Ülkeyi yarım asır geriye düşüren ‘darbeci’ gelenek hala varlığını sürdürüyor olabilir mi? “Olabilir” diyenler var da…

59
Reklam

Geçmişte düştüğüm yanlışlığı bir kez daha asla yaşamak istemem. Bu benim genel ilkem. O sebeple, 15 Temmuz hain darbe girişimini aylar öncesinden duyuran, girişimden sonra olacakları bile harfi harfine anlatan iki yazıyı ancak her şey olup bittikten sonra fark ettiğim için, şu günlerde “Darbe olabilir” öngörüsünü seslendiren yazılara özel önem veriyorum.

15 Temmuz’u aylar önce bilen iki yazı Türkiye gazetesinde çıkmıştı. Vaktiyle kendisini “Huzur veren gazete” olarak tanımlayan Türkiye gazetesi, şu günlerde, yine o tür yazılarla benim huzurumu kaçırıyor.

İki dönem ve her dönemin uyarıcı yazıları arasında önemli bir fark var: İlkinde uyarı yapılmış, kulak asan olmamış, ben bile onları dikkate almamışım, kehanet sayılabilecek yazılar, 15 Temmuz günü bir darbe girişimiyle birlikte ‘öngörü’ haline dönüşmüş… Şimdi ise, henüz uyarı aşamasında bulunuyoruz.

Sitemin arşivine baktım, aynı gazetede son birkaç yıl içerisinde benzer kehanetlerde bulunulan daha başka uyarı yazıları da çıkmış ve ben onları da değerlendirmeye değer bulmuşum…

Her seferinde “Öncekini bildiklerine göre…” ihtiyatıyla konuya yaklaşmışım.

Tabii ihtiyatlı olmamın bir sebebi daha var: 15 Temmuz girişimi öncesinde ülkemizde darbeler döneminin geride kaldığına, o kötü günlerin artık asla yaşanmayacağına inananlar arasında ben de yer alıyordum. Bir daha aynı safdilliği sergilemek istemiyorum.

Demokratların, iktidarların seçimle gelip yine seçimle gitmesi ilkesini ülkemizde ciddiye alanların, bundan sonra da dikkatli olmasında yarar var.

Herhalde yarım asır kaybetmişizdir

Reklam

Pek çok alanda araştırmalar yapılıyor, akla gelebilecek -hatta bazen hiç gelmeyecek- konular bile bilimsel açıdan irdelenip sonuçlar paylaşılıyor. Benim en çok merak ettiğim siyasi bir konu var ve o maalesef araştırmacıların merakını çekmiyor.

Konu şu: Acaba 1960’ta 27 Mayıs askeri müdahalesiyle karşılaşmamış ve sonrasında yaşanan başarılı-başarısız darbelerin hiçbiri başımıza gelmemiş olsaydı, çok partili demokrasinin gereklerinin yerine getirildiği, yönetimin bir sivil kadrodan diğerine sulh ve suhulet içerisinde devredildiği demokratik bir ülke olarak yoluna devam edebilseydi Türkiye, bugün ne durumda olurduk?

Ekonomide, sosyal alanda, dış ilişkilerimizde ve akla gelebilecek hemen her alanda?

“Siyasetin önünün darbelerle kesilmediği bir Türkiye nasıl olurdu?” sorusuna cevap teşkil edecek rakamlar ve verilerle bezeli bilimsel bir araştırmaya ihtiyaç var. 

Öyle bir araştırma var ve benim haberim yok ise, haberdar edilmek isterim.

Bilimsellik iddiasında bulunmadan kendi kanaatimi paylaşabilirim ama:

Darbeler yaşanmamış olsaydı ülkemizde, bugün hemen her alanda dünyanın öndegelen on ülkesinden biri olurduk. Avrupa Birliği üyeliği gerçekleşmiş, o sayede ekonomisi bugünkünden kat kat ileride, bölgesinde dikkate alınması gereken saygın bir güç haline dönüşürdü Türkiye…

Müdahale eden askerler ile onları “Hadi ne duruyorsunuz” diye kışkırtanlar, Türkiye’yi yarım asır gerileterek, ülkelerine en büyük zararı verdiler.

Reklam

15 Temmuz’a kalkışanlar da, eğer hala öyle bir niyet içerisinde bulunanlar varsa onlar da, ülkeleri için hayırsız sayılması gereken kişiler…

Bugün siyasete siyaset dışından müdahale için reel sebep/ler var mı?

İşbaşında 18 yıldır ülkeyi yöneten bir iktidar var. Her seçimde gerekli oyu alarak iktidarını sürdürüyor AK Parti. Genel başkanını son seçimde yüzde 52 oy alarak cumhurbaşkanı seçtirmeyi de başardı. Zaman içerisinde eksilen oyunu ideolojik bir dönüşüm yaşayarak kendisini yakınlaştırdığı MHP ile kurduğu ittifakla takviye ediyor ve yine seçilmeyi biliyor.

Halkın yarısını arkasına almış güçlü bir iktidara karşı darbe yapılır mı? Yapılırsa 15 Temmuz’dan farklı olur mu?

Seçimle gelen iktidar önümüzdeki seçimde kaybedebileceği sinyallerini de veriyor. Kamuoyu yoklamaları ‘Cumhur İttifakı’nın makyajının döküldüğünü, geçmişte AK Parti ve MHP’ye oy vermiş olanlardan önemli bir bölümünün halen tereddüt yaşadığını, seçeneklerin çoğalmasıyla bir sonraki seçimde sandıktan farklı bir iktidar çıkacağını gösteriyor.

Mevcut yönetici kadro yerini kendisi gibi seçimle gelecek yeni bir kadroya bırakabilir ilk seçimde.

Tablo bugün bu.

Gerçek de bu minvalde olduğu halde, bir takım densizlerin sağda-solda ettikleri lüzumsuz lakırdıları önemseyerek, muhalefetin siyasetin doğallığı içerisinde dile getirdiği eleştirileri bağlamından koparıp farklı yönlere çekerek ve daha da önemlisi geçmişteki düzgün algıları vahim yanlışlıkları yüzünden tam tersine tecelli eden birilerine olmayan güçler vehmederek “Darbe ihtimali var” demenin alemi yok.

Eğer yine de böyle bir ihtimalin varlığı benim bilmediğim, farkında olmadığım veya uyaranlar tarafından çeşitli sebeplerle dile getirilmeyen gerekçelere dayalı olarak ifade ediliyorsa, bu uğursuz niyeti taşıyanları farklı yerlerde aramak gerekir.

“Olağan şüpheliler” kimlerse onlar üzerinde yoğunlaşarak…

Kimlerdir günümüzde ülkeyi yeni maceralara sürükleyebilecek denli gözü dönmüş bu konudaki olağan şüpheliler? 

Soruyu sorarken benim aklıma gelen kişi ve kesimler ile son zamanlarda uyarı yazılarıyla gündeme konuyu taşıyanların suçladıkları kişi ve kesimler farklı.

Ne olursa olsun, konunun kapağı açıldığına göre, uyanık durmakta yarar var.

Eskiler “Korkulu rüya görmektense hiç uyumamak yeğdir” sözünü boşuna söylememişler.

ΩΩΩΩ

Reklam

59 YORUMLAR

  1. Hakkaniyetli olabilmemiz için, Sayın Koru’nun işaret ettiği soruya (“Darbeler geleneğimiz olmasaydıö acaba bugün ne durumda olurduk?”) ikinci bir soru eklememiz gerekiyor: Şayet F. Gülen ve yönetici klik, AK Parti’yi iktidara taşımış olan, milyonların bugüne kadar hiç olmadığı kadar enerjik inisiyatifiyle vesayet rejimini geriye ittiği süreçte, kendi uzun vadeli stratejik hedeflerine uygun olarak devlet bürokrasisinde kendi alanını hepimizin bildiği araç ve yöntemlerle genişletmek yerine ülkenin bütününü kaygı edinmiş olsaydı, bütün etki ve ağırlığını sağlıklı ve sağlam, gerçekten kurumsallaşmış bir devlet yaqpısının ve buna uygun bir yargı kurumunun inşasına hasretmiş olsaydı, ülkemiz ve insanlarımız bugün ne durumda olurdu?

    Acaba F. Gülen ve yönetici kliği, AK Parti’den aldıklarıyla yetinseydi, daha çoğunu alabilmek ve devletin geleneksel seküler sahiplerine, “Bizden ürkmenize gerek yok. Sivil demokratik kitle hareketinin içinin boşaltılması, Barış Süreci’nin önüne set çekerek geleneksel devlet aygıtının olduğu biçimiyle korunmasını sağlamak üzere devletimize sadakatimizi gösterebiliriz. Tek isteğimiz, bürokrasideki iktidar paylaşımına izin vermeniz. Bırakın da, bu güce ve kitleselliğe ulaştıktan sonra, en az Avrasyacılar kadar bize de yer olsun bürokratik devlet iktidarının paylaşımında” mesajını güçlü ve ikna edici bir biçimde vermek üzere AK Parti’ye karşı operasyon üzerine operasyon çekmeseydi, bugün Türkiye ne durumda olurdu?

    Bu soruları sormadan, Türkiye’nin yakın siyasal tarihini anlamış ve açıklamış olamayız.

    Muhafazakarlar, Gülen ve yönetici kliğin kendi bencil çıkarları uğruna muhafazakar sosyolojide açtığı gedikten yararlanarak tekrar inisiyatifi ve bürkratik devlet aygıtını kendi kontrolü altına alan aktörlerin bir kurgusu olan “FETÖ” söylemine yapışıp kalmak yerine, kendilerine ait olmayan bu söylemi reddetmeliler ve yukarıdaki soru üzerine yoğunlaşmalılar.

    Hem devletin, hem de Gülen Cemaati’nin yönetici kliğinin gerçekleşmemesi için canıhıraş çaba gösterdiği şey, işte bu sorunun tüm toplumda ve Cemaat tabanında sorulmasıdır.

    Bu soru sorulmaya başlandığında, FETÖ ve 15 Temmuz kurgularının yeniden iktidara gelmiş ve bugün Erdoğan’ın kişisel karizması arkasında saklanmış olan vesayet aktörleri açığa çıkarlar.

    Bu sorular sorulmaya başlandığında, bütün olanaklarını “15 Temmuz’u biz yapmadık. Bu Erdoğan’ın üzerimize attığı bir iftira! Bizler siyasi arzulardan uzak, devletini ve milletini seven iyi ve masum insanlarız” temel argümanı etrafında biçimlenmiş strateji için kullanan Gülen ve yönetici kliğinin üstünü örtmek istedikleri hakikat gün ışığına çıkar:

    Evet, 15 Temmuz kalkışmasını siz tezgahlamadınız. Bu doğru. Ama, bu gerçek, sizin günahsız olduğunuz anlamına gelmiyor. Bir din adamından çok daha fazla iliklerine kadar siyasallaşmış bir figür olan Gülen’in yıllar önce çizmiş olduğu stratejiye uygun olarak, bürokratik devlet aygıtında gücünüzü artırmak için geleneksel vesayetçi aktörlerin yöntem ve araçlarını aynen alıp uyguladınız. Tabanın iyi niyetini istismar ettiniz. Çizmeyi aştığınız için de rakibiniz olan aktörler tarafından yenilgiye uğratıldınız.

    Günahlarınızın milyonların gözünde affını mümkün kılabilmeniz, en çok zorlandığınız şeyi, SAMİMİYET’i artık başarmanızdan geçiyor. Yanlışlarınızın üzerini örtmeye çalışmak yerine, o günahlarınızın iması olan isimleri “MİT ajanı”, “bizimle alakası yok bu adamın” diyerek kendinizden uzak insanlarmış gibi göstermeye çalışmak yerine, Cemaat tabanındaki ayaklanma ve yükselen özeleştiri talebinin karşılığı olan Kıtalararası (https://kitalararasi.com) ve The Circle (http://thecrcl.ca/tr/) sitelerindeki sağduyulu ve değerli insanları “fitneci bunlar” diye itibarsızlaştırmak yerine, yanlışlarınızdan ve tabanınızı tarumar eden sonuçlarından dersler çıkarın. Hızla şeffaflaşarak meşru ve sivil araçlarla ülkenin siyasal toplumsal süreçlerine katılın.

    Duymak istemediğiniz, duyulmasını istemediğiniz şeyleri söyleyen insanları itibarsızlaştırma ve susturma hastalığından arının artık.

    Samimiyet’in karşılığı, helalleşme, gerçekten demokratik, gerçekten çoğulcu, vesayetin bir daha geri dönmemek üzere gerçekten ve son defa kılıç kınına tıkılmış olduğu bir Türkiye için, birlikte yürümek olabilir.

    Yüreklerimizdeki haklı öfkeyi ancak SAMİMİYET ile soğutabilirsiniz.

    Helalleşmenin mutlak önkoşulu bu. . .

    • Bernar bey sizin bu “Fethullah Gülen ve yönetici kliği” takıntınız akıl yürütürken başlangıçtaki yanlış kodlamaya dayanıyor.
      Aslında bu konuda yeteri kadar mesai harcadığınız anlaşılıyor.

      Kişileri değerlendirirken kullandığınız argümanları değiştirmediğiniz sürece de bu takıntınızdan kurtulamıyacaksınız gibi görünüyor.

      (Darılmaca yok, dostane bir elestiri)

      • Bundan 9 gün önce, Cemaat ile hiçbir zaman bağ kurmadığınızı, yaşantınızın bu anına kadar geçen bütün yıllar boyunca tek bir Cemaat katılımcısıyla tanışmamış olduğunuzu yazdınız. Okuyalım ve hatırlamış olalım:

        “Baran 4 Şubat 2020 at 20:18 Ben cemaatin içinde hiç bulunma şansı yakalayamadığım gibi cemaat mensubu herhangi birini de şahsen tanıma şerefinden yoksun biriyim sayın Bernar bey! Yani bu bakımdan o camia ile hiç bir alakam yok. Ama o camiadan herkese sınırsız bir sevgim ve saygım var. Bunu da iftiharla her yerde söylerim.”

        Bizlere, Cemaat ile en ufak bir ilintinizin olmadığını, dahası, Cemaat’den tek bir kişiyle olsun bir tanışıklık kurmamış olduğunuzu söyledikten sadece 5 gün sonra, alçakgönüllükle tanışıklık kuramamış iddialı bir Cemaat uzmanı olarak ahkam kestiniz bir yorumcuya uzunca cevap verirken:

        “Baran 9 Şubat 2020 at 11:02 (. . .) Bu hareket radikalizmi kendi içinde barındırmıyacak kadar donanımlı ve korunaklı, dışarıdan radikal tutum ithal etmez, içiniz rahat olsun Ali bey.”

        Bir şahısa veya bir yapıya karşı coşkusal bir elleştirellik içinde olmak, bir takıntı işareti olabilir, doğru. Ama, şunu da akılda bulundurun: Bir şahısa veya bir yapıya, üstelik de en ufak bir tanışıklık kurulmamışken, insanda haklı bir kuşku uyandıran cansiperane bir enerji ile toz kondurmama çabası da bir takıntı olabilir. Yani, takıntı dediğimiz şey, pekala sofuca ve coşkusal bir olumlayıcılık olarak da gösterebilir.

        “Nasıl olsa yorumlara bakan insanların bu işlere ayıracakları zamanları ve zihinsel enerjileri yok. . .” diye düşünmüş olmalısınız ki, Gökhan Bacık ve değinip geçtiğim sitelerde yazan düzinelerce Cemaat katılımcısının yazılarına ilişkin açık bir yalancılık ve tahrifat içindesiniz. O yazıların çok önemli bir bölümü, İÇERİDEN eleştiriler. Dahası, Gülen’in ideolojik zihin dünyası üzerinden şekillenmiş Cemaat yapılanmasının ve izlediği örtük siyasal stratejilerin nasıl bugünlere gelinmesine kapı açtığını ortaya koyan güçlü metinler. İstisnasız hepsi, sıkı bir Siyasal İslamcılık ve lideri kültleştirme geleneği eleştirisi. Sizin açınızdan en kötü haber de şu: “Bunlar Cemaat’ten değil, çakma Cemaatçi bunlar” demeye yeltenemeyceğiniz kadar aleni, bilinen, Cemaat’e mal olmuş insanlar.

        Takıntılı bir insan olsaydım, aylarca yüzlerce saatimi Cemaat’in serüvenine ayırmaz, pek çokları gibi, “Darbeci FETÖ” der geçerdim.

        Kimin Cemaat konusunda takıntılı olduğuna ilişkin gözlem ya da izlenimleri, yorumlara göz atanlara bırakalım.

        Size sadece SAMİMİYET YOKSUNLUĞU ile İNANDIRICILIK YOKSUNLUĞU’nun sık sık elele ve atbaşı giden iki arzu edilmez durum olduğunu söylemekle yetiniyorum.

  2. “OLABİLİR” diyenler varsa…. bu durum işlerin bir şekilde kontrol dışına çıktığı, işlerin çıkmaza girdiği ve işin içinden nasıl çıkılacağı konusunda ümitsizlik, belirsizlik olduğunla ilgili OLABİLİR…

    Bu durum, kurtarıcı bekleyişi ve hatta Mehdi’ye alternatif bir bekleyiş çeşidi OLABİLİR….

    Aşağıda, Sn F.K.T. “belki de derinlerin de derini vardır” derken onun da gönlünde yatan birileri OLABİLİR…

    Zaten, işin aslında darbeler, M.K Atatürk Paşanın önayak olmasıyla başlamadı mıydı bu ülkede. İlk darbeden sonra devamının gelmesi için bu işler TSK havale/emanet edilmedi miydi? Her sıkıntıya girildıkten sonra ülkede belli grup insanlar tarafından bu geleneğin devamına duyulan bir arzu pek şaşırtıcı değil. CeHaPe içerde, CİA/NATO/ güneydeki komşumuz da dışarda bu emaneti kendilerinin avantajına kullanageldiler, onyıllarca… İbret almadıkça tarihin aleyhimize olan olayları tekerrür eder durur. Tedbirin en iyi şekillerden biri milletin gönlünü ve çoğunluğunu almaktan geçer. Bunun da en iyi şekli anketler ve şeffaf yönetim (doğruluktan ayrılmadan)…

    Ha şimdi, İngilizce bilen meraklılar aşağıdaki bağlantılarda son zamanlarda çıkan yazıları okusunlar. Epey aydınlanmış olacaklarını sanıyorum.

    Crypto AG:
    https://www.timesofisrael.com/us-german-spies-plundered-global-secrets-via-swiss-encryption-firm-report/
    https://www.washingtonpost.com/graphics/2020/world/national-security/cia-crypto-encryption-machines-espionage/?utm_source=pocket-newtab
    https://wikispooks.com/wiki/Crypto_AG
    https://published-prd.lanyonevents.com/published/rsaus19/sessionsFiles/13794/BAC-T08-Mechanical-Backdoors-in-Cold-War-Encryption-Machines-FINAL.pdf

    (Okuduktan sonra Abdülhamid devrinde kalmış, “dışgüçler arasında durumu idare etme veya öne çıkma taktikleri”nin bu devirde ne kadar işe yarayıp yaramayacağını düşünsünler-takkelerini önlerine alarak tabii)

    Siyasilerin beceriksizliği genel durumumuza hakimken, Türkiye’nin kararlılığa ulaşıp ciddi anlamda ilerleyebilmesi için TSK nın darbe işlerine abone olmaktan ziyade ülkede gönüllü bir üretim mekanizmasının motoru olmanın yollarına kafa yorması lazım. Hem üretim ve hem de gerektiğinde savaşa hazır bir dinamizm hali olması lazım (daha önce bir vesile ile değindiğim Osmanlı dönemindeki kapıkulu askerlerinin niteliklerine benzer bir formatla bu olabilir). Daha önce bu konulara epey girdim. Bu konudaki potansiyel gönüllüler bizzat TSK içersinden çıkması lazım (sivillerin veya siyasilerin buyurganlığı şeklinde olacak olursa veya olay bu şekilde algılanırsa aşılamamış bir takım komplekslerden ötürü bu iş zor, hatta geri teper).

    Bu arada, uğraşa uğraşa M.K. Atatürk Paşa’mızı 1-2 hafta önce rüyamda gördüm!! Yani bu konuda haber var denebilir… “hayrolsun, anlat bakalım” denirse bir gün anlatabilirim…

      • “Hayrolsun, anlat bakalım” bildiğim bir kalıp olduğu için kullandım. İlaveten bir de “Gündüz niyetine” olunca ne demek oluyor? (ilk defa rastladım, ondan soruyorum). Tahminen “niyetim temiz, kandırmaca yok! hayra yorulacak bir şeyler duymak istiyorum” şeklinde bir anlamı var denebilir mi?…

        Sn F.K.T. & Sn mim, siz de “Hayrolsun, anlat bakalım” diyebiliyor musunuz? Didem hanım bir gül. Bir gülle bahar olmaz, var mı arttıran?

    • Yukarda değindiğim hem asker hem üretici vasıflarına sahip Osmanlı birimi olarak “kapıkulu askerleri” ifadesini kullanmışım. İsim yanlışlığı yapmış olabilirim. Burada özellikle tımarlı askerler bölümünü kastetmiştim. Bunun da sebebi hem asker koruyucu ve hem de üretim işlerinde sorumluluk almış olmaları. Osmanlı döneminde ilk kanal projesine başlandığında yörükler-yeniçeriler ve tımarlı süvariler birlikte ekip olarak çalışmışlar. Ne güzel!
      http://u0i.626.myftpupload.com/idlibten-kacan-kacana-abd-ile-arayi-actik-simdi-de-rusya-bize-yan-bakiyor-ne-oluyor-sorusuna-cevap-ariyorum/ H.K. 23 Aralık 2019 at 11:49
      Bugün için de olması gereken o. Dünyanın en kalabalık ordularından birine sahibiz (ihtiyaçlarımız büyük). Ancak, üretken niteliği yok. Vatan hizmeti denince akla askerlikle birlikte ülke yararlı üretim işlerine katılım da gelmeli. Kendimden örnek vereyim. Askerlik dönemim “talim” (bir çeşit özel beden eğitimi) dışında (çalışmayı bir şeyler üretmeyi seven biri olarak) boş geçmiştir (monoton durağanlık epey sıkıcıydı). Ülke çapında düşünülürse bu bir çeşit yerli ve milli kayıptır. Askerlik sistemi kendi içersinde birimler oluşturarak ulusal (milli) üretime katkıda bulunacak şekilde tekrar düzenlenmelidir. Bunun için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Vatan hizmeti için askerlik ocağına gelen gençlerimiz üretime motive olmuş şekilde terhis edilmeli, askerliği bu nosyonla bitirmeli. Tarım-ziraat-toprağın verimlendirilmesi-güneş enerjisi-su kaynakları-ağaçlandırma-bilgisayar programcılığı, vs vs.. Bir çok konuda o kadar eksiğimiz var ki ne yapılabilse o kadar kardır, zarar değil!

  3. Hamza bey!Ayni idia demeyim gerçekleri yaziyoruz, yalnız birimiz Istanbuldan Ankaraya oto yoldan giderken diğerimiz tali yoldan gidiyoruz.
    Z Õz, E Dumanlı, A Õksuz’ün nerde olduklarını bilse bilse Erdoğan bilir.
    Erdoğan belediye başkani olur olmaz! Hemen! Şeytan! harekete geçiti ve
    adına cemaat’mı yoksa tarikat’mi demek gerek yoksa şeytanın Hırsızlar ordusumu? İstanbulda anınden mantar gibi A Kalkancala M Gündüzler, Fadime Şahinler Türedi.
    İşte Erdoğan bunların sırtından mağdurları oynayarak yükseldi.
    bunların modasi geçincede 17/25 Aralik ve 15 Temmuz mağduriyetini oynuyor.

    Onu bunu bilmem Bu gövdeye ancak bunlar gibi baş yakışır.
    Adamlar Türkiyeyi bitirmiş burdaki yorumcular kalkmiş birbirlerine sen ocusun sen bucusun diye saldıriyorlar.
    Ben onu bunu bilmem kim bu ülkeyi yõnetmeye talip oldi ve seçim kazandi ise bütün bunları sorumlusuda odur. Devletin malını iç etmek için Kır kılığa gir. Õnce! Sırf oy için Cemaat ve tarikat cambazlarını baş taci et ve ilerde kendisine yatırım yapmak için onlari kullanarak devletin malıni mülkünü onlara ver arkasından ortaklarını şeytanlaştırarak onlara peşkeş çektiğin devletin malını kendi sülalen ve biyatciların, devret.

    Benim rehberim Kura’ni Kerim.
    Kurani Kerimde Dinlerini param parça edenler hakkında ayet var iken gidipde bilmem Yol şeyhi Topluluk hocası bunlara şimdiye kadar ne kendim aklımı kıraya verdim nede çocuklarımı onlara amenet ettim.
    Tekrar sõylüyorum Devlet devlet olsun vatandaşlarını korusun. Birak korumayi Diyanet İşlerini bile kendine benzetmiş. Sinan Eskici oğlu bugün ku yazısında bunu açikliyor.

    Şu an Elleri ile büyütûğü Süriye bataklığınide gene rant olarak kullanmaya devam ediyor.
    Sanki Süriyeyi Erdoğan değilde Gülen başımıza bela etti…. Burdaki yorumcular! Siz Güleni Birakinda. devletin anahtarını teslim ettiğiniz Erdoğanın ABD ye yaptiğı yatırımlari ile birlikte Türkiyedeki mantar gibi tõremiş din cambazlarına hiba ettiği devletin sermayesinin hesa bını sorun.

  4. Alper Bey, yorumunuz üzerine uzunca yazdım. H. Gayret Bey geçti yine mitralyözün başına, saydırdıkça saydırıyor ardı ardına. Arada gözden kaçmasın 🙂

  5. Cumhuriyet tarihinde ilk defa TSK’dan çok büyük çaplı tasfiyeler yapıldı. Geriye kalanlar da zaten 15 Temmuz gecesi Erdoğan’ı memurları yapıp Cumhur İttifakı’nı kurdular. Şimdi Ordu kime karşı ve hangi gerekçeyle darbe yapacak? Bence bu şartlarda eski darbe denklemi çok değişti. Daha öncekilere benzer bir darbe olmaz, geleneksel veya muhtıra veya post-modern. Bu sefer darbe olmayacak fakat darbe etkisinde bir şeyler olacak sanıyorum. Belki de derinlerin de derini vardır, göreceğiz.

  6. sn.koru siz öngörülü bir yazarsınız.bu darbe dedikoduları ve yazıları iktidardan başka kime yarar sağlar ki.

    • Kime yarar sağladığı bir yana kimseye zararı olmaz bu konunun konuşulmasının. Kime yarar sağlarsa sağlasın bize ne efendim.

      Gazeteci haber verir. Verdiği haberin kime yarar sağladığını düşünmez. Düşünürse de kamu yararını düşünür herhalde.

  7. Darbenin hertürlü ayağını bulan AKP siyasi ayağı neden bulamıyor?
    Çünkü siyasi ayak kendisi.
    Bir adam kendi kendini ihbar edecek değil ya!
    Reis siyasi ayak Kılıçdaroğlu demiş bugün.
    Öyleyse niye kulağından tutup içeri atmiyor?
    Elini tutan, tutabilecek olan mı var?

  8. Ben biraz geriden geliyorum: “geç olsun da güç olmasın” babından.
    – Önce şu suriye meselesi konusuna değineceğim.
    – Türkiyenin operasyonu öncesi de bu konuda yazmıştım. bu operasyon türkiyenin yararına değil.
    – Suriye operasyonu, amerika, rusya, iran, suriye ve hatta o dönem operasyona karşı açıklama yapmış olan arap ülkelerinin bile işine gelir fakat türkiyenin işine gelmez diye yazmıştım.
    – Türkiyenin operasyonunun amerikanın işine gelmesi muhtemelen anlaşılmıştır ama rusya, iran ve diğer arap ülkelerinin işine neden geldiği pek anlaşılmamıştır ve yanlış değerlendirme olarak düşünülmüştür.
    – Bugün yaşananların tam resmini görebilmek için o dönem yaptığım bu değerlendirmeye geri dönmek istiyorum:
    – Türkiyenin güvenli bölge oluşturma çabaları ve operasyonu, türkiye hariç herkesin yararına idi. çünkü türkiyenin operasyonu ile, öncelikle kürtler suriye yönetiminin egemenliğini kabule zorlanacaktı. Yani esadın elini güçlendirecekti. diğer taraftan da, radikal islamcı örgütlerin kontrol sorumluluğu türkiyeye verilerek, (türkiyenin bunlarla ilişkisini sağır sultan hariç herkes biliyor) radikal islamcı örgütlerin suriye yönetimine bela olmasının önüne de geçilecekti. Bu durum da yine esat, rusya, iran ve radikal islamcı hareketlerden rahatsız olan birçok arap ülkesinin işine geliyordu.
    – Tabii amerikanın da. (fakat amerikayı ayrı değerlendirmek gerekiyor çünkü amerika, türkiyenin bölgede güçlü konumda olmasını bugün de, suriye, iran ve esat yönetimine karşı ister. çünkü o bölgeyi türkiye aracılığıyla kontrol etmeye çalışacaktır. )
    – Bu işe gelme meselesinin sonsuza kadar sürmeyeceği, suriye yönetiminin yaralarını tamir edip, artık ülke kontrolünü sağlayacak güce ulaşana kadar olacağı da aşikardı.
    – Rusya, türkiyeye güvenli bölge konusunda yardımcı olurken, türkiyenin radikal islamcı gurupları kontrol etmeyeceğini ya da edemeyeceğini zaten biliyordu. Tabi iran ve esat yönetimi de bunu biliyordu. Ancak radikal islamcı terör örgütlerinin tehdit ve saldırıları azalacaktı. bu suriye yönetimi için, rusya için, iran için ve radikal islamcı terör örgütlerinden rahatsız olan, mısır gibi bazı arap ülkeleri açısından da önemliydi.
    – Diğer taraftan da, hem rusya, hem esat ve hem de iran, bu radikal islamcı terör örgütlerinin devam eden saldırılarının, kendileri için ileride yeni bir fırsat yaratacağını da biliyorlardı.
    – Yani, bu ülkeler, hem radikal islamcı terör örgütlerinin saldırılarının azalacağını, bunun yanında da bu saldırılar azalarak da olsa süreceğini bildikleri için, ilerde bu saldırılar nedeniyle türkiyeye karşı yeni bir arayışın gerekçesi olacağını da hesap etmişlerdi.
    – Tabii ki dünyanın en büyük satranç ustalarından 2 tanesi de rus. bizimkiler ise, bu kadar ileriyi düşünecek kadar satranç bilmedikleri gibi, tavlayı bile zar tutmadan oynayamayacak kadar yeteneksizlerden oluşuyor.
    – – Yani, suriyedeki durumun buraya geleceğini, daha suriyede türkiyenin önünü açmadan önce, rusya ve tabii rusya ile birlikte iran ve esat yönetimi zaten biliyorlardı. Bilmeyenler sadece bizim tavlayı bile zar tutmadan oynayamayan sağır sultanlarımızdı.
    – Şimdi de, kürtler esat yönetimini kabul edip, esat kendi yaralarını da sardıktan sonra, sıra geldi, esatın suriyenin bütününe hakim olmasına. ve tabii türkiyenin suriye toprağından çıkmasına…
    – Rusya, yukarda saydığım hamleleri hesap ederken, bizim tavlayı bile zar tutmadan oynayamayan “derin stratejistlerimiz”, radikal islamcı terör örgütlerinin saldırılarını durdurmak ve rusya ve esat yönetimine türkiyenin suriyede kontrol altında tuttuğu bölgelerini tartışma konusu yapmamaları için uğraşmak yerine, güya suriye yönetimini sıkıştırma hesapları yapıp, terör örgütlerinin saldırılarına izin verdiler.
    – ve suriyede geldik yeni bir aşamaya.
    – Bizim, zar tutmadan tavla bile oynamayı beceremeyen derin stratejistlerimiz hala zar atmaya uğraşıyorlar.
    – Oysa, köşeye sıkıştık, kendi hareketlerimiz ile kendi matımızı hazırladık.
    – Gerçi, işin en başından suriyeye girmek başlı başına bir hataydı da, böyle bir satranç maçına çıkıp da, çoban matı olmak! satrancı bu kadar bilirsen itibarı da ancak altın kaplamalı saray mobilyalarında ararsın.
    – Oysa olay gayet açık:
    – Ahmete anlatır gibi anlatıyorum:
    -1- Ya Suriyenin toprak bütünlüğünü kabul edersin, ki bu durumda zaten suriye toprağından çıkman lazım.
    -2- Suriyenin toprak bütünlüğünü kabul etmezsin. “Hayır orası benim toprağım. ben buraları işgal ediyorum” dersin.
    – “Suriyenin toprak bütünlüğünü kabul etmiyorum. buraları işgal ediyorum” dediğinde amerika, venezuella, hariç, muhtemelen katar bile senin yanında yer almaz (ki, akdenizdeki petrol arama ittifaklarında yunanistan ile anlaşma yaptığı bildiğim kadarıyla). Yani sana, hiç kimse, “buyur hayrını gör. güle güle ye! Afiyet olsun” demez.
    – Ha, gene de, “kimse ‘afiyet olsun!’ demesin, ben yiyeceğim suriye toprağına bakarım” diye düşünüyorsan, yine zar tutarak tavla oynamaya çalışıyorsundur. çünkü “afiyet olsun!” demeyenler sana o yemeği zehir edecek olanlardır.
    – “Bize kimse birşey yapamaz. İstediğimizi yaparız” gibi bir hayal kuruyorsanız, koooooskoca amerikanın küçüüücük kübaya birşey yapamadığını, iştağının kursağında kaldığını hatırlatırım.
    – koooskocaman rusyanın, gürcistan, ukrayna gibi ülkeleri mideye indiremediğini hatırlatmak isterim. ufacık çeçenistan ile yıllardır uğraştığını, kırım ilhakının ceremesini de ödemeye devam ettiği gibi, gelecekte de ödemeye devam edeceğini söyleyebilirim. Afganistan bu duruma bir başka örnek.
    – Onun için de, yol yakınken, biran önce uykudan uyanın.
    – Öyle, ülkeyi savaşa sürerek iktidarınızı (ancak ufak çatışmalar olması durumunda belki bir ihtimal sürdürürsünüz ama iş büyüdüğünde bu mümkün değil) sürdüremezsiniz.
    – Hem bu ülkeye, hem suriyeye, hem türklere, hem araplara yazık etmeyin.
    —-
    Tabii yukardakileri söylüyorum da, türkiyenin elinde islamcı terör örgütleri var. Bunlar türkiye için ciddi sıkıntı.
    – bu adamlar adam öldürmeye, yağmaya, talana alışmışlar. bunlar böyle yaşıyorlar.
    – bunlar gelip de burda inşaat işinde çalışmazlar. fabrikada, ötelyede gece vardiyasına razı olmazlar. tamirci çırağı olmazlar. Türkiye, bunları düzenli asker de yapamaz. bunlar düzenli askerlik de yapmazlar.
    – Yani bunlar ciddi bir sıkıntı. türkiyenin başına şimdi de, başka bir şekilde bela olacaklar.

  9. Türkiye’deki gerçek iki darbe 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 darbeleridir. 12 Mart 1971 ve daha sonrakiler muhtıra ve post-modern darbe niteliğindedir. 15 Temmuz ise darbe girişimi görünümlü bir operasyondur.

    Netice olarak 1950’den sonra ordunun siyasete birçok kez müdahil olduğu açıktır. Acaba sivil siyasete bu müdahaleler olmasaydı Türkiye bugün ne konumda olurdu? Bu soru şöyle açıklanabilir; halamın şeyleri olsaydı amcam olurdu, ama olmamış halam olmuş. Sosyal deneyler aynı şartlarda tekrar yapılamaz ve bu soruya tam bir cevap verilemez. Benim kanaatim hiçbir askeri müdahale olmasaydı Türkiye’nin bugünkü durumunda ‘çok önemli’ bir değişiklik olmayacağıdır. Zira ilerleme, fiziki kaynaklarımız ve mental kapasitemiz kadar olabilir.

    Ordunun müdahaleleri paşaların can sıkıntısı ile açıklanamaz. Mutlaka hayati bir sorun görmüşler ki bir şekilde müdahale etmişlerdir. Müdahale mantığı şudur: “Siviller idareyi beceremiyor askerler de müdahale ediyor”. Dikkat edilirse bu müdahale mantığında sivillerin beceriksiz/ahlaksız, askerlerin becerikli/ahlaklı olduğu varsayımı var. Bu varsayımın genel olarak doğru olamayacağı açıktır, tartışmaya değmez.

    Vesayetçiler Orduya güvenerek derin siyaset yapıyor. Muhafazakar siyasetçiler ise ‘geleneksel din’ in esir aldığı cahil halk yığınlarına güvenerek siyaset yapıyor. Şimdi bu manzarada akılcılık nerede, ahlak nerede?

    Bir toplumun sivili de askeri de ‘ortalama olarak’ aynı kapasite/beceri düzeyindedir. Akla ve bilgiye dayalı işlerde seçilmiş/seçilmemiş ayrımına odaklanmak faydalı bir sonuç doğurmaz. Gerek siyasetin adeta düşman kamplara ayrılarak yapılması gerekse askerlerin siyasete müdahalesi aslında aynı temel sorundan kaynaklanıyor. O da şudur:

    Türkiye’nin bir master planı yok!

    • “Benim kanaatim hiçbir askeri müdahale olmasaydı Türkiye’nin bugünkü durumunda ‘çok önemli’ bir değişiklik olmayacağıdır. Zira ilerleme, fiziki kaynaklarımız ve mental kapasitemiz kadar olabilir.”

      son cümle deki ‘kaynaklar’ ve ‘mental kapasite’ geliştirilmesi ya da engellenmesi herhangi bir müdahale ile mümkün değil mi?

      “Türkiye’nin bir master planı yok!”

      Belki de türkiyenin ihtiyacı olan ‘plan’ vardır da herkesin benimseyip kabullenmesi engelleniyordur, olamaz mı?

  10. Geçenlerde mhp fetö nün siyasi ayağını açıkladı, siyasi ayak chp imiş dün de chp açıkladı, siyasi ayak rte imiş. Bu çok zeki adamları da çok zeki bizler seçiyoruz bu zekadan da bu çıkıyor işte.
    Bu zekaya sahip ülkelerde ardı arkası gelmez darbe_ler olması şaşılacak bir şey degil. Artı değer, teknoloji, gelişmiş silah üretememeyi bir kenara bırak, verimli topraklarda tarım ve hayvancılık bile yapamıyor olmamızda kaderin bir cilvesi olmasa gerek.
    Rtl rahmetli erbakanın talebesiydi, o ise en baştan beri fetullah gülen ve avanesinin ne olduğunu kimlerden olduğunu biliyordu, söylüyordu öyleyse beraber yürüdük biz bu yollarda diyenler gizli bir gücün yanında yürüdüğünü biliyordu, ondan fayda görüyor ve ona fayda sunuyordu, tıpkı daha önce pek çoğunun yaptığı gibi. Tıpkı chp bu gücün gazetelerinin önünde kapatılmasın diye güya demokrasi aşkı uğruna yatarken, açıktan gizliden görüşürken, fayda gördüğü ve fayda sunduğu gibi.
    Güç çok alır az verir ve çoğu zeki insanlar buna razı olurlar. Geçmişte de böyleydi bugün de böyledir, kısa sürecek bir makam sevdasına büyük idealler hep satılmıştır ve satılmaya devam edilecektir. Siyasi ayağı siyasetin ihtirasında aramak lazım, kişilerle uğraşmak zaman kaybı.
    Bu ülkede pek çokları akıllarını ihtiraslarının emrine vermiş o nedenle siyasette, basında, yargıda, ilimde, bilimde, eğitimde, sağlıkta, ekonomide hep geri sayıyoruz hiç ilerleme kaydedemiyoruz.
    Genel zihniyet toplumuma nasıl yarar sağlarım değil nasıl kendime fayda sağlarım olunca bugün önümüzdeki manzara şaşılacak bir şey degil, hiç değil.
    Öyleyse darbeler hala olabilir mi diye soruluyorsa ben,
    Olursa şaşırmayın derim.

    • Didem hanım, darbe heveslisi kimi erbaş ve eratın tarım ve hayvancılık sektöründe ne şekilde değerlendirilebileceğini de keşke açsaydınız biraz? Yani barış zamanlarında mevsimlik tarım işçisi veya sığır çobanı olarak mı istihdam edilmeliler?

      • Darbe işleri zaten erbaş ve erata kaldı, malum kalanlar sudan çıkmış akkaşık olduklarından birbirini suçlamakla meşgul, bu durumda istihdam işlerini tartışmak ta bize kaldı tabii, bu önemli konuya
        bir geniş vakitte kafa yormak lazım.

    • “Rtl rahmetli erbakanın talebesiydi, o ise en baştan beri fetullah gülen ve avanesinin ne olduğunu kimlerden olduğunu biliyordu, söylüyordu”

      Rahmetli Erbana bu bilgiyi kim vermişti acaba? Rahmetli bu sır bilgileri nereden almıştı?

  11. 15 Temmuzun 2-3 yıl öncesinden itibaren karşılaştığım özellikle üst rütbeli subaya şunu ısrar ile uyarıyordum:
    “Türkiye’de ordu içinde mutlaka bir hareket yaşanır.Kimden gelirse gelsin, isterse emir komuta zincirinde olsun kesinlikle içinde yer alma.İçinde yer alan çok büyük bedel öder”
    demiştim.Aynen oldu mu?
    İhtiyaçlarını anormal yollarla karşılamaya başlayanları normal yollar tatmin etmez.
    Kan ile beslenmeye alışanları, sadece kendi kanı tatmin eder.

  12. Etimesgut ve mamakta tank kaldıysa onları da suriye taraflarına falan yollarsak bu darbe muappeti herhalde biter! Bir de savaşa hazır durumda tutulan f16larımız diyarbakırdan ankara ve istanbul semalarına erişemeden daha konya hava sahasında indirilse iyi olur; cam çerçeve değiştirmekten gına geldi artık… haa, bir de şu incirlik üssündeki havada yakıt ikmali yapan uçaklar vardı; onları boş zamanlarında yangın söndürme işine filan verseler ne iyi olurdu:)))

  13. 15 Temmuzun sirri 17/25 Aralikta sakli, 17/25 Aralik sonrasinda Sn Koru arabulucu idi. Bu yaziyi bu gerceklerin suzgecinden gecirerek okudum. Sonuc: Bu yazidan birsey anlamadım, yazmak için yazilmis gibi geldi bana.

    • Mehmet bey! sizce Fehmi Koru gibi bir yazı ustası konu mu bulamıyor da öylesine yazı yazsın

      http://u0i.626.myftpupload.com/kudus-mitingine-yansiyan-yeni-turkiye-manzarasi-onumuzdeki-donemle-ilgili-ipuclari-verdi/

      Son kısımdaki cümleyi dikkatli okuyun lütfen;

      ” Tabloya bir kez daha yakından baktığımda, tarihi ister 2023 olsun veya daha erkene alınsın, bir sonraki seçimde sandık başına gideceklere daha önce görülmemiş çeşitlilikte seçenekler sunulduğunu görebileceğimizi düşünmeden edemiyorum.”

      Nasıl?

       Şiir’in düz yazıya dönüşmüş hali değil mi?

      Bir kez daha dikkat buyurunuz  “……daha önce görülmemiş çeşitlilikte seçenekler sunulduğunu görebileceğimizi…

      Fehmi Koru yazıları gerçekten de her cümlesi üzerinde düşünerek okunmayı hak ediyor.

      Hadi bir link daha vereyim de mısra’ın anlamı daha iyi anlaşılsın.

       https://www.tr724.com/turkler-hala-millet-mi/

  14. Sn Koru sinir uçlarına dokunarak işlediği konuları adresine teslim ediyor, -onun buna ihtiyacı yok belki- tafsilatını da onlardan bekliyor. Sitesine yorum yapanlar da tafsilat beklediklerine dahil.

    Ama onların içinde Koru gibi ketum davrananlar da az değil. On binleri aşan okurlarından bu sayfaya yorum yazan 40-50 kişinin -ki, çoğunlukla ben de dahil aynı kişiler- haricinde olanlar ve Koru’yu buradan okuduklarına inandığım -gazeteci-yazarlar, siyasiler, akademisyenler- malesef müstear isimleriyle de olsa ya da rumuz kullanarak da olsa fikirlerini paylaşmıyor, ketum davranıyorlar. Oysa ki, bu platformun henüz bir örneği yok. Katkı sunulmasını beklerdim.

    Ketum davranılan konuların başında ülkemizde yaşanan darbeler ve 15 Temmuz hain darbesi de geliyor.

    Dün grup toplantısında Kılıçtaroğlu verdi veriştirdi; diğer yanda Akşener, Bahçeli ve daha nice siyasiler de ısrarla darbenin siyasi ayağının ortaya çıkarılmasını istiyorlar. Ne hikmetse bütün ayakları ortaya çıkarılan(!) hain darbenin “siyasi ayağı” bir türlü ortaya çıkmıyor/çıkarıl(a)mıyor.

    Darbelerin medyadan olsun, iş dünyasından olsun, siyasetten olsun her zaman bir “sivil ayağı” olagelmiştir. Ama darbeyi yapan hep silahlı güçler/asker olmuştur. 15 Temmuz hain darbesi için de aynı şeyi söylememiz gerekiyor. Peki bu darbenin siyasi ayağı neden ortaya çıkarılmıyor.

    Denilecek ki; Bir grup asker ile cemaat, diğer grup ise yine bir grup asker ile siyasetin iktidar kesimi arasında geçen darbe düellosu yaşandı; galip gelen iktidar cenahı oldu. (Muhalefette bunu kıskanıyor).

    Demek eskiden olduğu kadar asker, tek başına darbe yapamıyor kolektif iştirake ihtiyaç hasıl oldu.

    Ben de 2003’den sonra ve ilerleyen dönemlerde artık ülkemizde darbeler olmaza inananlardandım. Malesef darbeler de mutasyona uğradı ve daha belirgin bir vaziyette “sivil-siyasi/asker” dayanışması çeşidi olan yeni darbeler ile tanışmış olduk. Askeri darbe, post modern darbe ve sonra”askeri/sivil darbe” dönemine adım atmış olduk 15 Temmuz hain darbesiyle…Bir süre de bu darbe çeşidiyle devam edilir!

    15 Temmuzun başarısız (TSK’yı yönetemeyen) Genelkurmay Başkanı siyasete Milli Savunma Bakanı olarak girdiğine göre, dönemim kuvvet/ordu komutanları da Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları olarak devam ettiğine ve dönemin siyasi iktidarı da iş başında olduğuna göre bu, 15 Temmuzu, “askeri/siyasi” bir darbenin bir örneği olarak karşımıza koyuyor.

    Hem mevcut asker-sivil karışımı iktidarın devam etmesi hem de bunu kabul etmeyen asker-sivil organizelerin yeni “askeri/siyasi-sivil” darbe teşebbüslerine gebe ülkemiz…

    Ve ben “artık ülkemizde darbe olmaz” diyenlerden değilim.

    15 Temmuz bir ilk olma niteliğiyle -emir komuta zinciri dışında yapılan- bir darbe çeşidi olarak, askerin -TSK’nin- parçalı bir yapıya sahip olduğunu hala da gösteriyor. Bu çok tehlikeli ve sonuçlarını da dış politika da olumsuz olarak yaşamaktayız.

    TSK’yı, dış odakların/yapılanmaların da etkisinden arındırarak tam bağımsız, “milli iradenin” emrine amade, demokratik sistemin güvencesi kılmanın zamanı geçiyor.

    TSK darbelere alet olmaktan kendini kurtarmalı ve ona göre yapılanmalıdır.

    TSK göz bebeğimizdir.

    TSK, seni seviyor sana inanıyoruz. Analar kuzularını, canıyla, başıyla beraber senin emrine veriyor.

    Hadi gözümüzün bebeği. Kimselerin seni, ulvi gayen ve amacın dışında kullanmalarına artık izin verme.

    Artık ülkemizde darbelerin hiç bir çeşidini görmek istemiyoruz.

    • Sayın Günay, 1960 darbesi de emir komuta zinciri dışında yapılmış bir darbedir. Bu konudaki bilginiz doğru olmadığına göre yazınızda dile getirdiğiniz diğer konulardaki bilgi ve fikirlerinize ne ölçüde itibar etmemiz gerekiyor.

      • Haklısınız Ercan bey…
        Konuyla ilgili bilgi eksikliğimi ikmale vesile olduğunuz için de teşekkür ederim.

        itibar meselesi de takdiriniz efendim..bir iddia içerisinde değilim, yazar değilim, akademik bir kariyerim de yok; sade bir vatandaş olarak FK’ da haddim olmayarak karalıyorum.

        Bu platformun hakkını verecek değerli yorumcular çıktıkça istifademiz daha da artar ve biz de kenardan okumaya devam ederiz.

        Yorum yapan arkadaşlardan da istifade ettiğimi söyleye bilirim.

        Kalın sağlıcakla.

        • Hasan bey, iyi de bu sistemli dezenformasyon çabanızı ne yapsak bir de onu söyleseydiniz ya? Sobelendim, geç öbür denemeye diye bişey yok yani…

    • Komşudur, göz hakkı diye bişey vardır, sen de hatayda bi künefe yesen dünya biyana hatay biyana diye savaş çıkarırsın araf arkadaş!

  15. AKP ihtidari 3 darbe yaşadı! 27 Nisa 2007/
    17/25 Aralik 2013/ 15 Temmuz 2016!

    2007! E- muhtura darbesi
    1-Büyükanıt, 2007’deki “27 Nisan e-muhtırası” verip arkasından zamanın başbakani ile Dolmabahçe sarayında yaptığı ve hala “sır” olarak saklanan o görüşmeyi neden yapmış olabilir? Bugün geriye dõnüp baktığımızda sanki o darbe õzel olarK bugünler için tmyapılmış.

    17/25 Aralık Rıza Darbesi!

    2013 Mart veya Nisan ayında MİT tarafında 17/25 Aralık yolsuzluk dosyasını õnce Başbakana veriyorliyor, daha sonrada Emniyetede araştırması için veriyor.

    Başbakan! Dosyayi alır almaz!Anında dershanelerın kapatılacağını açıkliyor.
    Ayni yılın Mayıs ayında Obamanın davetlisi olarak Beyaz Sarayda ağırlaniyor.
    Bu arada Arınçıde Gülenuni ziyaret etmesi için gönderiyor ve Obamaya Gülenin okullarını kapattırıp kendisinide ABD den çıkarmasını istiyor. Bu aradada yanından hiç ayırmadığı Hakan Fidan ile birlikte Gülen cemaatini kötüliyorlar! Obamadan red cevabi alınca çok kızmış olduğunu beraber basın toplantısı esnasında sanki tehdit eder gibi obamaya parmak sallayarak gösterdi. Daha sonrada dananı kuyruğ koptu.

    Erdoğan yolsuzluk dosyasi açıklayancaya kadar minaresine kılıfını hazırlayarak operesyon gününü beklemeye başladı. Baş bakan olduğu içn emniyet amirinden gelecek haberi beklerken polislerin operasyonu haberi ile uyanınca panikledi, çünkü operasyonu yürüten komser amirine haber vermemiş! Nedenide Emniyet amiri baş bakani bilgilendirmek zorunda olduğndan dolayı.
    Gel gelelim bu darbenin sırlarina! 9 Ekim 2013 Baba Kavakçı 25 yıl baş imam olarak çaliştığı Dallas Central Camisi ve derneklerine haber vermeden gizlice Türkiyeye dönüş yapiyor.
    Takı Taxes senetoru Twitter den Cami gõrevlilerine onun dõndüğunden neden haberdar olmadıklarını soruncaya kadar, onlardan her hangi bir açıklama gelmiyor, o twit den sonra pilansı dõnüş yaptığını yaziyorlar.

    Başbakan Minareye mükemmel bir kılıf hazırladığ için hemen kendisini toparliyor ve Fehmi Beyi Cumhur Başkani Gül tarafından
    Gülene gõnertiriyor.
    Hatta õzel uçakla gõndermek isteyince Fehmi bey kabul etmiyor ve gidiş dõnüş masrafaflarınide kendisi karşılıyor. Aklınca bir taşla iki değil bir kaç kuş birden vuracağını zannetmiş.
    Havuzda birisine “efendim Gülenden mektup aldınız’mi?” Diye soru sorduruyor.Tabii vevap hazır, “evet ıslak imzalı bir mektup aldım.” Diyerek aklınca Gül ve Koruyu tuzağa düşürecekti oda olmadı.

    15 Temmuz darbesi kim tarafından yapıldığınıde Kılıçtaroğlu anlatiyor eksikler olmasına rağmen genede hiç yoktan iyidir.

    2- Kacakçı sülalesine neden diplomat sifatı verdi.
    3- Hakan Fidan 2014 de mit de ayrilip ayrılıp millet Vekililiğine aday olmak isteyince Erdoğan gerei getirdi onun yanından ayrılmasından neden korkuyor?

    Geçenlerde ABD istıhbarati Türkiye ile bilgi paylaşmayi durdurdumasının sebebi paylaştıkları bilgilerı suçluların kendilerine vermek zorunda olmalarından dolayı olmasınmı?
    Dünya para birimi ABD doları bundan dolayı abdeliler dünyada ne kadar dolar olduğunuda iyi biliyorlar.

    C Başkani Gül bir ara galiba kulağından ameliyat olmuştu, o zaman ortalığa Gülün sağır olduğu çok hasta olduğ dedikudular servis edilmiştı! Demekki dürüst olmayanlar dürüstlerin varlıklarından çok korkuyorlar. Ne yaptılarsa geri tepti. Akılarınca 2013 de ortaya çıkan yolsuzluklarını ortaya çıkaran emniyet taşkilatına yaptiklarınin aynisini dürüst olan yol arkadaşlarınada yapacaktılar.
    Şu an ABD bankaları dolar tırafiğini istihbaratlarına vermiş olmalılarki! Türkiyenin gündemi savaşla meşgul edilerek yolsuzluklar gizlensin…
    17/25 Aralık nelere kadırsın. Türkiyeyi 25 sene dışariya: Şikayet edenler gelmiş başımıza tac olmuşlar.

  16. YAŞANANLAR MASAL MI?

    Tahmin ettiğim gibi dün bütün gün kamuoyunun kilitlendiği kılıçdaroğlu açıklaması hakkında yazmamış FK. (yazmayacağını tahmin etmiştim:) Halbuki ismi de geçti, bu önemli açıklamalar içinde. Grubunun büyük kısmını alkışlarla dinlediği açıklamalar bir kesimi memnun etmişe benziyor. Lakin bir fötö açıklamasından ziyade iktidara hatta doğrudan RTE ye ağır ve hakarete varan eleştirilerden oluşuyordu açıklaması. Olsun ne var muhalefetin görevi değil iktidarı eleştirmek diyebilirsiniz. Fakat kurduğu irtibat ve bir darbe ertesi darbecilerle geçmişte yaşanan ilişkiler üzerinden yürüttüğü suçlamalar Fötö eleştirisinden çok Fötö mücadelesini baltalamak ve bu örgütü kamufle eder mahiyette. Allahtan yaşananlar hepimizin gözleri önünde oldu ve neyi ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Aslında muhalefette çok iyi biliyor. Fakat sayın yazar üzerinden ve geçmişteki ilişkilerden RTE’a yöneltilen suçlamalar kolaylıkla Sayın Gül, babacan, davutoğlu ve sair politikacılara yönlendirilebileceği gibi malum örgütün gazetesinde on yıllar boyu iki yazı ile yer alan baş yazarda bu saçma suçlamalardan kurtulamaz. Bunu şunun için söylüyorum. RTE düşmanlığı ile çıkılan yolda kimlerle yola çıkıldığına dikkat edilsin.
    Gelelim darbe iddialarına,
    Aslında iki yıl önce fötöcülerle kemalistlerin iktidarı hedef almak için işbirliğine gireceklerin öngörmüştüm. Eski genel kurmay başkanının fötöcülerin siyasi ayağı diye meclisi işaret etmesi, kılıçdaroğlunun fötöcü diye RTE’ı işaret etmesi hatta son günlerde Suriyeden gelen şehit haberleri birbirinden bağımsız değil. Başarabilirler mi, belki ama bu sefer burada anmak istemediğim acı olaylar yaşanır. İnşaallah yeni kurulan partiler bunları görür de bir an önce neye alet olduklarını fark ederek milletin yanında yer alırlar.

    • “FETÖ” teriminin kendisi, 15 Temmuz hadisesinin kendisi gibi, geçmişte “gericiler”, “şeriatçılar” şeklinde karşımıza çıkan ve muhafazakarları sopayla yola getirmenin, onları siyasal, kültürel, ekonomik yaşamın dışında tutmanın bahanesi ve perdeleyicisi argümanların yeni versiyonudur. Muhafazakarlara, ve yanısıra demokratlara, sivil siyaset taraftarlarına yöneltilmiş namludur.

      Vesayetçilerin tornasından çıkmış, kusursuza yakın kurnazlıkta, kınından çıkmış keskin kılıç işlevselliğinde bir söylencedir. Patenti, herkesin hafızasında canlılığını koruduğunu ümit ettiğim “Yeşil sermaye” söylencesinin, laik gazeteci ve aydınların leblebi gibi ardı ardına öldürüldükleri suikastler zincirinin, Çorum ve Maraş tezgahlarının, Madımak Oteli gibi operasyonların tasarımcısı aktörlere aittir.

      Yani, “ETÖ öyle mi, alın o zaman size FETÖ!” hamlesinin tek bir sözcüğe indirgenmiş halidir.

      Muhafazakarlar arasında hala ellerine tutuşturulmuş bu silaha sarılıp tutkuyla oraya buraya ateş edip duran insanlara rast geldiğimde üzülüyorum. Onları bu üzücü duruma düşüren şey, kafalarının çalışmıyor olması değil. Yaşananlara sözcüğün gerçek anlamında BAKMAK yerine, yere göğe sığdıramadıkları o lider tutkusuyla körleşmiş oldukları için düştükleri bu acı durum.

      Öfkelerini dizginleyebildiklerinde Sayın Koru’ya sitemkar ifadelerle yükleniyor, bu beceriyi gösteremediklerinde, yazara “sen” diye hitap ederek öfke kusuyorlar: “Tamam, bizler gibi silahı eline alıp oraya buraya ateş etmeyin, ama en azından elde dedektör, hepimize işaret edilmiş noktalara gidin ve bizim bu evlere şenilk FETÖ keşif müsamerelerimize katkıda bulunun. Yoksa, milletin yanında yer almak istemiyor musunuz?”

      Söyledikleri mealen bu.

      Burada “millet”, elbette ki Erdoğan’ın kendisi.

      Elde dedektör FETÖ keşfine çıkıp, “Buldum! Aha da burada!”, “Hadi oradan! Ben senden önce buldum!”, “Ulen şaşkınlar, gelin bakalım buraya doğru, FETÖ orada değil, aha burada!” diyerek birden çok keşfedilmiş noktaya işaret edip duran müsamereciler kimler?

      Muhafazakarlar mı?

      Sorunun yanıtı açıkça ortada değil mi: İlker Başbuğ ve şimdi Hürriyet’teki köşeyle ödüllendirilmiş olan Nedim Şener. Bunlar, işlerine öyle geldiği için, bir bütün olarak AK Parti’yi işaret ediyorlar -ama en çok önemsedikleri yeni iki partinin kurucu kadroları.

      Aynı arazide yine elde dedektör etrafı arşınlayan CHP’lier de öyle.

      Perinçek’le birlikte Erdoğan’ı rehin almış olup iktidarı adeta hamuduyla yutan Devlet Bahçeli, “Boşversenize Allah aşkına. Aha burada FETÖ!” diyerek CHP’yi işaret ediyor.

      Bunlar mı muhafazakarlar?

      Siz, elinize tutuşturulmuş FETÖ silahı ile sağa sola (ama en çok da size işaret edilen evlere -hatta belki kendi evinize) ateşe devam edin.

      Erdoğan’ın neye alet olduğunu fark ederek milletin yanına geçiyor muhafazakarlar.

      Kendi alternatiflerini inşa ediyorlar.

      Ben de biricik sivil ve demokratik aktör olduklarını düşündüğüm bu insanlara katılıyor, ben de milletin yanında yer alıyorum.

      Bu kadar tiyatro yeter: Söz muhafazakarların ve gerçek demokratların!

      • Nerede millet? Bana da gösterin ben de katılayım millete. Nerede? Kudüs mitinginde mi?, cumhur ittifakında mı? Millet ittufakinda mı? gelecek partisinde..? Belki de yeni kurulacak partidedir!

      • Bernar bey, önceki yorumlarınızla çelişiyor gibi geldi bugünki yorumunuz, önceki günlerde keskin ve ince işçilikli cümlelerle eleştirdiğiniz kesimi bugün mağdur ilan etmişsiniz gibi, belki de ben yanlış anladım. İletişim önemli..

        • Şöyle söyliyeyim Alper Bey: Ama doğru, ama yanlış, ama Türkiye’nin siyasal meselelerini ve siyasal süreçlerini, gerçekten zihnimde hayli net olan bir çerçeve içinden bakarak takip ediyorum. Değerlendirmelerim, ve öngörülerimi biçimlendiren şey de o çerçeve. O çerçeve yanlış bulunabilir, değerlendirmelerim sorunlu bulunup bunlara itiraz edilebilir, öngörülerim yanlış çıkabilir. Yapmacık olmayan bir ilgiyle o itirazları, alternatif değerlendirmeleri izliyorum gerçekten -kalite ve tutarlılık aradığım ve ısrarcı olduğum önkoşullar. Ama, yorumlarım arasında çelişkiler olduğu gözlem ya da izlenimine güçlü bir biçimde itiraz ederim. Birinci durumda göstermek zorunda olduğum alçakgönüllülüğü (yani çerçevemin ve dolayısıyla değerlendirmelerimin yanlış olabileceğinin kabulü – toplumu anlamaya ve açıklamaya girişen herkes için bir zorunluluk bu tür bir alçakgönüllülük, çünkü toplumbilimde işler doğa bilimlerinde olduğundan hayli farklı) ikincisinde gösteremem. Güçlü iddiam, yorumlarım arasında çelişki ya da tutarsızlıklar olmadığı iddiası. Bakış açım ve değerlendirmelerim yanlış olabilir, ama içsel tutarlılığı olan bir yanlıştır o. Doğru iseler, yine içsel bir tutarlılığı ima eder bir doğruluktur.

          Benim çerçevem basit: Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana geçen bütün bir tarihe bakıldığında, seküler siyaset ve devlet pratiklerinden demokratik özgürlükler, sivil siyaset alanının genişlemesi, çoğulculuk, katılımcılık, siyasal geleneklerden ve toplumsal kesimlerinden görece bağımsız kurumlaşmış ve sağlıklı işleyen bir devlet çıkmaz, çıkamaz. Çünkü, daha kuruluş aşamasından itibaren, modernleşmeci seküler azınlığın diğer iki ana toplumsal gövde üzerindeki tahakkümü (muhafazakarlar ve Kürtler) ve askerin vesayeti üzerinde biçimlenmiş ve kemikleşmiş, varlığını ancak sivil alanın (özgürlüklerin ve farklı toplumsal taleplerin) daraltılması ile mümkün olan bir yapı bu. Dolayısıyla, bizde yanlış biçimde ‘sol’ sanılan şey, gerçekte buyurgan bir laikliğe yaslanan seküler otoriter modernleşmeci pratik, ve buna karşılık düşen bir ideoloji ve devlet aygıtı. Tam da böyle olduğu için, bizde ‘sağ’ denilen şey, esas olarak sivil alanı genişleten, demokratik ve özgürlükçü taleplerin taşıyıcılığını yapan toplumsal aktör: Yani muhafazakarlar. İster Özal dönemini, ister ilk 10 yıla yakın dönemdeki AK Parti deneyimini alın, hep aynı sonuca ulaşırsınız. Benim, son yıllarda tavan yapan seküler-muhafazakar yarılmasında hiç duraksamadan yanında yer aldığım aktörün muhafazakarlar olmasının nedeni de bu.

          Gülen Cemaati. . . Türkiye, bu olguyu tartışmadan, o tartışmayı bir nihayete erdirmeden, ve o tartışmanın nihai sonucu üzerinde geniş bir uzlaşmaya varmadan, bugünkü siyaset dili, topluma derinden nüfuz etmiş duygu ve ruh hali ile, bir yere varamaz.

          Gülen Cemaati’nin “taban” dediğimiz yüzbinleri bir şey, onun başındaki Gülen ve Büyük Abiler Kliği başka bir şey. Cemaat, tabanı itibarı ile, çok anlaşılır zaafları olsa da, sivil alanın bir parçası. O yüzbinlerce insanın ne darbeye destekle ilgisi olabilir, ne “ordu başta gelmek üzere devlet bürokrasisini yavaş yavaş ele geçirelim, günü geldiğinde ‘altın vuruş’la ülkenin idaresine biz gelelim!” diye bir projeye ikna edilebilir. Cemaat tabanının bu tür siyasallaşmış kurgulardan ne haberi var, ne bir şey. Ezici çoğunluğu iyi insanlar, sizin benim tanışımız, komşumuz. Evet, elbette ki her Cemaat’te pekala görüleceği gibi bir tür burnu büyüklük zaafı göstermiş olabilir tabandaki Cemaat katılımcıları. Ama, bu tür insani zaagflardan kim ari ki?

          Gülen Cemaati tabanı sivildir, bugün de meşrudur, dindarım ya da insanım diyen herkes bu insanlara yönelik zulme karşı çıkmalıdır.

          Peki bu resimde Gülen ve yönetici kliği nereye yerleştireceğiz? Basit ve net: Vesayetçi aktörleri nereye yerleştiriyorsak oraya yerleştireceğiz. Yani, tıpkı Perinçekçi Aydınlıkçılar gibi, siyasal arzuları, güç (iktidar) talebi olan, terörle ilgisi olmamakla birlikte devlet bürokrasisi ile ilişkilerinde ve iç örgütlenmesinde gayrı-meşru, bir liderlik kültüne basan, Türkiye toplumlarının ve insanlarının bütün hastalıklı yanlarını taşıyan, çoğu zaman pragrmatik, fazlasıyla faydacı ve kurnaz, çokça ahlaksız bir yönetici ve karar alıcılar güruhu. Ne Perinçekçilerden, parlamento dışı milliyetçi güç odaklarından, Leninist-Stalinist sosyalist gurupçuklardan daha az, ne de daha fazla. Nitekim, ister örgütlenme stratejilerine bakın, ister gizli dinleme, yargının manipülasyonu, yayıncılık ve medya eliyle operasyonel hamlelerle sivil siyaset alanına müdahale biçimlerine ve kullandıkları araçlara bakın, çok açık bir benzerlik görürsünüz.

          Mağdur edilen ne Gülen, ne yönetici-karar alıcı klik, ne milyon dolarların akışını ve paylaşımını kontrol eden kaymak tabaka. Bir kaç fireyle hepsi vesayetçi rakip aktörlerin hamlesinden çok önce Türkiye’yi terk ettiler.

          Burada Cemaat adına (bunu açıkça söylemeyen, öyle olduğu söylendiğinde hemen bunu reddeden) yorum yazanlar, Cemaat’in tabanını temsil etmiyorlar. Tabanın gelip burada gündelik yorum yazmaya ne mecali var, ne de bizim tartışıp durduğumuz konulara ayıracak zamanı ve zihinsel enerjisi var. Binbir türlü sorunlarla cebelleşiyorlar. Gülen sevgisi muhtemelen hala daha çok yüksek. Bu da şaşırtıcı değil. Kendilerinin iyi insanlar olduklarını düşünüyorlar (böyle düşünmekte de haklılar, çünkü iyi insanlar ezici çoğunluğu). Çok anlaşılır ve hatta kaçınılmaz bir biçimde şöyle düşünüp şu çıkarsamaya ulaşıyorlar: “Ben ve ailem iyi insanlardık. Zulmün benzersiz örneklerine muhattap kılındık. Bizlere terörist deniliyor, insanlar sırtlarını dönüyorlar kimseye bir zararımız olmadığı halde. İftiranın binbir çeşidini yaşıyoruz gündelik olarak. Aynı şeyler Hocaefendi’ye de yapılıp söyleniyor. Şu halde o da iyi ve güzel bir insan, ve her şey yalan dolan ve iftiradan ibaret.”

          Biraz sağduyusu ve vicdanı olan her insan, onlardaki bu kaçınılmaz akıl yürütme ve o akıl yürütmenin çıkarsaması nedeniyle bu insanları suçlayamayacağını bilir, anlar, bilip anlaması gerekir. Çünkü, ne devlet, ne Gülen ve Büyük Abiler Kliği, bu insanlara hakikati anlatmıyor.

          Yüzünüzü ekşiterek devlete dönüp “Hakikati söylemiyorsunuz. FETÖ silahıyla masum insanların yaşamlarını tarumar ediyor, eşzamanlı olarak da bütün bir muhafazakar camiayı siyaseten, ahlaken güçten düşürüyorsunuz” dediğinizde, sonra yüzünüzü Gülen ve Büyük Abiler Çetesi’ne dönüp, “Güç uğruna yediniz bitirdiniz partimizi, yaktınız yüzbinlerce insanı ateşe attınız dizginlenmemiş iktidar hırsı ve arzularınızla, iki elim yakanızda” dediğinizde, ne devlete yaranabilirsiniz, ne de Gülen ve kliğinin masumiyetini ilan edip duranlara.

          FETÖ, vesayet aktörlerinin karşı devriminin mottosu ve vurucu silahı, 15 Temmuz ise bunun gerçekten çok kurnazca kurgulanmış görkemli operasyonudur. Bu mottoyu diline dolayıp ortalıklarda gezen muhafazakarlar, hakikati bilmiyor, görmüyolrar. Çünkü, görmek istemiyorlar.

          Olabilecek en açık ifadelerle, benim çizmek istediğim çerçeve bu. Yanlış olabilir, ama çelişki ya da tutarsızlıklardan ari, buna eminim.

          • Bir tarafta Doğu Perinçeğin cezaevinden çıkarken yaptığı açıklamalar(kınından çıkmış kılıç gibiyiz, bütün cemaatlerin, tarikatların kökünü kazıyacağız..) bir tarafta KPSS sorularını çalıp bir kısım yandaşlarına veren cemaat ve hizmet şuuruna ermiş, o soruları ezberleyip vicdanının sesini kısmış cemaat erbabları, bir tarafta da samimiyetle Allah’ın yoluna hizmet ettiğini düşünen, nemalanmayan nemalanmayı düşünmeyen kesim. 3. grubun varlığı kılı kırk yarmayı gerektirirdi…

  17. Allah memleketimizi her türlü darbe zihniyetinden ve her türlüsünün kendi darbe kılıflarından ve niyetlerinden korusun,hepsine de akıl fikir versin.

    Bu konudan ayrı olarak,şahsıma yapılan sataşmalar münasebetiyle Fehmi beyin yazılarına yorum yazanların yazı konusuyla ilintili yorum yapmaları,konu ve olayları saptırmamaları,yazıları sulandırmamaları,iftira da atmamaları konusunda hassas olmaları gerektiği konusunda birkaç not düşmek ihtiyacı içindeyim.

    Maalesef Bernar isimli yorumcu son zamanlarda ismimi de ilintileyerek,hayal aleminde geliştirdiği senaryoları esas alarak,demagoji yöntemleriyle tuhaf yorumlara imza atmakta,beni iftiralarına cevap vermek zorunda bırakmaktadır.

    Geçen hafta salı günü yazdığım yazıyı okuyanlar anlamıştır ki ben kendisine Çiko,Cem Küçük vs gibi birşey demedim.Sadece yaptığı sataşmaların geçmişimdeki bir olayı çağrıştırdığını anlattım ki ,o yazıdan aklı eren her kişinin de anlayacağı budur.

    Yine ben kendisine hiçbir zaman “evine ateşler salınsın” veya bu manaya gelen herhangi bir söz de söylemedim.Benim yerimde Siyasiler olsaydı “bu sözü ispatla,ispatlamazsan namertsin!” de derlerdi.
    Ancak söylemediğim sözleri ısrarla “söyledin” diyerek bu konuyu işliyor.Hakaretleri sonrasında birkez “kendisinin demagog olup,laf döndürdüğünü,olmayan şeyleri varmış gibi işlediğini ” yazdım,editör de bu yazıyı uygun görmeyip yayınlamadı.Sanıyorum Fehmi Koru giriş sayfasında görünüp,
    yayınlanmayan bu yorumumu kendi hayal aleminde bu şekilde geliştirip,şimdi ısrarla bu konuyu işliyor.Yok böyle birşey ve böyle bir söz,editör te biliyor.

    Sonra bilgi sahibi olmadığım olaylar ve tanımadığım kişilere dair tuhaf atıflarla benden yorum bekliyor,kafasında bir kurgu kurmuş saygısız cümlelerle hayallerini ciddiye almamı,ısrarla beyanda bulunmam gerektiğini işliyor.Bunlar benim mantığımın almayacağı tuhaf şeyler.Ne demek ve ne yapmak istediğini gerçekten anlamıyorum, sözlerimde daha da ileri gitmek istemiyorum.
    .Zindaştiymiş,mindaştiymiş,Zekeriya Özmüş,Burhan Kuzuymuş…Bana ne ya bu kişilerden ve ne yaptıklarından…Allah Onları da,seni de ne biliyorsa ona göre değerlendirsin.İş saçmalık boyutlarına ulaştı gitti iyice.

    Son söz:Bernar Kutluğ!Bana bulaşmamanız,yorumları çarpıtmamanız ve saçmamalamanız konusunda son kez uyarıyorum.İyice bulaşık olup çıktınız…

    • Diyelim ki uyarınıza kulak asmadım. Ne yapacaksınız? “Son kez uyarıyorum”muş! Hadi ya!? Bu ucuz tehditlerle güldürmeyin beni.

      • Sn.bernar, benim yorumlarımın üzerinde istediğin gibi tepinebilirsin, kimini çarpıt, yetmezse saçmala, orana burana bulaştır, vallahi helal olsun! Aylardır buralarda bu marabalara ben demediğimi bırakmadım, yüzüme bile tükürmediler ama sen yarım ağız iki laf ettin efendilerine, zıvanadan çıkardın kopilleri haa… antipersonel mayını mısın mübarek, alayını dağıttın soytarıların..!

    • Uğur bey! Benim gibi sizde Okumayın, o zaman kendi çalar kendi oynar misali.
      Bu tip insanlar kavga edecek birilerini ariyorlar, muhatap olmayınız. Bir kerece Zekeriye Õzün hanımi cemaatın ismini yazmayayım çarşafli cemaaten ve kocası hiç bir cemaatı sevmiyormuş, hatta cemaatlere ve tarikatlara karşimiş. Onun hanımı benım gelinin annesi ile ayni cemaaten ve onlaride iyi taniyordu. O cemaat birkerce Koyu AKPli .
      Zekeriye Õzün kendiside
      Bulgar göçmeni.
      Bizde suçluyu değıl onu yakaliyanlari cezalandırirlar.

      Esenlikle kalin

      • Gördünüz mü Uğur Bey? Aha böyle düzgün bir Türkçe ile ve güvenilir bilgi kaynaklarına yaslanarak bir paragrafta bile aydınlatılabilyormuş Zekeriya Öz ile uyuşturucu baronu Zindaşti arasındaki ahbap çavuşluk durumları. Bundan sonra, haberi artık gelinlerin annelerinden, “muş” ile “mış”lardan, göçmenliğin Bular, Arnavut, Girit şeklindeki değişkenlerinden alıyor, bu şekilde hep birlikte aydınlanıyoruz.

        Demek ki isteyince pekala oluyormuş!

      • nurdan hanım merhaba!
        – sizin değerlendirmelerinize güvenirim. ancak çok fazla kişisel ilişkileriniz ile değerlendirdiğinizi düşünüyorum.
        – zekeriya öz akpli ise niye kaçtı?
        – üstelik de o mahkemelerde zekeriya özün savcı yardımcılığını da erdoğan yapıyordu. ya da erdoğan savcı iken, zekeriya öz onun yardımcısı idi mi demek daha doğru bilemiyorum.
        – Birebir konuştuğunuzda herkes iyidir.
        – insanların iyiliği ya da kötülüğünün ortaya çıktığı durumlar vardır. fetöcüler de o durumlarda hiç de testi geçemediler. tıpkı akpliler gibi. aslında geçmek de istemediler.
        – Ortada çalacak birşey yokken hiçkimse hırsız değildir. hırsız olup olmaması ortada para olduğunda belli olurya işte o şekilde.
        – daha geçen gün, zındaşti olayında zekeriya özün rüşvet aldığına ilişkin haber vardı. burhan kuzunun zindaşti olayı ile ilgili bir haberde geçiyordu.
        – yani haberin amacı fetöcülerin ne kadar kötü olduğunu anlatmak değildi.
        – ayrıca da, bu “namuslu” adamın tatil parasının ağaoğlu tarafından verildiği ortaya çıkmıştı.
        – ama zekeriya öz, ağaoğlundan rüşvet aldığı için kaçmadı tabii. fethullah gülen hareketi ile ilişkisi nedeniyle kaçtı.
        – Yani, nasrettin hoca fıkrasındaki gibi bir durum. şimdi ben eşeğe mi yoksa hocaya mı inanacağım. eşek kaçmış. hoca diyorki, bizim eşek aslında akpli.
        – Zekeriya öz, suç işledi ondan kaçtı diyemezsiniz çünkü akpli olup suç işleyenlerin altına mercedes çekiyorlar bu ülkede. ama muhalif ise, suç işlemese bile hapse atıyorlar.
        – ha belki gülencilerle parça başı çalışıyor olabilir onu bilemem.

        • Yani Hamza Bey, hani derler ya on parmağında on marifet, vallahi öyle görünüyorsunuz bana buralardan. Ben iki yılı aşkın süredir buralardayım, her seferinde, “Yahu bu esrarengiz ve de benzersiz dil ne dilidir? Yarı kaynatılmış maklubenin bir tür sos olarak kullanıldığı, içinde sümer ve akadcanın üç gün marine edildikten sonra hafif ateşte “muş” ve de “miş” özüyle pişirildiği bir dil midir? Nedir?” oluyorum. Siz ise, bu dilin menşeyini ayırt edebilmek şöyle dursun, yalayıp yutmuşsunuz bile. E vallahi bravo!

          Bilenin hali başka oluyor tabii -bilen, hem ‘değerlendirmeler’den (!) yararlanıyor, hem de değerlendirmelere güvenebiliyor. Bizde o bilgi beceri nerde be Üstad?

          Gelmiş buralarda boş boş konuşuyoruz -yalan mı? 🙂

          • Ee, mağrur olma bernar arkadaş, yazdıyın yoruma, kullandıyın dile özencen biraz; o da herkesin harcı değil…

        • “fethullah gülen hareketi ile ilişkisi nedeniyle kaçtı.”

          Hamza bey nereden biliyorsunuz somut deliliniz nedir? Bizi nasıl ikna edebilirsiniz böyle olduğuna.

          Zekeriya Öz Ergenekon davalarında Erdoğan’ın davanın savcılığından vazgeçip saf değiştirdiğini anlayınca kaçmış olmasın?

          • Gülen de zaten Cemaat üyesi değil. Hal bu iken Zekeriya Öz nasıl olsun ki? Kalıbımı basarım ki siz de değilsiniz. Cemaat de böyle bir şey zaten ve bu açıdan pek bir özgün: Var, ve ama yok. Beşi bir yerde gibi!

        • Hamza bey Merhaba! Zekariya Õz AKP li diye yazmadım, Eşinin cemaati AKPli diye yazdım.
          Kayıplara karaşmış Kaçanlar için AKP li demek doğru değil Erdoğancı demek daha doğru olur.
          Adil Öksüz de kayip! Dünyanin en uc köşelerinde milyar dolarlari harcayarak
          BM nin koruması altındakileri bulup Türkiyeye kaçıranlar nedense Z Öz ve A Õksüzü bulamiyorlar.
          17/25 Araliğı yazmaya devamam edeceğım.
          Sağlıcakla kalın.

          • Nurdan hanım merhaba! karısı ya da kendisi. çok önemli değil.
            – Zekeriya öz, türkiyedeki en ünlü savcı idi. yani fetullah gülen ile ilişkisi kadar akp ile de ilişkisi vardı. zaten eğer yanlış hatırlamıyorsam erdoğan, yardımcısı olan zekeriya öze, bu yakınlık nedeniyle zırhlı mercedes bile hediye etti.
            – Yani, zekeriya öz, akpden tanıdık bulmak için mahalle muhtarını devreye sokan gariban değildi.
            – zaten zırhlı mercedes hediye edilmesi için, o seviyeye gelmesi için ya gülen ya da akpnin adamı olması lazımdı.
            – akpden kaçtığına göre, geriye gülen kalıyor ki, bunlar bu operasyonları yaparlarken, bunların gülenci olduğunu herkes söylüyordu.
            – Metehan bey! sözüne güvenilir adamın beyanatını açıklamışınız. bu beyanat üzerine ben de zekeriya özün fetullah gülenci olmadığına kesinlikle ikna oldum.
            – o linki benimle mi, yoksa kendinizle mi dalga geçmek için verdiniz.
            – ve Baran bey! ben hakan çakanın yorumlarını okuduğumda da karşımda damat var gibi hissetmiştim. Siz de çok farklı değilsiniz.
            – Kusura bakmayın ama, bana türkiyenin en ünlü savcısının, erdoğanın zırhlı mercedes hediye ettiği, davasının esas savcısı olduğu savcının, bu kariyeri bırakıp, neden yaban ellere, bir hırsız gibi kaçtığını açıklarsanız, ben de özür dilerim.
            – Herhalde zekeriya özü yakından tanıyor, neden kaçtığını biliyorsunuz. Öyle olmalı.
            – ve tekrar nurdan hanım!
            – AKP sadece zekeriya özü değil, ortak iş yaptığı hiçbir fetullah gülenciyi yakalamadı. yakalamaz da.
            – Bunların kaçmalarına kendisi göz yumdu.
            – Bunu daha önceki yorumlarımda da birkaç kere yazdım.
            – Fetullah güleni gerçekten isteyen adam, gazete küpürlerini amerikaya belge diye göndermez.
            – akp, fetullah gülenin türkiyeye gelmesini ya da iadesini istemez. çünkü isterse, birlikte yedikleri naneler ortaya çıkabilir.
            – en son yorumlarımdan bir tanesinde, bunların gizli bir zımni anlaşma yapmış olabileceklerini de yazdım.
            – zekeriya özü getirdiler, mahkemeye çıktı. nasıl suçlayacaklar?
            – zekeriya öz, birlikte yedikleri naneleri anlatmadan nasıl savunma yapabilecek?
            – Ömrünün önemli bir bölümünü akpliler ile yediği nanelerin oluşturduğu adamların yakalanmamasını fetullah gülenci olmadığına yorumlamanın ben pek doğru bir mantık olduğunu düşünmüyorum.
            – trump, mal varlığı araştırması tehditi ile istediğini türkiyeye yaptırırken, perinçek, “elimizde kasetleri var” diyerek, çalım atıp gezer, itibarlı adam muamelesi yaparken, o kasetlerin içinde olan adamların kaçmasına müsaade edilmesinden ve türkiyeye getirilmemesinden daha doğru bir politika olabilir mi?
            – gülencilerin türkiyeye getirilmemesini nasıl onların gülenci olmadığına yorumluyorsunuz anlıyamıyorum.
            – Oysa bakın, üst düzey gülencilerin hepsi kaçtı.

          • yani, kaçmasına izin verilmeyenler ya da yurtdışından mit operasyonu ile getirilmeyenler, ortak iş yapmadıkları gülenciler.
            – zekeriya öz, bunlarla ortak iş yapmış olmak gibi bir sadaka sahibi.
            – türkiyeye mit operasyonu ile getirilenler ise, bunlarla ortak iş yapmamak gibi büyük bir suç işlediler. aralarındaki tek ve çok önemli ayrım bu. başka birşey değil.

          • düzeltiyorum:
            “Yani, kaçmasına izin verilmeyenler ya da yurtdışından mit operasyonu ile getirilenler, ortak iş yapmadıkları gülenciler.!

  18. Darbeci gelenek şekil değiştirdi, mutasyona uğradı.
    Önceden üniformalı idi.
    Günümüzde takım elbiseli

    • Yk arkadaş, 15temmuzda hala kamuflajlı gibiydiler sanki, mutasyon değildir o, kışlık üniformaya filan geçmişlerdir, baharın tekrar düzelirler, endişe etmeyiniz..!

  19. Devletin dehlizlerinde yuvalanmış, adını koymakta zorlandığımız derin aktörlerin hesaplarını, 15 Temmuz hadisesinin işaret ettiği üzere, kimin elinin kimin cebinde olduğunu bilemeyiz. Amma ve lakin, bu gerçek, Türkiye’de bir darbe olasılığı üzerinde bir şeyler söylememize engel değil.

    Üç temel nedenle, ben Türkiye’de bir darbe olasılığı görmüyorum, bir darbenin olabilirliğine inanmıyorum (Birileri bir diğerlerine operasyon çekip darbeye yeltenmiş gösterip defterini dürebilir yine, bu mümkün. Nasıl “Şimdi git çeyrek milyon doları bilgisini verdiğimiz o üç çöp konteynırından ortadakine at-ve lutfen dolarcıkları bir naylona sar, çekip alırken elimize bok püsürük bulaşmasın” telefonu aldığında efsunlanmış gibi söyleneni tıpış tıpış yerine getiren ilmi ve irfanı hür profesörlerimiz bilmem nelerimiz varsa, sıfatındaki “kurmay” sözcüğüne takla attıran şaşkın generallerimiz de var).

    Darbe kime karşı yapılacak?

    İktidara karşı mı? Ne gerek var -zaten gidiciler.

    İktidardakiler, gideceklerini görüp gitmeyip inat etmenin bir tezahürü olarak mı böyle bir yola baş vuracaklar? Mümkün değil. Ne emniyet, ne ordu bürokrasisinde var Erdoğan ve partisi. Erdoğan, “Toplanın! Kek yiyip yuvarlanmak için Millet bahçesine gidiyoruz hep beraber! Hazır gitmişken ahaliye çay paketleri ikram edeceğiz” dese, inanın, yakın geleceğin belirsizliği ve işlenmiş sayısız çoklukta günahları dolayısıyla her günü zaten bir korku azabı olarak yaşayanlar, gitmemeye mazeret olsun diye doktor raporu kapmak için özel muayenehanelerin kapısında gecelerler.

    Darbe için, Evren ve şurekasından biliyoruz, darbe koşullarının oluşmuş ve de olgunlaşmış olması gerekiyor. Yetmez. Derin devlet çetelerinin de kendi içlerinde uzlaşmış olmaları, kurumsal bir bütün olarak darbeye kalkışmaları gerekiyor. Toplumda bir darbenin peşine takılacak ruh hali ve akıl yok. Çeteler de Hacivatla Karagöz gibiler. Bahçeli’nin akla zarar “Hadi Şam’a gidelim, Esad’ı oyalım” sayılıklamalarına karşı, Perinçek, Suriye ile işbirliği yapmayan iktidar Türkiye’de ayakta kalamaz diye dikleniyor. Birisi ‘FETÖ'(!)nün siyasi ayağını CHP’de keşfetmeye yeminli, diğerleri bunu Erdoğan’ı es geçip işleri berbat bir biçimde bozacak görünen yeni partilerin kurucularına yükleme derdinde.

    Perinçekçiler ve diğer Avrasyacı artıklar, yegane olasılık. Erdoğan düştüğünde mal gibi ortada kalacaklarını, hem kös kös hem de homur homur çıktıkları keskin kılıç kınına geri dönmek zorunda kalacaklarını biliyorlar. Yanısıra, ömürlerini darbe stratejileri geliştiren, ordu öncülüğünde milli demokratik devrim bilmem ne sayıklamalarıyla kitaplar yazıp yayınevleri kuranlarda zeka ve strateji falan aramayın. Akıllarını darbe tutkusyla yemiş bu ayak takımı yeltenir darbeye ancak -ve önleri kesilmiş tanklar içinde telef olma sırası bunlara gelir.

    İktidarın görünürdeki sahibi Erdoğan ile perde gerisindeki gerçek sahiplerinin ağız tadını bozan ne?

    Elbette ki biri kurulmuş, diğeri kurulacak olan parti.

    Bütün hesapları bozuyor bu iki parti. Bunlar olmasa, Suriye’de iki operasyon çekip mehterin ses anahtarını köküne kadar sağa çevirmek yeterli olabilir bu ismi var kendi yok muhalefetin mevcut durumunda.

    Oyunu bozacak görünen bu iki parti.

    Seküleri Perinçekçisi, Reisçisi MHP’lisi dört koldan yüklenecekler bu iki parti kurucularına.

    Çoktan başladılar zaten.

Yoruma kapalı.