Bugün birbiriyle fazla ilintili olmayan iki konuyu sizlerle paylaşacağım.
İlki, siyasi bir konu.
Türkiye Donald Trump-sonrası bozuk gideceğine inanılan ABD ile ilişkilerini yeni bir raya oturtmak için gayret içerisinde. En son, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da, dün ABD’de yaşayan Türklerin bir etkinliğine videoyla katılarak şunları söyledi:
“Türkiye olarak, Amerika ile ortak menfaatlerimizin görüş ayrılıklarımızdan çok daha fazla olduğu inancındayız. Bu anlayışla uzun vadeli bir perspektifle, kazan-kazan temelinde yeni Amerikan yönetimiyle işbirliğimizi daha da güçlendirmek istiyoruz. Türkiye, iki ülke arasındaki müttefiklik ve stratejik ortaklık ilişkisine yaraşır şekilde üzerine düşeni yapmayı sürdürecektir.”
Kararlılık belirten sözler bunlar.
Ülkemizin çıkarlarını ABD yönetimi nezdinde korumakla görevli lobi şirketlerine bir yenisi daha eklendi. Arnold & Porter adlı şirket ABD Kongresi tarafından alınan ambargo kararının yanlış ve zararlı olduğunu anlatıp F-35 jetlerinin Türkiye’ye teslimi gerektiğini kabul ettirmeye çalışacak.
Bunun için şirkete altı ay için 750 bin dolar ödenecek.
Helal olsun, tabii görevini başarıyla tamamlayabilirse…
F-35 jetlerinin üretim ortağı Türkiye. Hem alacağı jetler için para ödedi ülkemiz, hem de uçakların önemli parçalarını Türk firmaları üretiyordu. Ambargo ile sadece jetlerin teslimi engellenmiyor, uçaklarda kullanılan parçaların Türkiye’den alınması da yasaklanıyor.
Arab News gazetesinde firmalarımızın ürettiği parçalara konulan ambargo yüzünden Türkiye’nin kaybının 12 milyar doları bulduğu bilgisini okudum.
Jetler için de 1.25 milyar dolar ödenmiş Amerikalı şirkete; bu ayrıntıyı da Yıldıray Oğur’un Karar’daki köşesinde okudum.
Oğur yazısında Arnold & Porter lobicilik şirketiyle anlaşıldığı şu sıralarda ABD’de bir başka lobinin de Türkiye karşıtı çalışmalarını hızlandırdığını ele almış. Önümüzdeki günlerde nelerle karşılaşılacağının ipuçlarını taşıyan önemli bir yazı bu.
[Bir ara bilgi: Önceki gün (17 Şubat) Yunanistan’da çıkan Kathimerini gazetesinin İngilizce nüshasında başyazar Alexis Papachelas, Türkiye’nin ülkesi karşısındaki en önemli uluslararası gücünü kaybettiğini vurguluyordu. ABD’deki İsrail Lobisi artık Türkiye’nin değil Yunanistan’ın yanındaymış…]
Fransızların pop-filozofu Bernard-Henry Levy’nin fikir babalığını, milyarder Thomas Kaplan’ın ise finansörlüğünü üstlendiği girişim Covington & Burling adlı lobi şirketiyle anlaşmış.
İsimlere bakınca Papachelas’ın haklı olduğu anlaşılıyor; Lobi Türkiye’nin karşısında galiba…
Sizin anlayacağınız, bizim Arnold & Porter ile onların Covington & Burling lobi şirketleri, birinin yapmaya çalıştığını diğeri bozmaya uğraşarak, sırtımızdan para kazanacaklar.
Ben buna da “Helal olsun” derim.
Siz yine de Yıldıray Oğur’un yazısını dikkatle okuyun.
Bilim hırsızı ile şiir hırsızı
İkinci konu bilim ve edebiyat alanıyla ilgili.
Adamın birinin daha önce yayımladığı makalenin büyük bölümünü kopyalayarak kendisinin ürünüymüş gibi kitabında kullandığını, bir öğrencisinin uyarısı üzerine farketmiş bir akademisyen… Başka bilim insanlarının yayınlarının da aynı adamın adıyla farklı kitaplarda aynen kopyalandığını görünce, akademisyen, konuyu kamuoyuyla paylaştı…
Meğer adamın hemen hr konuda 100’e yakın kitabı varmış ve anlaşılan hepsinde de başka insanların zihin emeklerine miri malı muamelesi yapmış…
Ne güzel değil mi?
Daha güzeli, hırsızlığı yakalanınca adamın yaptığı açıklama.
“Vicdanen rahatım. Emeğe saygısızlık olmasın diye noktasını virgülünü dahi değiştirmeden veriyorum. (..) Hangi akademisyen sıfırdan makale yazıyor, herkes birbirinden kopyalayıp almış. Hocaları kırdıysam özür dilerim.”
Kibar hırsız diye buna denir herhalde.
Bilim alanında yapılana ‘hırsızlık’ denmiyor zaten, onun adı ‘intihal’…
O yüzden adama ‘kibar intihalci’ demek gerekiyor.
Eserlerinin sayısı intihalleri daha önce fark edilmediği için 100’e dayanmış bu adama cesareti sebebiyle şapka çıkarmak gerekebilir.
Bizde bu konunun haberleştiği günlerde Ahbar’ul Yevm adlı bir Arap gazetesinde (13 Şubat) daha hoş bir intihal haberi çıktı.
Haber şu: Mısır Yazarlar Birliği kendisine üye olmak için başvuranları bir heyete havale edip onların onayı olursa o kişileri üyeliğe kabul ediyormuş… Yazarlar Birliği’ne yayımlanmış ‘Aşk Mektupları’ adlı şiir kitabıyla başvuran birinin üyeliği heyet tarafından onaylanmış ve adama kimlik de verilmiş…
Adamın “Ben yazdım” diye heyete sunduğu ve birliğin kendisini şair sayarak üye kaydetmesine sebep olan şiir Arap aleminin en takdir edilen şairlerinden Suriyeli Nizar Kabbani’ye aitmiş…
Daha da güzeli, Nizar Kabbani’nin bilinen şiirini o alemin en popüler şarkıcılarından Kadim el-Sahir şarkı haline getirmiş ve o şarkı da dilden dile dolaşmaktaymış.
Şiir meşhur, o şiirin mısralarından oluşmuş şarkı dillerde ve ‘edebiyat uzmanı’ bilindikleri için Yazarlar Birliği tarafından görevlendirilmiş heyetin üyeleri sahte şairin kendisine ait olduğunu iddia ettiği şiirin esas sahibini bilmiyor…
Haberin altında imzası bulunan Abla el-Ruwaini, “Kimbilir kaç kişi başkalarının eserlerini kendisininmiş gibi göstererek yazarlık payesine kavuşmuştur” demekten kendisini alamamış…
Nizar Kabbani’nin pek çok şiiri Türkçeye de çevrilmiştir. Muhtemelen ‘Aşk Mektupları’ da onlar arasındadır.
Bazı insanların cesaretlerinin boyutu beni korkutuyor.
Yalnız edebiyatta, bilim dünyasında değil, her alanda…
ΩΩΩΩ