Büyük fotoğraf: Dünyamız otoriter liderler eline geçiyor ve bunlar halklardan destek de görüyor…

17
Reklam

New York Times (NYT) gazetesi köşe yazarı Nicholas Kristof‘un yolu, Yemen’deki savaşı sona erdirmeyi amaçlayan Birleşmiş Milletler heyetiyle birlikte seyahat ederken, heyet oraya uğradığı için, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’a düşmüş…
Kristof köşesinde Cemal Kaşıkçı cinayeti konusunu ısrarla işleyen ve olayda en büyük rolü oynadığına inandığı Veliaht Prens Muhammed bin Salman‘dan (MbS) yazılarında sürekli ‘Mr. Bone Saw’ (‘Bay kemik testeresi’) diye söz eden bir yazar. Bu yüzden o Riyad’tayken yakınları kendisi adına hayatından endişe etmişler…
Onun duyduğu endişe de konuya ilişkin yazısına yansıyor…
Tam tersi olmuş; herkes ona çok nazik davranmış, muhatap olduğu memurlar bile. Soru yönelttikleri arasından kendisine cevap vermek istemeyenler çıkmış, “Halk gazeteciyle konuşmaktan korkuyor” diye yazıyor.
Kristof, Suudi Arabistan rejiminden ‘polis devleti’ diye söz ediyor yazısında.

Büyük fotoğraf: Suud’ta otoriterliğe destek de var

Hayretini çeken, görüştüğü bazı genç profesyonellerin MbS’ye ve icraatlarına sahip çıkmaları. Bazı yanlışların da yapıldığını kabul etmelerine rağmen, ülkenin doğru istikamette yol almakta olduğunu söyleyenler olmuş. MbS eliyle bazı kadın hakları savuncularının gözaltına alınıp tutuklandığını hatırlattığında, bir kadın girişimci, “Büyük fotoğrafa bakın” demiş ve eklemiş: “Kadınlar ehliyet alabiliyor, kadınlar ve erkekler sosyal kalkınmadan yararlanıyor.”
“Genç Suudlular ülke ekonomisini modernize etmeye çalışan güçlü ve cesur bir lidere nihayet kavuştukları için heyecanlılar” diyor yazısının bir yerinde.
Şaşırdığı anlaşılıyor NYT yazarının…
Oysa bu noktada da büyük fotoğrafa bakabilseydi şaşırmazdı.
‘Büyük fotoğraf’ şu: MbS ve dünyanın başka yerlerindeki ondan fazla farkı bulunmayan başka otokratik liderler, sırf demir yumruklu oldukları için, toplumlarının önemli bir kesiminden destek görüyorlar…

Macaristan’da Viktor Orban ve yüzde 49 oyu

Macaristan’daki Viktor Orban da MbS’ye benzer bir desteğe sahip.
Orban‘ın Cumhurbaşkanlığı Sarayı ile parlamentonun önleri son birkaç haftadır bazen 10 bin kişiyi bulan kalabalıkların protesto gösterilerine sahne oluyor. Genç-yaşlı çalışan kitle temsilcileri Orban‘ın yönlendirmesiyle parlamento tarafından çıkartılmış yeni bir yasaya tepkilerini sokağa döküyorlar.
Yeni yasa, iş sahiplerinin çalıştırdıkları işçilerden yılda 400 saat ücretsiz fazla mesai talep edebilmelerine imkan sağlıyor. Üç yıl bedava fazladan çalışacak işçiler…
Ülkenin yetişmiş iş gücü, özellikle iyi eğitim görmüş profesyoneller, Macaristan Avrupa Birliği üyesi olduğu için, daha yüksek maaş alabildikleri başka ülkelere göç etmiş durumda. Genel olarak da, başka ülkelerde iş bulan yolunu Avrupa’ya çevirdiği için, ülkede işsizlik oranı çok düşük.
O sebeple de Orban‘ın sokaklara aldırması gerekmiyor. Partisi Fidesz son seçimde oyların yüzde 49’unu, parlamentodaki sandalyelerin de üçte ikisini kazanmayı başardı. “Halk arkamda” diye güveniyor ve huzursuzluğunu belli edip sokaklara dökülenleri ‘dış güçlerin piyonları’ olarak yaftalayınca destek de buluyor Orban
NPR radyosunun muhabiri, merakından gösterileri uzaktan izlemeye geldiğini öğrendiği Kalman Molnar adlı bayağı yaşlı (93 yaşında) bir hekimin, ömrü hayatında ‘Orban kadar muazzam bir lider’ görmediğini söylediğini aktarıyor. “100 bin kişi bile gösterilere katılsa, yine de azınlıkta kalmaya mahkumlar” da demiş Molnar.
Dışarıdan bakanların gözünde ‘diktatör’ olan lider içeride öyle algılanmadığı için rahat hareket ediyor. Medya dize getirilmiş durumda Macaristan’da. Beğenilmeyen sivil toplum örgütleri kapatılmış bulunuyor. Macaristan kökenli George Soros‘un kurduğu Açık Toplum Enstitüsü‘nden destek alan Central European University baskılar üzerine gelecek yıl öğrenime kapılarını kapatacak.

Ortaçağ’da ve şimdi

Seçim kampanyasını kendilerinden ‘Müslüman işgalciler’ diye söz ettiği mültecilere karşı ‘Hıristiyan Avrupa’yı savunma zemininde yürüttü Orban ve seçimi üçüncü kez kazandı.
Macaristan’da kiliseler 1456 yılından beri günün tam ortasında çan çalıyorlar. O yıl yolu Macaristan’a uzanmış Osmanlı ordusu János Hunyadi adlı komutan tarafından durdurulmuş, Papa Callixtus III de, onun anısına, her gün kiliselerde çan çalınmasını emretmişti.
Sándor Sebok o uygulamayı ilk başlatan Fót’taki Katolik kilisesinin papazı. Hunyadi‘nin Ortaçağ’da yaptığını Viktor Orban‘ın 2015 yılında tekrarladığı kanaatinde. Sebok, bir gazeteciye şunları söylemiş:

“İslam’ın 1456’da kılıçla yapmak isteyip de yapamadığı, günümüzde mülteciler vasıtasıyla yapılmak isteniyor. Bazıları buraya gelmeye çalışan gençleri mülteci gibi görüyor, ama ben onları Avrupa’yı fethetmeye gelmiş askerler olarak görme eğilimindeyim.”  

Kamuoyu yoklamalarında, Orban‘ın konuşmalarıyla körüklediği önyargıların da zorlamasıyla, Macarların büyük çoğunluğu, başka uluslar ve dinlerden insanların ülkeye kabullerine karşı çıkıyor.
Gülesiniz diye bir ayrıntıyı ekleyeyim: Bir kamuoyu yoklamasına “Şu halklardan hangileri ülkemize gelmesin?” sorusuna eşlik etmek üzere sayılan ülkeler ve gruplar arasına aslında var olmayan Piréz diye bir ülkenin halkını da eklemişler. Macarlar “Pirézlileri de istemiyoruz” cevabını vermiş ankete…
Kristof‘un Suudi Arabistan’da karşılaştığı şaşırtıcı durum Macaristan’da da kendini fazlasıyla belli ediyor.
Dünyamız bir zamanlar özenilen demokrasiden daha önceleri kaçınılan türden bir yönetim biçimine doğru hızla yol alıyor.
ABD’de seçimle iş başına gelmiş Donald Trump‘a ve yaptıklarına baksanıza…
ΩΩΩΩ

Reklam

17 YORUMLAR

  1. Yaşasın tekno-paganizm! Sizi bilmem ama benim tanıdığım 70 yaş üstü herkes tablet/bilgisayar bağımlısı:)))

  2. Neden otoriter liderler guc kazaniyor ve bunlar halklardan destek de görüyor. Bunun cok basit bir cevabi var. Cok uluslu sirketler, dunyayi halklara ragmen yonetiyorlar. Insanlar seslerini duyuramiyor. Amerikada yasagidim 10 yillik zamandan biliyorum. Ortalama Amerikali kotu durumda yasiyor, borc icinde yuzuyorlar. Tum sistem, saglik, gida sektoru, medya, finans, egitim buyuk sirketlerin istedigi sekilde gidiyor. Buyuk gida sirketi, kanun yapicilari oyle finanse ediyor ki, gidanin etiketine koymak zorunda oldugu GDO’lu notunu kaldiriyorlar. Amerikada ortalama bir universite ogrencisi okuyabilmek icin bankalara 100 bin dolardan fazla borclaniyor, sonra hayatinin geri kalanini bu borclari odemekle geciyor. Halkin istedigi hicbirsey olmayinca tek cikis yolu, guclu lider yaratip liderin sahsinda guc temerkuz etmesiyle cok oluslu sirketlerle mucadele. Problem aslinda kapitalizm’in sorunu.

  3. H.Gayret.
    Burda yorum yapmayı hak etmiyorsun.
    Burası düşünen opjektifliligi ilke edinmiş tarafsız ülkesine milletine katkı sağlamaya çalışan yanlışa yanlış doğru ya doğru diyenlerin yeri bana göre.
    Senin gibiler zaten yeterinden fazla var.
    Bukadar güzel ve özel yere senin gibisiniz yazması doğru değil.
    Yandaş ve yalakaların olduğu yerde yaz lütfen. Buranın da huzurunu bozmayı.

  4. Yazdığınızda bilgi yanlışı var.Hünyadi Yanoş 1456 da öldü.Hayatının Son 2-3
    yılında ağır hasta idi ve Fatih’le hiç karşı karşıya gelmedi.Hünyadi Yanoş 2.Murat döneminin büyük Hristiyan savaşçısıdır.Hem Fatih’le savaşmamıştır hemde Türk gergini durduramamıştır.

  5. Bence Suudî Arabistan kurulduğundan beri ilk kez “Ulus Devlet” olma yolunda ilerliyor. MbS’nin hukuk dışı, despotik idare tarzının, demokrasi kültürü olmayan halktan destek göreceği muhakkaktı. MbS’nin üzerine dünya kamuoyu gittikçe, halkı onun etrafında daha bir kenetlenecek ve bence Arap Yarımadasında ilk kez bir “Ulus Devlet” bilinciyle inşa edilmiş Suudî Arabistan ortaya çıkacak. Rejimin demokratik ve özgürlükçü olmasının hiç ama hiç ehemmiyeti yok; önemli olan bir ulus devlet yaratmak ve bence Mbs ile bunu başaracaklar gibi!
    Nicholas Kristof‘un aşağıda yer alan tespitleri de benim düşüncemi daha doğrusu kaygı verici tespitimi doğruluyor gibi:
    “Hayretini çeken, görüştüğü bazı genç profesyonellerin MbS’ye ve icraatlarına sahip çıkmaları. Bazı yanlışların da yapıldığını kabul etmelerine rağmen, ülkenin doğru istikamette yol almakta olduğunu söyleyenler olmuş. MbS eliyle bazı kadın hakları savuncularının gözaltına alınıp tutuklandığını hatırlattığında, bir kadın girişimci, “Büyük fotoğrafa bakın” demiş ve eklemiş: “Kadınlar ehliyet alabiliyor, kadınlar ve erkekler sosyal kalkınmadan yararlanıyor.”
    “Genç Suudlular ülke ekonomisini modernize etmeye çalışan güçlü ve cesur bir lidere nihayet kavuştukları için heyecanlılar” diyor yazısının bir yerinde.”

    • Sayın yazarın aktardığı genç profesyoneller büyük resimde ne görüyorlardır bilemiyorum ama durumdan rahatsız oldukları pek söylenemez. Suudi kadın girişimcilerin ehliyet filan alabiliyor oluşları gibi güzelliklere şapka çıkarmamak mümkün değil tabii:) iyiden iyiye uluslaşıyor demek bedeviler, allah bilir yarın bir gün pasaport bile bastırır bunlar:) bizde de böyle bi yığın iyi yetişmiş yaş meyvenin tazesi, evrensel değerleri falan da yalamış yutmuş mutemet genç personeller var ama bi kısmı fena halde rahatsız, hatta kabız olmuşlar gibi! Eskiden bitek genç subaylar falan uyuzlanırdı; şimdilerde aklına esen beyingöçü, sakatat ihracatı diye başlıyor dırlanmaya… Arabistana göçmeyi falan isteyenler de olursa diye aklıma geldi de bi an, neyse..:)

  6. SOKAĞA ÇAĞRI
    Son günlerde Fransa merkezli Avrupa’ya yayılan Sarı Yelekliler eyleminin benzerini Gezi Olayları’nda biz de yaşamıştık. Sokağa çıkanların niyeti farklı ve birçoğunun halisti ama onları sokağa çıkaran, sokakta yönlendirenlerin amacı ise tamamen farklıydı. Gezi Olaylarının gerçekte iktidar içerisindeki kavga olduğu çok kısa bir süre sonra ortaya çıkmıştı.
    Ben en son eylemimi gazetelerin ertesi gün siyah başlıkla ve “Kara Cuma” manşetiyle çıktığı Türban Göterisinde yaptım. O günden sonra asla, iktidarda kim olursa olsun; yaşadığım Devlet neresi olursa olsun asla ve asla “yasal izin alınmamış” hiçbir gösteriye katılmamaya karar verdim.
    Kitlenin aklı ile kitleyi oluşturan bireyin aklı asla bir değil değildir. Kitle bazen gelip yüzünü yalayan, sana sırnaşan bir aslan; bazen de bir ısırığı ile kafatasını parçalayan bir canavar! Aslana kafese koyabilirsiniz, uyuşturucu bir mermi ile sakinleştirebilirsiniz ya da öldürerek durdurabilirsiniz ancak harekete geçmiş kitleleri durdurmak çok zaman mümkün olmaz. Kitleyi durdurmak, sakinleştirmek, akl-ı selime yöneltmek kitleye dahil bireyleri aşar; kitleyi sokağa dökenler ancak kitleyi kontrol edebilir. Bazen onların da gücünün yetmediği; kitlenin tamamen kafası kesilmiş horoza döndüğü de olmuştur.
    Hal böyle iken, sizi sokağa kim çağırırsa çağırsın; oy verdiğiniz parti başkanları, mensubu olduğunuz dernekler, arkadaşınız… Hepsini elinizin tersiyle itin!
    Cumhurbaşkanımız dün yaptığı açıklamada ısrarla “Birileri sizi sokağa çağırıyor” vurgusu yaptı. Muhtemeldir ki bu yönde istihbarat bilgisi gelmiştir kendisine. Cumhurbaşkanımızın hassasiyetini ciddi buluyorum ancak “Siz meydanlara çıkarsanız biz de çıkar, size meydanları dar ederiz” sözünü de doğru bulmuyorum. Bu ülkenin her ferdi değerlidir ve meydanlarda biribirinin üzerine yürütülmemelidir. Eğer birileri Sarı Yelekliler’e özenip de sokağa çıkarsa, halkın bir kısmı da Cumhurbaşkanımız’ın çağrısına uyup meydanlara yürürse bunun sonu hiç ama hiç istemediğimiz “darbe”ye gider…
    Cumhurbaşkanımız bence halkı sokağa çağıranlarla hukuk vasıtasıyla mücadele etmeli. Kim halkı Gezi Olayları benzeri, Sarı Yelekliler benzeri bir eylem için sokağa çağıyorsa Savcılar hemen harekete geçmeli ve gereğini yapmalıdır. Soruşturmalarının tutuklu yürütülmesine karşı biri olmama rağmen, gerekirse konunun hassasiyetine binaen bu soruşturmaların şüphelileri tutuklu olarak soruşturulmalı!
    Önce muhalefete sesleniyorum: Asla Gezi ve Sarı Yelekliler benzeri bir sokak eylemine kalkışmayın.
    Sonra Yargı’ya sesleniyorum: Bu tip sokak hareketleri hazırlığında olanlarla hukukun elverdiği ölçüde en sert şekilde mücadele edin.
    Ve en son da Cumhurbaşkanım’a sesleniyorum: Sebebi ne olursa olsun halkı halkın üzerine yürütmeyin; bu demokrasimize zarar verir, darbeye zemin hazırlar; darbe şartlarını olgunlaştırır!
    “Artık Türkiye’de darbeler dönemi geride kaldı” diye de gevşemeyin; şu son 14 yıl içerisinde en az 3 darbe hareketliliği oldu. Sonuncusu ise daha dün gibi, hareketliliği de aşıp bizzat harekete geçen 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü…
    Eğer “Bu ülkede asla darbe olmaz artık” rahatlığı ileri düzeye gelirse, bilin ki 10-15 yıla kalmaz Albayların, Yüzbaşıların darbeye teşebbüs ettiği bir ülkeye döneriz!

    • Milli irade aslan mıdır, horoz mudur, kim kimi yalar, kim kimi yutar bilmem? Milletin adamı demokrasiye inanan halkını meydanlara da davet eder, havaalanlarına da davet eder; kimse de milletin karşısında duramaz! Bi tane bile bankamatik parçalamadan da herkes evine döner! Ama çapulcu takımı sokakları talan etmeye kalkarsa devletin emniyet güçleri de gereğini yapacaktır:)

      • Sayin gayret sen sürü psikolojisi nedir bilmezsin herhalde .Mantikli dusun halki halka kirdirmak icin pusuda bekleyen sirtlanlar cok. O nedenle sokaga inmek havalimanina gitmek bu dusuncelerini bosver herkes sakin olsun .

  7. dünyamız otoriter liderlerin eline geçiyor ve bunlar halklardan destek görüyor çünkü yöneticilerimiz halkın sandığından geçmeden önce Hakkın sandığından geçiyor.
    “A’malüküm ummalükum” -amelleriniz yönetcilerinizdir, onlar sizlerin eseridir-denilmiştir.
    “Kemâ tekûnû yuvella aleyküm” -Siz nasıl olursanız yöneticileriniz de öyle olurlar-denilmiştir.
    Herhangi bir ülkenin Merkez Bankasının para basabilmesi için hazinede, bastığı para karşılığı kadar altına sahip olması gerekiyordu, ülkeler istedikleri kadar serbestçe ve sınırsızca para basamıyordu.
    lakin altına dayalı bir dolar, dış ticaret açığı hızla büyüyen abd için önemli bir sorundu çünkü abd ürettiğinden fazlasını tüketiyordu. abdnin sahip olduğu altının büyük ve önemli bir kısmı ülke dışına çıkıyordu çünkü çok fazla avrupa ve japon malı aldığı için onlara sattığı ürünlerle onlardan aldığı ürünler arasındaki fark altınla tahsil ediliyordu. 1971 senesinde doları bir varlık olmaktan çıkararak bir yükümlülük, bir borç senedi haline dönüştürdü. altın karşılığı olmasa dahi ülkenin sınırsızca para basması mümkün oldu. ve bugüne kadar avrupa ve abd başta olmak üzere ülkelerin merkez bankaları görülmemiş miktarlarda, trilyonlarca dolar, trilyonlarca euro karşılıksız para basarak, piyasaya sürdüler. aradaki dönemde karşılıksız bol paradan -yani yok paradan – pek çok ülke ve halkları faydalandı, refahlar arttı tüketimler arttı, bolluklar arttı, bu artış bencillik, herşeyi kendin için isteme, paylaşmama, yardımlaşmama getirdi. cinayetler, tecavüzler, hırsızlıklar arttı. din anlayışı çöktü, manevi değerler kaybedildi. içinde bulunduğumuz tüketim çağında sadece maddiyatı değil meneviyatı da tükettik en nihayet…şu anda dünyada küçük bir azınlık refah sürerken geri kalan kesim çok fazla acı çekiyor.
    lakin son düzlükte refah toplumları bile ağır borç yüküyle ve sürdürülemez tüketim alışkanlıklarıyla karşı karşıya.
    İnsanlar her zaman layık oldukları yönetim tarzıyla yönetilirler, çünkü bizden önce Allah seçer, çünkü toplum iyi olursa yöneticileri de iyi olur, kötü olursa yöneticiler de kötü olur bir ilahi prensiptir. Zira yöneticilerimiz aydan gelmezler topluluğumuzun içinden çıkarlar ve bizim bir parçamızdırlar. cüz külün aynasıdır, parça bütüne aittir. Toplumdaki kötülüklerin, haksızlıkların ve yolsuzlukların sorumlusu olarak sadece yöneticileri ve aydınları görmek ve kötülemek kendini kötülemektir bence. bu eleştirmemek, yapılan yanlışları görmemek, düzeltilmesini istememek anlamına gelmez ama sorumluluktan kurtulamayız da. vahiyden uzaklaşmanın herkes için bir bedeli var, ödeyeceğiz kuşkusuz.
    hasılı kelam liderin otoriter olmasını sorun etmekten çok, otoritesini hayra mı şerre mi kullandığına bakmak gerekir. bakarken seçimin ise ondan çok bize ait olduğunu unutmayalım.
    “Davranışları sebebiyle !!! zalimlerin bir kısmını diğer kısmına yönetici yaparız.” (En’am, 6/129)

  8. İyi işte, madem halk desteği de varmış otoriteye saygılı olunsun o zaman! Güneydeki sevdiğimiz ülkeninki otorite de macaristandaki bostan korkuluğu mu? Çakma kralın küçük prensi hangi seçim sandığından ne desteğine sahipmiş de orbanla karşılaştırılıyor anlamak güç! Yoksa sandık her şey değildir mi? Çifte standardı nerde görsem tanırım:)

    • Sandik herzaman gecerli degildir.ulkesine gore degisir esad da secinle iktidara geliyordu saddam da secim sandigindan geliyordu.Aslolan batidaki gibi gercek sandiktan cikip onun geregini yapmaktir.Her sandiktan çikan muteber değildir.Sandiğın özünü iyi kavramak gerekir.

  9. Koru’nun yazdığı minvalde bir yazıyı, kendi ülkesinde, Batılı mütedeyyin bir Hristiyan okusa; ”Tanrı, demokrasinin nimetleri içerisinde yaşayıp şımarıklıklarının haddini aştığı ve artık ”Tanrı tanımaz” olan toplumları, otoriter liderler/yönetimler eliyle hırpalıyor; onların elindekilerini ekonomik kurallar vasıtasıyla alıyor, basın özgürlüğü yok edilerek gerçek bilgiye ulaşmanın yolunu tıkıyor, Yargıyı etkisiz hale getirerek hak aramanın önüne barikatlar kuruyor diye cezalandırıyor” yorumunu yapardı belki de…
    Demokrasi ile yönetilen bazı Müslüman toplumlarda, demokrasinin katettiği yol henüz onun nimetlerinden faydalanılıyor düzeyinde olmadığı halde, yönetimler, daha çok ”dini sosla” kutsandığından, yönetimlerin/liderlerin hataları haşa Allah’a isnat edilerek, kendilerinin cezalandırıldıkları vehmi zirve yapmıştır.
    Gerçekte ise ”Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.” (Şura suresi, ayet 30) ayet-i kerimesi olana ışık tutmaktadır.
    Evet; Dünya farklı yönetimlere kayıyor ve fakat demokratik yönetimlerin ve dünya hasılasının yarısından fazlasını elinde tutan ve geriye kalandan bunu esirgeyen toplumların yönetim şekli olan Demokratik Yönetimler, dünyanın geri kalanına kan, gözyaşı ve fakirlikten başka bir şey ihraç edememiş ve onlara ancak ”otoriter yönetimler” hediye edebilmişlerdir.
    Dünyada (kör topal) Demokrasinin sonu mu geliyor bilmiyorum; ama insanoğlunun fıtratına/yaradılışına uygun sistemler henüz tesis edilemedi de; zulüm ve akan kan Arş-ı Alaya yükseldi de fırtına öncesi sessizliği mi yaşıyoruz ne?
    Bahar öncesi bir (şiddetli) kış belkide…

  10. Halk eğer ülkesinin şartlarını göçmen gelinen ülke şartlarında iyi görürse yabancıları istemez.
    Ülkenin gümrük duvarları arkasına sığınmak ister.
    Kendi şartlarının bozulacağı düşüncesini kabul eder.
    katma değer getirmeyen yabancılara tavır alır.
    Yabancılar geldiğinde özellikle vasıfsız büyük kesim tedirgin olur.
    Biz bu ülke için savaştık veya en azından atalarımız savaşmışlar.
    Biz bu ülkeyi çok çalışarak bu duruma getirdik, bu günlere gelmesinde hiçbir emeği olmayanlar kurulu düzenimizden faydalanmak için geliyorlar.
    Yarın başımız sıkışsa ilk gidenler olacaklar.
    Bu ülkenin zenginliğini sadece bu ülkenin geçmişinden gelenler kullanabilir.
    İşte ulaşımın ve iletişimin kolaylaştığı bu zamanda sıkıntılı ülke vatandaşları gözü refah düzeyi yüksek ülkelere dikmiş durumda.
    Bir yolunu bulup hayalindeki ülkelerden birine gitmek için her şansını deniyorlar.
    Yabancı düşmanlığını en azından karşıtlığını savunan liderleri vasıfsız geniş halk kesimleri şiddetle destekliyor.
    Kimse kimseyle zenginliğini paylaşmak istemiyor.
    Fakirlerde dünya hepimizin diyor.
    Yeni mücadele alanı doğuyor.
    Zenginliğini paylaşmak istemeyenler ile paylaşalım diyenler arasında mücadele paylaşmak istemeyenlerin lehine gelişiyor.
    Geçtiğimiz yüzyılda bu mücadele ülkeler içinde vuku buluyordu.
    Şimdi bu mücadele milletler arasında başlamış durumda.
    Serbest dolaşımın getirdiği imkanlar ve ulaşım imkanları bunu kolaylaştırıyor.
    Gelişmiş ülkeler bunu kendilerine tehdit görüyor.
    Gelişmiş ülkeler ellerindekini yabancılara kaptırmamak için içe kapanmayı şart görüyorlar.
    Yabancıların demokrasimizden ve özgürlük ve insan haklarımızın genişliğinden istifade ediyorlar kanaatindeler.
    Bu sebeple otoriterliği destekliyor fazla özgürlüklerin faydalarına olmadığına inanmaya başlıyorlar.
    Her yerde ve her zaman insanlık önce ben diyor.
    Bu yerli ve millilik bir müddet güçlenerek devam edecek gibi.
    DÜNYA HEPİMİZİN DİYENLER KAZANANA KADAR DEVAM EDECEKTİR.
    DÜNYANIN BİR SORUNU NASIL HEPİMİZİ ETKİLİYORSA NİMETLERİNDEN DE HEP BİRLİKTE YARARLANMALIYIZ DİYENLERİN MÜCADELESİ.
    BELKİ GECİKTİRİLİR AMA DÜNYA GLOBAL BİR ŞEHİR HALİNE GELDİĞİNE GÖRE ASLA ÖNLENEMEZ.

    • “DÜNYA HEPİMİZİN DİYENLER KAZANANA KADAR DEVAM EDECEKTİR.
      DÜNYANIN BİR SORUNU NASIL HEPİMİZİ ETKİLİYORSA NİMETLERİNDEN DE HEP BİRLİKTE YARARLANMALIYIZ DİYENLERİN MÜCADELESİ.
      BELKİ GECİKTİRİLİR AMA DÜNYA GLOBAL BİR ŞEHİR HALİNE GELDİĞİNE GÖRE ASLA ÖNLENEMEZ.”
      KOCAMAN BİR AMİN DİYORUM BU CÜMLELERE . TOPYEKÜN İNSANLIK EVRİLMEDEN GEÇİYOR..BİRAZ SERT BİR GEÇİŞ.. YAKIN GELECEK DİNLER İDEOLOJİLER SAVAŞI DEĞİL İYİLER VE KÖTÜLER SAVAŞI OLACAK İNANCINDAYIM. VE İLAHİ BEYAN GEREĞİ YERYÜZÜNE SALİH KULLAR VARİS OLACAK ZERRE KUŞKU DUYMUYORUM. BÜTÜN MESELE FERT VE TOPLUM BAZINDA DURDUĞUMUZ YERİ DOĞRU BELİRLEMEK. EN BAŞTA BU TOPRAKLARDA DEVLETİN DİNİ MESABESİNDE Kİ HUKUĞUN KEYFİLİKLERE YER BIRAKMAYACAK ŞEKİLDE TAM ANLAMIYLA TESİSİ GEREKİYOR , BİR LİDER/GRUP/KOMİTE VESAYETİNDEN KURTULMASI ELZEM VE HAYATİDİR BULUNDUĞUMUZ NOKTADA. HUKUĞUN KAMİL MANADA İŞLERLİK KAZANDIĞI TOPLUMLARDA EKONOMİN DE DİĞER SORUNLARINDAN HIZLI BİR ŞEKİLDE DÜZELECEĞİNDEN KUŞKUNUZ OLMASIN.

      • Sayın yıldırım bahsettiğiniz salih kulların arasında “beklenen salih zat” da varsa o iş biraz yaş… Daha bu kasımda geliyomuş eli kulağında dedilerdi hala ses yok!

  11. Para eşittir güç; güç eşittir diktatör… Eski Türk filmlerine baksanıza köy ağaları önce köy halkına borç verir. Ondan sonra o köylülere istedikleri şeyleri yaptırır. Günümüzde de öyledir. Önce halk açlıkla imtihan edilir. Halk ekmek peşinden koşar. Liderler ne yapsa da halk ekmek parası derdinde olduğu için birlik olamıyor. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın misali. Tabi halkın önden gelenleri de parayla korkutmak var maalesef.
    SAYGILAR SEVGİLER

Yoruma kapalı.