Görenlerden, ya da şimdi sizlerle paylaşacağım gözlemin öznesi olanlardan karşı çıkanlar olabilir, ama ben yine de bildiğimi yazayım: Şimdiye kadar bürokraside bulunduğu konumda mutlu olan biriyle hiç karşılaşmadım.
Memur dediğin kişi hep bir yukarıyı kendisi için münasip görür ve oraya gelemeyen de mutsuz olur.
Oysa hedeflenen makamların sayıları yükseklik kazandıkça azaldığı için yukarılara doğru mutsuzluk oranı daha da fazlalaşır.
En mutsuzlar müsteşar olmayı bekleyen müsteşar yardımcıları, genel müdürlerdir…
İşin doğası böyledir.
[Dr. Laurence J. Peter ve Raymond Hull tarafından 1968’de geliştirilen bir teoriye göre de, hiyerarşik düzenlerde yer alanlar yetersizlik gösterecekleri noktaya kadar yükselir; o teoriye göre, dünyamız bu yüzden yetersizler tarafından yönetilmektedir. Buna ‘Peter Prensibi’ deniliyor. Henüz bir isim kazanmamış benim teorim ‘Peter Prensibi’ni tamamlayıcı mahiyette.]
Benzer bir durum siyasette de kendini belli eder. Orada da hemen herkes bir yukarıdaki konumda bulunmayı arzu eder. İl ve ilçelerde görevli olanları başkanlık da kesmez, milletvekili olmak ister; milletvekili olur bakanlığa göz koyar, bakan olan da başbakanlık tacını başında görmek ister.
Artık başbakanlık koltuğu yok; özel seçimi olmadan gelinen en önemli makam bakanlık…
Seçim sonrasında tam anlamıyla yürürlüğe giren yeni sistem bakanlıkların gradosunu hayli yukarıya çekti; gazete haberlerine göre o koltuklara halen değişik bakanlıklarda görevli bürokratların da getirilmesi düşünülüyormuş…
Haklarıdır, getirilebilirler.
Muhalefette olan
İktidar partilerinde durum böyledir de muhalefetin hali daha farklı mıdır?
Kesinlikle hayır. Orada da bir siyasinin gelebileceği makamlar vardır ve muhalefet partilerinde de siyasiler bulundukların yerlerin daha yukarılarına tırmanmaya göz dikerler. Parti kademelerinde, Meclis’te grup yönetimlerinde ‘önemli’ yerler vardır. Her öne çıkan muhalefet üyesi önünde sonunda partisinin başına gelmeyi arzular, bunun için ittifak arayışlarına girmesi gerekirse, onu da yapar.
Geçmişte bakanlık sözü verilerek ayartılmış ve partisinden kopartılmış muhalefet milletvekilleriyle de karşılaşıldı.
Makamların tuhaf bir cazibesi olduğu muhakkak.
İşte bu sebeple, partisi -bunu genel başkanı olarak anlayın- kendisini cumhurbaşkanlığına aday gösterdiğinde, Muharrem İnce‘nin ağzından çıkan “Seçimi kaybedersem Sayın Kılıçdaroğlu’nun karşısında aday olmam, vefasız bir insan değilim” cümlesini başkaları gibi kesinlik arzeden bir irade beyanı olarak görmemiştim.
Daha önce iki kez Kılıçdaroğlu karşısına çıkmış bir CHP’li Muharrem İnce, onun koltuğunda gözü olduğunu ilân etmiş biri; neden eline fırsat geçerse üçüncü kez şansını denemesin ki?
Nitekim deneyeceği anlaşılıyor.
Partisinin lideriyle eşli bir yemek ortamında bulundu, hemen ardından genel başkanlık yarış sürecini başlatmış görünüyor.
Onun da hakkıdır. Seçimde partisinden 10 puana yakın daha fazla oy almış olması ona bu hakkı veriyor.
Yollar ayrılabilir
Yalnız unutulan bir nokta var: İnce‘nin karşısında da yenile yenile yenmeyi öğrenmiş biri bulunuyor.
Kemal Kılıçdaroğlu öyle bir lider…
İnce‘yi aday olarak öne sürdüğünde, adları İnce ile geçen partisinden bazı siyasilerin milletvekili adaylığını engellemişti Kılıçdaroğlu. Muharrem İnce, cumhurbaşkanlığı adaylığını kabul etmekle Meclis-dışı kalmayı göze almıştı ve artık milletvekili değil.
Geçmiş deneyimlerden CHP’liler iyi biliyor: Milletvekili olmayan birinin partiye genel başkanlık yapabilmesi Türkiye’de çok zor. (Meral Akşener için de durum farklı değil.)
Hükümet ortağı SHP’ye genel başkan seçilen Murat Karayalçın bunu anlayınca ara seçimle Adıyaman’dan adaylık macerasını göze almıştı.
Tayyip Erdoğan da ilk ara seçimde Meclis’e girerek genel başkanlığı üstlenmemiş miydi?
Henüz yeni seçimden çıkmış bir ülkede ara seçim pek kolay değil. Tayyip Erdoğan için yol Abdullah Gül tarafından açılmıştı, ama CHP’de İnce‘ye bunu sağlayacak biri var mı, kuşkuluyum.
Muharrem İnce‘nin seçim oyu ile CHP’nin seçimde aldığı oyun farklı oluşu için öne sürülebilecek çok sayıda -hemen hepsi de makul- gerekçe de var.
Ancak Muharrem İnce gibi hırslı bir siyasetçinin beş yıl bir köşede oturup bir dahaki cumhurbaşkanlığı seçiminde yeniden aday gösterilmeyi bekleyeceği de düşünülmemeli.
Çıkılan yolun bir süre sonra CHP veya Kılıçdaroğlu ile yolları ayırmayı getirebileceği de hesaba katılmalı.
Hele CHP’nin içerisinden daha önce de Demokrat Parti, Cumhuriyetçi Güven Partisi gibi partiler çıktığı da düşünülürse…
CHP’yi sıkıntılı günler bekliyor.
Gözleri bakanlık koltuklarında olan AK Partili siyasiler ile aynı koltuklara layık görülen bürokratlara gelince…
Onlara da “Yollarınız açık olsun” diyorum, başka ne diyeyim?
ΩΩΩΩ
İnsanlik var olduğu sürece makam mevki hırsı var olacaktır.
İnsanliği yaratan güç bu hasleti de içimize koymuş.
Bu eşyanin tabiati.
Herkesin içinde az veya çok bulunan bu his insanliği insanliktan çikariyor çoklukla.
Burada üst mevkilere çikmak isteyenden çok ;O mevkilerde olanlara altdakilerin verdiği haketmedikleri önemdir.
Kişilere makamına göre değer verildiği ölçüde bu savaş en acimasiz ca devam edecektir.
Kişi bulunduğunun üstü ne çikmaya çalişirken şuan bulunduğum görevi hakkıyla yerine getiriyor muyum sorusunu sormaz.
Yetkinliği ile makamını ezen kişi yükselmeyi hak eder.
Yetkinliği makamı altında ezilen kişiler aslında bu makamı bile hak etmezler.
Ancak pratikte yükselenler genelde ikinci gruptakilerdir.
Peki neden böyle.
Birincisi üst yöneticiler yeteneklı değil emrini itirazsiz kabul edecek ancak imzasiyla sorumluluğu üstlenecek
kişileri tercih ederler.
Yükselme arzusuyla yanıp tutuşan bu kişiler üst makam için bu riski rahatlikla ve sevinçle üstlenirler.
Olmasi gereken bu değil ama çoğunlukla gerçekleşen bu dur.
Bu o ülkenin kültürel düzeyi yüksekse kısmen birinci kategoridekiler çoğunlukta. Ülke gelişmişliği düştükçe ikinci gruptakiler yükselir çoğunlukla.
Bazi görevler vardir ki ;Bu makamlar için gerçekten liyakat gerekir.
Sebep top görev olan bu makam ın başarisizliği direkt alt makamları etkiler.
Parti başkanlığı bunlardan biridir.
Parti üyeleri seçim kazanamayacak başkanı seçmezler veya seçim kaybedeni alaşaği ederler.
Bu bütün medeni ülkelerde böyledir.
Peki bizim gibi ülkelerde bu akıl dışı düzen niye böyle değil dir.
Çünkü ülkeyi ilk başta dizayn eden kurucu babalar böyle buyurmuş.
Bir ülkede demokrasiyı otoriter ler getirirse böylesini getirir.
Darbeler anayasasında partiler yasası;
G. başkanı tahtından indirmeyi çok zor kılıyor.
Bir şekilde parti başkani seçilen ki genellikle yeni kurduğu partının başkanı oluyorlar doğal olarak .
Parti başkanini seçme yetkisi delegeye verilmiş .
Delegeyi kim seçiyor?
Parti başkani alaşaği edildiği zaman onu seçen delegelerde partide çoğunlukla partideki etkinlikleri yok olacaktir.
Dolayısıyle partinin seçimi kazanması değil genel başkanlarinin partinin başında kalması daha hayati önem kazanıyor ki seçimi kaybetmesi genel başkanliği kaybetmesinden önemli olmuyor.
Devlet sistemi böyle kurmakta fayda görmüş demek.
Bir kaç genel başkanı yönetmek çok daha kolay.
Büyük parti genel başkanları her hayatı görevde olduğu gibi devletin derinlerinin onayını almadan oralara gelemez.Geldi diyelim ya devletin diliyle konuşmaya başlar ehlıleşir yada sorun çıkarırsa bir skandalla bertaraf edilir.
Doğrusu halkin çoğunluğu makama değil liyakat a önem vermesi.Biat kültürü önemli olmamalı arzumuz.Ancak
En küçük bir makam için bile imtihani kazananlardan eleman alınırken mülakat denen en iyi biat çilarin seçilmesi bize her makam için; olanlardan istenen buymuş demek.
İlk göreve aldıklarından istediğin vasif buysa bu elemanlar devletin tepesine geleceği 20-30 yılda bu vasfın yoğunluğu ölçüsünde yükselecek veya alttakilerini yükselteceklerdir.
Uzun sözün özeti yine orada bitiyor.
BİZ LAYIK OLDUĞUMUZ İDARECİLERLE YÖNETİLİYORUZ VEYA YÖNETİLECEĞİZ……………………………
*******
….
Dur yolcu! “yola devam” diyenlere bakma sen..
Diklenecek sana karşındaki şu merdiven!…
“N’olmuş, ben de yaparım” deyip atıp tutmadan,
İştahlanma! şu merdivenlere gözatmadan!…
Ağır aksak çıkacaksan bu merdivenlerden,
Tekrar düşün, haber yok zirveyi görenlerden!
Bir makama götürse de, arzu edenleri,
Çıkabilir misin söyle, bu merdivenleri?
Var mı o idealin, ülkene hizmet aşkın,
Sorguladın mı nefsini, ne kadar yatkın?
Yoksa sen de mi o kör nefsin bir esirisin,
Sen de mi kendine yontan, egoist birisin?!
…..
Nelerini gördü bu millet, ah nelerini,
And içenleri,.. yiyenleri, nicelerini!…
Sorumluluk-emanet, göklere arz edildi!
Size kolaylık olsun, merdiven de verildi
Hazır mısın dostum, Allahın düzeni çetin,
Var mı bu işe yeten, iraden, cesaretin?
…..
*******
Sayin H K, İnsanlara Allah tarafından verilen yetenekleri gene insan gibi onun yarattiklaına hizmet olarak kullananlar iinsanlarin hatta bütün canliların taktirini ve duasını laik olur.
Bence siz burdaki Fehmi beyin bugünku yazısını anlamlaştıran yukardaki yazısının ortasına yerlaştırdıği merdivenin basamakların hızını aşarak Allahın size verdiği yeteneğinizi günün manasına uygun olarak bu sitenin okurlari olan bizlere aci gerçekleri anlatan mükemmel bir şiirle ziyafet çektiğiniz içen taşekürler.
Allah mesleğiniz ve hayatınız boyunca hayat merdiveninin basamaklarını onun yolunda tırmanmaniz için kolaylik ve güç versin.
Zevkle okuduğum bu şiiriniz için tekrar teşekkürler.
Allaha emanrt olun.
Teşekkürler Nurdan hanım. İş arasında biraz aceleyle kaydı elimden… Yapılacak değişiklikleri şu yukarki aynada sonradan daha iyi farkedebiliyor insan. Yine de anlam olarak değişecek fazla bir şey yok. Sağlıcakla kalın…
Hasan bey merhaba,
Ben pek tahmin yapmam fakat İran ve ABD konusunda ABD İrana saldırmaz…..
Çünkü Kullanma yönünden İran onlar için büyük nimet.
Yalandan bir ambargo koyuyorlar kendi iş adamları iranlarla iş yaparken onlar Avrupa değil, Türkiye gibi úlkelerin sırtından para kazanmak için Riza Zaraf gibileri vasıtası ile tuzağa düşrüp dünya kadar vurgun yapiyorlar.
Şöyle bir düşünün bakalım. Bir avukatın saat ücreti 500 dolar.
Bu ülke kapitalist bir ulke herşeyleri para kazanmaya göre ayarlanmıştır ve sıradan, dürüst nsanlar kolay kolay zengin olamazlar çünkü onlar hep tüketici olarak kullanilmaktalar.
Neyse şahadete gelelim.
Riza Zarafı örnek vermiştım!
Bakinız itirafçı olan Zaraf kendi önceden avukatlarının ücretlerini ödedi ( bundanda pak emin değilim) veya TC ye ödetti.
O mahkeme Türkiyeye Miliyonlarca dolara mal oldu.
İran ambargosunda İngilter olsun dığer batılılar olsun köşe dönerken biz bataklığa düştük.
Onu bunu bilmem devleti idare edenler dışarıyı iyi bilmesi gerek dişarda ya okuması yada rahmetli Özal gibi çalışmasí gerek’ki bilgi sahibi olsun.
Eğer maksadı sadece seçim kazanmak ve cep doldurmak ise Türkiyenin varoşlarında yaşaması halkın hassaiyetini iyi bilmesi yeterde artar bile.
Sağlıcakla kalın.
Eskiden yani nekadar mevki makam peşinde olsalar dahi genede devletin memurlarını kendilerinin hırsları için onlari kendi menfaatleri için kullanmazlardılar.
Reis kendini Muslüman dünyasına halife ettire bilmek için önündeki engellere tuzaklar kurup iftıralarla doğrulayip emrini altındakilere yaptırdıklari kanunsuzluk ve zalimlikleri günah keçilerinin üstune yıktıklarının akibetlerinin dört yıl önce yazılmış aşağıdaki kopyalanan yazidan okiyalim.
Hani bir zamanlar o meşhur Ergenekon ve darbe pilanlarını bahane ederek askeriyeye gazeticilere karşı yaptırdıklarını tıpkı 15 Temmuzdan sonra da isim değiştirerek daha fazla kendisine itaat edbilecek görevliler tarafından veya desteği ile TC nin rejimini değiştırdiği gibi.
Bizde bir söz vardır “kendi gözündeki çöpü görmez başkasının gözü deki dikeni görür.
Şu an Havuzu e trolleri vasıtası ile hedef şaşırıp gündem değiştirmekle meşgüller.
Sanki Türkiyeyi hapis hane ülkesi her gün yapıla operasyonlarda 4/ 5 bin kişi göz altına aldırtan Erdoğan’ın emrindekiler değilde Kılıçdaroğlu nun emrindekile gibi.
İnsan bıraz utanır.
Burdan sonrası bana ait değil.
Erdoğan’ın sır temizliği
Polis müdürü Zeki Güven’in cezaevinde şüpheli ölümü Gazeteci Emre Uslu’nun Taraf Gazetesi’nde 4 Temmuz 2014’te kaleme aldığı yazısını yeniden gündeme getirdi.
Kapatılan Taraf Yazarı Emre Uslu, “Gözaltına alınıp tutuklanan polislere bakıldığında neredeyse elleriyle seçilmiş gibi Erdoğan’ın sırlarını bilen ne kadar kişi varsa hepsi hapishaneye gönderildi” demişti.
İşte 4 yıl önce yazılan o yazı
Erdoğan’ı korkutan sırlar
Geçen haziran ayında yazdığım bir yazıda Erdoğan’ın “paralel yapılanmayla mücadele” diye başlattığı cadı avının amacının sır temizliği olduğunu anlatmıştım. Erdoğan’ın hedef aldığı isimlerin ortak noktalarının bir dönem Erdoğan’la yakın mesai içinde bulunmuş bürokratlar olduğunu, Erdoğan’ın legal-illegal birtakım isteklerini yerine getirdiklerini, en azından Erdoğan’ın hayati sırlarını bildiklerini anlatmıştım.
Son tutuklanan polislerin kimlikleri bu konudaki argümanımı daha da güçlendirdi. Gözaltına alınıp tutuklanan polislere bakıldığında neredeyse elleriyle seçilmiş gibi Erdoğan’ın sırlarını bilen ne kadar kişi varsa hepsi hapishaneye gönderildi.
Birkaç örneğe bakalım…
» Serhat Demir: Böcek soruşturmasında baş şüpheli olduğu iddiasıyla aranıyor.
Bildiği sır: Erdoğan’ın görevlendirmesiyle, Yasin El Kadı’yı Suudi Arabistan’dan alıp İstanbul’a getiren, İstanbul’da bulunduğu süre içinde korumalığını yapan, El-Kadı’nın İstanbul’dayken Hakan Fidan dâhil birçok yetkiliyle temasını bilen emniyet görevlisi.
» Ali F. Yılmazer: Casusluk ve usulsüz dinleme iddiasıyla tutuklandı.
Bildiği sır: Ergenekon, Oda Tv gibi operasyonları yönetti. Yaptığı açıklamalarda operasyonlar yapılmadan önce Erdoğan’la defalarca görüştüğünü, her şeyi anlattığını, Erdoğan’dan aldığı perspektifle operasyonları yaptığını açıkladı. Erdoğan birkaç defa görüştüm dese de Ali Fuat Yılmazer ile görüşmeleri kameralara bile yansıdı. Yani Ergenekon operasyonlarında, Asker’in kışlasına çekilmesi çabaları içinde en kritik görevi yapan kişiydi. Operasyonlara ilişkin en derin sırları bilen biri Yılmazer…
» Yurt Atayün: Görevde olmadığı dönemde Erdoğan’ı dinlediği iddiasıyla tutuklandı.
Bildiği sır: KCK operasyonlarını yönetti. KCK yapılanması içindeki MİT’çileri tespit ettiğini, bu konuyla ilgili tüm bildiklerini Erdoğan’a verdiği brifinge anlattığını, KCK içine sızan MİT’çilerin işlediği suçlardan Erdoğan’ın da haberinin olduğunu açıkladı. 7 Şubat krizinden sonra ilk görevden alınanlardan biri Atayün’dü. Garabet o kadar büyük ki Atayün, görevde olmadığı dönemde, Kasım 2013’te Erdoğan’ı dinlettiği iddiasıyla tutuklandı…
Yurt Atayün’ün bildiği sırlar o kadar değerli olmalı ki, Erdoğan’ın danışmanlarının kullandığı twitter hesapları Atayün’ün bir suikast sonucu öldürüleceğini iddia ederek ona konuşmaması yönünden baskılar yapıyor.
Atayün’ün itirafçı olduğunu iddia ediyorlar ama Atayün mahkemedeki savunmasında kameraları açın kameralara konuşacağım dediği hâlde mahkeme hâkimi kameraların arızalı olduğu gerekçesiyle Atayün’ün konuşmasını kamera kaydına aldırmadı.
Atayün’ün özellikle İran ile bağlantılı Selam Tevhid Örgütü’nün Türkiye içindeki uzantılarını açıklayacağım demesinden sonra Ankara’da tuhaf bir rahatsızlığın olduğu açıkça görüldü.
Atayün’ün Metris’te bir zamanlar mücadele ettiği terör örgütü sanıkları ile aynı hapishanede tutulması da, acaba Atayün ortadan kaldırılmak için mi o hapishaneye konuldu kuşkularını ortaya çıkarıyor.
Tek başına Atayün’ün başına gelenler bile aslında yapılan operasyonun bir sır temizliği operasyonu olduğunu göstermeye yetiyor ama başka örnekler vermeye devam edelim…
» Serdar Bayraktutan: Van’a görevliyken İstanbul’da yapıldığı belirtilen dinleme faaliyetinden dolayı tutuklandı.
Bildiği sır: Van TEM Müdürü görevindeyken Ocak 2014’te Van merkezli altı ilde El Kaide operasyonu gerçekleştirdi. Üç militan yakalandı. Bayraktutan bu operasyonda yardım kuruluşu İHH içine yuvalanan El Kaide militanlarını deşifre etti. Bayraktutan, tıpkı TIR olayında olduğu gibi yardım adı altında El Kaide’ye yasadışı ürünlerin sevkiyatının yapıldığını ortaya çıkardı.
04 Temmuz 2018 13:28
NUrdan hanim şu FETO culerden alıntı yaparak algı operasyonu yapmakta çok Mahir sin maşallah.
Evet Ümút bey haklisiniz.
Reisin eski dostlarından alınti yapacağım’ki! inandírıcı olsun. Tabi Devletin tepesine gelmek için kullandıkları eski dostlarının kamuoyunda birinci sırada her ne kadar Retocuların olduğu bilinmesine rağmen. Bence yiğidi öldür hakkını yeme, esas ona Retoculardan çok daha önce malum Karadenizli hemşerisi sahip çíkarak hertürlü desteği veren ve reisin esas eski dostları içindede en mert olan Alaadin Çakıcıdır, adamcağızın reise az emeği geçmemış.
Ümit bey bunda benim ne suçum var?Benmi dedim git onlarla dost ol diye?
Bakın Çakıcí reise yazdığı mektuplarda neler, neler yazıyor.
O zaman yeri gelince Çakıcının o mektuplarınidanda bu siteye ben kopilemeden isterseniz siz önce okuyun ki ona gõre bir bahane hazırlaya bilesiniz.
Sizi üzmek istemezdim ama eski dostlar dúşman olunca hangısi haklı hangısı haksız olduğunu öğrenmek için tabiiki araştıracağíz.
Ha ben önceden birşey yazdığım zaman soru soruyordunuz şimdi o soruları sormaktan sizleride kurtarmış oliyorum.
Sır olarak bildiğimiz tek şey milletin parasıyla okuyan makam mevki sahibi olan hileli yollardan general mevkisine kadar yükselen bu yaratıkların nasıl millete silah doğrulttuğu
Emre Uslu denilen adam şu anda firari bir hain
Devlet adamlığı devlet görevlilerinin de gizli görüşmelere katılmasını sağlamak değilimdir
Bu nasıl bir zeka ki Erdoğan bütün istihbarat örgütlerine rağmen sırrı saklıyabilyor
Hanımefendi eğer onlar sır denilen şeyleri bilseydi çoktandır açıklarlardı
Öyle hainler yani
Rıza Zarrap ülkeye katkı yapmıştır bu nedenle desteklenmiştir
Bu ülke daha çok Zarrap bulur
Neyin kafası sizdeki
Bakma sen, yukarıya göz koyan olduğu kadar, yukarıya tırmanmış olanlar da, “yerimi kaparlar” diye, aşağıdakilere mesleki öğretmez ve çok hased sahibidir. Bu endişe ile de her daim mutsuz kalırlar. Çünkü, her değiş-tokuşta yürekleri gerp-gürp eder. Her M.Vekili de başında “…bir TAÇ görmek” , göstermek ister. Ama, liyakatsiz kişiler, memleketi de beraberlerinde GÖMSEler de, böyle bir netice umurlarında bile değildir. GÜNEŞ MOTELde kirlenip, dürüst Ecevit eliyle parlatılanlar böyle bir hırsın zebunu, nefistperes , …..lık kimselerdi
Hz.Peygamber’e bir kişi gelip, “kıyamet ne zaman kopar ?” diye sormuş. Peygamberce bir cevap: “Emanet ehline verilmediği zaman”. Atalar, “adamdan adama bir deve boyu fark var” demiş. Öbürü atılıyor : “Ne bir devesi, kırk deve boyu fark var”. Zavallı, halini bilmiyor ki, haddini bilsin. ” Nefsini tanıyan, Allah’ı tanır” demişler. Boşuna mı ? Batı’lıların, “DEMOKRASİ YALANI ile Milletleri nasıl kullandıklarını, aldattıklarını dün TV. tartışmalarında – nihayet – duyabildik.
M.Karayalçın ve B.Elçi emeklisi, beynini nasıl yıkamışlar ki, Muharrem’de ne söz bırakmış, ne edep, ne namus. Nefsini ve NA-Mertliği yenememiş. Politika bu… K.Kılıçdaroğlu istemedikçe Genel Başkan olamaz. Bir yerlerden talimat gelirse, o başka. Ayrı parti kurmak mı !. m.İnce, aklını yememişse, ayrı parti kurmaz, kuramaz. F.Koru geçmiş maceraları, başa gelenleri hatırlatmış. M.Akşenerin hali de ortada. Kurmakla olsa M. Feyzioğlu kurardı, üstelik aile tecrübesi de var. Ne derler : “anası ne ki, danası ne ola”.
Tayyip beyin Siirtte başına konan çok büyük bir talih kuşuydu, sanki organize planlanış gibi..
Ben, CHP’ye yanmıyorum. Milletin – müstehak olduğu – kara kaderine yanıyorum. Maneviyatçı, Milliyetçi, Muhafazakar geçinen ve içinde, mason, dinsiz, çokça hırsız barındıran toplama ve derleme Merkez-sağ(!) partilerin bu – CHP – sayesinde ehven-i şer denilen partilerin seçim kazanması ve Ülkenin bu suretle, hiçbir zaman ŞERden kurtulamayışıdır. Bereket, bir Tayyip bey çıkmış. Baksana, Partisi bile, kendisinden 10-15 puan geride. Tayyip bey canını dişine takmasaydı, bu fark 10 puana kadar daha aşabilirdi.
Her nedense ,
Meclisteki 600 vekil ,
Bürokraside , Müdürler , daire başkanları , başkan yardımcıları , bürokratlar , müsteşarlar , müsteşar yardımcıları , kalem müdürü , vb. makamlar bana hep milletin sırtına bindirilmiş , bunlardan en az % 75 i haybeye maaş alıp gününü gün eden insanlarmış gibi bana geliyor. Böyle düşünmemin sebebi de bürokraside , buralara birileri tarafından getirilmiş olduklarından ( Liyakat falan aramayın ) yazarımızın ifade ettiği üst makamlara çıkma hırsından ve çabasından işlerini yapamadıklarına olan kannatim. En önemlisi de atandıkları makamların gerektiği donanımdan yoksunlar. Örneğin adını vermeyeceğim bir devlet kurumunda , Meclis Başkanı Sn. X görev yaparken bu kurumun daire başkanı Sn. X ‘ in yeğeni idi. Dayısı tarafından göreve getirilmişti. Daha sonra Sn. Y geldi Meclis başkanlığına , daire başkanı değişti , yine daire başkanı Sn.Y ‘nin bir yakını oldu. Yani kimin devri geldiyse hemen onun adamları köşe taşlarını kapıyorlar. Getirdikleri adamların liyakatını falan sormayın. Hatta yine adını vermeyeceğim bu kurumda yaptığımız bir projeye , ihaleye fesat karıştırmak üzere eski bir bayındırlık bakanının yeğeni inşaat mühendisi yeğenini göndermişti de , bu kurumda çalışan , şu anda rahmetli olan dürüst bir Mühendis arkadaşın dirayeti sayesinde bunu başaramadı. Yani siyasi tarafgirlik yapan arkadaşlar bürokraside neler döndüğünü bir bilseler , bence bu millete acıyıp boşuna taraftarı oldukları siyasetçiler için fazla çene yormaz , sadece bu milletin kurtuluşu için dua ederlerdi.
Kimseye haksızlık etmiş olmayalım, nice vatan evladı da görevini layıkıyla yapmak için uğraşıp didiniyor. Akraba kayırmacılık eski bir hastalıktır ve anlaşılabilir bir durumdur. Yeter ki iş metresine de mebus koltuğu vermeye kadar gitmesin:) nihayet daha eski dönemlere göre günümüzde, işbilen (işini bilen değil!) profesyonellere devlet kapısında daha çok şans var gibi…
Görevini layıkıyla yapmayanlardan 3 tane örnek verdim sadece.
Burada parti yarıştırmıyoruz. Tencere dibin kara , seninki benden kara da değil mevzumuz. Virüs gibi her yere yayılıp , her yoruma yorum yazmana gerek yok H.Gayret. Her tarafa metastaz yapıyorsun. İnsanların tecrübelerine bence saygı göster. Burada palavra atmıyoruz. Hiç bir yerden edinemeyeceğin bilgileri veriyoruz. Yine de tutulduğun tarafgirlik hastalığından dolayı hiçbir şeyden nasiplenmeye fırsatın olmuyor. Bir gün daha müsait bir ortam da oluşursa , X = Kim? Y= kim ? Eski bayındırlık bakanı kim ? onları da yazarız H.Gayret. Görevini layıkıyla yapanlara selam olsun.
Bayındırlık bakanlığı diye bir bakanlık halen var mı ya da en son bu isimde bir bakanlık ne zaman vardı?
2002-2008 arası bakanlıkları bir araştır H.Gayret. VARMIYMIŞ YOK MUYMUŞ ?
sayın yorumcular CHP nin başına kim gelirse gelsin geçmiş bagajı nedeniyle başarılı(iktidara gelmesi) olması imkansız nedenleri herkesçe malum zaten sayın Muharrem İNCE çok fazla efelenmesin bence mahçup olur % 30 u bence kim aday olsa bulacaktı bu seçimde HDP ile İyi partinin cumhurbaşkanı adayları ile partilerin aldıkları oy farklarının sayın İNCE ye gittiğini gösteriyor (CHP lilerin bir kısmının barajı aşsın diye HDP ye ) sayın Muharrem İNCE ayrı partide kursa başarılı olamaz CHP geçmişinden dolayı. CHP nin başına muhafazakar, dindar bir şahıs gelse de CHP yine de iktidar olamaz CHP olduğu için.çünkü ülkemiz de % 70-65 sağ %30-35 sol seçmen var. Geçmişte CHP ilahiyatcıları, emekli müftüleri, merkez sağda siyaset yapmış siyasetçileri aday gösterdi ama sağ seçmen ilgilenmedi gidenlere de güle güle dedi sağ seçmen nezdinde ki kredilerini sıfırladılar CHP ye gidenler
bilginin de bir dozu var ve bu çok önemli. ilaç gibi, doğru miktarlarda alınması lazım, ilaç gibi doz aşımı istenmeyen sonuçlara neden olabilir.
huzurun pek çok tanımı olmakla birlikte içinde bulunulduğu andan mutmain olmaktır. elindekiyle yetinmektir. bütün zamanların kadim bilgilerinden biridir anda kalmak. bizde ehli irfan dem bu dem diyerek, aldığımız nefesin kıymetinin altını çizerek işaret etmişler konuya.
bizlere ne kadar uzak. hep bir sonraki günün derdinde yaşayan bizlerin dünyasına , gerçekliğine ne kadar uzak. bir kaç m2 daha büyük ev, daha iyi bir araba, makam, unvan , elbise ya da neyse. olmayan evler olmayan paralarla satın alınıyor. ev projede para kredide. hırslı insanlarız. hiç olmadı daha çok bilirim derdimiz var. toplamının adına kibir diyoruz.
siyaset kibirin en sert yaşandığı yerlerden biri. bu erena da bugün öncelikli amacı hizmet olan bir kaç kişi var mıdır bilmem. zira mv adayı olana kadar geçen süreç halihazırda masum sayılmaz diye düşünüyorum. belli kademe ve mevkilere kadar gelinen sürecin de pek masum olmaması gibi. büyük şirketlerde çalışan kişilerde ne demek istediğimi anlamıştır sanırım. cadı kazanı olmayan pek az şirket vardır herhalde. sonuçta insanın doğasında olan işlerden bahsediyoruz, herkesin kolay kolay kaçamayacağı işlerden. zannedersem o nedenle bazı ilahi emirler yapmayın demekten çok yaklaşmayın der.
her ne kadar parti içi demokrasiyle açıklamaya çalışsalar da chp parti içi karışıklıkların en sorunlu olduğu partidir ve bu partinin tüm enerjisini soğurduğundan zarar da büyüktür. ne incenin chp nin başına geçmeye gücü yeter, ne kılnçdaroğlunun partinin başında kalmaya gücü yeter. bu arkalarındaki örgüt gücüyle ilgilidir.
ve tabii savaş demektir.
daha önce de bir kaç kez yazmıştım fehmi bey de bugün dillendirmiş, bu savaş parti bölünmesine kadar gidebilir, doğrusu da chp nin bölünmesidir. chp markasının taşınabilirliği yoktur. hele geçtiğimiz seçimden sonra ortaya çıkan tabloda. mevcut negatif-yıkıcı muhalefet anlayışı ile % 22 lerin 15 lerin altına düşmesi muhtemeldir.(( belediye seçimlerini şimdilik konudan muaf tutuyorum, akp nin büyük bir çaba göstermezse belediye seçimlerinde sorun yaşayacağını düşünüyorum bu durumdan chp nemalanabilir.))
chp ana muhalefet partisi. şimdilik. onun sıkıntısı gerçekte hepimizin sıkıntısı. pozitif v yapıcı bir muhalefetin olmayışının maddi ve manevi sonuçlarını hep beraber yaşıyoruz çünkü. kurduğu yanlış ilişkilerin sonuçlarını da. bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim demişler
boşuna değil. chp için en korkulan gittikçe marjinalleşmesi olur.
iktidarın önümüzdeki 5 yılı çok önemli. kimi nereye getirdikleri de çok önemli. sadece muhalefet değil, iktidar da aklını başına alsın. evet, yolları açık olsun.
bu günkü yorum penguen belgeseli tadında olmasın diye herşeyden önce konuyu bir parça da olsa günün konusuna iliştirerek liyakatın esas olmasına bağlayalım. sözü chp ye de dokundurup her seçimi kaybeden adamın söz etmesi gibi adı var kendi yok bir liyakat anlayışından uzak gerçek bir liyakattan ümit edelim. bu bakanlıkların başına liyakatlı kimselerin gelmesinden, projelerin liyakatla yapılandırılmasından, hibelerin ve kredilerin liyakatla verilmesinden ümit edelim, etmek istiyorum.
tarım ve hayvancılıkla ilgili sorunlar ve çözümler
Sorunlar:1- Arzın talebi karşılamaması, üretim yetersizliği,2- Arz yetersizliğine bağlı olarak aşırı fiyat yüksekliği,3- Teşviklerin son derece yetersiz olması, destekleme alımlarının yapılmaması,4- Tarım ürünlerine dayalı hafif sanayide mamul durumundaki ürünlere (çay, fındık, ay çiçeği, şeker pancarı, tütün, pamuk vb.) küresel ekonomik düzen ve Dünya Ticaret Örgütünün baskı politikaları gereği kota koyulması yada üretim sınırlamasına gidilmesi, 5- Çiftçinin yada üreticinin ürettiği ürünün elinde kalması, değerlendirememesi, Devlet, özel sektör yada ilgili kurumlar eliyle sağlıklı, güvenilir kanallardan ürünün emek ve değerine göre sistematik bir yapı çerçevesinde iç ve dış piyasada değerlendirilememesi, ihtiyaç fazlasının dünya pazarlarında satılamaması, 6- Tarım ve hayvancılık alt yapısına dayalı, hafif sanayinin, fabrikaların, tarım ve hayvancılık işletmelerinin, et ve et ürünleri entegre tesislerinin, süt ve süt ürünleri entegre tesislerinin yurdun uygun olan her yerinde açılması ve geliştirilmesi için kamu, kamu-özel, özel yatırımlar sistematiği çerçevesinde köklü, radikal, belirgin ve kısa sürede sonuç alıcı tarzda teşvik, yönlendirme ve yatırım kolaylığı ile süreli vergi sıfırlama politikalarının uygulanmaması,Vb.
Çözümler:1- Arzın yani üretimin arttırılması için tarım ve hayvancılıkta, tarım ve hayvancılık işletmelerinin kurulmasında bedava hazine arazisi tahsisi, proje ve tesis karşılığında hibe fidan ve hayvan (büyükbaş, küçükbaş) tahsis edilmesi, 2- Üretim ve yatırımın teşviki adına 10 yıl ödemesiz ve 10 yıl vade ile ödemeli 0 faizli kredi verilmesi,3- Tarım ve hayvancılık işletmelerinin kurulmasında proje karşılığında geri ödemesiz hibe kredisi verilmesi,4- Tarım ve hayvancılık işletmelerinin kurulmasında, hafif sanayinin kurulması, et ve süt entegre tesislerinin, fabrikaların kurulmasında altyapı ve ulaşımın yanı sıra tesislerin Devlet tarafından bedava kurulumu, bu tesislere 10 yıl boyunca gelir ve kurumlar vergisi muafiyetinin getirilmesi, 5- Devletin tarım ve zirai ürünlerde tavan fiyat uygulaması, destekleme alımı yapması,6- Tarımsal mamül ürünlerin üretilmesinde hammadde statüsünde bulunan pamuk, şeker pancarı vb. ürünlerin üretimine kota yada sınırlama getirilmemesi, aksine yoğun bir şekilde üretimi yukarıdaki yöntemlerle desteklenmesi, Devlet tarafından destekleme alımları yapılması,7- Devlet ve ilgili kurumlar eliyle üreticinin ürünü değerine alınıp iç ve dış piyasalarda değerlendirilmesi, 8- Tarım ve hayvancılık ürünlerinde üreticinin ve tüketicinin korunması adına taban ve tavan fiyat politikasının uygulanması, 9- Sağlık, kalite, fiyat bakımından piyasada kontrol ve denetimlerin yeterli personelle sık aralıklarla sistematik bir şekilde yapılması, 10- Örneğin Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerinde hayvancılığın, hayvancılık işletmelerinin, buna dayalı et ve süt entegre tesislerinin yukarıdaki yöntemlerle yoğun ve sistematik olarak desteklenmesi ve teşvik edilmesi,11- Güneydoğu Anadolu ve İç Anadolu bölgelerinde küçükbaş hayvancılığın, hayvancılık işletmelerinin, buna dayalı et ve süt entegre tesislerinin yukarıdaki yöntemlerle yoğun ve sistematik olarak desteklenmesi ve teşvik edilmesi,12- Karadeniz bölgesinde çay ve fındık ürününe dayalı olarak yoğun ve sistematik bir biçimde, yukarıdaki yöntemlerle, çay ve çikolata fabrikalarının kurulmasının desteklenmesi,13- Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde zeytin üretimi, bu ürüne dayalı olarak zeytin yağı fabrikalarının ve işletmelerinin kurulmasının yoğun ve sistematik olarak yukarıdaki yöntemlerle desteklenmesi ve teşvik edilmesi,14- Ege, Akdeniz, İç Anadolu (üzüm) ve Güneydoğu Anadolu (üzüm) bölgelerinde meyve ve sebze (domates) üretiminin, tütün üretiminin bu ürünlere dayalı meyve suyu fabrikalarının, salça fabrikalarının, sigara fabrikalarının kurulmasının yoğun ve sistematik olarak yukarıdaki yöntemlerle desteklenmesi ve teşvik edilmesi,15- Üretilen sigaraların dünya piyasalarına rakip olarak Amerika ve Avrupa pazarlarına ihraç edilmesi, iç piyasaya sunulmaması,Vb.
z. özdemirin bir makalesinden alıntıladım.
su ürünleri konusuna da değinmek gerekir ama artık başka bahara…
Su ürünleri sonbahara diyelim o zaman:) konuyu toparlayıcı bir paylaşım. Geneli itibarıyla ‘devletten bekleyen’ bir yaklaşım ama bu zaten şart! İşletme ve pazarlama konusunda ise daha çok özel sektörümüzün öncülük etmesi beklenir. Özellikle perakende sektörümüzün hem ülke içersinde hem de dışında zincir mağazalarıyla türkiye menşeili gıda maddelerini tüketiciye ulaştırması büyük bir kazanç kapısı olacaktır. Taşıma ve depolama konuları da ancak böylesi devasa bir organizasyonla aşılabilir diye düşünüyorum. Gap projesi kapsamında özellikle de bio-tarım yatırımlarına teşvikler öncelikli olmalıdır. Hükümetin toprak birleştirme reformunu da çok yerinde buluyorum ve destekliyorum. Tarım sektörü için bir önerim var: ziraat mühendislerimize işletme, işletme mezunlarımıza da ziraat alanında yükseklisans yaptıralım! hayvancılık için aynı yöntem işe yarar mı onu bilemiyorum:)
Oldukça emek vererek yazmışsınız, elinize sağlık. Dışarı bir şeyler pazarlayacaksak öncelikle dünya standardlarına göre üretmemiz şart. Misal, markette görüp “aha şu memleket malı, hemen alalım” diyor alıyorsun zeytini. Evde açıp tadına bir bakıyorsunuz; zehir gibi tuzlu. Basmışlar tuzu, sanki gramajı artsın diye! Elin oğlu alır mı? ağzına alırsa bir sefer alır tükürür, bir daha almaz! Bizim üreticide standard düşüncesi yok. Eloğlunun ağız tadı nedir, nasıl sürüm yapar, malımı daha fazla satarım diye bir merak yok. “Bu işi biliyorum, ben yaptım oldu” zihniyeti hep… Etiketinde bir tarife bile yok. Zeytin firmasına yazdım yolladım. Dedim ki hiç değilse, “Yemeden önce lütfen kondisyon yapın. İki gün suyun içinde bekletin, suyunu tazeleyin. Zeytinin lezzeti artacaktır. Afiyet olsun” şeklinde birşeyler yazın dedim. Teşekkür bile etmediler. Bizim eşeklere yedirdiğimiz zeytin cinsini yunanlılar dünyaya bir sevdirmişler, ne güzel satıyorlar. Bizde AR-Ge yok! yok oğlu yok. Nasıl var olacağız ki bu kafayla. Siyasetçisi o, üreticisi o!! dünyadan bihaberler. Onun için, kendi kendimize yetebilsek, yiyecek ithal etmesek o bile iyidir..
emek bana ait değil, sadece alıntıladım.
ama doğru bir noktaya değinmişsiniz. pek çok meseleyi yanlış politikalarla açıklamak mümkün değil. teşvikleri çalışmadan nasıl heder edebiliriz üzerinde düşündüğümüz kadar nasıl değerlendirebiliriz üzerinde düşünseydik bugün türklerin hatırı sayılır bir yeri olurdu dünyada. lakin ne mananın ne maddenin hakkını veremiyoruz beklenenin aksine vesselam.
Sayin İncenin tepkisi tipik fizikci tepkisidir.
FIZIKCILER genelde tirlatmis insanlar olarak bilinirler.
herseyden anlariz modlari vs. herseye maydonoz olma sevdasi.
nerden biliyorsun diye soran olursa
bende fizikciyim…:)))
:))))
Hocam, valla işte şimdi papazı bulduk! Fizikçi dediğin buysa ortalıkta biraz toz kalkacak demektir… Kuantumdan filan geçtim de muammer ince, termo-dinamik yasalarını altüst edip entropinin dibine vurdurmasa bari memleketi:) gidip adam gibi dipdalga nasıl yayılır, fotonlardan mı oluşur yoksa bilmem ne parçacığı mıdır nedir gibi konulara verse keşke kendini…
ben onu bunu bilmem
bildigim bir sey var biz fizikciler
ukalaligimiza laf söyletmeyiz.
nasilsa herseyden anlariz ya.
Bir defasinda secim öncesi prof hocam ofisin de bana döktürüyor
o parti yukari bu parti asagi.
secim bitti
tahminlerinin hepsi tam tersi :))))
ince hem seçim günü ortadan kaybolması, hem kaybolduktan sonraki çeşitli spekülasyon yapan insanlara yönelik açıklamalardaki uslübü, hem gazetecilere yönelik uslübü hem de “yeniden aday olmam” net açıklamasının ardından özel bir toplantıda “sen çekil ben başkan olacağım” talebi ve bu özel konuşmayı diğerinin rızasının dışında açıklaması ile kredisini epey harcadı.
Chp’ye tekrar dönmek istemesi ile artık cumhurbaşkanlığı iddiası da kalmadı. tekrar aday olduğunda (tekrar nasıl aday olabileceği de ayrı bir soru işareti), artık, aynı şartlarda, bu oyu yakalayamaz. Yani ince, kendisini bitirdi. chpye ne kadar zarar verebilir o kısmını bilemiyorum.
– ince, yapacakları ile, chpye fayda da sağlayabilir. chpde bir dönüşümü zorlayabilir. İllaki zorlar demiyorum. zorlayabilir. neler yapacaklarına bağlı. Ancak bu dönüşüm, incenin beklediği ve istediği dönüşüm değil, olması gereken, yaşanması gereken bir dönüşüm: ince, chp içindeki adaylık yarışı ve bu dönemde yaşanacak tartışmalarla, chpnin, toplumun daha geneline hitap edecek değişimi yaşamasına neden olabilir. Tıpkı erdoğanın baskı yönetimi ve dini çıkarları için kullanmasının demokrasi ve laiklik talebini beslemesi gibi. (tabii ki gerçek laiklikten bahsediyorum. yani kimsenin, özellikle de devletin, bir başkasının inancına karışmaması ilkesi olan laiklikten bahsediyorum).
Seçim sonrası artık bir çok şey durulur, hükumet kurulur, döviz neyse de patates ve soğan fiyatları oturur diye beklerken, AK Parti kucağında nur topu gibi bir CHP sorunu buldu da; kırmızı ete fersah fersah uzak olduğumuz bu yaz tatilinde, piknikte, terbiyeli tavuk ızgaranın yanına bir iki baş kuru soğanın hayalini kurarken, CHP’de, kim genel başkan olmalı sorusu kursağımıza düğümlendi. Aman Allah’ım! Bu siyasi gündem hiç bitmeyecek mi?
Uzak tutsam kendimi ülkemin ”beka meselesi” oturur yüreğime; rahat edemem..siyasetin içerisinde değilim; olsam da liderimden gayri bi şey söyleyemem!
Beka meselesi dedim de aklıma şu düştü: Suriye eskisi kadar konuşulmaz oldu, Afrin gündemi kapandı, Münbiç’te ABD ile anlaşıldı havası estiriliyor, Kandil’ de sonuç nedir henüz bilmiyorum, derken bir de ABD’nin İran mesaisi takıldı aklıma.
ABD Irak’a ikinci (2003) harekatına hazırlanırken TBMM, tezkere yada ABD askerinin Güneydoğumuza konuşlanmasını reddetmişti de, o gün bu gündür ABD ile yıldızımız bir türlü barışmadı. Sonrası süreçlerde malum.
Şimdi ABD İran planında, Irak’ta olmasını istediğinden bu defa çok daha fazla Türkiye’ye muhtaç. Yani Irak’a müdahalesini diğer ülkelerin kara ve deniz sahalarını kullanarak yapabilmişken bu defa öyle bir imkanı olmayacak ve sanırım ülkemizden isteyeceği eskisinden çok daha fazla olacak.
Şöyle ki: Bu defa Doğu ve Güneydoğu bölgelerimize asker konuşlandırmak gibi…
ABD ile olan limoni ilişkilerimiz biraz orta şekerliye bürünmüş gibi duruyor ve ABD dış işleri bakanı Pompeo’da görünürde, onca yaşanana rağmen Çavuşoğlu’nu sıcak karşılamıştı.
Artık yeni dönemde eskisinde olduğu kadarki gibi güçlü bir meclisimiz/yasama gücümüz olmayacak. Yürütmeyi frenleyen ve dengeleyecek TBMM, parçalı bir yapıya bürünmüş olsa da beka meselesinde önceki duruşunu sergilemekte zorlanacağa benzer.
Yeni dönemin TBMM’deki en güçlü grubu CHP ve sanırım son gelişmeler o gücün de kırılmasına yönelik gibi duruyor. Değilse, netice itibariyle seçimden -sonuçlar çok hoşuna gitmese de- zaferle çıkmış iktidarı, CHP neden bu kadar fazla ilgilendiriyor olsun ki? Neden?
Tamam sayın Koru..artık siz de iç gündemden ara ara kendinizi alarak, yazılarınızla bizi mest ettiğiniz uluslararası ilişkiler üzerine de yeni gelişmelerden bizleri haberdar etmelisiniz..hem hakkını verelim, kulağınız da bayağı delik. İçeriye çok fazla takıldınız galiba…
selam hasan bey,
Doğu ve Güneydoğu bölgelerimize asker konuşlandırmak talep ediliyor, planları dahilinde zaten. türkiyenin sıcak bakmadığı söyleniyor. ülkeler domino taşı gibi birbirinin üzerine devrilme
eğilimi gösterir, ırak suriyenin üzerine devrildi resmen, iranın ayakta kalması çok mühim suriye iranın üzerine devrilmek üzere, kuşkusuz hak ettiler de ama sonuçları bizim açımızdan çok ağır olur…iranın nereye devrileceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Merhaba Didem hanım; ”kuşkusuz hak ettiler” tanımlamanız anladığım gibiyse eğer, dehşet bir ifade… Hak edenlerden kastınız devlet yönetimleri yada idareyi elinde tutan güçler olsa bile olan bir millet oluyor..bütün değerleri iğfal oluyor, insanlık dışı ne hal varsa üzerilerine boca ediliyor. Sıra sıra.
ABD İran’a doğrudan saldırmayı hedefliyor galiba. Suriye’de olana benzer, orada muhalif gruplar oluşturularak -ki bunda, bölge ülkelerinin katkısı (Türkiye dahil) yadsınamaz- İran’da da iç ayaklanma çıkarılarak yapılmaya çalışıldı ve başarılı olunamadı. Bu defa bölge ülkelerinden ABD saldırısı için topraklarını kullandırması istenecek.
Endişem yeni sistemde, bu tür kararları almada TBMM’nin devre dışı kalacağı bir niteliğe bürüneceğidir. Irak ve Suriye’ye saldırmanın haklı gerekçesi!!! yönetimlerinin otoriter baskıcı olmalarıydı..ha keza İran’ da öyle. Aynı tanımlama bizim içinde yapılıyor ve tanımlarına uygun doneleri kendi elimizle üretiyoruz.
İstişare, istişare..nihayetinde TBMM’de bir istişari kurumumuzdur. Onu devre dışı bırakacak, bürokrasinin atraksiyonlarına yada ”ben bilirim, ben yaparım olur” anlayışına kurban etmemek lazım.
Netice de ülkemize, ülkümüze canlar kurban olsun anlayışındayız.
iran yönetiminin yaptıkları ve yapmaya çalıştıklarının altını çizmek için kullandım o ifadeyi ve izledikleri politikalar göz önüne alınırsa hak ettiler az bile gelir lakin orada olan -ama – bunun hiç bir şekilde olmasını arzulamadığımızın ifadesidir. kimsenin zarar görmesini istemeyen tek kişi değilsiniz elbet.
TBMM nin devre dışı kalacağı endişeniz istişare mekanizması mecliste ne kadar iyi çalışıyordu tartışmasını da gerekli kılıyor. suriye konusuna bağlantılı fırat kalkanı-el bab- zeytin dalı hareketlarını düşününce iktidar muhalefet arasında geçenleri sağlıklı bir istişare dairesinde değerlendirebilir miyiz?
ben bilirim- ben yaparım olur anlayışı bir yanda ne yaparsan doğru yanlış muhalefet ederim- karşı gelirim anlayışı bir yanda oldukça kurban işi de bize kalıyor…
Patates soğan işini bugün didem hanım yazacaktı, dün ekim dikim aşamasında kalmıştı:) bugün hasatı yaparız inşallah diyorum…
yarın derleyecektim ama madem ısrar ediyorsun:)
fazla okuyan olduğunu sanmam okuyanların kıymetini bileyim bari.
Niçin?
Müminler, Allah’ın kendilerine verdiği görevleri yerine getirmek için servet ve mevki elde etmeye çalışmazlar. Onlar için servet ve mevki amaç değil, araçtır. Mevkinin ve servetin efendisidirler.
Mümin olmayanlar ise servet ve mevki elde etmek için çalışırlar. Mevki ve servet onlar için araç değil amaçtır. Bunlar servetin ve mevkinin köleleridirler.
Müminler çalışmak için yaşarlar. Mümin olmayanlar yaşamak için çalışırlar. Müminlerin tanrısı onları var eden ve ebedi hayatı verendir, Müminler O’na ibadet ederler. Mümin olmayanlar mevkiye ve servete taparlar. Şirk içindedirler.
Benim ilk dava arkadaşlarım vardır. Ahmet Satoğlu, Necmettin Erbakan, Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen. Bunları ben mümin olarak tanırdım. İçtihatta hataları vardır ama imanları tamdır. Hiç kimsenin servet ve mevkide gözü olmamalıdır. Allah’ın kendisine verdiği imkanlarla Allah’a kulluk etmeli, topluluğun işlerini yapmalıdır.
Benim hayatımda hiç servetim olmadı. Hiçbir mevkiye de sahip olmadım ama bir mümin olarak çalıştım. Allah büyük nimetler ihsan etti. Muharrem İnce istiyorsa beş sene içinde çalışır, Adil Düzen’i, Kuran hükümlerini, ortaklık ekonomisini öğrenir. Kooperatifler kurar. Örnek işletmeler oluşturur. Gelecek seçimde halkımızın karşısında Erbakan gibi proje ile çıkar. Halkımız ona oy verir. Ordumuz da destekler.
CHP başkanı olsa ne çıkar. Kılıçdaroğlu kaç yıldır başkandır, ne kazanmıştır? Muharrem İnce ortaklık düzeni içinde Akevlerle çalışmak istiyorsa ben yardımcı olabilirim.
Akevlerde amelelik teklifi bu saatten sonra inceyi kesmez ama en azından tavuk kümesleriyle falan ilgilenmesi lazım:)
Yahu, Süleyman efendi ne güzel yazmış anlatmış, sen neler diyorsun. “Ben bunları mümin tanırdım” diyor. “İçtihatta hataları olabilir” diyor. Sormak lazım haram-helal konusu temel bir konu değil mi? İman mı var, yoksa ezbere inanç mı? Tarif olarak: ardından belli şeyleri yaptıracak kadar kuvvetlendiğinde inanç iman olurmuş. Yani, harama-helale inanabilirsin, ancak haram yerine helal olan şeyi yaptığında imanın var demektir. Bilmem, bundan ne anladın şimdi sen….. ince işler…. Yani, ezbere inanmayıp akıl-iman sentezi açısından bakmak lazım…
Aslında o makamların sorumluluğunu anlayan birisi kolay kolay makam mevki sahibi olacam diye o sorumlulukları üstlenmek istemez.
Tabiiki bu bizim memleket için değil, halkı siyasetcılerden hesap soran ülkelerin siyasetçileri için.
Bizdede kim işi beceremiyorsa o en tepeye çıkar yeterki yalani iyi becersin.
Kılıçdaroğluda ağzınnan kuş tutsa CHP ye oy kazandıramaz.
Parti genel başkanları ve millet vekileri adaylarını o partının delegeleri değılde üyeleri seçse o zaman hiç kimse küsmez ve seçilen kişide yan gelip yatmak yerine hızmet eder.
Bizimkilerde herşeyde ve her yerde ben bilirimlik olduktan sonra ne siyasetci nede sıradan insanlar doğrulara inanmazlar, çünkü süslü yalanların yanında doğrular çok soluk kalır.
Tabi tabi, gelişmiş batı demokrasilerinde ve abd’de bu tür yüksek makamlar genellikle boş tutulur, çok tok gözlüdürler, bizde öyle mi ya, hemen boşalan koltuğa bi başkası göz dikiyor! Halbuki bırak öyle beklesin makam, hükümetsiz de yönetilir memleket, illaki milli iradeyle mi doldurulacak bu koltuklar, daha neler… Haksız mıyım nurdan?
Yoruma kapalı.