İnsanımız hemen her gün din konusunda imtihan ediliyor.
Dinin bizdeki kadar günlük hayatta ‘tartışma’ konusuna dönüştüğü bir başka ülke olduğunu sanmıyorum.
Her imtihanda olduğu gibi, bu konuda da, insanlar kendilerinden beklenileni verdiklerinden emin olamıyorlar. Hayatının merkezinde ‘din’ olanlar bile, tartışmalar kulaklarına ulaşınca, ‘ne kadar Müslüman’ olduklarının test edildiği endişesini yaşıyorlar.
Kaybeden ‘din’ oluyor bu imtihanda.
Acaba buna sebep olanlar yaptıklarının sonuçlarından haberdarlar mı?
Kamuoyu önüne çıktığında temsil ettiği kurum öyle olduğunu düşündürdüğü için ‘din’ adına konuştuğu varsayılan Diyanet işleri başkanı mesela?
Ya da siyasiler?
Din ile siyaset bizde iç içe bir görüntü veriyor.
Bu görüntü yüzünden de kaybeden yine ‘din’ oluyor.
Halkımızın dindarlığını ölçme amacıyla yapılan anketlerden biliyoruz: Uygulama yönünden eksikleri bulunsa da büyük çapta ‘dindar’ insanlardan oluşan bir toplumuz.
Kişisel deneyimlerimden de, dıştan bakıldığında lakayd görünen insanlarda da dini hassasiyetlerin fazlasıyla varlığından haberdarım. Çoğu insan dini hassasiyetlerini kendi özellerinde yaşamak eğiliminde ve öyle yaşıyor da.
İmtihan edilmekten ise hoşlanmıyorlar.
Aksine tavır ve davranışlar hoş karşılanmıyor.
Öyle tavır ve davranışlar yüzünden de kaybeden yine ‘din’ oluyor.
Dindar olma iddiasının sahibi kimseler yaptıklarıyla o iddianın başkalarında zayıflamasının sebebi.
Maalesef öyle.
‘Din’ konusunun gündemin ön sıralarına tırmandığı günümüzde insanların dindarlığında azalma olduğunu herhalde herkes fark ediyor.
Yoksa Diyanet camiası ve siyasiler bu durumun gerçekten farkında değiller mi?
Nasıl farkında olamıyorlar, hayret.
Farkındalar da önemsemiyorlar mı?
Din ile siyasetin kol kola gezdiği ülkeler bütün dünyada tedirginlik kaynağı…
Afganistan’a bakmak bile yeterli.
Ya da ABD’ye…
Birbirine taban tabana zıt bu iki ülkede siyasetin parçası haline dönüşen din bütün dünyayı ilgilendiren bir soruna dönüşmüş durumda.
[ABD’de bunu kendi siyasi hesapları uğruna zorlamış olan Donald Trump artık başkan değil, ancak onun dini duyguları istismar ederek kışkırttığı yığınlar yeniden ülkeye ağırlıklarını koymak için hala alesta bekliyorlar.]
Son tartışmalar sırasında beni en çok şaşırtan, Diyanet’te geçmişte başkanlık yapmış değerli alimlerin suskunluğu oldu. Lütfü Doğan’dan Tayyar Altıkulaç’a, Mustafa Sait Yazıcıoğlu, Ali Bardakoğlu ve Mehmet Görmez’e kadar o makamda bulunmuş ilim sahibi şahsiyetler, dinin bu denli tartışma konusu haline dönüştüğü bugünkü ortamda, ne düşündüklerini açıklamalıydılar.
Açıklamalılar.
‘İslam’ elbette yalnızca onların konusu değil, ancak herkesin bu konuda konuştuğu sırada, toplum, ilim sahibi insanlardan sağduyulu sesler de duymak ister.
Siyasetin yönlendirdiği bir din anlayışının aslında tarihsel temeli bulunmuyor.
Bunu en iyi din/İslam alanında behresi olanlar bilir.
“Hanefi mezhebindeniz” diyoruz, mezhebin ‘Büyük İmam’ (İmam-ı Azam) olarak anılan banisi Ebu Hanife (699-767) tam da bu konudaki baskılara direndiği için hayatını işkenceler altında hapiste kaybetmişti.
Her şeye rağmen iyi niyetli olmak istiyorum. Diyanet işleri başkanının sağdan-soldan gelen eleştirilere kulaklarını tıkadığını düşünemediğim gibi, o konuma gelmiş bir insanın kendisini ve başında bulunduğu kurumu siyasi emellere alet ettiği eleştirilerini de ağır bulurum.
Kamuoyu önüne cüppe ve sarıkla çıkma imtiyazı bir tek onda var. Cüppe ve sarık ağırlığını korumalı.
Dine ve dinimiz olan İslam’a insanlarda esasen var olan saygıyı zedeleyecek, her gün imtihan oluyormuşcasına imanı sorgulamaya yol açacak, zihinsel bölünmeyle sonuçlanabilecek taraf tutmaya çağırıcı tavır ve davranışlardan herkes kaçınmalı.
ΩΩΩΩ