Tahmin edilebileceği üzere Ukrayna’nın merkezinde yer aldığı gelişmeleri mümkün olduğunca yakından izlemeye çalışıyorum. Yalnızca savaşan tarafların birbirlerine verdikleri zararı veya Batı ülkelerinin işgalci güç olan Rusya’yı zora sokma amaçlı aldıkları yaptırım kararlarını değil, olayın geleceğe dönük muhtemel sonuçlarını ve o sonuçların neye yol açacağını da gözlüyorum…
Ben bu savaştan bir ‘yeni dünya düzeni’ çıkacağı beklentisi içerisindeyim.
Kendimi bu konuda yalnız hissederken Washington Post gazetesinde Rusya dışişleri bakanı Sergey Lavrov’un Rus kanalı RBC’ye verdiği uzun mülakattan cımbızla çekilip öne çıkartılan sözleriyle karşılaştım.
Şunu söylemiş Lavrov:
‘‘(Bu savaş) Ukrayna ile ilgili olmaktan çok hukuki dünya düzeni ile ilgili. (..) ABD bütün Avrupa’yı arkasına taktı. Bu modern tarih için çağ açıcı bir an. ‘Dünya düzeni’ nasıl bir şey olacak onun için savaşılıyor hissi alınıyor.’’
[Tercümeye ne denildiği tam yansıyamamış olabilir diye haberin o bölümünü orijinal haliyle aynen sunuyorum: ‘‘Lavrov, in his lengthy interview Wednesday, also took aim at the United States and said the conflict in Ukraine is ‘not as much about Ukraine as it is about the legal world order.’ / The U.S. has steamrolled all of Europe,’ Lavrov said. ‘This is an epochal moment in modern history. It reflects the fight for what the world order is going to look like.’’]
Evet, ‘dünya düzeni’ kavramını kullanmış Rusya dışişleri bakanı. O bu tespitte bulunuyor ve böylece Batı blokunu hareketlendiren ABD’nin niyetini anladığını belli ediyor. Bizim medyada ise, bu tespiti yerine, Lavrov’un sanki bugün-yarın bir ateşkes ve sulh durumu yaşanacakmış gibi bir havayı besleyen farklı sözlerine yer veriliyor.
Ortalık giderek önceleri farklı coğrafyalarda karşımıza çıkan yıkım manzaralarına benzemeye başladı.
Rusya’nın verdiği destekle Suriye ordusunun yakıp yıktığı Halep’e (2016)… Daha önceleri Felluce ve Musul’da (Irak) yaşatılan katliamlara (2004)… Hatta Birinci Çeçen Savaşı diye tarihe geçen ve Grozni’nin haritadan silinmesine kadar varacak vahşete sahne olan çatışmaları da (Aralık 1994-Şubat 1995) hatırlatıyor…
Mariupol ve Harkiv’de meydana gelen tahribat, yıkım Ukrayna’yı Suriye, Irak ve Çeçenistan manzaralarıyla tanıştırıyor.
Ukrayna Ortadoğu’da veya Kafkasya’da değil ama…
Daha önce NATO’nun hareketsiz kaldığı Avrupa’nın ortasındaki Bosna-Hersek’te de benzeri tablolar yaşanmıştı (1992-1995). Orada yaşatılan Sırp vahşeti de unutulamaz…
Ancak Bosna-Hersek’te öldürülen insanlar Müslüman’dılar; tıpkı Suriye, Irak ve Çeçenistan halkı gibi… Yıkılan yok edilenler de İslam uygarlığının eserleriydi…
Ukrayna halkının İslam ile bir ilgisi yok. Öldürülenler Müslüman, yıkılan, yok edilen eserler de İslam uygarlığına ait değiller…
Daha önceki çatışmacı ortamlardan dünya için ‘yeni’ denilebilecek bir düzen çıkmadı; çıksaydı arkasından şimdikine benzer bir hareketlenme ve onu izlemesi muhtemel bir toplu kabullenme meydana gelemeyebilirdi.
‘Yeni’ sıfatını hak edecek düzenin şeytanlaştırdığı bir güç olmalı, ancak onun toplumsal dinamiklerle irtibatı bulunmamalı.
Önceleri o gücün ‘İslam’ olabileceği düşünülmüştür muhtemelen; nitekim eski düzenin hırpalandığı ve yenisinin ufukta belirdiği izleniminin alındığı 1991 sonrasında öyle bir ihtimal ortaya çıkmıştı.
Sovyetler Birliği’nin tarihe karışması sonrasında, Soğuk Savaş yıllarında ona karşı oluşturulmuş askeri güç olan NATO işlevsiz kaldığında, yapılan ilk NATO zirvesinde (Turnberry 1991) ‘aşırıcı İslam anlayışı’ diye adlandırılan bir yeni hedef üzerinde zihin temrinleri yapıldığını biliyoruz.
Afganistan’daki Sovyet işgali sırasında Batı tarafından örgütlenen ve silahlandırılan yerel güçlere destek vermek üzere ülkeye gelmiş yabancı militanlardan -o zaman bunlardan ‘Mücahitler’ diye söz ediliyordu- ‘el-Kaide’ adını alacak ‘aşırıcı İslam anlayışı’ tanımlamasına uygun bir yapılanma çıkartılabildi.
El-Kaide imzalı dünyayı sarsan 11 Eylül (2001) olayı ‘yeni düşman’ arayışına cevap teşkil etti.
Çok sonraları ‘IŞİD’ -veya DAEŞ– adını alacak örgüt, Batılı zihinler yanında örgütün eylem alanı seçtiği bölgemiz insanlarına da ‘İslamcı terör’ kavramını belletmeye yaradı.
Ancak, yeni düzenin el-Kaide ve IŞİD türü yapılarla zorlanan zemin üzerine oturuyor olması halinde yaşanabilecek sorunların dünya tarafından taşınması zordu.
‘‘Yeni düşman Müslümanlar’’ veya ‘‘Hedef İslam Dünyası’’ türü genel geçer kabullerin zihinlere yerleşmesini sağlaması beklenen akademik çalışmalara rağmen -burada Lewis, Fukuyama ile Huntington’u ve onların popüler kitaplarından yayılan etkileri hatırlayabiliriz- ‘yeni dünya düzeni’ konusunda son sözü söyleyebilecek güçler fazla aceleci davranmadılar.
Donald Trump ABD’nin başında bir dönem daha kalsaydı, belki o yönde bir gelişme yaşanabilirdi.
Joe Biden ile farklı arayışa kapı aralandığı söylenebilir.
Rusya yanlış zamanda çok yanlış bir adım atıp Ukrayna’yı topraklarına katmaya veya onu ‘uydu devlet’ haline getirmeye kalkışarak beklenen fırsatı verdi.
Hiç değilse bana öyle geliyor.
‘Yeni dünya düzeni’ için şimdinin aday hedef ülkesi Rusya olacak gibi.
Lavrov’un Rusya’da TV kanalına verdiği mülakattan Washington Post gazetesinin cımbızladığı cümleler, Moskova’da da benzer durum değerlendirmeleri yapanlar bulunduğuna işaret ediyor.
Ukrayna üzerinden yeni bir çağ açılmak istendiğinden, olanın dünyaya yeni bir düzen vermekle ilgisinden söz ediyor Lavrov.
Vladimir Putin aynı konuda ne düşünüyor acaba?
Tuzağa düşürüldüğünü düşünüyor olabilir mi?
Pek çok kimse Ukrayna merkezli bir ‘devletler oyunu’na tanıklık edildiğinin farkında; hatta bunu merkeze alan senaryolar yazanlar arasında, Ukrayna’nın mesleği komedi artistliği olan cumhurbaşkanının tam da bu görevle iş başına getirildiğini ileri sürenler de var.
[‘Devletler oyunu’ deyimiyle, CIA adına 1950’lerde Ortadoğu’da karışıklıklar ve askeri darbeler düzenleme görevlerini üstlenmiş kadrodan Miles Copeland’ın aynı adlı anı kitabını (Nehir Yayınları, 1987) hatırlatmak istedim.]
Zelenskyy ‘piyon’ ise, bu durumda Putin ne oluyor?
ΩΩΩΩ