You are currently viewing Tek gelen depremlerden ders almadık, bu defa çifte deprem geldi.. Acaba değişmek için üçlü deprem mi beklenecek?

Tek gelen depremlerden ders almadık, bu defa çifte deprem geldi.. Acaba değişmek için üçlü deprem mi beklenecek?

Türkiye’nin altında her an harekete geçmeye hazır faylar olduğunu hepimiz biliyoruz. Bilmeyenlerimiz de, 1999 yazında -17 Ağustos 1999 tarihinde- bir gece yarısı karşılaşılan 7.6 büyüklüğündeki Marmara depremi ile birlikte öğrenmiş oldular.

İstanbul’u da etkileyen o depremde, TBMM komisyonu raporuna göre, 18.373 insanımızı kaybettik. [Kayıp sayısının resmi rakamın çok üzerinde gerçekleşmiş olması da mümkün.]

O gün bugündür, konunun uzmanları, ülkemizi bir ucundan diğerine kaplayan iki ana fay hattının her an harekete geçebileceği ve meydana gelecek depremin öncekinden çok daha yüksek ölçekli ve daha fazla kayıpla sonuçlanacak çapta olabileceği konusunda uyarıda bulunup alınacak tedbirleri de sayıp durdular.

Dün beklenen deprem Kahramanmaraş merkezli olarak gerçekleşti.

Hem de birkaç saat arayla birbirine yakın ölçekte iki ayrı deprem halinde. [Gece yarısında vuran 7.7, öğle saatlerindeki ise 7.6 ölçeğinde vurdu.]

Deprem kuşağında bulunan ülkemizin en kalabalık kenti İstanbul’un da tehdit altında bulunduğunu biliyoruz.

Ne kadar gözlerimizi kapatırsak kapatalım deprem sırasında İstanbul da var.

Kahramanmaraş merkezli ama etraftaki dokuz ilde ve güney sınırımızın karşı tarafında yer alan Suriye topraklarında tahrip edici etkisini hissettiren iki depremde beşeri kayıp şimdiden 2500’e yakın.

İstanbul’da yaşayan biri olarak, deprem bu coğrafyanın gözbebeğini vurduğunda ne kadar kayıp verileceğini düşünmek bile istemiyorum.

Birkaç gündür Ankara’dayım; düne damgasını vuran iki deprem sırasında da ayaktaydım ve her ikisini de meydana geldiklerinde hissettim.

Deprem bölgesinden hayli uzakta olmama rağmen…

Marmara depremi sırasında depremin merkez üslerinden Yalova’daydım -evet, gecenin 03.02’siydi ve ben yoldaydım-, deprem beni tek başına yol aldığım araçta yakalamıştı.

Yalova’nın merkezine çok yaklaşmıştım ve araca hakim olmakta zorlanınca lastiğin patladığını düşünerek yavaşlamıştım.

Farklı bir olaya tanık olduğumu saniyeler sonra meydanın ortasına geldiğimde anlayabildim.

Anlamamak mümkün değildi.

Kopan kalın bir elektrik kablosuna takılmamaya çalışırken, geçmekte olduğum yolların bir yanındaki binalardan sıcak gecede yatağa nasıl girmişlerse o kıyafetleriyle sokağa fırlayan insan manzaraları kıyamet tablosu görüntüsündeydi.

Yüksek binalar, bazılarının çatısı göz hizama gelecek biçimde çökmüştü.

Onlardan fırlayan insanların şaşkınlığı fark edilmeyecek gibi değildi.

Çınarcık’ın Teşvikiye köyünün girişine dönemin ünlü müteahhitinin diktiği binalardan biri yerle bir olmuştu. 

Yazları geçirdiğimiz köydeki yazlık eve geldiğimde, ilk dikkatimi çeken, hane sakinleriyle misafir akrabaların bahçeye taşındıkları oldu.

Depremle birlikte cep telefonları işlevsiz kaldığı için yol boyu evdekilerle haberleşememiştim.

Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte köyden Çınarcık’a, oradan da Yalova’ya doğru yol aldığımda gördüklerim, dün ekranlardan evlerimize yansıyanlardan hiç farklı değildi.

O gece Yalova’da gördüklerim belleğime en güçlü şekilde kazınmış kabus tablolarıdır.

“Bu bir milat, Türkiye bundan sonra asla depreme hazırlıksız yakalanmayacak” cümlesi sonraki birkaç yıl boyunca çokça telaffuz edildi.

Ancak işte gördük, 23 yıl önce uzak-yakın tanışlarımızı da kaybettiğimiz o büyük depremden hiçbir ders alınmamış olduğu, yıkılan binalar ve yükselen feryatlardan anlaşıldı.

Can kayıpları… Yaralananlar… Yıkılan binalar… 

Depremin tahrip gücüne dayanamayan binaların bulunduğu can kayıpları yaşanan kentlere ulaşmak kolay değildi. Havaalanlarının pistleri patlamış, uçaklar inemez, helikopterler havalanamaz hale gelmişti. Çoğu duble yolların asfaltları döküldüğü için araçlar yol almakta zorlanıyordu. Zar zor ilerleyen araçların yakıtı tükendiğinde yakıt takviyesi yapılamıyordu.

Depremin vurduğu yerleşim yerlerinin birbirinden uzaklığı yüzünden olacak, yıkılan binalarda mahsur kalmış ve kurtarılması gereken insanlara yardıma koşması beklenen ekipler uzun zaman ortalıkta görünmedi.

Kışın tam ortasında, kar soğuğunda sokakta kaldı insanlar…

Böyle mi olmalıydı?

Daha da önemlisi, 23 yıl önceki depremden daha büyüğünü -hem de çifte haliyle- gördükten sonra bile, bundan da gereken dersleri çıkartacağımızdan emin olamamamız.

İlk büyük depremden sonra verilen sözler unutuldu, bu çifte depremin ardından yaşanması mukadder başka depremlerde halimiz şimdikinden farklı olabilecek mi?

Emin miyiz?

Şahsen ben emin olamıyorum.

Kaybettiğimiz insanların her birinin yerine kendimizi veya çok sevdiğimiz bir yakınımızı koyalım ve öyle düşünelim: O ölen biz olabilirdik veya canımızdan fazla sevdiğimiz birileri olabilirdi…

Bir çokları için öyle oldu da nitekim; ya öldüler ya da sevdiklerini kaybettiler…

Gelecek depremde onların durumunda kendimizin veya yakınlarımızın olmayacağı ne malum?

Neden biz böyleyiz?

Ya da böyle olmak zorunda mıyız?

Uyanmak için, 8, 9, 10 ölçeğinde veya arka arkaya üç deprem mi gerekiyor?

Kendimizi sorgulayıp bu durumdan kurtulmanın yolunu aramaya başlamalıyız.

Kaybettiğimiz canlara Allah’tan rahmet dilemekten başka elimden bir şey gelmiyor.

Ne kadar yazıklansak, yerinde.

ΩΩΩΩ