Demokrasi dünyada yeni tip liderler üretiyor.. Güldüren liderler.. Biri dün Külliye’de konuktu…

18
Reklam

Dün Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelenskiy ülkemizdeydi; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından Külliye’de ağırlandı. İki cumhurbaşkanının ortak basın toplantısına yansıyan hava, ikili görüşmelerin verimli geçtiğine işaret ediyordu. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, misafirinden “Zat-ı devletleri” diye söz etti.

Bunu duyunca, kendi kendime, “İşte demokrasi bu” diye mırıldandım.

Neden öyle deme ihtiyacını duyduğumu elbette açıklayacağım.

Zelenskiy önce rolünü yaptı, şimdi cumhurbaşkanı

Vladimir Zelenskiy cumhurbaşkanlığı makamına halkın oyuyla bu yılın Mayıs ayında seçildi. 1978 doğumlu genç biri. Cumhurbaşkanı seçilmeden önce ne iş yapardı, dersiniz? Söyleyeyim: Televizyon ekranlarında ‘cumhurbaşkanı rolü’ yapardı. Kendisi komedyen. Kurduğu yapımcı şirket Kvartal 95 televizyona filmler, çizgi filmler ve komedi programları üretmekte. Kendisi de 2015 yılından bu yılın Mayıs ayında cumhurbaşkanı seçilene kadar kendi firması Kvartal 95 adına üretilen bir komedi dizisinde ‘Ukrayna Cumhurbaşkanı’ olarak seyirci karşısına çıkmaktaydı.

Başrolünü üstlendiği komedi programının adı ‘Halkın Hizmetlisi’. Bir önceki yılın (2017) sonlarına doğru programıyla aynı ismi taşıyan bir hareket başlatmış, hareket geçen yılın (2018) Mart ayında partiye dönüşmüş ve Zelenskiy de son yılbaşı gecesi (31 Aralık 2018) TV’deki komedi programında rolünü yaptığı cumhurbaşkanlığına aday olduğunu ilan etmişti. Seçimde görevdeki cumhurbaşkanı Petro Poroshenko’yla yarıştı ve ikinci turda oyların yüzde 73.22’sini alarak kendisinden “Zat-ı devletleri” diye söz edilecek bir konuma ulaşmayı başardı.

Ukrayna’nın başında cumhurbaşkanı olarak bugün ekranlarda ülkesinin siyaset sistemi ve politikacılarıyla sürekli alay eden bir komedyen bulunuyor…

Reklam

İşte demokrasi bu…

Halk, komik unsurlarını ön plana çıkararak sistemi eleştiren bir komedyeni de başında görmeyi arzulayabiliyor; işi arzuda da bırakmayıp komedyen karşısına aday olarak çıktığında onu ülkesinin en tepe görevine de getirebiliyor…

Bu iyi bir şey mi?

Üzerinde düşünmeyi gerektiren bir soru bu.

İtalya’da da bir komedyen politik alanı belirliyor

Ancak Ukrayna’da yaşanan bir ‘ilk’ değil. Gelişmeye, daha önce İtalya’da yaşanmış bir olayın Ukrayna’ya yansıması gözüyle bile bakabiliriz. 

Beppe..

Guiseppe Piero Grillo, ya da kısa adıyla ‘Beppe’ lise mezunu bir komedyen. 1948 doğumlu.  Şöhretini televizyon ekranlarında gülünç duruma düşürecek biçimde canlandırdığı politikacı karakterleriyle kazanmış biri. Sanatı hakkında yazılanları okuyunca onu bir süre önce kaybettiğimiz Levent Kırca’ya benzetiyorum.

İnternet ve onun internette açtığı site şöhretini zirveye çıkarmış. Sitesinde politika arenasında yaşanan skandalları sergilemesi dikkat çekmiş ve birdenbire önce ülkesinin sonra da dünyanın en çok izlenen internet kişilerinden biri haline gelmesini sağlamış. Oradan da politik konularda toplu gösteriler dönemini başlatmış Beppe

Reklam

‘V’ (Defol) harfiyle simgeleşen gösteriler düzenlemiş Beppe. (V harfiyle ifade edilenin İtalyanca karşılığı ayıp bir sözcük; ben burada onu ‘Defol’ sözcüğüyle karşıladım). Gösterilerine milyonlar katılmış 2000’li yılların sonlarına doğru. Gösterilerinde yüz kızartıcı veya ağır suçlardan mahkum milletvekili ve senatörlerin istifa etmelerini, İtalya’daki NATO üslerinin kapatılmasını savunmuş. Kazandığı şöhret yüzünden bir televizyon programında kendisinden ‘Palyaço Prens’ diye söz edilmiş…

‘Palyaço Prens’ kurulmasına ön ayak olduğu ‘Movimento 5 Stelle (M5S) – 5 Yıldız Hareketi’ ile şimdi İtalyan siyasetini yönlendiriyor. 2012 yılında yapılan yerel seçimde Beppe’nin partisi üçüncü sırada çıktı; bir yıl sonra yapılan genel seçimde ise yüzde 25,5 oy alarak ve 109 milletvekili çıkararak ikinci sıraya oturdu M5S.

Tam bir komedyen Beppe; politik alanda da bu özelliğini elden bırakmıyor. Son ortaya attığı dava, senatörlerin halk oyuyla değil torbadan şansına çekiliş yapılarak belirlenmesi; o teklifini yakınlarda biraz daha ileriye taşıdı Beppe ve Meclis’in tamamının aynı yöntemle, torbadan öylesine seçilecek isimlerle belirlenmesini teklif etti.

Kendisi seçimlerde aday olmuyor; partisinden Meclis’e, Senato’ya ve Avrupa Parlamentosu’na seçilmeyi başaranların çoğu aslında ‘torbadan çıkmış’ görüntülü kişiler…

Öyle veya böyle, bugün Roma ve Turin’in belediye başkanları Beppe’nin gösterdiği adaylardı; Virginia Raggi Roma’da, Chiara Appendino Turin’de belediyenin başında. Geçen yıl yapılan genel seçime tek başına girdi M5S ve ittifak oluşturmadan seçime giren en başarılı parti oldu. M5S halen İtalya’yı yöneten hükümette ortak.

Ukrayna ve İtalya’da bu gelişmeler beni bir süredir bayağı düşündürüyor.

Halk ne demek istiyor?

Halk ciddi görünümlü politikacılardan mı bıkmış da böyle bir yola başvuruyor? Yoksa başa kim gelirse gelsin, yönetimde hangi eğilimden insanlar bulunursa bulunsun, savunulan görüşler arasında bir fark görmediği için mi farklı olduklarını düşündüğü televizyon şahsiyetlerini ‘Zat-ı devlet’ konumuna yükseltmeye veya onların karşısına aday olarak çıkardığı kişilere oy vermeye başladı?

Daha da önemli soru şu: Bundan sonra sırada hangi ülke var?

İzlemeye devam edeceğiz, başka çare yok.

ΩΩΩΩ

Reklam

18 YORUMLAR

  1. Nurdan hn kişiselleştirmek istemiyorum ancak şunu da belirtmek isterim ki hayatımda kimsenin peşinden gitmedim ve gitmeyi de doğru bulmadım.Siyasi görüşümde de evet muhafazakarım ancak futbol takımı tutar gibi tutmadım.maalesef insanımız körü körüne partilerin ve liderlerin peşinden koşarlar ben ise bilirim ki siyaset ülkemizde çıkar ve keseyi doldurma olarak görülür. Yoktur birbirlerinden farkları en temiz olarak bildiğimiz dsp iktidarı döneminde yapılan yolsuzluk ve usilsizlükleri saysam satırlar yetmez. En dindar içlerinde allah korkusu var olduğunu bildiğimiz RP döneminde ne haltlar karıştırıldığını yazmakla bitmez Yapılan her ihaleden ankara parti merkezine oransal aktarmalar yapılmış ve hep yandaşlarına ihaleler verilmiştir. Çok kolaydır kılıfına uydurmak üç yandaştan teklif alırsınız birine istediğiniz fiatla verirsiniz.Sonuçta şu an ülke yönetiminde bulunanların yaptığı yanlışları buraya yazmakla bitiremem en basiti Çanakkale köprüsü , yeni yapılan istanbul havalimanı , şehir hastaneleri , adalet sisteminin tarafsız çalışmaması vs vs tüm bunların yanlışlığını dost sohbetlerimiz de belirtmişimdir.Ancak doğruları söylemekte bir o kadar vatandaşlık görevimizdir. Bugun yaşadığınız ülke çok mu düzgün onlar kim İran gibi bir ulusa ceza kesip insanları temel ihtiyaçlarından mahrum bırakıyorlar.Onlar ki ırakta milyonlarca insanın ölümünden sorumludurlar.Onlar kim bizim ülke yöneticilerini yargılıyorlar.Yanlış varsa birgün hesabını verirler. Ama hiçbir iyi şeyler olmuyormuş gibi davranmakta adalete sığmaz.Savunma sanayi yatırımları , demiryolu yatırımları ,dün hayal olan havayolu ile seyahat bugun otobüs seyahatınden daha ucuz , vs vs bunları da görmek gerekir.
    Ülke yöneticilerine sayıp söverken , birazda FETO ya dokundursanız. Onların tepe yöneticilerinin hepsinin tüyüp masum insanları mahkemelerin önune yem olarak atmalarını eleştirseniz.Eleştirileri de yaparken insan onurunu incitmeden hakaret etmeden , yapıcı ve çözüm odaklı olarak yaparsak hepimiz kazanrız.

    • Ahmet bey! Cevabınız için teşekür ederim.
      1.ABD İrana hıç birşey yapamaz.
      Iranlilar Dünyanin her yerine dağilmiş zengin, ülkelerini ve birbirlerini seven insanlar. Onlarda Ermenisi, Kürdü, Yahudisi,Azerisi, Farsı olsun dişarda birbirlerini tutarlar ve ülkeleri (Tipki Riza -Zaraf gibi)
      içinde,her turlu uşkağatçıliğı yaparlar.
      İran siyaset yapiyor, ve kendisini dişariya karşi mağdur olarak gösteriyorki, dişardaki ambagoyu delen Iranlilara zarar gelmesinler.
      Nasıl, Zarafin Turkiyedeki akibetinin tehlikede olduğuna dair haberler yayilmaya başlar başlamaz,hemen onun caninı ve turkiyedeki mal varliğini koruması için ABD ye elini kolunu sallayarak gönderdiler.
      Zamanında, Zarafin babaside ABD de aynisini yapmiş (itirafçı olmuş).
      Hatirlarsaniz! Zaraf için Obama dan tutunda Jou Biden ve eşine ricalar etmişlerdiler.
      Kusuruma bakmayin, Gulenciler hakkinda kullanilan o kelimeyi ben yazmam.
      Yalniz şunu yaza bilirim, 17/25 Aradıktan sonra pareler terörör örgütü Erdiğanin kendi agzindan duymustum. Yani önceden bir terör örgütü bizi idare ediyormuş
      Onlalarda ikinci bir teror örgütü olarak ortaya çıkmiş oluyor. Bakiniz bu doğrudur.
      Ikiside birden suçu Turkiyenin can damarları olan bilim adamları Akademisyenler, Doktorlar, Gazeteciler,Ögretmenler ve bebeklere atip iki taraftanda milleti soyanlarin başlari veya önde gelenleri, hayir diye milletden aldiklari yardimlari Parelerden olan ileri gelenlere RÜŞVET olarak verip yurt dişina kaçtilar.
      Yalniz bu işi bir taraf yüzüne gözüne bulaştırırken kaşi tarafinda dünyaya etkili
      ve olumlu reklamınide çok güzel yaptilar halen dahada devam ediyorlar.
      Tabii bu aradada olan Turkiye ve fakir halka oldu.
      Eğer, adil, iftirasiz ve tarafsiz bir şekilde tartişmak isterseniz, o zaman duşuncelerimi ve göruşlerimi yazarim.
      Haa sakın bana bebeklerin darbe yaptiğini inandirmayi denemeyin.
      Hani Islamda Rüşvet haram olmasina rağmen Alan taraf da veren tarafda kendilerini millete dindar olarak tanitip din satanlar olduklari gibi.
      Islam domuz eti ve içki gibi bazi seyleri yasakliyor, onu yiyen ve içenleri icin tövbe kapisi açik fakat Ruşveti veren ve alan için her hangi bir şanslari yok.

  2. En altta yaptığım yorumun hiç değilse bir kısmını Sn H. Akyol’un yorumu altına yapmak ta mümkün. Y. Özdil’in yazısı da eksik ve abartılarıyla siyasi bir yazı. Tabi kaynakların ekonomiye kazandırılması önemli. Madenciliğin dünyada kötü örnekleri olması bu konuda elimizi kolumuzu bağlamamalı. Madenciliğin çevreyle uyumlu yapılmaması için bir neden yok. Çevre bilincinin artmış olmasıyla halkın çevre konusunda duyarlılık kazanması önemli bir gelişme. Ancak, istismarların önüne geçmek gerekir. İstismar devletin ilgili birimine çalışan kişinin yolsuzluk/rüşveti şeklinde olabildiği gibi, firmaların istismarı ve çevrecilerin istismarı da olabilir. Siyasi istismar ha keza. Sonucu, istismarlar dinamiğinin tayin etmesi ülke adına bir başka utanç vesilesi.

    Y. Özdil’in siyasi yaygarasına cevap veren istatistikler de vardır. En basitinden 1923-2003 ile 2003-2018 yılları arasındaki maden üretimlerini karşılaştırabilseydi yaygara ve eksik/abartı lafı etmezdim. Bahsettiği ilk dönemde devletin bizzat içinde olduğu maden/metalürjik üretim hariç ekonomik anlamda ciddi bir şey yok. Üretim 2003-2018 yıllarında daha öncekine kıyasla çok arttı (bknz istatistikler). Zaten maden kanunlarının değiştirilmesi de bu amacı taşıyordu.

    Keşke devletin bu üretken niteliği verimli olarak devam ettirilebilseydi. Bu üretkenliğe siyasi ve nefsi hırs/arsızlıklarla tecavüz eden ve onu dumura uğratıp yok eden nihai analizde siyasetçilerimizdir. Bu iş dönüp dolaşıp, bireysel veya partizan bazda kişinin nefsini tatmin amacıyla DiNi tembih/değerleri hiçe saymasıyla ilgili bir şey. Sistemin kontrol/denetleme fonksiyonun çalıştırılması siyasilerin elinde olmasından dolayı bu dejenerasyondan en başta siyasiler sorumludur. Bugün bile “N’apalım, dinimiz yakınlara, hısım-akrabalara bakmamızı emir buyuruyor” deyip faturayı DiN’e çıkaran “ezberine Müslüman” siyasetçilerimiz bugün bile var. Bu var ya, fırsatçılığın arsızlıkla birleşerek Allah’a isyana varan dejenere bir hali («Akıl*İman Sentezine»ne göre böyle!).

    Devlet üretken gücünü restore edip özel sektörle bir yandan birlikte çalışarak iyi bir örnek olmak zorunda, diğer yandan verimlilik konusunda kendini özel sektörle rekabet edecek seviyeye/kaliteye getirmek zorunda. İnternete belli anahtar kelimeler girerek baktım. Madencilik konusunda ekonomisine bu tür bir modelle hizmet eden ülkeler var mı diye baktım. Bir örneği; ŞİLİ, madenciliğin önemli ölçüde geliştiği bir ülke (vakti zamanında onlardan uçak sipariş etmişiz (sonradan vazgeçilmiş bir iş). Bu ülke devlet sektörünün madencilik konusunda belki de en gelişmiş olduğu bir ülke. Bakır Madenlerini 80-90 yıldır devlet işletiyor ve bunda gayet başarılı. Ancak, ülke ekonomisi nüfuslarına göre daha fazla gelişsin diye madenciliği yerli-yabancı özel şirketlere de uygun hale getirmiş ve onlarla işin mühendisliğinde verimliliğinde rekabet eder durumda. Böyle olunca çevrenin olumsuz etkilenme riski en aza indirilmiş oluyor. Mühendislik-verimli iş yönetimi bilgileri Şili’ye has bir şey değil. Bütün bunlar genel bilgi halinde herkese açık. Doğru dürüst iş ahlakı-yönetimi konusunda Şili’den öğreneceğimiz bir şey de yoktur (“Akıl-İman Sentezine” göre böyle). Onlar nasıl başardıysa biz de başarabiliriz. Her şey kendi elimizde; birazcık iyi niyet ve gayret!

  3. İlahi, Fehmi bey! Yazınızı okurken, bu aynen bizdeki seçilmişlerin ve onlari seçmenlerının, değişik versiyonu oduğunu ve esas bahs edilen komediyenlerın seçen ve seçilmişler bizimkiler olmasina rağmen neyi isbat etmeye çalisiyor diye düşünmüştüm!
    Aaaa birde ne göeeyim bizim havuzcu yorumcular Fehmi beyi, onaylayan yorumlar yazmamislarmi…

    Reislerini eleştirmemizden muthış rahatsizlar…. hemde bizi yakalayamadiklari için nerde ise siteyi parçalayacaklar diyecek oldum…
    Zaten bu parçalama işini sürekli yaptiklariın hatirladım..
    Biatcilarin birtaneside 3 gün önceki bir yoruma yazdiğim yorumuma şu yorumu yapmiş

    “dr.vural
    8 Ağustos 2019 at 01:49
    Yorumunuza sesli güldüm
    siz de benim yorumuma gürültülü gülebilirsiniz.
    kaptanlığın şöförlüğün ş sini bilmiyor mu reis yani
    bunu mu dediniz :0
    yorumunuz yorum yapmaya bile değer değil o kadar bilgisiz ve nefret dolu..
    şu ülkeye ne yaptılar ki
    çakılı bir çivi göster diyen kör den milim farklı değil”
    Sahi bu yorum musvettesini anlayan birisi varmi?
    Hay Allah bir an Fehmi beyi bugünkü yazisini unuttum.
    Komediyenlerın kizgın gardiyanlarindan birisi… yorumua yorum yapmaya değmedigi halde! Bunu siyleyenlerin yorum yorum yapanlarının sebebi. Komediyenlerin yardimcılarınin vazifesi olsa gerek.

    Not Uğur bey sizi dunku yorumunuza 3 kez cevap yazdım, üçündede siteyi cinler basmis gibi yorumlarim kayıp oldu.
    Site dün bayağı aktif idi.
    Bir yerine dokuniyordum orasi gidip baska siteler geliyordu.
    Yalniz hava alanindaidim ondanda olmuş olabilir.

  4. Sayın KORU!
    Tespitinize kesinlikle katılmıyorum.Dile getirdikleriniz istisna.Günümüzde maalesef komedyen değil ruh hastaları üretiyor. Şu anki durum tam bir küresel karabasan. ABD nin durumu malum. Rusya ortada. Çin’de devlet başkalığı süresi değiştirildi. Brezilya’da da bildik bir portre.Kullandığınız fotoğrafa gelince, “traji- komik” demek gerekir.

  5. Ukrayna’da komedyen birinin kazanması bizi ne alakadar eder? Ukrayna milleti düşünsün bu sorunu.

  6. Burada yorum yapan arkadaşlar özellikle döneme muhalif olanlar yorumlarında çok ileri had aşarak
    hakarete varan yazılar yazmaktadır.Öncelikle burası bir savaş alanı veya bilek güreşi yapılan bir arena değil.Herkes özgürce düşüncesini belirtmeli ama hakaret işin içine girince iş değişiyor.
    Birine insan değilsi demek ne anlama gelir .Bunu diyen acaba ayna karşısına geçip kendine bakıyormu ?
    İnsan ister istemez üzülüyor.Derdimiz nedir. 40 sene önce insanlar sağ sol diye acımasızca birbirlerini
    öldürüyordu.ne geçti ellerine bir hiç.Şimdi fetocusu akp lisi birbirlerine akıl almaz hakaretlerde bulunuyor.Unvanlarında kabarık tiltler bulunan yuksek okul okumuş göya kültürlü insanlar acımasızca
    hakaret yağdırıyor. Şunu biliyorum ki savunacak bir şeyi olmayan hemen saldırıya geçiyor. Kim haklı ? dün din bezirganlığı yapan insanları kandırıp masum dini duygularını kullanan Bir kula tapmış el etek öpen , terinin bulaştığı mendilden medet uman FETOCULAR veya alllah peygamber deyip malı götüren tüyü bitmemiş yetimin hakkını iç edenler derdimiz nedir. Sabahtan akşama hakaret ederek tatmin mi olunuyor.Karşı tarafı acımasızca eleştirirken ya sen ne yaptın hiç düşündün mü .Sen kimsin , hangi güç hangi özgüvenle saldırıyorsun yazık yazık.Kendi kirini görmeden bari bu sütunları kirletme .

    • Ahmet bey! Sizi anlamaya çalışıyorum, fakat bir türlü anlayamiyorum.
      Neden anliyamiyorum? Herkesin bir siyasi görüşü olabilir, yalniz siyasieti kişilere entegra ederseniz ilerde kendi kendinizi aff etseniz dahi sizin torunlariniz sizi asla aff etmez.
      Bende size şunu soruyorum! Sizdeki….Erdoğan aşkı herhangi bir sebeb’mi dayaniyorda kendinizde bu kadar onu savunmak zorululuğu hissediyorsunuz?

      Ben şu an Dallastayim ve sülalece Türkiyeyi aile şirketleri gibi çalişmadan haraca bağlayan Kavakcilarin burdaki çevrelerinden bir çok insan taniyorum ???????? Neyise bunu bir tarafa birakalim. Cünkü bunu ilerde Türk savcilari ve mahkemelerine (kaçmasalar) hesap verirler. Bu bizim iç işlerimiz ve aile sırrımız.

      Ya şu an ABD mahkemelerinde, Bilhassa Erdoğan ve çevresinin burdaki yaptiklari kanunsuzluklarindan su yüzüne çıkmış ufak bir kismı soruşturuliyor ve bunlara bulaşmiş olanlarda yarginaniyor.
      Bunalari siz kınamayıp alkişlaya bilirsiniz fakat, bizler yapamayiz ve yapmayiz.
      Nedenmi? Biz Türkiyeliyiz,. Aramizdada buralarda önemli görevlerde olanlar var….bu yüz kızartici olaylar önce İNSAN sonrada Türk olarak bizleri içten yaraliyor.

      Bundan sorasını ABD de yargilanan iş adaminin itiraflarinin bir kısmınin Türkçe tercümesini okuyalım.

      ××××××
      “Ekim Alptekin,Dış Ekonomik İlişkiler Konseyi (DEİK) bünyesindeki Türk Amerikan İş Konseyi (TAİK) Başkanı olarak görev yapmıştı.

      “MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU BİZİ MOTİVE ETTİ”

      Alptekin “kaçırma planı” için yapılan anlaşma çerçevesinde Türkiye’den kiminle görüştüğünü ise şunları söyledi: “TAİK başkanı olarak bizim bu tür ikili ilişkilerde muhatabımız Dışişleri Bakanlığı. Oradaki yetkililerle görüştük. Mevlüt (Çavuşoğlu) Bey’le de görüştük, o da bizi motive etti ve bu tarz angajmanları desteklediğini söyledi”.

      Alptekin, “Siz ‘o dönemde Mevlüt Çavuşoğlu’yla görüştük, o da destekledi’ dediniz. Flynn’in şirketiyle anlaşmanızı devlet yetkilileri istedi mi, istemedi mi?” sorusu üzerine şunları dile getirdi: “Dediğim gibi asıl amacım devleti doğrudan Flynn grubuyla buluşturmak, onların böyle bir çalışmayı yapmasını sağlamaktı, ama olmadı.”

      Savcılığını hazırladığı iddianamede AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak (solda), Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu (sağda) ve Ekim Alptekin’in Amerika’da bir otelde buluşup Fethullah Gülen’i kaçırma planı yaptıkları belirtildi. Toplantıda eski FBI ve CIA çalışanlarının da olduğu ortaya çıktı.

      Konuyla ilgili yöneltilen diğer soru ve cevaplardan bazıları şöyle:

      Flynn’e yazdığınız bir mailde, “Bugün Ankara’da bazı görüşmeler yaptım. Sözleşmemizin gizliliği, bütçesi ve kapsamının tartışılması konusunda bana yeşil ışık yakıldı” diyorsunuz.

      Evet, doğru.

      Bu ne anlama geliyor?

      O dönemde Dışişleri Bakanlığı’nı ikna etmeye çalışıyordum. Bu yönde, “Ben böyle bir görüşme yapacağım, sizin için uygun mu?” diye gidip oradan onay alıyorsunuz. “Uygun, siz bunu belli bir yere kadar taşıyın. Böyle bir şeye prensipte sıcak bakıyoruz” dediler. Orada “yeşil ışık”tan kasıt prensipte sıcak bakılmasıydı. Ama nihayetinde Türk hükümeti bu şirketle anlaşmadı.

      Neden anlaşmadı?

      Zaman yoktu. Flynn grubu Trump kampanyasında da aktif rol aldığı için Ağustos’ta başlamak istiyordu. Çünkü Ağustos, Eylül, Ekim derken Amerikan seçimi olacaktı. Daha kısa bir çalışma yapmanın da bir anlamı yoktu. Flynn tarafı, “En az 3 ay çalışmamız lazım ki yaptığımız işin bir değeri olsun” dedi. Ben de hemfikirdim ve o günlerde, yani darbeden 1 ay sonra devleti dahil etmeyi organize edemedik.

      Tekrar soruyorum; Flynn’e ödediğiniz 530 bin doların herhangi bir bölümünü yahut tamamını Türkiye Hükümeti’nden aldınız mı?

      Hayır.

      Tamamen kendi cebinizden mi ödediniz?

      Evet, zaten şahsi hesabımdan ödedim.”
      ××××××××

      Burada bitmiyor ve damat bey den tutunda bir çok yetkilininde isimleri mahkemede geçiyor.
      Site sansurler diye orasini, copilemedim.
      Size göre bu yapılanları savunmamizmi gerek? Eğer öyle ise biz ellerimizi insanlığa ve ülkesine yararlı işler yapanlara dua için kaldiririz….. iftira atan ve ülkeyi 500 miliyon dolar borca sokanlarai alkışlamak için değil…..

  7. Alıntı nasıl yapılır göstereyim de biraz kapasiten artsın.
    Yılmaz özdilden alıntı:
    1923’ten 2003 yılına kadar, yani, Cumhuriyet’in ilanından Akp’nin iktidara gelmesine kadar
    Türkiye’de kaç maden ruhsatı verilmişti?

    Bin 168.

    Peki 2003’le 2018 yılları arasında kaç maden ruhsatı verildi?

    149 bin 965!

    Yanlış okumadınız…
    Kazdağları sadece biri.
    149 bin 964 tane daha böyle var.”
    belki bu alıntıdan ülkenin nasıl talan edildiğini anlamışındır. Bunlar yarın hastalıklar, tarımın tükenmesi, içme sularının zehirlenmesi olarak ortaya çıkacaktır.
    – Şimdi alıntının nasıl yapılması gerektiğini ve yapılan işin ülkenin peşkeş çekilmesi olduğunu anladın mı?

    • Hamza bey, merhaba! Bir kopi ve birde link benden olsun.
      Maden yataklarimiz ne karşiliğinda yabancilara peşkeş çekildiğine dair
      2003 ile 2017 arasi Maden Teknik Arama genel müdürluğu yapmiş ve halende orada önemli görevde bulunan, bu beyefendiye firsat bulmuşken belki burdaki yorumculardanda sorulari olanlar vardir diye ddüşünerek! Maden yataklari kimlere emenet edildiğine dair bilgi ve burayae havuzun suyunu kopileme modacisinin , CVC’ inden bir böilümü copledim.

      CVC yi okuyunca! Yazilanlarin bazilari hakkinda! Merak bu ya acaba kimden kopi diye insan düşunmeden edemiyor.
      ×××××

      “Devlet Planlama Teşkilatında Yatırım Proje Değerlendirme Uzmanı, Hazine Müsteşarlığı\’nda Uzman ve Personel ve İdari İşler Şube Müdürlüğü ile Yatırım Şube Müdürlüğü(Tekstil),54.Erbakan Hükümetinde Başbakanlık Müsteşarı Özel Kalem Müdürü ve Başbakanlık MGGM Yayın Dairesi Başkanlığı görevlerini yürütüm. 2003 yılından itibaren MTA – İdari ve Mali İşler Daire Başkanlığı görevini yapmaktayım. AB Öncesi Bölgesel Kalkınma adlı Hazine Müsteşarlığınca yayınlanan ‘Hazine Uzmanlığı için hazırlanmıştı’ bir tez kitabi ile Yerel Yönetimlerin sorunları ve çözün yollarıyla ilgili mühtelif gazete ve dergilerde makalelerim ve Raportajlarım yayımlanmıştır”
      ×××××××

      http://www.sanalbasin.com/mobil/hemserimiz-gundogan-gorevinden-alindi-17407829/

  8. Binali Yıldırım’ın karşısında Ekrem İmamoğlu kazandığına göre Türkiye’de de Levent Kırca gibi birinin kazanmasına sıra geliyor demektir.

    • Benzetmede karıştırmışsınız. Kendi çapında komedyene benzeyen Binali Yıldırım’dı. Demek ki Levent Kırca’nın sağ versiyonları gidecek yerlerine daha ciddi ve sağduyulu liderler gelecek.

  9. Normal

    Devleti başkanlar değil derin güçler idare ediyor. Başkan yönetime karışmayacak. Görevi, halkı eğlendirip uyutma. Ciddi kişilerin seçilip yine de Sermaye’nin dedigini yapmaları acayip.

    Son günlerini yaşıyorlar. Yeryüzü oyun ve eğlence olsun diye var edilmedi.

  10. Fuat Uğur’u paylaşan şahsın kendi fikri yok ama paylaştığı yazının Fehmi Bey’in yazısıyla da ilgisi yok. Her ne pahasına olursa olsun hükümeti savunan insanlar nesnel olamayacağına göre bu tür insanların ve bunların fikirlerini paylaşanların bir kıymeti yoktur.

  11. Sovyetler Birliği döneminde her yıl Sosyalist Devrim törenleri yapılırdı. Kremlin sarayının büyük balkonuna çıkan Sovyet liderleri (politbüro üyeleri) Kızıl Meydan’da geçit yapan üstün silahlarla donanmış askeri birliklerini selamlarlardı. Medyaya servis edilen az sayıda fotoğraf dışında, Batı dünyası Sovyet liderlerini ancak bu törenlerde topluca görebilirdi.

    Sovyet liderleri ciddi, halkı ve sosyalizm için çalışan sorumluluk sahibi insanlar olarak görülürdü. Dolayısıyla karşıtı olan Batı dünyasındaki liderler de bu olumlu imajın altında kalmamaya özen gösterir ve liderler de buna uygun olarak seçilirdi.

    Fakat Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Dünya da dağıldı. Küreselleşme adı altında kimin eli kimin cebinde anlamadığımız bir dünya düzeni kuruldu. Bunun yanında İtalya’da Berlusconi, Fransa’da Sarkozy örneklerinde olduğu gibi Batı’da lider kaliteleri düştü. Giderek dünyanın kalitesi düştü, zira bazı yanlışları olsa da Sosyalizm dünya için bir umuttu, kapitalizme karşı bir seçenekti. Sovyetlerin yıkılması ile Dünya bir umudunu veya bir seçeneğini kaybetti ve bunun yerine yeni bir seçenek henüz ortaya konamadı.

    Eskiden ‘Komünistler Moskovaya’ ve ‘Amerika gitsin de Rusya mı gelsin’ diyen bazı sağ muhafazakarların şimdi ABD ve Batı düşmanı olup Rusya ile dost olmaları ibretlik bir davranıştır. Oysa Sovyetler Birliği Kurtuluş Savaşı’mızda bizi desteklemiş ve 1961-1975 döneminde Türkiye’ye ağır sanayiyi kurmasında büyük katkı sağlamıştı.

    Türkiye’de Ukrayna’da olduğu gibi klasik komedyen liderler (zat-ı devletleri) yok fakat bizdekiler de kara mizah komedyenleri olarak telakki edilebilir.

  12. Gupse Özay, Kazdağları ve Bergama gerçeği
    08.08.2019

    Fuat Uğur
    Fugur1864@gmail.com

    Facebook
    Hakikaten fotoğrafı görünce insanın yüreği daralıyor.
    Kusura bakmayın, o alanda 13 bin 500 ağaç kesildiği savını inandırıcı bulamadım. Yerine 14 bin fidan dikildiyse o zaman böyle bir görüntü olmaması gerekirdi. Belli ki 100 bini aşkın ağaç kesilmiş Kanadalı altın madeni firması tarafından.

    Üç gün önce binlerce kişi protesto için oradaydı. AK Parti Çanakkale Milletvekili Bülent Turan maden izninin 2001 yılında çıktığını (AK Parti ortada yok), maden sahasının Kazdağılarına 40 kilometre uzaklıktaki Kirazlı mevkiinde olduğunu içeren çeşitli bilgileri paylaştı ama bu çok geç kalmış açıklamalar ortadaki gürültüye kurban gitti. AK Parti hükûmeti her zamanki gibi kriz yönetiminde gecikti. Kanada firması ise sırra kadem bastı. Sanki bu açıklamayı yapmak hükümetin boynunun borcuymuş gibi. Duyduğuma göre bir basın toplantısı yapacaklarmış. Yapmasalar da olur artık.

    Ben yine de “Kazdağları hikâyesine” biraz temkinli yaklaşıyorum.

    Çünkü Bergama’dan şerbetliyim. Bunu da bana sinema oyuncusu ve senarist Gupse Özay hatırlattı. Meğer “direnişçi” Bergama köylülerinin avukatı olan Senih Özay, onun babasıymış.

    Gupse Özay İnstagram hesabında Kazdağları’ndaki ağaç kesimine tepki göstererek, Bergama’yı ve babası Senih Özay’ın o köylülerin avukatı olarak neler yaptığını anlatıyor.

    Hatırlamamak mümkün mü?

    Bergama köylülerinin direnişi müthiş bir organizasyondu ve hepimiz çok heyecanlanmıştık o dönem. Boğaziçi köprüsünden bile yürümeyi başarmışlardı çizgili pijamalı asteriksler (vefat etti) ve belden yukarısı çıplak köylüler, Ege şalvarlı köylü kadınları. Yeni Yüzyıl gazetesinde haber müdürüydüm ve heyecanımı gazeteye de yansıtmak istiyordum doğal olarak ama Genel Yayın Yönetmenim rahmetli Okay Gönensin bana “Oğlum anlamıyor musun, işin içinde iş var. Birileri altın madeni çıkarmamızı istemiyor. Bu köylüler kendi kendilerine bu eylemi yapabilir mi?” diye çıkışıp duruyordu.

    Solculuğum, çevreciliğim had safhadaydı ve sinirimi bozuyordu Okay Abi.

    Sonrasında neler neler ortaya çıktı? Anlaşıldı ki “çevreci” sivil toplum kuruluşlarını, Bergama köylülerini ve onların arkasındaki avukatları “Çevreci hissiyatla” Türkiye’deki Alman vakıfları destekliyormuş. Hem maddi hem de “manevi” olarak.

    Türkiye o zaman büyük kısmı Almanya’dan olmak üzere yılda 200 ton altın ithal etmekte. Bergama’dan altın çıkarılması, Türkiye’nin Almanya’dan ithal ettiği altında yüz milyonlarca dolarlık bir azalma demek. Almanya meseleye ta Ocak 1990’da dikkat çekmiş. Ülkenin İktisadi İş Birliği ve Kalkınma Bakanlığı tarafından yayımlanan “Türkiye’de Altın Konsepti” başlıklı raporda bu ilginin sebebi net biçimde açıklanmıştı:

    “Eurogold şirketince Bergama-Ovacık’ta bulunduğu açıklanan altın yatağı Almanya açısından göz ardı edilmemesi gereken çok önemli bir gelişme olarak algılanmalıdır.”

    İşte bu gerçeği tüm çıplaklığıyla göz önüne seren de Alman vakıflarını mahkeme önüne çıkarmayı başaran Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu’ndan başkası değildi.

    Hablemitoğlu, Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası adlı kitabında açık açık şöyle demekteydi:

    “Bergama’da altın aranmasına direnen bazı köylüler ve onlara destek çıkan sözde çevreciler aslında bir Alman komplosunun parçasıdır. Elinde ciddi bir rezervi bulunan Almanya rekabet kaygısıyla Türkiye gibi zengin rezervlere sahip ülkelerin altın çıkarmasını istememektedir. Alman vakıfları yöre insanını örgütlemiş, çevrecilik kisvesiyle Türkiye’nin altın üretmesini engellemektedir.”

    Necip Hablemitoğlu, Bergama komplosu ile ilgili Alman vakıflarının duruşmaya çıkarılmasından tam sekiz gün önce bir suikasta kurban gitti ve katledildi Gupse Hanım.

    Babanıza bir sorun “Neden?” diye.

    Bu davayı açan Başsavcı Nuh Mete Yüksel’e de o zaman Hürriyet’in manşete taşıdığı ve şimdi FETÖ tarafından yapıldığını öğrendiğimiz bir itibar suikastı tezgâhlandı ve savcılık hayatı sonlandırıldı.

    Necip Hablemitoğlu cinayetinin failleri kimdi peki?

    Bingo! Tabii ki FETÖ.

    Bunu da geçtiğimiz yıl FETÖ’cü polis şefi Akın Güneri’nin Hablemitoğlu suikastıyla ilgili delilleri kararttığı ortaya çıktığında anladık. (*)

    Yıllar süren direnişin ardından Bergama’daki Ovacık altın madeni kapatıldı ve sonra yeniden açıldı. Açıldıktan sonra neden hiçbir direnişle karşılaşılmadı? Sorunun cevapları belli…

    1- Alman vakıflarının çevreci görünen ajanları ortadan kaybolmuştu. Para akışı kesilmişti.

    2- Şimdi İngiltere’de firari olan FETÖ’cü iş adamı Akın İpek, 8,3 milyar dolar gelir beklentisi bu maden sahasını 44,5 milyon dolar gibi komik bir bedelle satın almıştı. Yıl 2005. (**)

    Çektiği filmlerine ve oyunculuğuna bayıldığım, beni kahkahalarla güldüren Gupse Hanım’a bir hatırlatmada daha bulunayım. Akın İpek, Kanaltürk ve Bugün TV’nin sahibi olan adam. Hani kendisinin de desteklediği CHP’nin, tüm milletvekilleriyle kapatılmasın diye bariyer olduğu FETÖ’cü televizyonların sahibi!

    Bugün FETÖ’cüleri en çok koruyan ülkenin Amerika’dan sonra Almanya olması tesadüf değil.

    Konuyla ilgili yazılacak o kadar çok bilgi var ki… Gupse Hanım’ın kapasitesini fazla zorlamayalım ama son olarak internette gezinirken gözüme ilişen bir haberi de paylaşmak istiyorum. Mutlaka ilgisini çeker. Zira çevrecilerin de “babası” olan, babası Avukat Senih Özay hakkında.

    Haber Aydın Doğan’ın gazetesi Vatan’dan… (***)

    Tate (****) Senih Özay Bergama köylülerinin avukatlığından 500 bin lira para kazanmış Gupse Hanım. Dolar kuru o sırada 1,30 TL civarında. Yani o günkü parayla 333 bin dolar. Bugün 2 milyon liraya tekabül ediyor. Hiç fena değil. (!)

    Haberde daha neler okuyoruz? Babanız Senih Özay meğer bununla kalmamış, köylülere AİHM’den kazandıkları paralardan vekâlet ücreti almak üzere icra göndermiş ve o şirin mi şirin ablalardan, teyzelerden, amcalardan binlerce liralarını çatır çatır almış.

    Ne hoş değil mi, bugün Kazdağları diye diye Bergama güzellemesi yapmak!

    Sonuçta Kazdağları diye istismar edilen, aslında dağlara 40 kilometre uzaklıktaki Kirazlı mevkiinde olan görüntüden ciddi olarak ben de çok rahatsızım. Ama kesinlikle bu taife ile aynı yerde durmuyorum.

    Çünkü altın madeni gibi stratejik bir konuya daha farklı yerden yaklaşıyorum.

    Çünkü 90 yıl boyunca sahillerin, şehirlerin ve ormanların canına okuyan ahlaksız zihniyetin, CHP ve sol kuyrukçuların çevrecilik kasmasından tiksinti duyuyorum.alıntı fuat uğur

    • fuat uğur kim?
      – ne yer, ne içer, nasıl yaşar? canlı mı, cansız mı? cin mi, peri mi? kafası çalışır mı? yoksa o da senin gibi, başkalarının sözlerini mi yazabilir?
      – Yağcılığı iyi bilir mi?
      – Ülkenin yağmalanmasına nasıl temizler? senin gibi mi? yoksa ayrı bir yöntem geliştirebiliyor mu?
      – insanlıkla alakası nasıldır? her öğün birkaç ahlak, birkaç din, birkaç da insanlığı ham yapar mı? senin gibi…Sahi! başkalarının köşe yazılarını alıp buraya koymaya utanmıyor musun?
      – böyle yapmayın: “benim kafam çalışmıyor. onun için fuat uğurun yazısını buraya yapıştırdım” anlamına geldiğini de kavrayamıyor musun?
      – Benimki de dünyanın en saçma sorusu oldu: zaten onu kavrayacak kapasiten olsaydı, fuat uğurun yazısını buraya yapıştırmaz, kendi düşünceni yazardın.

    • Doĝrular ve yanlışların harmanlandığı siyasi bir yazı olmuş, abartma desen gırla gidiyor. Şüphesiz, çevre madencilik kadar önemli bir konu. Çevreye önem veren biri olarak tersini de savunuyorum. Tabi kaynakların ekonomiye kazandırılması bakımından, geri kalmış/gelişmekte olan bir Türkiye açısından, madencilik çevre kadar önemli. Ülkede yapılan bir çok iş gibi siyasi yanı olmasıyla üstünde durmağa değer bir konu.

      Bu konudaki kavga-kıyamet, bu işin nasıl yapılacağından değil, kim tarafından yapılacağı ile ilgili olmasından kaynaklanıyor da olabilir. İşin bir başka önemli yanı da şu; doğru dürüst madenci firmalar her ikisinin önemini yıllar önce kavramış durumda; firma olarak, çevre ve toplumla ilişkiler açısından sürdürülebilirlik adına.

      Madencilik gibi klasik işleri Türkiyenin kendi kendine layıkıyla yapamıyor olması başlı başına bir utanç vesilesi. Bence asıl üstünde durulması gereken bir konu da bu. Devleti yöneten hazırcılar suçlu ve sorumsuz olduğu gibi, özel sektörde evel ezel hap yap-para kap modunda çalışmakta olan özel sektör temsilcileri de suçlu ve sorumsuz. İnternetteki bilgi kaynaklarına göre altın üreticiliği konusu klasikleşmiş ve ciddi zorlukları olmayan bir konu.

Yoruma kapalı.