Adil Öksüz’ün nerede olduğunu… Mahir Kaynak’ın “12 Mart’ta MİT ajanı olduğum teşkilât tarafından deşifre edilmeseydi, ben solun lideri olurdum” cümlesini hatırlatan bir tespitle çift yönlü çalışıp çalışmadığını… Ve âkıbetinin ‘Yeşil’e benzeyip benzemeyeceğini… merak ediyorsunuz, biliyorum.
Yakalanırsa veya hiçbir zaman nerede olduğu öğrenilemezse bilir hale geleceğimiz ihtimaller bunlar…
En az o kadar merak etmenizi istediğim bir konu daha var oysa; hem de sadece bugünümüzü değil, geleceğimizi de derinden etkileyebilecek…
Cerablus’a girdik, gözler el-Bâb’ta…
Sorum şu: Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) desteklemek üzere Cerablus’a asker ve onlarla birlikte ağır silâhlar, tanklar gönderdik. Washington’dan çelişkili mesajlar geliyor, ama eskisi kadar sert değil… Yoksa ABD’nin oyununa mı geliyoruz?
Aynı soruyu şöyle de sorabilirim: PYD/YPG adını taşıyan ve arkasında PKK’nın bulunduğu bilinen Kürt örgütlerini pışpışlayıp duruyor ABD, onlar da “Nasıl olsa arkamızda dünyanın en büyük askeri gücü var” diye etrafa horozlanıyorlar; yoksa ABD, Kürtleri –yeniden, bir kez daha– gözden mi çıkardı?
Önce isterseniz ‘ABD’nin Kürtleri gözden çıkarması’ konusuna bir bakalım.
Gerçekten PYD/YPG örgütlerinin arkasından çekilirse ABD, bu, bütün ümitlerini 10 bin km ötedeki ‘süpergüce’ bağlamış ve bu sebeple hemen yanı başında yer alan Türkiye’nin hassasiyetlerine kulaklarını tıkamış Kürtler için büyük bir hayal kırıklığı olacak…
Benim için ise, tabii eğer olay bu yöne doğru evrilirse, Kürtler’in tarih bilmedikleri, ya da kendi tarihlerinden ders çıkaramadıkları anlamına gelecek.
1975’te ABD Kürtleri kandırmıştı
Mustafa Barzani Kürt siyasi hareketi için önemli bir isimdir.
Şimdi Irak’ın kuzeyinde yer alan bölgesel yönetimin başkanı Mesut Barzani’nin babasıdır Molla Mustafa Barzani (1903-1979). O dönemin şartlarında Moskova’yla yakınlaşmaya başlayan Bağdat’taki Baas rejimini zora düşürmek isteyen Washington, 1973 yılında, çareyi, daha önce de isyan etmiş Mustafa Barzani’yi kışkırtmakta bulmuştu.
Kürtler yeniden ayaklandılar. Silâh ve teçhizat ihtiyaçlarını, ABD, İran üzerinden karşılamaktaydı.
İran’ın böyle bir role soyunmasının sebebi, Basra Körfezi’ni paylaşmaya yanaşılmadığı için Irak’la arasında çıkmış ‘Şatt-ül Arab’ su geçişiyle ilgili ihtilâftı.
ABD İran’a ağır silâhlar gönderiyor, Pehlevi’nin İran’ı o silâhları Mustafa Barzani’nin Peşmerge güçlerinin kullanımına sunuyor, Kürtler de ‘bağımsızlık kazanacağız’ beklentisiyle Irak ordusuyla ölümüne savaşıyordu.
Birdenbire yeni bir gelişme yaşandı 1975 yılı başlarında.
Cezayir Devlet Başkanı Huari Bumedyen iki ülke arasında arabuluculuğa soyundu. 6 Mart 1975 tarihinde Şah ile Saddam Hüseyin arasında imzalanan Cezayir Anlaşması sonrasında, İran, Kürtler’e askeri yardımı kesiverdi.
Kürt isyanı o anda bitti.
Gürültü koparmasını bekledikleri ABD ile İsrail’in bu gelişmeye sessiz kalması büyük hayal kırıklığına sebep olmuştu.
Kalbi kırık Mustafa Barzani, isyanın bastırılması ardından (1976), tedavi maksadıyla Washington’a gitti ve hayata orada gözlerini kapadı.
[Mustafa Barzani, isyan günlerinde, Eylül 1973’te, İsrail’i ziyaret etmiş, Barzan bölgesinden göç etmiş Museviler aracılığıyla devlet yöneticileriyle görüşmüştü.]
Merakım şu: Acaba PYD/YPG yapılanmasını sürekli desteklediği bilinen ABD, önemsediği ‘IŞİD’e karşı savaş’ cephesine ordusuyla Türkiye katılınca, Kürtler’in arkasından çekilmiş olabilir mi gerçekten?
Tarihin yukarıda özetlediğim sayfası, buna, “Olabilir” cevabını veriyor.
Cevap benim tedirginliğimi ortadan kaldırmıyor ama…
Savaşa girersiniz de, çıkabilir misiniz?
Nedenini açıklayayım.
Hayatı savaşlarda geçmiş 2. Dünya Savaşı’nın ünlü komutanı Douglas MacArthur’a (1880-1964) atfedilen, “Savaşı her isteyen çıkartabilir, ancak savaşı bitirmek savaşı çıkartanın elinde değildir” anlamına bir söz var. MacArthur, savaş akademisi West Point’te yaptığı mesleğe veda konuşmasında, silâh arkadaşlarına Eflatun’un şu sözünü de hatırlatmıştı: “Savaşın sonunu ancak ölüler görür.”
‘Savaş’ sözcüğünü işittiğinizde kulaklarınız yanmalı.
Hayli zamandır dillere pelesenk olmuş bir deyim var: ‘Üst akıl’… Devletimizin yöneticileri kasıtlarını tam açmasalar da, onlar nâmına konuşup yazanlar, ‘üst akıl’ ile kast edilenin Amerika olduğunu açık ediyorlar.
‘Üst akıl’ gerçekten ABD ise, onun adının geçtiği her gelişmede olağanüstü dikkatli olmak şart.
İki yazı, iki yaklaşım…
Meslektaşlar arasında ABD’yi en iyi tanıyanları sıralamam istense ilk 10’a mutlaka alacağım 2 isim var: Murat Yetkin ile Aslı Aydıntaşbaş…
Onların Cerablus’a müdahale sonrasında yazdıklarını “Ne oluyor?” merakıyla izliyorum.
Murat Yetkin, New York Times’ı (NYT) kaynak göstererek, Suriye söz konusu olduğunda CIA ile Pentagon’un karşı saflarda savaştığı kuşkusunu dile getirdi.
CIA Türkiye yanlısıymış, Pentagon (Savunma Bakanlığı) ise PYD/YPG/PKK çizgisini destekliyormuş…
Hatta Pentagon da kendi içinde 2 başlı görüntü veriyormuş: EUCOM ve CENTCOM… Görev sahası NATO, AB ve Rusya olan EUCOM NATO üyesi Türkiye ile işbirliği yaparken, İslâm Dünyası ve terör konularıyla uğraşan CENTCOM ise…
Dahası da var. ABD Dışişleri de ayrı tellerden çalıyormuş. Bir fraksiyon Türkiye’yi, diğeri…
NYT’ın değerlendirmesi bu, ama Murat Yetkin bir yazısını buna ayırdığına göre, tespiti önemsiyor.
Okuyunca, NYT’da okuduğumda, “ABD eski oyunu yenilemiş” diye düşündüm.
Bizden siyasiler bir şeyler istemek üzere ne zaman Washington’a gitseler, Amerikalılar, “Tamam, ama biliyorsunuz, bizde başkan her şeye hakim değil; Kongre var… Kongre’de Senato ve Temsilciler Meclisi ayrı telden çalar. Sonra komiteler…” gerekçesi ardına sığınırlardı.
Şimdi? Şimdi aynı gerekçeyi uluslararası alana taşımış görünüyorlar.
Aslı Aydıntaşbaş da, konuya ilişkin yazısında, daha önce hep kulağa ters gelecek sesler çıkan Washington’da Türkiye konusundaki tavrın değiştiğine değiniyor. “Size kimsenin açıkça telaffuz edemediği gerçeği söyleyeyim” dedikten sonra şunu yazmış: “ABD, yakın zamanda Türkiye’nin Fethullah Gülen’i iade talebini karşılamayacağı için Suriye bağlamında Türkiye’yi hoş tutmaya çalışıyor.”
Ne yani?
Gülen’i ülkesindeki hukuki engeller yüzünden Türkiye’ye iadede zorluk çekiyormuş Obama, ama Türkiye’nin gönlünü de ‘hoş tutmak’ istiyormuş…
Eee?
Bunun yolu olarak politika değişikliğine gidiyormuş…
Okuyalım: “Washington, Cerablus’ta kurulan tampon bölge üzerinden, Türk-ABD ilişkilerini yeniden bir karşılıklı askeri zorunluluk ilişkisi olarak tanzim ediyor ve bu sayede Gülen meselesini ikinci plana itmek istiyor.”
Kürtler de o yazıyı okumuşlardır umarım.
Esasa gelelim
Yazının son parağrafı daha ciddi: “Türkiye’nin Suriye’ye asker sokması, orada IŞİD’le savaşması başından beri Obama yönetiminin arzusuydu. Tampon bölge planları, bir yıldır ABD ve Türk askeri yetkililer arasında konuşuluyor.”
Aktardığım tespitler, üzerinde biraz düşürseniz, sizlere de, ‘buharlaşan ilâhiyatçı’ olayından daha önemli gelmedi mi?
Benim tüylerim ayakta.
ΩΩΩΩ
NOT (Saat 11.40’ta ekledim):
Henüz okumadıysanız, dün siteme eklediğim ‘Hasbihal’ yazıma (‘Bugün sizlerle hasbihal yapmaya karar verdim. Zira 3. ayımız dolmak üzere…’) bir göz atmanızı isterim.
Teşekkürler.
FK