Aralarında bir yıldan fazla yaşamama rağmen, bizde olağanüstü yaygın “Asılacaksan İngiliz ipiyle asıl” sözünün İngilizler için hangi anlama kullanıldığını tam anlamamıştım. Brexit (‘Avrupa Birliği’nden çıkalım mı?’) referandumu sonrası İngiltere’de yaşananları izlerken biraz olsun anlamaya başladığımı hissediyorum.
Einstein “Hep aynı şeyi tekrarlayıp farklı sonuç beklemektir” diye tanımlıyor ya ahmaklığı; “Ahmaklık ile dâhilik arasındaki en önemli fark, dâhiliğin sınırları bulunmasıdır” da diyor.
Galiba İngilizler’in, belki bunun genişletip “Batılılar” demek de mümkün, işleri bizden farklı yaptıkları için ürettikleri ipe daha fazla güvenmek gerekiyor.
Konu üzerinde düşünmemi sağlayan Stephen Hawking’in Guardian gazetesinde bugün çıkan yazısı oldu.

Hawking’i tekerlekli sandalyesi üzerinde, başı omuzuna dayalı, ağzını açtığında mekanik sesler çıkaran engelli görüntüsünden tanıyor olmalısınız; tabii onun kendine özel çıkarımları bulunan dünya çapında bir teorik fizikçi ve kozmolog olduğunu bilenleriniz de vardır.
Mal da yalan…
Bugünkü yazısının başlığı şu: “Zor günlerde bizi kurtaracak olan, servete yeni bir yaklaşımdır.”
‘Zor günler’ ile kastı Hawking’in, halkın “Avrupa Birliği’nden çıkalım” kararıyla İngilizler’in karşı karşıya kaldığı sorunlar…
İnsanların maddi birikim yapmaya başladığı ilk günlerden beri tartışma gündemine girmiş bulunan, bizde Yunus Emre’nin neredeyse 800 yıl önce, “Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi / Mal da yalan, mülk de yalan / Var biraz da sen oyalan” ölümsüz mısralarıyla tartışmaya katıldığı bir konu, aslında Hawking’in üzerinde durduğu…
“Acaba sahip olduklarımızın gerçekten sahipleri miyiz, yoksa onların şimdilik kullanıcıları ve koruyucuları mı?”
Derinliğine girecek değilim tartışmanın, çünkü derdim İngilizler’in sorunlarını deşmek değil. Bana ne onların sorunlarından. Bizim dertlerimiz bize yetiyor zaten.
Onlar gibi yapmalıyız
Tek taraflı düşünmemeli, hep bilip denediğimiz ve sonunda hayal kırıklığı ve pişmanlıklar yaşadığımız yollara girmek yerine, günün şartlarına uygun çözümler peşinden koşmalıyız.
Misal mi istediniz? İşte: Her darbeden sonra ‘darbecinin el kitabı’ türü yayınlarda kolaylıkla bulunacak bir yol izlenir; başından 4-5 darbe geçmiş bizim gibi ülkelerde, her darbe sonrasında yapıldığı gibi. Aradan yıllar geçer ve 27 Mayıs (1960) örneğinde olduğu gibi, darbeciler ile darbeleri destekleyenler, insanlardan kendilerini saklamak ve unutulmak ister. 12 Eylül (1980) darbecileri gibi, 30 küsur yıl sonra yargı önüne çıkmak zorunda kalındığı da olur.

İngiltere ile Türkiye’yi ‘darbe’ konusunda mukayese etmek pek akıllıca görünmedi mi size? O halde ‘google’u açın ve arama çubuğuna “Count Mountbatten coup” sözcüklerini yazın; karşınıza çıkacak İngilizce maddeler bir şeyi anlamanıza yardım edecektir: 1974 yılında İngiltere’de Başbakan Harold Wilson’a karşı ‘komünist’ olduğuna dair bir kampanya açılmış ve asker olan Kraliyet Ailesi’nden Kont Mountbatten onu devirmek için resmen ‘darbe’ planları yapmıştır.
Türkçe ‘Kont Mountbatten ve darbe’ sözcüklerini yazarsanız ‘google’a, benim 2 eski yazımla karşılaşırsınız.
“1974 yılı, İngiltere’de, ‘darbe’ dedikodularıyla geçti” desem yeri var.
Onlar İngiliz ya, aynı sonucu, başka yolla almayı yeğlediler.
Diyeceğim o ki, sorunları ele alırken, onların çözümü için daha önce defalarca denenmiş ve zamanında işe yarasa bile sonrasında pişmanlıklara ve hayal kırıklıklarına yol açmış yöntemlere saplanmak yerine, yeni düşüncelere açık olmak ve farklı yöntemlere başvurmak daha doğru olur.
Bizde ‘iti öldürene sürükletirler’… Onlarda ise…
Yakın zaman İngiltere’sinden başka bir örnek…
Halk orada kendilerine “AB’ye devam mı, tamam mı?” sorusu sorulduğunda “Tamam, çıkalım” cevabını verdi. O görüşün bayraktarı Boris Johnson adlı, bizde de ‘Ali Kemal’in torunu’ diye bilinen politikacıydı ve herkes David Cameron’un istifa edeceğini, Johnson’un başbakan olacağını konuşuyordu.
Cameron istifa etti, ama Johnson başbakan olamadı. Birkaç ayak hareketiyle, İngiliz politik sistemi, Theresa May adlı bir kadın politikacıyı başbakanlığa taşıdı.
Kadının en büyük özelliği, Cameron hükümetinde yer alan bakanlar içerisinde “AB’den çıkalım” cephesine en uzak politikacının o olması…
AB’den çıkış sürecini, referandumda oyunu “Hayır, çıkmayalım” yolunda kullanmış bir başbakan sürükleyecek…
Ne kadar ‘özgün’ bir tercih değil mi?
İşte bizim beceremediğimiz bu.
Ülkemiz 15 Temmuz’da hain bir tezgâha muhatap oldu. Türk Silâhlı Kuvvetleri içerisine sızmış ve en kritik konumlarda yuvalanmayı becermiş bir grup, meşru hükümeti silâh zoruyla devirmek için girişimde bulundu.
Daha önce en az 4 kez denemiş bir yöntem…
Peki, uğursuz başarısız darbe girişimi sonrasında uygulananlar daha önce benzer dönemlerde yaşananlardan farklı mı?
Siz karar verin: Farklı mı?
Eskiden denenmişi bu defa yine ‘darbe’ olarak denemeye kalkanlar, belki de bu yüzden, –halk eskiye bakıp “Bu defa olmasın” dediği için– başarısızlığa uğradılar; buna karşılık darbe-girişimi sonrası süreci yönetenler, bugüne daha uygun, kendilerini önceki dönemlerin yöneticilerinden de farklı kılacak yöntemler arayışına girmektense, eski günlerden bilinenleri günümüzde tekrarlayarak başarılı olmaya çalışıyorlar.
Başarabilirler mi? Belki başarırlar… Belki başaramazlar…
Hayat bir bisiklettir
Türkiye’de maceraperest bir grup subay, 1962 ve 1963 yıllarında, tam 2 kez, darbe yapmaya kalkıştı; ilkinden sonra af edildiler, ikinciden sonra ise idam edildiler…

Kendilerini destekleyen basından birilerini de bulmuşlardı.
[Gazetenin o zamanki yayın yönetmeni Necati Zincirkıran, Talat Aydemir’in 22 Şubat (1962) darbesini yapmaya kalkıştığı gün Hürriyet gazetesinde yaşananları anılarında anlatmıştır. İrem Barutçu’nun ‘Bâbıâli Tanrıları – Simavi Ailesi’ adını taşıyan kitabında, bu olaya ayrılan bölüm, sonradan inkâr edilen darbe ile Erol Simavi arasındaki ilişkiyi bütün çıplaklığıyla sergiler.]
Şimdi de, hükümet, “Halk isterse” diyerek yıllar önce sistemden çıkarılmış idam cezasını geri getirmekten yana; hem de “Getirilse bile bu darbeyi yapanlar ve yanlarında yer alanlar için geriye işletilemez” uyarısı yapıldığı halde…
Kim için istiyorlar idam cezasını? Bundan sonrası için… Yani?
Süleyman Demirel, “Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek” derdi bu tür tavırlar söz konusu olduğu zaman…
Eşek muhabbetini bırakıp Einstein’dan özlü bir söz için en uygun yere geldik: “Hayat bisiklet gibidir; dengeyi kaybetmemek için ilerlemek gerekir” demiş atomu parçalamayı başarmış dâhi…
ΩΩΩΩ