Ben düşündüklerimi genişçe bir okur kitlesiyle her gün paylaşıyorum, adımın önüne bir sıfat konulması gerekirse ‘yazar’ olduğum söylenebilir; ancak ondan önce profesyonel sayılabilecek derecede bir
Abdullah Gül ‘bağımsız adaylık’ serencamını kamuoyuyla paylaşıp defteri kendi eliyle kapattığına göre, günlerini hızla tüketmekte olduğumuz ‘cumhurbaşkanlığı seçimi süreci’ni artık biraz daha yakından ve daha
AK Partili dostlara kimsenin artık sormaya cesaret edemediği bir sorum var: Olmaz ya, hani seçim sandığı iki ay sonra rakip partilerden birini cumhurbaşkanı çıkarırsa, Tayyip
İki ay sonra yapılacak ve ülkeyi yeni bir sistemin bütün unsurlarıyla tanıştırması beklenen seçimin tarihe dönük yüzünde ‘Abdullah Gül olayı’ mutlaka yer alacak… Alacak, çünkü
Oh be, muhalefet cephesinin Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olarak destekleyeceği yolundaki beklenti geride kaldı ve ortalık nihayet yatıştı. İsmi AK Parti ile birlikte anılan
Türkiye’nin bugün en büyük sorunu, iki ay sonra yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminde AK Parti ile MHP’nin ortak adayı Tayyip Erdoğan’ın karşısında kimin veya kimlerin aday olarak
Gençler ve sermaye sahipleri gözlerini yurtdışına dikmiş olabilirler mi sahiden? Her ülke için vazgeçilmez iki temel unsuru teşkil eder bu iki kesim: Gençler geleceğini temsil
Önce bir ‘hakkı’ teslim etmem gerekiyor: AK Parti adına konuşan siyasiler ile onlar adına kalem oynatıp ahkâm kesen iktidar cephesinin itibar ettiği yazarlar ne söyler,
Seçime hangi partilerin girebileceği konusunda önem taşıyan verileri Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tutuyor; ancak oradan gelen listeyi gözden geçirip son şeklini vermek Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) görevi. Başsavcılık
Birkaç yıldır siyaseti uzaktan izleyen kıdemli bir politikacıyla âniden karşılaşınca ‘baskın seçim’ konusunu kendisine sormadan edemedim. “Sizin için de sürpriz oldu mu?” sorumu geniş bir tebessümle
