Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bir durağı da Washington olan bir dizi ziyareti başlattı; en geniş yetkileri referandumla aldıktan sonra ABD başkanı Donald Trump’la görüşecek ve oradan da NATO Zirvesi için Brüksel’e geçecek ya…
Elinde kalem olan hemen herkes var olan şartlardan hareketle kendisine akıl veriyor.
Sertleşmesini, rest çekip seyahatten vazgeçmesini, kapıyı çarpıp çıkmasını tavsiye edenler de var, “Aman yumuşak olun, ipleri koparmayın” diyen de…
Hiç kuşkusuz, iyi niyetli yol göstermeler bunlar.
Türkiye’nin Suriye politikası, PYD/YPG ayrışması ve Rakka üzerinde yoğunlaşıyor değerlendirmeler; “Sertleş” diyen de, “Yumuşak davran” diye yol gösteren de o değerlendirmeye dayandırıyor tavsiyesini…
Dinleyenin bu birbirine ters akıllar karşısında kafası karışabilir.
Suriye politikası sebep değil, sebep başka
Kendisinin yerinde olsaydım, bunlara itibar eder miydim? Sanmıyorum…
Bu sebeple de, kendi tavsiyelerimi sıralayacağım bu yazıyı, bir sonuç alma veya dediklerime itibar edilmesi beklentisiyle kaleme almıyorum.
Evet, Washington’daki görüşme, büyük çapta Suriye ve Irak üzerinden Ortadoğu konusunda görüş alış-verişiyle geçecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan iki ‘stratejik ortak’ arasında beliren ‘strateji’ farklılaşmasını dillendirecek ve Türkiye’nin önemini vurgulayarak ABD’yi yanlış yol arkadaşlarıyla vedalaşmaya davet edecek.
Nokta konulmakla sonuçlanabilecek bir ziyaret olduğunu söylediği için, Trump’ın sözlerine kulak vermesini ve gereğini yerine getirmesini de bekleyecek Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Umarım, her şey beklediği istikamette gelişir.
Ancak kuşkularım var.
Kuşkularım da Suriye ve Irak’ta olanlara dayanmıyor, başka yorumcuların konuyu ele aldığı gibi…
Türkiye Batı’da bölgesine dönük politikasıyla eleştiri konusu değil. Aslına bakılırsa, Suriye ve Irak’ta olan bitenlerin en fazla etkilediği ülke olarak, üzerine düşenden fazlasını yerine getiriyor Türkiye. Savaştan kaçanlara kucak açtığı gibi, Batı ülkelerinin kâbusu mülteci akınını da engelliyor. Ayrıca IŞİD ile yalnız komşu ülkeler topraklarında değil, ülkemiz içerisinde de etkili bir mücadele veriliyor.
Daha ne yapabilir ki Türkiye?
Bunları yapmaktan vazgeçmesi korkutmalıydı Batı ülkelerini ve ABD’yi…
Ve ülkemizin hassasiyetlerine daha uygun bir dille yaklaşmaları beklenirdi.
Neden öyle olmuyor?
Şark Meselesi.. FETÖ’ye arka çıkma.. yoksa demokrasi mi?
Sebep aramaya başladığımızda Osmanlı dönemindeki ‘Şark Meselesi’ne kadar yolumuzu düşürebilir, Batı literatüründen Türkler ile ilgili önyargılı saptamalardan hareketle FETÖ’nün arkasındaki yabancı parmağına dair söylemleri de hatırlayarak günümüzü değerlendirebiliriz.. ve bu pek yanlış da olmaz.
Fakat o kadim değerlendirmelere bugün kendimizin fırsat verdiğini de unutmamamız şartıyla…
Yakın zamanlara kadar beğenilen, övülen ve sözü de dinlenen bir ülkeydik, bunu nasıl unuturuz?
Türkiye’ye eleştirel yaklaşım yenilerde oldu ve bunun Suriye politikamızla fazla bir ilgisi yok. Hatta Suriye’de Türkiye’nin tezlerine fazla kulak verilmemesinin, PYD/YPG tercihinin sebebi bile Suriye politikamız değil…
Gerçeği görelim: Ülke içerisinde uygulanan politikalar yüzünden eleştiriliyor Türkiye.
Batı medyasını yıllardır elden geldiğince yakından izlemeye çalışıyorum: Şu son birkaç yıl içerisinde karşılaştığımız yoğunlukta bir eleştiri yağmurunun söz konusu olduğu başka bir dönem hatırlamıyorum.
Her gün bir yerlerde ülkemizin daha önce sahip olduğuna inanılan değerlerden uzaklaştığı, demokrasi ve hukuk devleti çıpasını terk ettiği yolunda haberler çıkıyor.
Ülkemizin adını olumlu bir şekilde anan neredeyse hiç yok.
15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan hâin girişimden sonra alınan OHAL’li tedbirlerle birlikte eleştiriler resmen saldırıya dönüştü. Tedbirleri savunma gayretleri bile aleyhte değerlendirmeleri azaltmıyor, azdırıyor.
Avrupalı kurumların Türkiye’ye dönük olumsuz tavırları raporlarına yansıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan böyle bir ortamda Donald Trump’la görüşmeye gidiyor.
Görüşmenin hemen ardından Brüksel’de yapılacak NATO Zirvesi’nde, Trump’ın, referandum sırasında takışılan Avrupalı ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarıyla biraraya geleceğini de bu tabloya eklemeliyiz.
Birbiri ardına keşkelerim
Tabloya baktığımda… Suriye politikamızdan değil ama.. içeride yaşananlar yüzünden.. beklentilere istenilen cevabın alınabileceğini sanmıyorum…
Benim tavsiyem de bu tabloda gizli:
Ziyaret için yola çıkmadan önce OHAL’e son verme gündeme gelseydi.. Gazeteci bilinen kişileri tutuksuz yargılama kapısını aralayacak adımlar atılsaydı.. Kurulması sözü verilen ‘inceleme komisyonu’ mağduriyet iddialarını ciddiyetle ele alıp gereğini süratle yerine getirseydi.. demokratik prensipler ve hukuk devleti uygulamalarına saygılı bir görüntü ortaya çıkabilseydi..
Emin olun, Türkiye’yi üzecek bir tavır bu kadar kolay benimsenmez, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı daha dikkatle dinleme ihtiyacı duyulurdu; Trump tarafından bile…
Şimdi işimiz zor.
ΩΩΩΩ
Her hareketimiz Kuran’a göre olmalıdır. Kuran ne diyor, söyleyene değil de söylenene kulak vereceksin. O halde OHAL uygulaması ABD’nin hoşuna gitsin diye değil yanlı olduğu için bırakmalıyız. Sermaye önce istemediği yazarları hapse attırıyor. Sonra da basın hakkı diye ortalığı velveleye veriyor. Bizim yapacağımız tek şey var, insanlar ne der değil de ilim ne der, nasıl yaparsak doğru olur o yolu tutmalıyız. Sonunda Hak daima galip gelir.
Yine Kuran’ın ikinci tavsiyesi iyilikte yardımlaşma, kötülükte yardımlaşmamadır. O halde Cumhurbaşkanımız Erdoğan dünya devletlerini dolaşırken her devlete diyeceği, aynı sözler olmalıdır: “İyilikte sizinle beraberiz. Barışta sizinle beraberiz. Kötülükte bizden her hangi bir beraberlik beklemeyin. Savaşta bizden ancak savunmada birleşmeyi bekleyin.”
Aramızdaki nizaları ne Birleşmiş Milletler’in anlamsız engelleri, ne Beş Büyük’ün vetoları, ne de atanmış insan hakları mahkemeleri çözer. Hakemler çözmelidir. Silahı hakem kararlarına uymayanlara karşı kullanmalıyız.
Öncelikle 2002’den beri hiçbir seçimde AKP’ye oy vermemiş, 15 Temmuz’da daha RTE ekranlara çıkmadan çok önce sokağa çıkmış ve son referandumda Hayır diyen biri olarak aşağıdakileri yazdığımı belirtmek isterim. Uzun olacak. Okuyan herkese teşekkürler.
Bence Fehmi Koru klasında bir yazarın iki gün üst üste yazdığı yazılar arasında uyumsuzluk kopukluk olmamalı. Bakınız dünkü ”..AMERİKALILAR NE YAPACAKLARINI YILLAR ÖNCE ANLATMIŞLARDI..” başlıklı yazınızda Cıvaoğlu’nun bir yazısına atıfta bulunarak ABD’nin tüm Ortadoğu hedefini onlarca yıl önce planladığını belirtmiştiniz. Herhangi bir okur bu iki yazıyı müellifi belli edilmeden okusa bambaşka kişilerin kaleme aldığını düşünür kanımca. Şöyle ki;
Bugünkü yazıda genel olarak anlatmak istediğiniz Suriye&Irak politikasında Batının müteşekkir olacağı derecede performansımızdan memnun, (ya da en azından öyle düşünmelerinin beklenebileceği) onlar açısından kabul edilemez olanın ise iç politikada antidemokratik evrensel hukuk sınırları dışında attığımız adımlar olduğu yönünde.
İç politikada FETÖ/PKK mücadelesinde söylemde o denli olmasa da eylemde oldukça sıkıntılı dengesiz tutarsız pozisyon aldığımız doğru. Lakin bazı gazetecilerin tutuklu yargılanmaları dışında memuriyetten atılan ve/veya içeride tutulan insanların önemli kısmının FETÖ ile oldukça sağlam örgütsel ya da duygusal bağlantıları olduğu düşünüldüğünde yaşananların absürd bir yanı yok.
Koca bir devlette iktidar içinde iktidarın, dahası devletin altını en sinsi yöntemlerle oymaya çalışan bir gruptan bahsediyoruz. Üstelik bu grubun azımsanmayacak ölçüde üyesi 2014 baharında MGK tarafından terör örgütü ilan edilmelerine rağmen davalarına daha büyük arzuyla sahip çıkmaya devam etti.
Bunu yaparken 2011-2012’den itibaren FETÖ tarafından hükumete&RTE’ye çekilen ne kadar operasyon varsa hiçbiriyle cemaatin ilgisinin olmadığını efendilerinin tabiriyle ”Hiçbirini görmemiş olup tanımadıklarını” söyleyip öte yandan RTE dim dik ayakta kalıp mevzu bahis operasyonları yapanları başka bir grupla bir olup düm düz etmeye başlayınca aynı adamlar feryat figan zırlamaya isyan etmeye başladılar. O günlere kadar başka hiçbir cemaat/örgütten insanın tutuklanmasına ıh etmeye tenezzül etmeyen insanlar ne hikmetse hiç tanımadıkları(!) görmedikleri(!) polis şefleri bürokratlar için ortalığı yangın yerine çevirdi. Böylesine iğrenç
onursuz iki yüzlü bir mücadele metodunu benimseyen adamlardan bahsediyoruz Fehmi bey.
Gelinen bu noktada 15 temmuz sonrası böyle adamlarla nasıl mücadele edilmesini bekliyorsunuz? Pardon Batı demeliydim belki de. Suçluyu ortaya çıkaracak hakim savcıların FETÖ’den olup olmadıklarını tam anlayamıyoruz. Çünkü birileri birilerini bilerek koruyor kolluyor. Bu yüzden bu yapıyla gerçekten adilane mücadele etmenin çok uzun zaman aldığını tahmin etmek zor olmasa gerek. OHAL’e rağmen böyle zor oluyorken OHAL’siz nasıl zaman kaybedilebileceğini düşünüyor muyuz hiç?
Sadece teröre karşı önlem almak isteyen Fransa aylarca OHAL uyguladı. Fransızlar kafalarına göre insanları karakollara götürüp içeri atarken bir tane batılı yazar eleştirisi yok. Tüm batı Fransa’nın meşru mücadelesi olarak görüp gayet güzel hazmediyor. Hal böyleyken Türkiye sivil vatandaşının kendi askeri tarafından ezildiği kurşunlandığı dehşet bir darbe girişimi sonrası; adeta direkten dönmüş pozisyonda topyekun bir mücadeleye girmişken aylarca bir batı diplomatı&yazarı en ufak bir samimi geçmiş olsun dileğinde bulunmadı. Aklımda kalan sadece İsveç eski Dışişleri bakanının söyledikleri. Diğerleri adeta üzüldüler başarısız darbeye. Bundan emin olmanın çok basit bir turnusolu var:
Mısır-Mursi-Sisi… Resmi demokratik seçimle iş başına gelmiş Mursi bir batı kuklası Sisi tarafından indirilirken tüm batı memnuniyetle izledi Mısırdaki dramı. O zamandan bugüne Mısırdaki ahlaksızlıkların tamamen haksızca karartılan hayatların hesabını hangi batılı sormaya tenezzül etti Sisi’den. Bilakis Trump tarafından aranıp Beyaz saraya ilk davet edilen yabancı devlet adamlarından olma ‘şerefine’ nail oldu kendisi.
Mısır gibi birçok Ortadoğu ülkesinde yıllardır Türkiye ile kıyaslanamayacak ölçüde zulüm varken söz gelimi Kaddafi’ye Saddam’a yıllarca ses etmeyen batı, Türkiye 93 sene boyunca ne zaman ultra demokratik bir memleket oldu da bugün hiç olmadığı ölçüde eleştiriyor bizi.
Tekrar dünkü yazınıza dönersek tüm iç dış liderlerden büyük ölçüde bağımsız bir ajandası var başta ABD olmak üzere tüm batının. Tüm eylemlerimizde batı normuna uygun tavır dahi alsak bu değişmeyecek. Mesela PKK’ya o tanklar kameralar önünde teslim edilmeye devam edecek. Aksi halde 91’de çok daha demokratik(!) olmamıza rağmen o brifingte Cıvaoğlu’na anlatılanları sırf hobi olsun diye yapmak istediklerini düşünmemiz gerekir değil mi?
Tüm bu şeytani gösterme ölçüsündeki batılı eleştiriler, İranla olan ve 9 10 sene öncesinde başlayan ticari ilişkilerde ABD’nin İran yaptırımlarını delmiş olduğumuz iddiasından kaynaklanıyor aslen. O ilişkilerin de etkisiyle bizi teğet geçen dünya finansal krizi ile ödemediğimiz bedelin mislini bugün ödetmeye çalışıyor bize batı. FETÖ ile PKK ile…Yolsuzluk, demokratik haklar evrensel hukuk vs işin kılıfı.
Hâsılı, batının doğu milletlerine bakışı yüz yıllardır bellidir. Bizim de onlara..
Fehmi Bey;
Bütün bu yorum ve değerlendirme ve hatta uyarılarınız için, Batı Avrupa ve ABD’nin gerçekten demokrasi ve insan haklarına özen gösterdiğini, ilişkilerini bu değerler üzerine inşa ettiğini, bir kaç örnekle de olsa göstermeniz gerekmez mi? Mesela Mısır ve Filistin’de ya da diğer Afrika ülkelerinde, diğer Arap devletlerinde, Batı ile iyi ilişkileri olup bu değerlere zerre kadar riayet etmeyen devlet ve rejimlerle, Batı hiç bir sorun yaşıyor mu? Türkiye hiç bir darbe döneminde bugünkü kadar eleştirilmiş midir?
Meselenin ağaç meselesi, yeşil alanların kentleşmesi olmadığını hala anlamadınız mı?! cümleleri hakikaten anlamsız mı? Biz her hal ve şartta iyi geçinmeliyiz diyorsanız o başka. Ama meselenin insan hakları ve demokratik değerlerden uzaklaşma olmadığını sanırım siz de çok iyi biliyorsunuz.
Sayın Başbakanın çok yerinde ifadesiyle, ABD’ye savaş ilan edecek değiliz ama meselenin içerde ve Fehmi Beyin bahsettiği yalınlıkta olmadığının dağın başındaki çobanlar dahi farkında.
„Türkiye’nin sorunu dışarda değil içeride…“ çok önemli ve yerinde bir tespit.
Türkiye’de çözülmeyen Kürt sorunu nedeniyle yurt dışındaki biz Türkiyeliler yıllardır büyük ölçüde bölündük.
Yurt dışında Referandum oylaması sırasındaki kutuplaşma sayesinde içimizde tekrar bir bölünme yaşıyoruz.
5,5 milyon Türkiye kökenli insan yurt dışında yaşıyor. 4,6 milyon insanımız Batı Avrupa ülkelerinde, hiç küçümsenemiyecek sayıda Türkiyeli de Kuzey Amerika’da yaşıyor.
Bu bölünmeler neticesinde yurt dışında yaşayan bizlerin, yaşadığımız ülkelerde Türkiye için topluca bir lobi oluşturma şansı yok denecek kadar azaldı.
Artık bir tarafın yapacağı bir etkinliğe diğer tarafın karşı çıkma olasılığı çok büyük…
Türkiye için lobi yapsınlar diye artık yabancı meşhur avukatları görevlendiriyoruz…
Gorusme gundeminde, bir parametre olarak, R.Zarrap da yer alir diye dusunuyorum.
Çok doğru korunun görmediği veya görmek istemediği hakikat bu. teslim olunsa bi problem kalmayacak.
Uzun bir zamandir yazilarinizi takip ediyorum.oncelikle guncel konulari farkli bakis acisiyla yansittiginizi belirtmekle birlikte guncel konulari yansitmaktaki uslubunuzun dostane samimiyetten uzak oldugunu belirtmek isterim.biz Mustafa Kemalin dedigi gibi biz bati medeniyetini taklit etmekten dolayi degil kendi medeniyetimize uygun olan deger kavramlarini bize uygun oldugu icin alabiriz.ama herseyi degil onlari memnun etmek icin kendi dogrularimizdan da taviz veremeyiz.Onlarin kafasindaki demokrasi kavrami bir degerler kavramindan ibaret gorunsede hic de oyle olmadigi misirdaki olaylarda dogru, mesru ve hakli olandan degilde kendilerine kulluk yapacak olandan yana taraf olmalari da onlarin gercek yuzlerini bizlere birkez daha gostermistir.Batinin bize dayattigi sozde kavramlari bir kenara birakarak kendi dogrulamizi olusturmaliyiz.Bunu yaparken milli ve yerli hareket eden her bir ferdi de partisine, dusuncesine bakmaksizin yeni Turkiyenin kurulusunun ve insasinin cimentosuna ortak ederek ortak paydada bulusmaliyiz.
Yazida belirtilen oneriler Turkiye’nin imaji icin cok onemli. Zaten imaj duzeltmenin otesinde normalde de yapilmasi gerekenler. Ama yazi asil soruna parmak basmamis: Turkiye’nin Kurt Sorunu. Bu sorun ulkenin elini kolunu bagliyor, icte ve dista. Hem ekonomi, hem diplomasi hem ic politika alanlarinda. Bu konuda da yapilmasi gerekenler belli aslinda:
Guvenlik tedbirleri elden birakilmadan bolgede “gercek normallesme”.
Bolgede her turlu politik olusumun onunun acilmasi, HDP dahil.
Ana dilde egitim
Zarar goren yerlesim birimlerinin acilen, aslina uygun olarak, onarilmasi
Kaynagi ne olursa olsun, terorun ve baskiciligin bolgede baski kurmasini engellemek
Tum bunlar yapilirken gercekci olmak. Kirk yildir suregelen sartlarin halkta yarattigi yipranmayi goz onunde bulundurmak ve her sey hemen yoluna girmedi diye umutsuzluga ve ofkeye kapilmamak.
Keske bunlar cok daha once yapilsaydi, daha kolay olurdu. Ama her gecen gun de zararimiza isliyor, aynen su son kirk senedeki her gun gibi.
ABD gezisine gelince:
Rakka harekatininin YPG ile yapilmasinin onune gecilemez gibi duruyor.
Turkiye YPG’yi mumkun oldugunca PKK’dan ayirmak uzerine kurmali politikasini, en azindan politik kanadini.
Barzaniye tam destek verilmeli, bagimsizlik girisimleri buna dahil.
Gulen’in iadesini buyuk bir istek olarak one surmemeli. Durduk yerde pazarlikta karsi tarafa kart vermenin anlami yok. Verilse ne olacak? Ne degisecek? Sadece ic propoganda malzemesi olur.
Eleştiri yağmurunun hiç olmadığı kadar yoğunlaştığı tespiti etkileyici…
Ancak bu eleştiriler yapıldığında hemen savunma gayreti…. ve sonuçta haçlı zihniyeti gibi söylemlerle karşı çıkıyoruz…
Bir öz eleştiri yapalım…bunlar bizi niye eleştiriyor….ve biz neler yapabiliriz…
Bağırmak çağırmak gururumuzu okşuyor ama ya ertesi gün avrupada sokağa çıkınca yerli halkın bakışlarını ne yapacağız…
Önerileriniz yapıcı ve doğru ama bunun Batı ile olan ilişkilerimize olumlu etki yapacağı inancı çok safça bir beklenti. Aynı şekilde tersten okuyup ilişkilerimizin kötü olma sebebi bunlar değil de diyebiliriz.
Maalesef görülmek istenmeyen gerçekler var. Akıl tutulması denilen gerçeği tam da yaşıyoruz. Bugüne kadar ihraç resmî rakamlarda 105 bin kişi olmuş. Açığa almalar ayrı. Bu kadar terörist olan bir ülke düşünün. Bu sadece kamuda. Yahu adam cinayet işliyor hakları hatırlatılıp savunma alınıyor. Ama benim özelimde aşağıda göreceksiniz herhangi savunma alınmadığı gibi neyle şuçlandığımı hala bilemiyorum. Göstermelikte olsa bir soruşturma bile yürütülmedi. Yılların emekleri birilerinin iki dudağı arasında sonlandı. Hak aramaya çalışıyoruz, efendim aynı dilekçe yazılıyor. Yahu sen aynı konudan attın dolayısıyla insanların dilekçeleri benzer olabiliyor. Birde niye ısrarla mahkeme önünden bu ihraçlar kaçırılıyor. Sebebi acaba önce 7 kişilik komisyonla 105 bin kişinin dosyasını inceletmek artık 5-10 yıl mı sürer. Her ne kadar 4 yıl süresi olsa da uzatmaya müsait düzenleme var. Daha sonra mahkemeye gidecek ordan iç hukuk bitecek daha sonra AİHM gidecek. Bu yıllar belki 12-15 yıl alacak. Kısaca insanların bu durumdan bıkıp kaderine teslim olması mı bekleniyor.
Bir kurumda çalışıyordum, kurum içinde başarılı bir personel olarak çalışıyordum. Kuruma yeni başlayan personelin eğitimlerinde sürekli görevlendiriliyordum. 10 mesleki kitap ve onlarca mesleki makale çalışmalarım oldu. Kurum amirlerim tarafından sürekli takdir gördüm. 18 temmuz tarihli yazı işe açığa alındım herhangi bir soruşturma yürütülmedi ve 1 Eylül tarihinde ihraç oldum. Basında bahse konu herhangi bir kriter yok. Nerden geldiği belirsiz listelerce hukukta yeri olmayan iltisak ifadesi ile mesleğimden edildim. Hakkımda ne idari ne adli bir tahkikat yapılmadı. Ama maalesef hala suçumun ne olduğunu bilmiyorum. Özel sektörden çalışırken çok iyi teklifler almama rağmen maalesef şimdi her kapı korkudan kapanıyor. Toplum içinde bir yerde oturduğunuzda insanlar sizden korkuyor. Yan yana olmaktan veya görülmekten. Ayrıca SGK kayıtlarında khk ile ihraç yazıldı ölmeden canlı toprağa gömmek gibi. Pasaportlarda tüm ihraç edilenlerin iptal. İçerde iş yok başka ülkede geçim peşine düşmeye engel yahu ben ailemi nasıl geçindireceğim. Derdimi anlatacak kapı yok. Tek inancım kaldı Allah. Allah başkasına muhtaç bırakmasın. Umarım Allah’ın huzunda kurulan mahkeme de hak hukuk yerini bulur.
Güneş sistemi güç merkezleri üzerine kuruludur. Güneş sisteminin merkezinde en büyük kütleli olduğundan güneş vardır. Jüpiter güneşin uydusudur. Ama Jüpiter kendi uyduları için bir güç merkezidir.
Dünyada da güç merkezleri vardır. Dünyanın en büyük güç merkezi 18 trilyon dolarlık ABD’dir. Sonra 15 trilyon dolarlık Avrupa ki Avrupayı kabaca büyük oranda Alman endüstrisinin küçük oranda ise Fransa endüstrisinin yaşam alanı olarak da tanımlaya biliriz. Çin ise 12 trilyon dolar ile yeni bir güç merkezi olarak ortaya çıkmıştır.
Başta ABD olmak üzere batı bloku içerisinde bulunan Avrupa, İngiltere, Kanada, Avustralya, Japonya, Güney kore toplamda 47 trilyon dolarlık bir merkez gücü temsil etmektedirler.
Güç merkezlerinin Türkiye’ye kendilerince belirledikleri bir rol vardır. Belirledikleri bu rolün yerine getirilmesi her şeyden önce Türkiye’nin kontrol edilebilir olmasını gerektirmektedir.
Türkiye parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçerek batı güç merkezlerinin Türkiyeyi kontrol edebilme imkanlarından birini yok etmiştir. Halbuki batı 1950 de çok partili parlamenter sisteme geçmemizi sağlamış dolayısıyla batı kendi kurduğu sistemin kendisinden izin alınmadan değiştirilmesinden rahatsız olmuştur.
Parlamenter sistemde kurulan iktidarları iç karışıklık, basın, askeri bürokrasi vb iç güçleri harekete geçirerek kontrol etmek mümkün olan bir sistemdir.
Getirilen bu sistem, her şeyden önce, Derviş gibi kişiler adı altında Türkiye’nin bir kayyum yönetimine devrini dahi ortadan kaldırmışlardır. Kızgınlıklarının nedeni bu dur.
Bu güç merkezleri Mısır’da askeri darbe ile kurulan Sisi rejimine değil olumsuz tavır takınmayı bu rejimin oksijen tüpü olmuşlardır.
Demem o ki batı güç merkezlerinin istediği yönetimi kurarsanız sizin oksijen tüpünüz olurlar yoksa o oksijen tüpünü size karşı oksijen kaynağı olarak kullanırlar. Kısaca Batı güç merkezleri tarafından adınız sisi değilse işinizin zor olduğunu baştan kabul etmeniz gerekir.
Fehmi Bey demokrasi’nin arttırılması, tutuklu gazetecilerin tutuksuz yargılanmasından bahsediyor yazısında. Bunun sizin önermelerinizle nasıl bir ilgisi var anlayamadım açıkcası.
Evet, Türkiye bir karar verdi ve işi bundan böyle daha zor olacak.
Ancak Cevat Karakalem Bey gibi naif vatandaşlarımızın orantısına bağlı olarak ya durumumuz daha da zorlaşacak, ya da ters orantıyla daha kolaylaşacak.
Fehmi Bey’in sorunun içeride olduğuna dair görüşüne hiç katılmıyorum. Zira Batı, Türkiye’nin içindeki bir sorunu kendisi açısından sorun olarak görmez.Hatta Türkiye’nin içerisindeki sorunlardan dolayı memnuniyet bile duyar. Hatta Türkiye’nin bir sorunu yoksa,başına bir sorun sarmak için elinden geleni yapar. Örnek PKK. PKK’nın batılı ülkelerin desteği olmadan ayakta durması mümkün müdür? Asla mümkün değildir. Batı ister ki Türkiye’nin başından sorun eksik olmasın;kendi iç sorunları ile boğuşsun dursun.
Daha önce niçin Türkiye üvülüyordu denebilir. Önceki tavırları Türkiye’nin iyiliğini istediklerinden dolayı değildir. Türkiye’yi kendi çıkarları doğrultusunda kullanma arzusundan
kaynaklanıyordu o övgüler.Ama Türkiye’nin kendisini kullandırtmayacağını gördüler.
Mesela İstanbul’a üçüncü havaalanından Almanya’nın rahatsız olduğu söyleniyor. Türkiye’nin gelişmesi ve bölgesinde söz sahibi olması istenmiyor.Rakip olarak gördükleri Türkiye’yi zayıf düşürmek istiyorlar.
Suudi Arabistan krallıkla yönetiliyor. Batı bundan niçin rahatsız olmuyor? Mısır’daki Sisi darbesi niçin Batıyı memnun ediyor? Batı, niçin bizdeki bütün darbeleri destekledi?
Bütün bunlar, batının bir ülkenin iç problemlerini kendisi açısından sorun olarak görmediğinin açık delilleridir.Bilakis içeride ne kadar çok sorun olsa o kadar memnun olur.
Türkiye’de Milli Selamet Partisi, Refah Partisi, Fazilet Partisi kapatıldı. Batı bunu hiç sorun etti mi? Etmedi. Ama HDP kapatılsa, sorun eder. 28 Şubatta onca hak ihlali yaşandı. Batı bunu da sorun olarak görmedi. Batının Türkiye’de sorun olarak gördüğü şey, Türkiye aleyhine olan eylemlerin engellenmesi, faillerinin cezalandırılmasıdır.
Dış politika bizde olduğu gibi Batı ülkelerinde de çıkarlar ön planda tutularak belirleniyor. Bu bütün ülkeler için geçerli olsa gerek. Dostumuz dediğimiz ülkelerin kaç tanesinde demokrasi, ifade özgürlüğü ve temel hukuk kuralları geçerli diye düşünmeden, hatta bu değerlerin ülkemizdeki durumunu bile dikkate almadan, Batının Mısır politikasını eleştirmemiz pek inandırıcı olmuyor. Batı Sisi ile işbirliği yapıyor ama hiç olmazsa kendi insanını demokrasinin ve temel hukuk kurallarının hüküm sürdüğü bir ortamda yaşatıyor…
Almanyanın kıskanıyo dediği havaalanının bütün elektronik donatımı Alman malı olacak bunu hiç düşündünüzmü övündüğünüz yollarda Alman arabalarıyla gezdiğiniz gibi birazdabunlara kafa yorsanız ucuz popülist söylemler yerine
Almanya, “Yeni Havaalanında kullanacakları elektronik donanımı bizden alacaklar” diye sevinmeyip de, niçin 3.Havaalanını engellemek için olanca gücüyle çalıştı pekiyi?
Zahmet olmazsa siz de biraz bu konuda kafa yorun.
Yoruma kapalı.