğan zaten ne yaptığını bilmiyor, Avrasyacılar ise bu sorunu tırmandırarak ve uygun şartları kollayarak Türkiye’yi Batı’dan kopartmak niyetindeler.

    Türkiye bu mecrada gitmeye devam ederse başı fena halde belaya girecek. M.K.Atatürk’ün ne kadar önemli ve değerli bir lider olduğu -sözde Atatürkçülerin kifayetsiz tutum ve davranışlarına rağmen- giderek daha iyi anlaşılmaktadır. Sağ ve sol gerçek Atatürkçüler akılcılık ve Kuvay-ı Milliye ruhu etrafında dayanışma yapmalıdır. Dinci-dinbazlar ile İttihat Terakki ittifakını çökertmeliyiz, zaman daralıyor. 2023 hedefi ile kastettikleri hayırlı bir şey değildir, bilesiniz.

  4. yanarım yanarım da şu başkanlığı dahi anlayamamışken,
    eşbaşkanlığı nasıl anlayacaksınız da; bizlere anlatacaksınız ona yanarım.
    dünyada herkes kral olabilmeyi hayal ediyor, bu ülkedekiler başkalarıyla selçuklu kartalı gibi çift başlı olmayı seviyor.
    taşeronculaşmak, taşeron kulanmak,
    kendi askeri yerine paralı adamları (terrist) kullanmak,
    dünya ekonomisisni ele geçirip bir tuşla tüm dünyaya eş zamanda istediğini dayatmak,
    rekebeti yok etmek, rakibi mertçe yenmk yerine kayanın arkasından dolanıp arkadan ateş etmek,
    bunları her köşe başına koyduğu eş başlarıyla yapmak!
    sakıncası ne ki diye sorarsan:
    hiçbir sakıncası yok o kişi için, emri verene birşey olmuyor çünkü.
    dünyayı yakın emri verse bile..
    ayı ininde saklanmış, dışardakine ne emrederse onu yaptırıyor, işin garip tarafı eşine de birşey olmaması!
    muhalefe bir haftadır mektup mektup dedi, ancak ertesi hafta gündem oldı.
    gastenin biri durmuş durmuş 250000 cik para alan başkan var diye manşet atmış, iş yapmış.
    halk isterse 500 verir kime ne? senin paranmı?
    sen kimden almş, parayı veren hangi tür bir düdük çalmış onunla ilgilen.
    adamlar siyasete atılacak, kayanın dibine pusmuş; bekliyor..
    ne zaman çıkacaksın piyasaya? rakibin icazetet verince mi?
    bir zamanlar emrinde olan ve yanlış iş yapıldığını bilipte düzeltmediğin bir olay sen o koltuktan kalkınca sana da aynı yanlışı yapınca aklına yanlışlığı geliyorsa;
    kusura bakma! derler adama..
    illaki birşey senin başına gelince mi sesin çıkacak?
    birden fazla ülke de sn CB nını takip ve taklit ediyorlar!.. hatta beceremeyip koltuğa veda edenler var! neticede ahbapları süper devletlerin başındakiler. haricinde birde güncel durum itibariyle anjelina joli şu günlerde tatilde herhalde!..
    bizde pis bir huy vardır:
    güçlüyü, cesareti olanı, gerektiğinde elini taşın altına koyanı, güçlülerle el sıkışıp anlaşa bileni, mazlumun- çaresizin yanında olanı, ben açken kendisi kebap yemeyeni, milletin orasına burasına sövmeyeni, hırlıı hırsızı sevmeyeni severiz..
    can çıkar huy çıkmaz.

  5. Yazınıza istinaden benimde kuşkularım bana, Trump-Erdoğan ikilisini aşarak içine, üst kademede Putin’i, alt kademede ise Sisi ile M. B. Salman’ı da içine alan bir “(sıkı) dostluk” yelpazesi sunuyor.

    AB ülkelerinin (İngiltere, Fransa ve Almanya) başkanları da kendilerini kategorize ederek “dostlukta da birlik” görüntüsü içerisinde “medeniyet desi” verme sarmalındalar.

    Sıkı durun dedirtecek bir iddia da; dost olmasalar dahi, İran ile İsrail liderlikleri arasındaki bağdır; bir birinin politika değirmenine “saman altından su taşıyan” ameliye içerisindedirler hep, ki; bunu, İran ile İsrail’in bölgede kat ettikleri mesafeye bakınca anlıyoruz.

    Bu liderleri küresel manada sıkı dost kılan saik/ler nedir sorusuna verilebilecek çeşitli cevapların içinden elde edeceğimiz en net sonuç, bu liderlerin çok zengin olmaları; mal varlıklarıdır denebilir.

    Trump’ı yüksek düzeyli bir iş adamı olarak tanımlamak durumundayız çünkü adamın bir iş geçmişi var ve ticaretten elde ettiği(!) gelir, onu ülkesinin zenginler sıralamasında üst kademelere taşımıştır.

    Erdoğan’ın ise “tüm serveti olan “yüzük” ile başladığı siyaset yolculuğunda, en zengin liderler sıralamasında 8. sıraya kadar yükseldi” haberini duymayanımız kalmadı, lakin ne bir yalanlama ne de bir davaya söz konusu oldu bu haber. Beraberinde onunla birlikte aynı davaya! gönül vermiş siyasilerinde mal varlıklarında anormalin de ötesi sayılacak bir artış olduğunu okuyor, duyuyoruz.

    MBS (Muhammed Bin Salman)’in mal varlığına züğürtlük! yapacak değiliz, lakin o dededen zengin ve yakın zamanda ülkesinden zengin olanların mal varlığının üzerine oturarak, onların ve aile fertlerinin canlarına mukabil bir imza karşılığında servetine servet katmış oldu.

    Putin için bir şey söylemeye gerek yok “komün”den gelen bir gelenek içerisinde halkının ve devletinin de mal varlığı onun sayılıyor zaten.

    Sisi’ye de “sonradan görme” demek en yakışır olanı…

    Ülkesinin MB (Merkez Bankası) politikalarına da müdahale eden, bazen de yöneticilerin hakaret eden, aşağılayan bu liderlerin derdi, halklarının çıkarlarıyla mı ilgili yoksa kendi ekonomik varlıklarından mı kaynaklı?

    Bir yazısında Koru’nun, ülkelerin MB’larının da bağlı bulunduğu bir merkezin, “Dünya Merkez Bankası”nın olduğunu okumuştuk. Bu ülkelerin MB başkanları, kendi ülke hükumetlerinden bağımsız olarak “Dünya Merkez Bakasının” toplantılarına katılır, kararlar alır ve uygulamaya koyarlarmış.

    Şimdi soru şu: Ülkesinin MB’nın politikalarına müdahalede bulunan adı anılan liderler, Dünya Merkez Bankasının büyük hissedarları mı oldular da elde edecekleri kar için müdahale ediyorlar; ya da S. Karagülle abinin deyimiyle “Sermayeye” karşı halklarının hakkını korumak ve onun tasallutuna son vermek için mi?

    Doğrusu bu sorunun cevabını ben bilemem.

    Globalleşme karşıtı diye nitelenen Putin ile Erdoğan, dünyanın kanını emen “Sermayeye” karşı halkları için bir mücadele içinde iseler bu iyi bir gelişme ve ABD’nin dünyanın her yerine dağılmış askeri gücünü geri çekmeye koyulması bunun bir işareti olsa gerek.

    Peki; Putin de aynı fikirde mi ki?

    Koru okumak, bazen okurlarını da aşırı kuşkulu yaparak bir Taha Kıvanç kıvamına sokuyor…

    • Dün 40 bölümlük bir tweet serisi nedeniyle geceyi uykusuz geçirince sabaha karşı bu böyle gitmez biraz zihnimi dağıtayım diye dolanırken üstad’ın yazısı geldi ekrana. Yazının sonlarına doğru bir gülme geldi ki sorma. Vallahi özlemişiz Taha Kıvanç yazılarını. Bence üstat sık sık Kıvançlaşmalı.

      Bu yazının konusuna biraz vakıfım. Eski gazeteci yeni taksici-gazeteci Adem Yavuz Arslan’dan dinlemiştim detaylarına dair bazı hususları. “Trump’ın sonunu Erdoğan getirecek” cümlesini gülerek söylediğine birkaç kez denk gelmiştim.( gazetecinin ismini buraya yazdim diye umarım birileri rahatsız olmaz, Erdoğan gerçegini anlamak bakımından iltifat kabul etmeliler diye umuyorum. Gerçi bu günkü yazı iltifat kısmını yeteri kadar yerine getiriyor ama ben gene de kimsenin rahatsız olmasina gerek olmadığını düşünüyorum )

      Ben hem bu günkü yazının etkisiyle hem de haber ve diğer görüşlerin etkisiyle, acaba bir takım malum ülkelerin siyasetleri değişmeye dönük dünya dengeleri bakımından bir merkezden mi yönetiliyor diye kuşkulaniyorum. Soğuk savaş dönemi ile şekil değiştirerek ivme kazanan savaş stratejilerinin, psikolojik harp tekniklerinin ve istihbari faliyetlerin teknolojinin baş döndürücü bir hızda gelişmesine paralel ilerlediğini düşünmem de bu kuşkuma sebep oluyor.

    • Hasan bey Trump’ın mal varligide babadan kalma. Yalniz Trump hayatinda, bir kez vergi vermiş oda 2005 de. Birde o vergiyi kepce dağil :maya: kazanlari ile geri almiş.
      Adina vergi iadesi deniyor.
      Kapitalist ülkeler her zaman Iş verenler korunurlar.
      (:Maya kazani 20 litrelik teneke ile 6 veya 7 teneke aliyor çok büyuk doğuna koylerde onunla çecil peyniri yaparlardilar:)

  6. Fehmi bey! Mektubun tarihi hakkında size katiliyorum. O mektubu birde abi kardeş yazişmasi olarak değerlendirmek daha mantılkı olacağına inaniyorum.
    Aslinda absi kardeşine zarar gelmesini istememiş… yalniz bunlarin kardeşliği ingiltere prensleri gibi değil padişalh kardeşliği gibi.
    Her an kendi menfaatlari için birbirlerini rahatlikla harcarlar.

    Belki ilerde Trump anilarini yazdiği zamanda .
    Rahibi nasil kullandiklarini de yazar.

Yoruma kapalı.