Demokrasinin birden fazla özelliği vardır da en önemlisi öngörülebilirlik özelliğidir.
Seçim yapılır, sandıktan önde çıkana devletin yönetimi teslim edilir. Kural bu. Herkes bu kuralı bildiği için hesaplarını ona göre yapar. Hiçbir demokratik ülkede “Acaba iktidar seçimden kaçabilir mi?” diye bir soruya yer yoktur.
“Acaba seçimi kazanana devletin yönetiminin teslim edilmemesi mümkün müdür?” türü bir soru sorana, demokratik ülkelerde, aklını kaçırmış muamelesi yapılır.
Türkiye bir süreden beri garip soruların sorulabildiği, o soruların çoğuna doğru dürüst cevap verilemediği, senaryoların zihinleri esir aldığı bir ülkeye dönüştü.
O yüzden de öngörülemez bir görüntüye bürünüyor ülkemiz.
Öngörülemezlik örnekleri
En son gelişmeden başlayalım:
İktidarın ‘yeni bir ekonomi modeli’ olarak duyurduğu, TL’nin yabancı paralar karşısında değerinin düşürülmesiyle ihracatın artması arasında kurulan ilişkiyi, ekonomi uzmanları anlamakta zorlanıyor.
Hangi eğilimden olursa olsun, ‘ekonomist’ sıfatıyla tanınan kişiler, neredeyse tek ses halinde, “Böyle bir tez doğru değildir” tespitinde bulunuyor.
Peki de, ülkeyi yönetenler, neden böyle bir yolla düze çıkacağımıza, refaha kavuşacağımıza inanmamızı istiyorlar?
İşte size bir soru.
Soruya cevap ararken önümüzü göremez hale geliyoruz.
“Öngörülemezlik” dediğim bu işte.
Neden böyle bir zorlukla karşılaştık?
Bu sorunun cevabını biliyoruz:
İstiklal Savaşı günlerinden beri ‘parlamenter sistem’ ile yönetilirken, AK Parti lideri de olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ‘başkanlık sistemi’ne geçilirse devlet yönetiminin daha kolaylaşacağı, bunun da vatandaşlara refah getirecek yeni bir dönemin önünü açacağı iddiasını dile getiriyor, ancak TBMM’de bunu sağlayacak çoğunluğa sahip olmadığı için iddiayı dile getirmekle yetiniyordu.
O noktaya kadar hem ‘başkanlık sistemi’ne, hem de Tayyip Erdoğan’ın tek yetkili başkan olma arzusuna şiddetle karşı çıkan MHP lideri Devlet Bahçeli, birdenbire ortaya atılıp, “Getirin değişiklik teklifini, destekleyeceğiz” deyiverdi.
Ardından konu Meclis gündemine girdi, sonrasında gidilen referandumda AK Parti ve MHP kitlesinin oylarıyla ülkenin yönetim sistemi değişti.
Bugün karşı karşıya kalınan ciddi sorunların her biri, bize uygun olmadığı iyice ortaya çıkan yeni sistemin eseridir. Kararlar çabuk alınıyor, ancak yeni sistemle birlikte denge ve denetleme mekanizmalarından vazgeçildiği için, kararlarda yanlışlıklar fazlalaşıyor.
Anayasada ve yasalarında ‘bağımsız’ olması öngörülmüş Merkez Bankası gibi kurumlara müdahale o kolay alınan kararlarla mümkün olabiliyor.
‘Yeni ekonomik model’ denilen garip tez o müdahalelerin sonucu.
Müdahaleler TL’nin yabancı paralar karşısında pula dönmesini getirdi.
Sistem değişince sorunların büyüyeceği öngörülemedi.
Sorular ve senaryolar
İşler kolaylaşsın diye yapılmak istenen sistem değişikliğine şiddetle karşı çıkmakta olan MHP ve lideri Devlet Bahçeli ne oldu da birdenbire tavır değiştirdi; bunu bilen var mı?
Karşı çıkılırken tavır değişmesine yol açan herhangi bir gelişme yaşandığını hatırlamıyoruz.
Hatta sistem değişikliğini sürekli savunmakta olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bile, gerçekleşmeyeceğini gördüğü için üzerinde durmamaya başlamışken, öngörülemez biçimde, birdenbire, MHP’nin konuya sahip çıkmasının bir gerekçesi olmalı.
Fakat ne, nasıl bir gerekçe?
Taraflar bu konuda ikna edici açıklamalar yapmadığı için ortalıkta senaryoların dolaşmasını normal karşılamamız gerekiyor.
Senaryoların ortalıkta dolaştığı bir ülke öngörülemezlikle boğuşmaya mahkum.
Örnek mi?
Daha dün, Deva Partisi lideri Ali Babacan, partilileri önünde yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Sayın Erdoğan, iktidarının anahtarını, krizlerin ortağı Bahçeli’ye teslim etti. Artık Erdoğan’ın çizgisini, kendisine oy veren vatandaşlarımız değil, küçük ortak belirliyor. Ne yapacak ne talep edecek nerede arıza çıkaracak diye herkes küçük ortağa bakıyor. Sayın Bahçeli, adeta bir kayyum gibi iktidarın başında. Yetkiyi milletten almadan, Erdoğan’dan alıp ülkeyi yönetme gayretinde.”
Bu bir senaryo. Bu senaryoya göre, MHP, oyu ülke yönetmeye yetmediği için, iktidarı dolaylı biçimde paylaşma amacıyla böyle bir yola başvurmuş oluyor. Babacan, bir tür ‘kayyım’ yönetimine benzetmiş iktidarın iki ortağı arasındaki ilişkiyi.
Kısa süre önce, AK Parti kurucularından, AK Parti iktidarında milli eğitim bakanlığı yapmış Hüseyin Çelik de, “Yüzde 50+1 gerekliliği Devlet Bahçeli’nin Tayyip Erdoğan’a tuzağıydı” demişti.
Senaryo mu? Elbette bu da bir senaryo.
Akıllarda soruların uçuştuğu bir ortamda bilinmeyeni senaryolarla açıklamak devreye girer; şimdi de öyle oluyor.
MHP-AK Parti birlikteliği iki tarafa da yaramamış görünüyor. Kamuoyu yoklamaları yalpalamaların iki partiyi de kendi tabanları nezdinde gözden düşürdüğüne işaret ediyor. AK Parti oylarında gerileme yanında MHP’de de gerileme görülüyor. Sonunda iktidarın değişmesini getirecek bir köklü sarsıntı yaşanacaksa, MHP’nin de siyasi varlığı zayıflayacaktır.
Neden böyle bir yola girdi MHP?
Bu sorunun açık seçik bir cevabı yok.
“Tuzak kurmak için…”
“İktidar üzerinde ‘kayyım’ konumuna gelmek için…”
“Zarar göreceğini öngöremediği için…”
Şimdiye kadar ileri sürülen senaryoların hiçbiri bana ikna edici gelmiyor.
Öngörülemezlik devam ediyor.
ΩΩΩΩ