AK Parti sözcüsü Mahir Ünal çıktığı televizyon programlarında, anketlere dayanarak, kendilerinin MHP ile oluşturduğu ‘Cumhur İttifakı’nın fazla zorlanmadan seçimi alacağını, cumhurbaşkanlığı seçiminde de Tayyip Erdoğan‘ın ilk turda seçileceğini her fırsatta ve ısrarla tekrarlıyor.
Mahir Ünal en son “AK Parti olarak 46-48, Cumhurbaşkanlığında da 54-56 bandındayız” dedi. Kamuoyu yoklamalarında verilen oranların iki üstü, iki altı olabiliyormuş da, onun için böyle iki farklı oranlı olarak söylüyormuş…
Buradan çıkarmamız gereken sonuç şu: AK Parti bugün seçim olsa en az yüzde 46, Cumhurbaşkanı Erdoğan da en az yüzde 54 oy alacak; alınan oyların hatta yüzde 48 ve yüzde 56 olması bile mümkün…
Olabilir mi? Bu oranları yanlışlayan güvenilir bir araştırma kurumunun raporu henüz elime geçmemiş olduğu için “Hayır olamaz, doğrusu şudur” diyebilecek durumda değilim. Ortalıkta dolaşan ve Mahir Ünal‘ın oranlarından çok farklı araştırmalar var, ancak onların ne kadar güvenilir olduklarından emin değilim.
[Bir önceki anketi gazetelerde de kendisine yer bulan bir kuruluşun bendeki yeni anketine göre, sözgelimi, bu pazar seçim olsa, Cumhur İttifakı (43.9) ile Millet İttifakı’nın (43.7) oyları birbirine yakın çıkacak; Tayyip Erdoğan’ın alabileceği oy da yüzde 42.2 ve bu rakamların ikisi de kararsızlar dağıtıldıktan sonra… Yapan kuruluş ne kadar güvenilir, bilemiyorum.]
Tek bildiğim, AK Parti adına meydanlarda konuşan, yazılarıyla destek verenlerin muhtemel sonuçlardan hiç de Mahir Ünal kadar emin olmadıklarını düşündüren yaklaşımlarıdır. Sonuçtan pek emin görünmüyorlar.
Kulaklarımı tırmalayan sözcük
Fakat zaten bu yazının konusu seçimlerde kimin ne kadar oy alacağı değil. İktidar partisinin bu seçimlerde ağırlıklı olarak kullandığı bir söylem kulaklarımda çınlayıp duruyor ve doğrusunu söylemem gerekirse beni müthiş rahatsız ediyor.
‘Beka’ söylemi.
Denilen sizin de kulaklarınızda olmalı. “Bu seçim ülkemiz açısından çok kritik bir seçim” diye söze başlıyor ve iktidar partisinin karşısına çıkan siyasi partileri, adayına rakip olan siyasileri uluslararası bir cephenin elemanları olarak gördüklerini belli ediyorlar. Sandıktan kendileri çıkmaz ise, bunun ülkenin bekasını tehdit edecek bir sonuç olacağını ileri sürüyorlar.
Ülke ve devlet o durumda elden gitmiş ve kaybetmiş olacak…
Bu hissiyatı karşılamak üzere kullanılan sözcük de ‘beka’…
Hafızam 1950 öncesine kadar gitmiyor; ben o yılda doğduğum için ve ilk hatırladığım seçim ancak 1957 seçimi olduğu için…
Yapılan hiçbir seçimde ‘beka’ sözcüğü veya onu anlamamıza yarayacak bir başka sözcüğün partiler tarafından kullandığını hatırlamıyorum.
Genellikle o sözcük ve türevleri siyasilere güvenmeyen kesimler ve siyaset-dışı odakların kullandığı bir malzeme olmuştur. Ne hikmetse, o çevreler, sözcüğü genellikle AK Parti ve öncülü olan partilerin iktidara gelmesi söz konusu olduğunda kullanmışlardır.
Demokrasilere uygun düşen bir sözcük değildir ‘beka’ sözcüğü…
Nedeni de belli: Demokrasilerde partiler birbirleriyle halkın oyunu alabilmek için yarış halindedirler. Partiler arasında görüş farklılığı olması doğaldır. Hatta CHP’den DP’nin çıkması ve sonrasında sistemde yer alan başka partilerden de vaktiyle onların içerisinde bulunmuş siyasilerden kendilerini farklılaşmış hissedenlerin yeni partiler çatısı altında buluşması gibi durumlar da söz konusu olabilmektedir.
Bir parti iktidara gelir, ülkeyi bir süreliğine yönetir; bir süre sonra millet ondan bıkar ve bir başkasını denemek ister, bir bakmışsınız iktidarlar değişivermiş…
Halkın oylarıyla doğurduğu sonuç her zaman en mükemmel olmayabilir; ama zaten Churchill de demokrasinin ‘kötüler arasında en az kötü’ bir sistem olduğunu söylememiş miydi?
Kim veya hangi parti bekamızı tehdit eder?
İyi yönetilmediği için demokratik bir ülkenin battığı, yani ‘bekasının tehdit altına düştüğü’ görülmemiştir; demokrasilerde halk yanlışını bir sonraki seçimde düzeltir zaten…
Sözün kısası şu: 24 Haziran’da seçim iktidarın değişmesini getirecekse, bu, ülke için bir ‘beka’ sorunu teşkil etmeyecektir.
Hem söyleyin bakalım ülkeyi ‘beka’ sorunu ile karşı karşıya kim/ler getirecek?
CHP devleti kuran partiydi, o mu? CHP’nin başında en son bürokratik görevi devlette genel müdürlük olan Kemal Kılıçdaroğlu mu? Ya da Refahyol döneminde içişleri bakanlığı koltuğunda oturmuş Meral Akşener mi? Yoksa AK Parti’nin kurucu kadrosunun vaktiyle içinde yer aldıkları siyasi hareketin günümüzdeki temsilcisi Saadet Partisi ve uzun yıllar birlikte siyaset yaptıkları Temel Karamollaoğlu mu?
Hangisi ve neden?
En başta söyledim: Bir aydan daha az bir süre kalmış olan seçimlerde sandıktan nasıl bir sonuç çıkabileceğine dair elimde araştırmaya dayalı bir veri yok; henüz yok. AK Parti sözcüsü “Biz ilerideyiz” diyor ve onu yalanlamak için de bir sebep görmüyorum.
Zaten o yüzden de, kampanyada ağırlıklı olarak kullanıma sokulmuş ‘beka’ sözcüğünün bu seçimlerde yeri olmadığına inanıyorum.
Bırakalım da, insanlar, herhangi bir korkuya kapılmadan, kendilerini baskı altında hissetmeden kanaatlerini oluştursun ve sandık başına gittiklerinde de gönüllerine göre oylarını kullansınlar.
Demokratik olan budur ve böyle olmayan ortamlar demokrasilerde ‘beka’ sözcüğünü akla getirir.
ΩΩΩΩ