Cezaevinde 1555 gün.. Türkiye aleyhine işleyen tam 1555 gün…

42
Reklam

Neden yargılandığını Osman Kavala’nın kendisi de tam bilmiyor. Bilmiyor, çünkü tutuklu yargılandığı Gezi davası hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) serbest bırakılması yönünde karar verdiği için tahliye edilmişti; o karar uygulanır uygulanmaz hakkında yeni bir dosya açılarak gözaltına alınıp yeniden tutuklandı.

Kavala Gezi davasından beraat etti.

Tutukluluk hali ise devam ediyor. Tam 1555 gündür cezaevinde.

[Yan yana üç tane 5; Hurufiler için bir başka ilginç rakam bu…]

Avrupa Konseyi (AK), irtibatlı olduğu AİHM’nin Kavala’nın serbest bırakılması kararı Türkiye tarafından uygulanmadığı için harekete geçmişti; dün 47 üye devletin temsil edildiği AK’nin Bakanlar Komitesi (AKBK) üçte iki çoğunlukla Türkiye aleyhine karar verdi. 

Osman Kavala serbest bırakılmazsa işletilmeye başlayan sürecin sonunda Avrupa ülkeleri ülkemize yaptırım uygulayacaklar…

Serbest bırakılma talebi “Osman Kavala yargılanmasın” anlamına gelmiyor; istenen sadece tutuksuz yargılanması… 

Türkiye nedense onu ille cezaevinde tutmak istiyor.

Reklam

Nitekim, dün, Türkiye’nin hem dışişleri hem de adalet bakanlıkları, AKBK’nin aldığı kararı sıcağı sıcağına tepkiyle karşılayan bildiriler yayımladılar.

Kararı ‘siyasi’ buldu iki bakanlık…

İyi de Kavala hakkında yürütülen yargı süreci baştan itibaren ‘siyasi’ zaten…

Hakkında verilen tahliye kararı sonrası aynı gün yeni bir dava dosyası açılarak yeniden tutuklanması başka nasıl yorumlanabilir?

Bir anlayabilsem

Benim bütün bu süreç boyunca hiç anlamadığım, Türkiye Cumhuriyeti’nin Osman Kavala’ya neden bu kadar önem verdiği… 

Ülkenin itibarı ile Kavala’nın tutuklu kalması eş değerde görülüyor.

Gerçekten anlamakta zorlanıyorum.

Reklam

Tutuklu yargılama Türk hukuk sisteminde suçlanan kişinin kaçması, kanıtların karartılması gibi ihtimallere karşı uygulanacak bir tedbir…

Osman Kavala bir iş insanı. Sosyal konulara da ilgi duyuyor, çeşitli vakıflarla irtibatlı, irtibatı bulunmayan alanlarda ilgi duyduklarına da destek veriyor. Batı ülkelerinde onun durumunda olan iş insanlarına ‘hamiyetperver’ anlamına ‘philanthropist’ deniliyor.

AİHM Osman Kavala’nın cezaevinde tutulmasını ‘susturulmak istenmesi’ niyeti ile açıklamakta.

Önce Gezi olayları ile ilintili bulundu, yargı kendisini beraat ettirdi. Yeniden tutuklanması ‘casusluk’ ithamı ile suçlanması yüzünden. 

‘Casusluk’ hukuki açıdan ciddi bir itham. Ancak, anlaşılan, o iddiayla açılan davada kullanılan hukuki malzemeler beraat ettiği ilk davada kullanılanlardan farklı değil. 

Zaten AİHM’nin ilk davayla ilgili kararının Türkiye tarafından uygulanmadığı iddiasını AKBK’nin yaptırım gerektirecek bir ihmal olarak görmesinin dayandığı gerekçe de bu: İki dosyanın birbirinden farklı olmaması…

AKBK de gerekçesini Türkiye’nin konuya ‘siyasi’ açıdan yaklaşmasına dayandırıyor.

Benim anlamakta zorlandığım da konunun bu yönü işte.

İş insanı kimlikli birinin ülke itibarından daha önemli görülmesinin sebebi ne olabilir?

Osman Kavala’nın ille cezaevinde tutulmasını gerektirecek ne özelliği bulunabilir?

İddia ‘casusluk’…

‘Casusluk’ denilen uğraş alanı klasik anlamını yitireli hayli zaman oldu. 

Filmlere de konu olan geçmişteki casusların yerini, bilgisayarlar ve monitörler karşısında oturan, teknolojiyi kullanmayı bilen insanlar aldı.  

Yönlendirme eylemini de, sahada bulunan tipler değil, uzak coğrafyalarda yine bilgisayarlar ve monitörler karşısında oturan troller üstlenmiş bulunuyor.

Bir ülkeyi karıştırmanın, kargaşa çıkarmanın, hatta seçimlere müdahale ederek istedikleri türden yönetimlere destek vermenin veya istenmeyen yönetimleri yerinden etmenin yöntemleri de değişti; o işi de yine bilgisayarlar ve monitörler karşısında oturan birileri yapıyor.

Medyayı da bu amaçla kullanabiliyorlar.

Gerçek bu, gerçeğin bu olduğunu bütün dünya ve bu arada dünyanın her tarafındaki yönetimler biliyor.

Karşı-casusluk faaliyeti de yine bilgisayarlar ve monitörler ile icra ediliyor günümüzde.

Yönetimlerin bu alanda hizmetinden yararlandığı firmalar ve onların parasını ödeyene hizmetini sunduğu programları var.

Bugünün dünyasında, teknolojinin hukuk dışı amaçlarla halkların temel hak ve özgürlükleri aleyhine kullanılması demokrasiler açısından üzerinde en fazla durulmayı hak eden konuların başında geliyor. 

[İsrail’in NSO adlı firmasının ürettiği bir casusluk programı var ve onu satın alan bazı ülkelerin yönetimleri onu sınırları içinde ve dışında yaşayan muhalifleri izlemek için kullanıyorlar. Programı kendi ülkesindeki yönetimin kullanılmasına tahsis ettiği ve İsrailli politikacılar da onu muhaliflerini izleme amaçlı kullandıkları için, NSO’nun başkanı geçen hafta istifa etmek zorunda bırakıldı.

Sözün kısası şu: Osman Kavala’yı cezaevinde tutmak ülkemizin itibarını zedeliyor; bu yanlışlığı daha fazla uzatmamak gerek.

ΩΩΩΩ

Reklam

42 YORUMLAR

  1. Aşağıda Galile konusuna değinilmiş. Günümüz 2020li yılların T.C.inde, AKP kontrolündeki devlet ve mahkemeleri 1600 yıllarda engizisyon mahkemeleri kadar olamadı şeklinde bir yorum!

    Ben de konuyu önce 1600lı yıllara götürüp sonra zamanımıza doğru getirecek faklı bir bakış açısından ele alıp niye bu haldeyiz, neden bu kadar “geri kaldık” noktasına bağlıyayım. Bu iş “Akıl*İman Sentezi” ile kadar kolay ki o kadar olur. Neyse, kısaca toparlamak gerekirse denebilir ki:

    Keşke Osmanlı döneminde Galile’ mahkemelerini takip edecek, o konuda fikir beyan edecek ve hatta “Ey Klise, yanlış yapıyorsun! Galile’ye eziyet etme. O’nun haksızlık yaptığı yok. İdam etmeyin-hapiste çürütmeyin; istemiyorsanız bize gönderin” diyebilecek kadar, “yahu şu Avrupa’da neler oluyor neler bitiyor” kabilinden entelektüel bir ilgiye sahip olunsaydı.. Keşke!
    Keşke diyorum Osmanlı’nın o döneminde ezberine/at gözlüklü bir bakış açısından ziyade Kuran’ı Kerim içeriğine idrak seviyesinde hakim olmuş olsalardı. Bu olabilseydi o zamanki geçer-akçe güç dengelerindeki rekabet ve hatta üstünlükleriyle Avrupa’da önemli miktarda müslüman bir toplum daha o zamanlar oluşabilirdi. Allah rızasına ulaşabilmenin bundan daha güzel şekli olabilir mi?

    Gelelim T.C.’ye geçiş dönemine… Malesef, aynı “ezberine/at gözlüklü bakış”, T.C. dönemine geçildiğinde de pek değişmedi. İşin aslında/işin özünde eksen değiştirdi; pozitiften negatife kaydı. İşte bu da M. Kemal Atatürk Paşamızın kendine has zafiyeti ile resmiyet kazandı. Oysaki Galile’den sonra, Avrupa toplumunda engizisyon tecrübelerine rağmen eksen kayması asla olmadı. “Laik”lik konusuna pozitiften yaklaşılabileceğini gösterdiler. Bu pozitiflikle eşyanın tabiatına kafa yordular. Çalışarak geldikleri seviye malum! Eksiklikleri yok mu? Var tabii. Giderecek olan mühtemelen bizleriz, ama bugünkü rezalet halimizle bu mümkün mü?

    Bizler/ülkemiz, M.Kemal Atatürk Paşababamızın “Akıl*İman Sentezi” zafiyeti tohumlarına resmiyet kazandırdığı negatif-pozitif kutuplaşmasıyla o gündür bu gündür kaç tane darbe/darbe teşebbüsü yaşandı, halen daha bütün besin değerimizi önümüze konan “temcit pilavı”ndan alıyoruz, bu enerjiyle izafi “hak ve batıl” meydan savaşlarına devam ediyoruz. CeHaPe derken,.. geldi dört gözle beklenen AKePe! Bu kısır döngüden nasıl kurtulacağız?

  2. Adam soros un Türkiye şubesi ve casuslukla yargılanıyor.Artık casus yok,bilgisayarlar var diye buyurmuşsunuz az daha içtiğim çay burnumdan gelecekti.
    Bu fonları nşye dağıtıyorlar o vakit diyeceğim ama nafile
    Batı için de bu yüzden değerli.adamlarını kolayca harcatırlarsa onlara çalışacak fondaş bulamazlar o yüzden her cepheden can siparene kurtarmaya çalışıyorlar.
    Türkiye de “artık eskisi gibi at oynatamazsınız vermem” diyor .
    Anlamadığnıza emin misinz?
    Neyiniz anlamadınız.?

    Yoksa bir devlet gidip suçsuz birini casus diye tıutacak ve ABD dahil dünyanın en bütük devletleri ile ölümüne kavgaya girişecek.Spor olsun diye

    ağam bizle kafa buliyir

    • burası da trol dolmuş. soros’la buluşan, iş yapan bir isim de rte.

      ağam bizle kafa buliyir

      • Biz Reis i ABD oğlanlarına yedirmeyecek Türkiye sevdalısyızda siz nereden ses veriyorsunuz.
        Ne zaman iş yapmış birde onu çıkarsan.?

    • Serdar kardeşim adam suçludur veya sucsuzdur bunun kararını mahkeme verir.Fakattt tahliye olduğu gün başka bir davadan tekrar tutuklanmaz.Yani suçu varsa mahkemeden önce niye dava açmadın ey savcı nispet yapar gibi hemen ertesi gün dava açıyorsun .Sorun burada tabiki her tarafa çekersin o zaman olayı.Herkes işini adam gibi yapacak .Bekle bekle son gün mu casus olduğu anlaşıldı.SIKINTI bu

      • Adam casusluktan suçlanıyor.Zaten ABD ve AB nin can siper saldırmaları da normal mi?.Yani bunu ve Demirtaş davalarını normal bir dava gibi göstermeye çalışanlar asıl bu işi sulandıran ve örtbas edenlerdir

        Bunu dediğinizde ABD de yapılan Hakan Atilla ve Rıza zarrab davalarını açıklayın hukuk kurallarını da görelim.Kimse sesi bile çıkmıyor

    • S.T. ilk defa trolden arındırılmış ? doğru bir tespit paylaş mış ilk defa. Basit görünen şeyleri bile anlayamayacak haldeyken bir çok insan vesselam..
      Ve dertli Ahmet ler basit bir sonuca dahi kulp bulmaya çalışmış.
      Sonucu ne olur bu inatlaşmanın bize ne siyasetçi düşünsün onuda?

  3. “Yahya Özal
    2 Şubat 2022 At 23:15
    Kısa ve öz olarak sadece rakam kullanarak yazabilir misiniz? demiştiniz, yanıtı aldınız. Acaba siz de beni, sizin benden istediğiniz gibi kısa öz ve yalnızca rakam kullanarak aydınlatabilir misiniz?

    Yorumu Cevapla
    H. Gayret
    3 Şubat 2022 At 00:09
    ZEVKLE AYDINLATIRIM YAHYA BEY:)

    20 YIL ÖNCE: (tüketici enflasyonu %29,7)
    GEÇEN YIL: (tüketici enflasyonu %36,08)

    20 YIL ÖNCE: (Üretici Enflasyonu %30.8)
    GEÇEN YIL: (Üretici Enflasyonu %79,89)

    20 YILLIK BİR İKTİDAR İÇİN BU SONUÇLAR GAYET İYİ, HEM DE SON 2 YILIN PANDEMİ ŞARTLARINDA!
    HELE Kİ ESKİ TÜRKİYEYE GÖRE ÇOK ÇOK İYİ!
    İTİRAZI OLAN?

    Yorumu Cevapla
    Winemaker, Thereal
    3 Şubat 2022 At 00:42
    Bekliyoruz, H. Gayret.

    Yorumu Cevapla”

  4. Bizdeki Batı uşaklarının hevesleri de kursaklarında kalmış..Ama işin ilginci.
    “Yargı bağımsızlığı.. Yargı bağımsızlığı” diyenler.
    Şimdi geçmişler karşımıza, nanik yaparak, siyasi mahkeme olduğunu kabul ettikleri AİHM’in kararı için, “Yargıtay kararı gibi algılamanız ve uygulamanız lazım” diyorlar..

    Kendi kitaplarından, kendi düzenlemelerinden gösteriyoruz: “AİHM bir üst mahkeme değildir. Siyasi bir mahkemedir.. Yerel mahkemelerin kararlarını bozma niteliğinde bir işlevleri yoktur. Verdikleri karar uygulanmazsa, ancak tazminat tehdidi ile karşılaşabilirsiniz.”Ama adamlarda utanma yok.Kendi yandaşları söz konusu ise..
    Tüm putlarını yıkıyorlar.Helvadan put yapıp, acıkınca yiyorlar.

    Mesela, son 40 yıl içinde 40 bin insanını kaybeden başka Avrupa ülkesi gösterebilir misiniz?
    Peki, ülkesinde darbe yapmaya kalkışan alçakların başka Avrupa ülkelerine kaçıp oralarda beslendikleri, korunup kollandıkları ikinci bir Avrupa ülkesi var mı?
    Kendisinden çok sonra müracaat edenler bile üye alındığı halde, yıllarca AB’nin kapısında bekletilen, “Siz üye olmadan, Kıbrıs Rum kesimini almayız” diye söz verildiği halde.. Türkiye üyeliğe alınmadan, Kıbrıs Rum kesiminin üyeliğe alındığı gerçeğinin bir benzerini yaşayan Avrupa ülkesi var mı?
    Peki, başka ülkelerdeki halkı katleden darbeci generallere karşı posta koyan, onlarla ilişkisini kesen bir başka Avrupa ülkesi var mı?
    Mısır’ın darbeci generali Sisi’yi, Almanya kırmızı halılarla karşılamadı mı?Almanların en yetkili isimleri, darbeci Sisi’yi, Mısır’da ziyaret edip, üç kuruşluk silah satmak için, onlara şirinlik üzerine şirinlik yapmadılar mı? Avrupa’dan veya başka bir dünya ülkesinden herhangi bir darbeciye, Trükiye’den bir yetkilinin kırmızı halı serdiğini gösterebilir misiniz?
    O utancı yaşayanlar, silah satmak için eli kanlı darbecileri kapılarda karşılayanlar, bizi Avrupa Konseyi’nde tutmasınlar, zaten..

    • Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden de çıksın İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece kararı ile çıktığı gibi. O sözleşmeye de uymuyorlardı. Kadınlar korunmuyor sokak ortasında öldürülüyor. Devlet hiç bir koruma da sağlamıyor. Anayasasını da değiştirsin ayrıca. Hem söz verip hem anayasaya aykırı davranmak iki yüzlü ve tutarsız bir davranış. O yüzden kimse Türkiye’yi ciddiye almıyor.

    • geçelim böyle hamasi lafları. işin gerçeği şu: bu ülkede Cumhurbaskanının hakimlerini atadığı bir anayasa mahkemesi var, ülkenin en üst mahkemesi, dediği son söz. ama gel gör ki, Anayasa mahkemesinin kararı siyasi iktidarı mutlu etmediği için alttaki bir mahkeme Anayasa mahkemesinin kararını tanımıyor ve iktidar hiç birşey yapmıyor. hukuk mu kaldı? ülkeye yapılmış en büyük ihanettir bu. “Batı uşak”larıymış, hadi ordan.

    • geçelim böyle hamasi lafları. işin gerçeği şu: bu ülkede Cumhurbaskanının hakimlerini atadığı bir anayasa mahkemesi var, ülkenin en üst mahkemesi, dediği son söz. ama gel gör ki, Anayasa mahkemesinin kararı siyasi iktidarı mutlu etmediği için alttaki bir mahkeme Anayasa mahkemesinin kararını tanımıyor ve iktidar hiç birşey yapmıyor. hukuk mu kaldı? ülkeye yapılmış en büyük ihanettir bu. “Batı uşak”larıymış.

  5. Birilieri için Kavalanın önemi büyük anlaşılan.Onun için çırpınmalarını anlayabiliyoruz.
    Dertleri insan hakkı, adalet mi acaba.

      Dün Yunanistan 12 insanın donarak can vermesine seyirci kalan Avrupa İnsan Hakları savunucuları neredesiniz. Sizin Sesiniz soluğunuz beslemenize çıkar.

    • Elbette kınıyoruz, insanın yaşama hakkını yok eden her eylem de şiddetle kınanmalıdır. Ancak herkes kendi çöplüğüne bakacak önce. Yakın zamanda Edirne’de bir komutan aynısını mültecilere yaptı. Emirle mülteciler Yunanistan tarafına doğru zorla Meriç’e atıldı. Bir kısmı boğuldu. Soruşturma bile açılmadı. Sadece Serbestiyet yazma cesareti gösterdi. Yada Roboski’de bombalanan kendi vatandaşlarımız ile ilgili bir tane asker soruşturma geçirmedi. Ama Bülent Ersoy’a Anıtkabir’de yağmurda şemsiye tutan asker ve komutanı sürüldü. Bunların hiçbirini kimse ne kınadı ne de umurunda oldu bu ülkede. Önce kendi çöplüğümüz. Siz hangi yüzle Yunanistan’a hesap soracaksınız. Önünüze bocalarlar tüm yaptığınız ettiğiniz insanlık suçlarını. Türkiye’nin böyle bir itibarı kalmadı dünyada artık.

  6. Galileo, 1632 yılında , bilimsel görüşlerinden dolayı tekrar engizisyon mahkemesinin huzuruna çıkarılır !
    Mahkeme , bilim adamını takdir etmek ve sevmekle beraber ‘Dünyanın, hem kendi ve hem de güneş etrafında döndüğü ‘ tezini İncil’e ve dini inanca aykırı bularak reddetmekte ve bu düşüncesinden vazgeçmesini istemektedir .
    Aksi taktirde idama mahkûm edilecek ve yakılarak öldürülecek olan Galileo , kelleyi kurtarmak için düşüncelerini mahkeme önünde inkar etmek zorunda kalır !
    Ev hapsiyle yakasını kurtaran çaresiz bilim adamı dışarı çıktıktan sonra kendikendine şöyle söylenir ,
    – Kim ne derse desin , dünya yine dönüyor !
    Selamlar, iyi günler

  7. “Osman Kavala bir iş insanı.” diyorsunuz ya işin sırrı burada. Şimdiye kadar bir iş insanının sosyal konulara da ilgi duyduğunu, sola yakın durduğunu gördüğünüz oldu mu? Ben pek anımsamıyorum. Varsa da onun kadar aktif olmamıştır heralde. RTE, “bir iş insanı nasıl olur da benim karşımda olabilir” diye çok kızdı ona.

  8. Osman Kavala iktidarın alışkın olduğu muhalif şahsiyetlerden çok farklı bir profile sahip. O yüzden iktidar için çok tehlikeli. Kavala Türkiye nin köklü ve varlıklı ailelerinden birine mensup, çok donanımlı, iyi eğitim görmüş, dünyanın seçkin şahsiyetleriyle iletişim halinde, akıllı ve sosyal bir elit. Hepsinden önemlisi savunma sanayinin önemli firmalarından birisin de sahibi yani düşmanı çok. Kısaca AKP ve kurmaylarını korkutacak her türlü vasfa sahip. Bu nedenlerden dolayı Kavala nın devran dönünceye kadar içeride tutulması kaçınılmaz.

    • SAYIN KOSTAK “Kavala Türkiye nin köklü ve varlıklı ailelerinden birine mensup” demişsiniz ama bizde bu saydığınız özelliklere sahip yığınla zengin işadamı var, hatta içlerinde parti kurup siyasete atılmış olan da çoktur;
      boynerler, uzanlar, koçlar…
      Şimdi bu adamların tırnağı bile etmeyecek(servet yönünden) bir elemanın nesini tehlikeli buluyorsunuz onu anlamadım?

      • Bozuk saat bile misali..
        GHayret ilk defa bir doğru tespit yapmış
        Trolcülük değişime mi uğruyor ne?
        Level atlamak mı desem gelişim mi..

  9. Osman Kavala iktidarın alışkın olduğu muhalif şahsiyetlerden çok farklı bir profile sahip. O yüzden iktidar için çok tehlikeli. Kavala Türkiye nin köklü ve varlıklı ailelerinden birine mensup, çok donanımlı, iyi eğitim görmüş, dünyanın seçkin şahsiyetleriyle iletişim halinde, akıllı ve sosyal bir elit. Hepsinden önemlisi savunma sanayinin önemli firmalarından birisinin de sahibi yani düşmanı çok. Kısaca AKP ve kurmaylarını korkutacak her türlü vasfa sahip. Bu nedenlerden dolayı Kavala nın devran dönünceye kadar içeride tutulması kaçınılmaz.

  10. RTE , O.Kavala hakkında şöyle beyanat vermiş: ‘ Bizim mahkemelerimizi tanımayanı biz de tanımayız ,AİHM ne demiş , AK . yi ne demiş, bunlar bizi ilgilendirmez ‘
    Bir diyeceği olan var mı !

    • Var elbette. Anayasamız AİHM’yi tanıyacaksın diyor. Anayasayı tanımayanı biz de tanımıyoruz elbette. Anayasayı ve yasaları tanımayan yok hükmündedir.

  11. Hukuk adalet özgürlük bağımsızlık…
    Bu gibi kelimeleri çoğu kişi özlemle arar, sevmeye çalışır fakat, kendine temas ettiğinde duygular değişiverir birden.
    İçerden dışarı başka görünür, dışardan ise davul sesi…
    İkisini sallandıracaksın!…. misali gibi birşey..
    Bir insanoğlu insanın hayatına son vermeye karar vermek!!!
    Yıllarca içerde bir karar vermeden tutmak!!!
    Hiçbir din kardeşimizin yapacağı da yapmak isteyeceği de birşey değildir.
    Ama, hukuk işine bizim aklımız ermez. Belkide verilecek karar ile o kadar yatacak içerde zaten belkide?
    Bizim derdimiz tasamız,
    Birisinin sana bavul dolusu belge getirmesini beklemeden,
    Birileri sana rapor yazdırıyom ayağına mangırları boca ettirmeden,
    Özgürlük adaleti dışardan sana nassı getirecekmiş eceba diye beklemeden,
    Okuyarak öğrenerek doğruyu kendin bularak, araştırarak sorgulayarak bulmak uygulamak
    Olmalıdır bence.
    Adalet hukuk kurallar düzen usul herkese lazımdır istesen de istemesen de.

  12. MOBESE

    İmamaoğlu suçüstünde yakalanan çapkın misali atarlanmış. Mobese kayıtlarını kim verdi diye höykürüp duruyor. Belli ki ajans buradan yürüyelim demiş. Partisi chp de buna destek veriyor. Kim verdi, kim çekti, kim servis etti diye soruyorlar akıllarınca. Dava bilem açmayı düşünüyorlarmış falan filan.
    Hiç çabalamasınlar, Cumhurbaşkanının ıslak imzalı belgesini kılışdaroğluna servis eden namuslu, dürüst, kahraman memur servis etmiştir. Madalya taksınlar. Ya deprem olsaydı da 16 milyon insan belediye başkanını arasaydı nerede bulacaktık. Allahtan işini hakkıyla yapan memurlar var.

    • Tekrar hatırlatalım. İngiliz büyükelçi ile karda kıyamette depremde yemek yemek suç değil. Yetimin hakkını yemek ise hem haram hem suç.

  13. Kavala İstanbul Dükalığının en önemli temsilcilerinden ve Gezi olaylarının organizatörü.Tayyip bey onun üzerinden mesaj veriyor.Affetmem ve geri adım atmam diyor.ABD ve AB arkanızda olabilir,delil olmayabilir ama atarım içeri hiç kimse sizi kurtaramaz diyor.Bu kadar basit,açık ve net.Kavala bu ülkenin dokunulmazlarındandı.Artık herkesin dokunulabilirliğini olduğunun misali oldu.Bu yazı sadece tespit.Onay yada destek yazısı değil.

    • Bu ülkede şu anda bir tane dokunulmaz var. Tek adam diyoruz kısaca. Tabii bu durumda diğer adamlar da adamdan sayılmıyor. Kimse tek adama hesap da soramıyor. İstanbul dükalığı gibi saçma sapan yerler de yok. Elbette varlıklı insanların belli bir etki alanı olur. Ancak Türkiye özelinde böyle bir durum çok da söz konusu değil, hiç bir zaman da olmadı. Türkiye’de her zaman devlet vardı sadece. Normal vatandaşa hiç bir özgürlük alanı da tanımadı. Bizde herşey devletle başlar devletle biter. Devlete sahip olduğunu düşünen bugünün çeteleri de onu acımasızca milletin tepesinden eksik etmez. Bugün milletin tepesinde horon tepenler daha dün muhtar dahi olamıyorlardı örneğin. Yarın ne olacaklarını da gelecek çeteler belirler. Keyiflerine kalmış. Çünkü devleti ele geçiren bu devletin hukukunu bile tanımaz burada. Anayasayı babayasayı deler geçer sürekli. Bugün de ve dün de olduğu gibi.

  14. Kavalayi çıkarsan ne olur çıkarmasan ne e olur.Adami içerde tuttukca kahraman yapıyorsun.Dun de bu aptal muamelerden gereksiz sıkıntı ya düştük bugün de.Kafasi basan aklını kullanan daha doğrusu fayda zarar hesabı yapan birileri yok mu???

    • Başkasının hayatı üzerinde masa başı yorum yapmayın.Zindanda ben de olabilirdim deyin.Galiba yorumcu arkadaş hiç zindana düşmemiş.Bir kiş biri için oturduğu yerden oh olmuş diyorsa zülme hak veriyorsa üçüncü dereceden bir zalim olur.Sözün kısası; Adalet hepimize lazım.

      • Siz okuduğunuzu anlamıyorsunuz galiba içerdeki ne sevinerek oh olsun mantığı mi anladiniz!!!
        Hukugu zorlamak bazılarını kahraman yapıyor .
        Suçluysa kesersin cezasını olur biter değilse beraat ettikte sonra başka bir suçtan yargılama yaparsan ada hiç yere kahraman yapiyorsun

      • Siz ahmetin hezeyanlarına aldırmayın hüsam bey, bazen kendini kaybediyor;
        daha geçenlerde ne kadar siyasetçi varsa topunu asacaksın keseceksin, kalanı da bilmem nereye süreceksin diye veryansın ediyordu burda:(

        • Gayret biraz gayret et, ceza alması gerkenlere tabiki ceza vereceksin ama adaletli vericen .Adam beraat etsin yok olmadı yeniden bir daha böyle adalet olmaz .Bunu bir anla sonra siyasetçilerin memleketi ne hale getirdiğini düşün.Bunlari ben yapmadım beceriksiz siyasiler yapmadı mı??

  15. Olan-biteni açıklamada Prof. Dr. Mustafa Erdoğan’ın Ahval’de çıkan makalesi de çok önemli bilgiler ve yaklaşımlar içermekte. Zaman zaman sayın yazarın yazıları başka mecralarda yayınlandığı gibi müsaade ederseniz o yazıyı da burada alıntılayalım.

    ÇOĞUNLUK, ‘MÜLKÜN TEMELİ’NİN ‘ADALET’ Mİ OLMASINI İSTİYOR, YOKSA…?

    PROF. DR. MUSTAFA ERDOĞAN

    Oca 29 2022 11:27 Gmt+3

    Türkiye gibi, ‘’Adalet mülkün temelidir’’ sözünü herkes diline pelesenk ettiği halde, özel ve kamusal hayatlarında adaletten bu kadar uzaklaşmış olan başka bir toplum az bulunur.

    Evet, bugünkü Türkiye, bırakınız kurum ve uygulamalarında adaleti hayata geçirmeyi, onu temel bir değer ve ideal olmaktan bile çıkarmış, adaleti adeta ‘’defterden silmiş’’ durumdadır.

    Elbette Türkiye hiçbir zaman adaleti tam olarak ‘’mülkün temeli’’ yapan bir devlet sistemine, kurumlara ve yönetim kadrosuna sahip olmadı. Bunun en başta gelen nedeni, öteden beri Türk devlet seçkinlerinin siyaset ve idaredeki ana kılavuzlarının ‘’hikmeti hükûmet’’ (raison d’état) olmasıdır.

    Malum, devletin varlık ve devamını (‘’Devletin bekâsı’’nı) her ne pahasına olursa olsun garanti etmeyi ana gaye edinen bir siyasî felsefe olarak ‘’hikmet-i hükûmet’’in adalet diye bir derdi olamazdı.

    Başka bir deyişle, Osmanlı’nın ‘’adalet döngüsü’’nde olduğu gibi, adalete olsa olsa devletin bekâsını sağlama amacının bir aracı olarak ve bu amacın izin verdiği ölçüde yer verilir.

    Cumhuriyet Türkiye’si de Tanzimat bürokrasisinden kalma ‘’hikmet-i hükûmet’’çi devlet ve siyaset anlayışını İttihat-Terakki’den tevarüs ettiği milliyetçilik, ilerlemecilik ve korporatizmle birlikte yeniden yoğurarak Kemalizm adı altında resmî ideoloji olarak devam ettirmiştir.

    Ama bugün görünüşte resmî ideolojiye mesafeli olan bir siyasî kadro aynı anlayışı sahiplenmiş, hatta onun en şedid ve tavizsiz uygulayıcısı olmuştur.

    Evet, Türkiye’yi-diğer temel siyasî değerler yanında- adaletten de fersah fersah uzaklaştıran ‘’devletin bekâsı’’ kaygısının bir süredir AKP ve Reis’i tarafından sahiplenilmiş olması birçoğumuza şaşırtıcı gelebilir.

    Oysa, bana göre, en azından şu iki nedenden dolayı buna şaşırmamamız gerekiyor:

    İlk olarak, AKP’nin Reis’i ‘’İslamcılık’’ görünümü altında aslında ideolojik olarak tipik bir sağcı olduğu için, devletçilik ve milliyetçilikte, ve bu arada devletin bekâsı meselesinde Kemalistlerle anlaşabilmesinden daha tabiî bir şey yoktur.

    İkinci olarak, devletçi-Kemalist seçkinlerle Tayyip Erdoğan’ı buluşturan ana etkenin, her ikisinin de Gülen Cemaati’yle olan ‘’iktidar problemi’’ olduğunu hatırlamamız gerekiyor.

    Başka bir deyişle, Kemalistlerin 80’lerden beri Devlete yönelik ciddî bir tehdit –zamanla ‘’düşman’’- olarak gördükleri Gülen Cemaati 2013 sonlarından itibaren Tayyip Erdoğan tarafından da kendi iktidarına bir tehdit olarak algılanmaya başlamıştır.

    Cemaatin ‘’FETÖ’’ olarak kodlanan bir terör örgütü ‘’mertebesine yükseltilmesi’’nin arkasında bu ikili gerçek yatmaktadır. (Burada devlet seçkinleri ile Erdoğan ve partisinin meseleye nasıl baktığını anlatmaya çalışıyorum, Cemaati tezkiye etmeye değil. Cemaatin ‘’günahları’’ ayrı bir bahistir.)

    Kısacası, Türkiye’de devlet cihazının, ‘’tek-partili Cumhuriyet’’ dönemi hariç tutulursa, adaletten ve ‘’haktan-hukuktan’’ bu derece sapmasının ve zulüm siyasetinin ‘’umur-u âdiye’’ haline gelmesinin nedeni, tehdit algısının işaret ettiğim iki katılığıdır.

    Yani bu sefer tehdit sadece ‘’Devletin varlık ve güvenliği’’ne değil, aynı zamanda Reis’in kişisel iktidarına da yönelmiş görünmektedir.

    Ve bu meselede daha tecrübeli olan devlet seçkinlerinden farklı olarak, Reis’in bu kabil tehditlere daha soğukkanlı biçimde ve daha ‘’rafine’’ yöntemlerle mukabele edecek bir anlayıştan ve ‘’devlet tecrübesi’’nden yoksun olması son yıllarda adaletten sapmanın yoğunluk ve şiddetinin tahminlerin ötesine geçmesine yol açmıştır.

    Sahip olduğu kişiselci iktidar anlayışı ve kamu işlerini kişisel, hatta yer yer aile meselesi olarak görme eğilimi yüzünden, tehdit olarak algıladığı kişi ve olaylara Reis’in tepkisi sert olmakta, şeklen de olsa kural ve usullere uyma hassasiyeti gösterememektedir.

    Fakat adalet söz konusu olduğunda, bizim sorunumuz sadece Türkiye’nin devlet geleneği ve Kemalizm değildir.

    Türkiye’de ‘’adaletin mülkün temeli’’ olmasını aslında halk ta istememektedir. Bu toplumun büyük bir kesiminin devletin ve AKP’nin baskı rotasına ne kadar da kolay ayak uydurduğuna dikkat ediniz.

    Halkın çoğunluğunun istediği, ‘’mülkün temeli’’nin adalet değil, rant paylaşımı olmasıdır.

    AKP iktidarının akıl almaz boyutlardaki haksız-hukuksuz uygulamaları ve ‘’oldu-bitti’’leri karşısında sessiz kalan, başkalarının mağduriyetini görmezden gelen, hatta onu kendilerine ‘’nimet’’ bilen ne kadar da çok insanımız varmış bizim!

    Asıl trajik olan, bugünkü yönetimin zulmünden şikâyet eder görünen muhaliflerin de çoğunun, yarın bir gün taraftarı oldukları parti veya partiler iktidara gelip de kendi karşıtlarına aynısını yapmaları durumunda buna ses çıkarmayacak, hatta bunu destekleyecek olmalarıdır!

    • Yazıya katılıyorum. Doğru tespitler. Cemaat konusunda ise biraz yanılgı var. FETÖ aynı türden bir oyuncuydu. Amacı elbette devleti ele geçirmekti. Başta iktidarla ortak hareket etti ve o zamanki vesayeti yendi. Düşmanımın düşmanı anlayışıyla. Kemalist ağırlıklı vesayeti yada cumhuriyetin yerleşiklerini böyle etkisiz hale getirdiler el ele. Şimdi inkar etseler de derin devlet dediğimiz düzeni böyle ele geçirdiler (yok etmediler). Arkasından da birbirleriyle mücadeleye girdiler. Hatırlayın cemaat AKP ile HSYK’da adalet bakanı hakemliğinde üye pazarlığı yapıyordu artık. İş rant paylaşımına tam gelmişti. Ancak cemaat çok açgözlü davrandı kanımca ve hep daha fazlasını ister oldu. İktidar bu durumu çabuk gördü ve iktidarı paylaşmama kararı aldı. Sonu toz duman ve darbe elbette. Sonuçta Kemalistler de, fetö de, akp de demokratik paylaşımcı hukuğa bağlı bir düzen istemiyorlar. Hepsi bizim olsun istiyorlar. Diğer siyasi aktörler için de durum genelde böyle. Bu durumda olacak olan, sırayla bu ekiplerin birbirlerini bitirmesini görmek olacak. Bugün Kemalistler ile iktidar ele ele olmasalar da beraberler. Yarın yetmeyecek birbirlerini yiyecekler. Aradan başka bir fırlama gelecek devleti ele geçirecek, ve yine milletin anasını ağlatacak. Yazarın da belirttiği gibi halkımız maalesef akıllı, uzlaşmacı, hakka hukuka saygılı demokrat bir halk değil. Fazla cingöz, fazla bilmiş, fazla kurnaz. Bu sebeple de belini bir türlü doğrultamıyor.

      • Aşağıdaki hikayenin bu yorumunuzda anlatılanlarla ne ilgisi var diyebilirsiniz. Ama sizin Cemaatle ilgili her yorumunuzu gördüğümde benim aklıma hemen bu hikaye geliyor.

        Bir ‘obsesif kompulsif bozukluk’ teşhisi konmuş bir hastanın travmalarının en şiddetli olduğu bir zamanında hastanın kendi talebiyle refakatçisi olmuştum. Doktora gitmeye yanaşmıyor, “ben bunu daha önce de yaşadım, biliyorum” diyordu. Sürekli konuşmak istiyor ama beni hiç dinlemiyordu. Çocukluğundan kalma dramatik bir anda yaşıyor o anın dışına çıkamıyor, çıktığında da hayatında yaşadığı tüm olumsuzlukları o an’a bağlıyordu.

        15 gün sonra kendisi ilaç almazsam bu geçmeyecek dedi ve birlikte doktora gittik. Ama doktorun sorularına cevap veremiyordu, araya ben girmek zorunda kalıyordum. Ben kendinden başka hiç bir şeye dikkat veremediğini kastederek odaklanamama sorunu var dedim. Doktor anlamış tabi; “aşırı odaklanma sorunu yaşıyor yani” dedi. Hakikaten de 3 yaşlarındayken annesi çalıştığı için evde yalnız kalmasın diye dedesinin evine bırakıyor. Büyük annesinin vefatından sonra dede üvey büyük anneyle evlenmiş. Üvey büyükanne de o kan bağından gelen şefkati çocuğa gösteremiyor olmalı. Annesi cuma iş çıkışı geliyor çocuğunun yanına ama pazartesi sabah ayrılık vakti geldiğinde çocuk annesinin eteklerine yapışarak ağlamasını hiç unutamıyor. 35 yaşında olduğu halde günlerce 24 saat o anı yaşıyor ve sürekli bunu sorguluyor. “3 yaşında ben bunu niye yaşadım deyip duruyor” halbuki çocukluğuna dair o andan başka da hiç bir şey hatırlamıyor ya da hatırlamak istemiyor. Bunda babasının daha bir yaşındayken hastalanıp vefat etmesiyle üvey baba ile yetişmesinin de etkisi var, çünkü üvey baba da turistik bölgelerde otel işletmeciliği işiyle meşgul olduğu için aylarca eve gelemediği zamanlar oluyor.

        Öz anne çalışmak zorunda olduğu için yok, öz baba yok, üvey baba zaten baba yerini tutmuyor, öz büyükanne de yok, bu hal diğer kardeşlerde de gözleniyor, büyük abi hariç. O ilk doğan olduğu için öz akrabaların hepsini görüyor. Ama o da durumun farkında değil, ilkokuldan sonra üniversite doktora derken o da evden uzakta bulunduğundan ve her şeyi normal yaşadığından ve her aşaması başarılarla dolu geçtiğinden anormallikler onun için hep dalga konusu oluyor. Kardeşlerinin büyük travmalarının ciddiyetine varamadığı gibi onu da şaka konusu yapıyor. Abi’nin bu alaycı tutumu da kardeşler için ayrı bir travma oluyor.

        Olağanüstü bir zeka ve cesarete sahip bu kişi üç üniversiteyi de ortalamanın üstünde başarıyla tamamlamasına ve 13 senelik başarılı memuriyetini bitirip çocukluk hayali olan mesleğine 39 yaşında başlamasına rağmen çoklarının yapamayıp vaz geçtikleri mesleğine o hiç sorun yaşamadan devam ediyor. Ama hala üvey yaşam hissinden kurtulabilmiş değil.

        • Sn Baran, öylesine üvey babalık bizimkilerinki gibi talihsiz toplumlarda olur. “Akıl*İman Sentezi”nin hakim olacağı toplumlarda bu tür zafiyetler mümkün değildir. Başkalarının çocukları herkesin kendi çocukları gibi kıymetlidir. Aralarında hiçbir fark yoktur.

    • Sn “Bir Alıntı”:

      Yazar Erdoğan, Başkan Erdoğan’a haksızlık etmiyor; yazdıklarının çoğuna katılmamak elde değil. Ancak, “Akıl*İman Sentezi”nde mahrum bırakılan halka haksızlık ediyor. Bütün sorumsuzluk mahrum bırakanlarda. Temel soruna yukarda “Galile”ye değildiğim yorumda değiniyorum. İlgili Er doğanlar bunu bi okusun ve iyice düşünsün. Asıl mesele bu…

      Ayrıca, “Cemaatin ‘’FETÖ’’ olarak kodlanan bir terör örgütü ‘’mertebesine yükseltilmesi’’ ifadesi ne kadar doğru? Yoksa, şaka mı yapıyor? Olay, uçaktan indirip eşeğe bindirme olayı bile değil! Olay, çoluk çocuk demeden milli ve yerli eşeğin ayakları altına/çiftelerine bırakılma olayı. İşte bizimkilerin tarihte neden bu kadar çok devlet kurabildiklerinin bütün sırrı da burada yatıyor.

  16. Kavala ve benzer siyasi davalarda şöyle deliller sunuyor mahkemelere savcılar. Müştekinin telefonu aynı baz istasyonunda falancayla aynı saatte sinyal vermiştir. yönetimin sınır tanımazlığının boyutunu ortaya koyan bir beyan bu elbette. Bu uyduruk delillerden şunu anlıyoruz. Telefon şirketleri, elbette abonelerinin cep telefonlarının hangi istasyonlardan sinyal verdiğini biliyorlar, kayıt ediyorlar, ve saklıyorlar. Bu saklama anlaşılan öyle böyle değil, geriye doğru yıllarca saklanıyor. Çünkü Kavala’ya dava, Gezi vb olayları geçtikten 5 yıl sonra açıldı, darbeden sonra iktidarın kafasına dank etti nasıl olduysa ve savcılarını sürdüler Kavala’nın üstüne. Burdan savcıların da bağımsız olmadığını anlıyoruz. Yoksa niye 5 yıl beklesinler. O halde telefon şirketleri kayıtlarımızı yıllarca tutuyorlar. Bizden izin almadan elbette. Sadece bu değil. Bu bilgileri bizim dışımızda bir organizasyonla (devlet denen şey) ve hatta başka organizasyonlarla da paylaşıyorlar. İzinsiz elbette. Sadece bu da değil. Diyelim Kavala şüpheli onun kayıtlarını paylaştılar. Tüm diğer bilgileri de paylaşmış olmalılar ki, içinden ayıklayıp ha işte şu diğer sinyal veren yabancı şüpheli, casus herhalde, e bu da orada demek ki bu da casus diye bir deli saçması çıkarsamaya varmışlar. Ortadaki suçların büyüklüğü korkunç. yönetim her şeyi kayıt altına alıyor. Özel şirketlerin bize ait tüm kayıtlarını izinsiz ve hukuksuz bir şekilde kullanıyor, bu bilgileri siyasi amaçla kullanıyor. Bu fetöcü yöntemler maalesef kalıcı bir şekilde devletin tüm kurumlarına sinmiş durumda. Bu hak ihlallerine hiç bir hukuki itiraz doğru dürüst yapılmıyor. Sadece kişilerin mahkemelik olmasına gerek yok. Normal demokratik bir ülkede bu faşist yöntemler ortaya çıksa yer yerinden oynar, o şirketler açılan davalarla iflas eder, meclisler vatandaşların hukukunu korumak için soruşturmalar açar ve kanuni düzenlemelere giderler. Biz ise bir muz cumhuriyeti olsak gerek böyle şeyler olmuyor bizde. Çünkü itiraz edenin dilini koparacağını ve arkasından kovalacağını söyleyerek tehdit ediyor iktidar.

  17. HUKUKA DÖNME İHTİMALLERİ: SIFIR (0)
    Mevcut sistemin özeti :” Sopa-havuç”
    Mevcut sistemin asıl taşıyıcı kolonu “korku”.
    Korku iklimini sadece hukuksuzlukla devam ettirebilirsin.
    Sopanın yanında “havuç” için de hukuksuzluk gerekiyor.
    Havuçtan kastedilen, tabii ki haksız ekonomik kaynak transferi.
    Haksız ekonomik kaynakların elde edilmesi için hukuksuzluk gerektiği gibi, bunların
    hesapsız-kitapsız dağıtılması daha doğrusu “savrulması” için de hukuksuzluk olmazsa olmazımız.
    Hukuka döndükleri an insanlar kormamaya başlar.Dağıtacağın kaynak ta bulamazsın.
    Mevcut sistem bir gün ayakta kalamaz.
    Korkunun doyum noktası yani zirvesi olduğu gibi, esasen bir “saadet zinciri”olan havuç sisteminin de bir tıkanma-patlama noktası vardır.
    Bu noktalar çoktan geçildi.
    Ancak görev tanımı “toplumsal muhalefeti kontrol”olan yandaş ve yancı muhalefet sayesinde basınç absorbe ediliyor.
    Hz Süleyman’a da uygulanan sosyolojik bir kural var:
    Bir yapı ne kadar güçlü ise ömrünün sona erdiği o kadar sonra anlaşılıyor. Ancak gidişi de o kadar etki oluşturuyor.
    Örneğin bir bakkalın iflas ettiği hemen farkedilir.
    Ancak bir holdingte iflasın son aşamasına kadar son model araç giriş-çıkışı, yüksek montanlı ticari faaliyet vs. devam eder. Son ana kadar dışarıdan çökmüş bir yapı farkedilmez. Ancak iflas ettiğinde de binlerce kişi ve şirketi de iflas ettirir.
    Şu anda iktidarın sahip olduğu başta ekonomik ve kadro olmak üzere, sahip olduğu çok büyük güç nedeniyle, gerçekleşen “beyin ölümü” ve girdiği “bitkisel hayat” farkedilemiyor.
    Sahip olduğu bu büyük güç nedeniyle giderken tıpkı holdiglerin iflası gibi yandaş ve yancı muhalefeti de götürecek.
    Şu andaki en büyük sıkıntıları “havada ikmal” yapamamaları.
    Mevcudu gönderecek de, kendileri de gitmeden bunu nasıl yapabileceklerinin formülünü bulamıyorlar.
    En sonunda mecburen “deneme yanılma” yöntemine başvuracaklar.

    • Anlattıklarınızın çoğuna katılıyorum fakat yandaş ve yancı muhalefet derken kimi kastettiğiniz belli değil. CHP mi, İYİ P. mi, HDP mi yancılar? Onlar yancıysa yancı olmayan muhalefet kim? Türkiye Komünist Partisi mi? Ellerini tutan mı var?

      • İsmail bey!
        Yazımı kritik ettiğiniz, yazım hakkında zaman ve zihinsel bir enerji harcadığınız için teşekkür ederim.
        Muhalefet ile ilgili de, maalesef düşündüklerimizi dile getiremediğimiz bir ülkede yaşıyoruz.
        Yandaş muhalefetten kastım her koşulda fütursuzca iktidarı destekleyen “güya” muhalefet partileri. Yani fiilen iktidarın koalisyon ortakları. Bunlar milliyetçi ve ulusalcı partiler.
        Bir de “yancı” tabirini kullandığım muhalefet partileri var. Tabii ki iktidarın yancıları.Biz bunları gerçekten muhalefet sanıyoruz.
        İktidar yandaşları günlük kullanıyor. Yancıları ise bayramlarda.En kritik en gerekli zamanlarda “beka” kamuflajı ile görevlerini bihakkin icra ediyorlar.
        Bu partilerin hangileri olduğunu aklınız, feraset ve basiretinize havale ediyorum.

Yoruma kapalı.