Lâf olsun diye, “Bizim gazetenin yılbaşı partisi bu yıl nerede?” diye ortaya soruverdim; etraftaki herkes “Ne yılbaşı partisi?” diye birbirlerine bakmaya başladı. Diğer gazetelerde birkaç gün öncesinden başlayarak yılbaşına kadar neredeyse her gece ‘yeni yıl partisi’ düzenlendi. Hürriyet’teki partide görevden ayrıldığını ertesi gün arkadaşlarıyla paylaşacak yayın yönetmeni de hazır bulunmuş…
Bir gece önce ‘Ertuğrul forever’ diye anılmış yayın yönetmeni, ertesi sabah ‘forever’ sıfatı isminin önünden uçuvermiş…
Geçen gün bir dostum her yılın 24 Aralık gecesinde Noel kutlama âdetinin Hz. İsa’nın doğumundan yüzyıllarca sonra başlatıldığını hatırlattı; 31 ocak gecesini ‘yılbaşı’ olarak kutlama daha da yakın bir tarihin âdetiymiş… Musevi kökenli Hz. İsa, doğduğu dinin geleneklerine uygun olarak, doğumunun sekizinci günü sünnet edilmişti; Batı’da ‘yılbaşı’ kutlamasının bahanesi dindar Hıristiyanlara göre Hz. İsa’nın sünneti…
Şimdi Batı ülkelerinde herhangi birine “Neden yılbaşı kutluyorsunuz?” diye sorsanız, yüz insandan biri bile “Hz. İsa o gün sünnet olmuştu da ondan…” cevabını alamazsınız.
Batı’da yılbaşı, çocuklarının zihnine ‘Noel Baba’ efsanesini yerleştirme ve dindar örgütlerin köşe başlarında ‘ilâhî’ okuyup yardım toplamasına vesile olma dışında bir dini amaca yaramaz.
Zenginliğin zirveye vurduğu dönemde, Avrupa’nın belli başlı imparatorluk başkentlerinde başlamış olmalı kutlama âdeti; bizim kıyılara erişmesi herhalde epey vakit almıştır.
Her kültürün ‘yeni yıl’ kutlama geleneği farklı. Doğu Ortodoksu Hıristiyanlar sözgelimi, Hz. İsa’nın doğum gününü 6 Ocak olarak kutlar, yeni yılın ilk gününü de 14 ocak bilirler. Orta Asya’da 21 Mart günü başlar yeni yıl. İranlılar da ‘Nevruz’ dedikleri yılbaşını aynı gün başlatırlar.
Gregoryen takvimini almadan önce kullandığımız Rumi takvim döneminde ‘yeni yıl’ Batıcı aydınlar tarafından farklı, geleneksel halk tarafından ayrı kullanılırdı. Yılı Hicri takvime göre başlatan dindarlar ise, yakın zamanlarda, 31 Aralık gecesini çeşitli dini etkinliklerle değerlendiriyorlar.
Aralık ayının ilk on gününde ABD’deydim; ana caddelerin hepsi, bütün meydanlar göz alıcı çeşitli malzemelerle süslenmiş, aydınlatılmıştı. Yılbaşı Batı’da daha çok alışveriş çılgınlığıyla hatırlanır. Hediye alışkanlığı yaygındır ve herkes yakınlarına küçük-büyük hediye vermenin vesilesi olarak değerlendirir yeni yılın başlamasını…
Türkiye’ye döndüm, burada da cadde ve meydanları oradakiler kadar canlı buldum. Hele alışveriş merkezleri… Her zaman aydınlık tutulan alışveriş merkezleri, yılbaşı yaklaştığında ışıl ışıl hale getiriliyor bizde de… Hediye verme âdeti de yaygınlaşıyor. Büyük şirketler çalışanlarına kocaman birer yılbaşı hediye paketi veriyorlar.
Şahsen hediye konusuna olumlu yaklaşanlardanım. Vesile ne olursa olsun insanların hediyeleşmeleri aralarındaki bağı güçlendirir çünkü. Dindar insanların bu amaca yarayacak bayramları var. Fitre ve zekât, ayrıca kurban eti varsılın yoksula ‘hediyesi’ olarak görülebilir. Yıl boyunca kullanılacak işe yarar malzemelerin yılbaşında hediye edilmesinde de bir mahzur olduğunu sanmıyorum.
Geçenlerde bir metin okurken karşıma çıktı: Yılbaşında TV’de ilk dansöz oynatma 1983 yılında başlamış. Şimdilerde en aykırı uygulamalara sahip çıkan ‘merkez medya’ içinde yer alan kalemler bile, “Olur mu kardeşim, burası Türkiye, yılbaşında çoluk çocuk karşısına geçilen TV’de dansöz mü oynatılırmış?” diye bu yeniliğe karşı çıkmışlardı.
Askeri yönetim zoruyla TRT ekranına çıkmıştı dansöz Nesrin Topkapı…
Televizyon öncesi dönemde, insanlar yılbaşında genellikle evlerinde oturur, ya da komşular birbirine misafirliğe gider, gecenin belli bir vaktine kadar mütevazı eğlenceler düzenlenirdi. En yaygın yılbaşı oyununun ‘tombala’ olduğunu hatırlıyorum. Elimizdeki kartlar üzerinde sıralı rakamlar çıktığında sevinir, bir sıra dolunca “Birinci çinko”, ikinci sıra dolduğunda “İkinci çinko” der, üçüncü sırayı da doldurursak “Tombala” diye bağırırdık.
O sevinç yeterdi.
Çarşı-pazarda satıldığını artık görmediğime göre, yılbaşında ‘tombala’ oynama âdeti de tarihe karışmış olmalı.
Yeni Şafak’ın yeni yıl için özel bir gece düzenlemediğini en başta ilân ettim. Kimsenin bir başkasının eğlencesine katıldığını da sanmıyorum. Bir çoğumuz için 31 Aralık yılın diğer günlerinden hiçbir farkı olmadan geçti. Ben ise yılbaşı gecesini çoluk-çocuğumla ‘PTT’ tarzı geçirdim.
PTT, ‘pijama, terlik, televizyon’ demek…
Bir geceliğine taktığım TV eleştirmenliği şapkam henüz başımdayken durumu özetleyeyim: Tek kanallı televizyon kendi aramızda eğlenerek geçirdiğimiz yılbaşı gecelerini aratmıştı; çok kanallı televizyon ise o tek kanallı günleri aratıyor…