“Geçmiş zaman olur ki, hayali cihana değer” demiş eskiler…
Ne güzel demişler…
30 yıldan fazla bir süre, her gün gazete köşelerinden okurlarla buluşunca, benim için ‘geçmiş zaman’ hayli geniş bir zaman dilimini kapsıyor.
Bir darbe girişimi arkada bıraktık. Başarısız oldu. Darbeye kalkışanlar ile onlarla iltisakı bulunduğuna inanılanlar yaptıklarının ceremesini çekecekler.
Kim o insanları en üst kademelere taşıdı? İçinde darbe hevesi bulunan, kendi üstlerini değil de bağlı olduğu grubun ‘abisi’ni dinlemeyi tercih eden askerleri general rütbesine kadar kimler yükseltti?
Şimdilerde bu konu alttan alta tartışılıyor.
‘Alnı secdeye gelenler’
‘Balyoz davası’ adıyla meşhur hukuki sürecin ‘1 numaralı sanığı’ Org. (E) Çetin Doğan da tartışmaya ‘alnı secdeye değenler’ benzetmesiyle katıldı. Org. (E) Necdet Özel’in Genelkurmay başkanlığı döneminde, terfi alacak olan isimler Milli Savunma Bakanı ve Başbakan ile ön görüşme yapılarak belirlenirmiş…
Org. Doğan, “Bu çok yanlış” demiş ve eklemiş: “Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanlıkları için görüşmeler yapabilir. Ama terfi edecek askerlerle ilgili görüşme kabul edilemez. Anlaşılıyor ki o görüşmelerde ‘alnı secdeye gelenler’ hakkında bilgi veriliyor, onlar da bunların terfilerini işaret ediyor.”
Bu görüşten haberdar olunca, benim zihnim ‘Balyoz davası’ günlerine gitti.
2010 yılının ağustos ayına…
Davayı bir tür ‘intikam alma’ faaliyetine dönüştürerek sayfalarına taşıyan bir gazetede, genel havaya ters düşen bir yazıyla karşılaşmıştım. Gazetenin yazarı da olan Ankara temsilcisi, Çetin Doğan’ı konu ediyordu o yazıda.
Çetin Doğan’ı şahsen tanımıyordu, ancak memleketi Balıkesir’deki yakınlarını biliyor, bazılarıyla da tanışıyordu yazar… Tanıştıklarından birinin, “Eğer Çetin de benim gibi memlekette kalsaydı, herhalde o da benim gibi ‘hafız’ olurdu” dediğini aktarıyordu…
Bunu diyen Çetin Doğan’ın amcasının oğlu Fahri Doğan…
Fahri Bey Balıkesir’deki ünlü Zağnos Paşa Camii’ne bitişik ‘Zağnoz Paşa Dini Kitabevi’ levhalı küçük kitabevinin sahibiymiş… Kur’an-ı Kerim bütünüyle ezberindeymiş; yani hafızmış…
Atatürk hutbe okuyor
Zağnos Paşa Camii’nin ünü, mâlum, Mustafa Kemal Paşa’dan geliyor. Atatürk’ten.
Paşa, Cumhuriyet’in ilânına doğru Ege’de seyahate çıkmış, 6 Şubat 1923 tarihinde de Balıkesir’e gelmişti… İzmir’den… Yanında eşi Lâtife Hanım ile Kâzım Karabekir vardı.
Ertesi gün, günlerden cuma… Mustafa Kemal yanındakilerle Zağnos Paşa Camii’ne gitti. Önce mevlid dinlediler… Ardından Paşa hutbe okudu.
Bazıları, “Tarih tutmuyor, 7 Şubat cuma gününe değil çarşambaya denk geliyor” dese de gerçek değişmiyor: Mustafa Kemal konuşmasını camide yapmıştır.
Önemli şeyler söylemişti…
Hutbenin girişi şöyle: “Ey millet! Allah birdir, şânı büyüktür. Allah’ın selâmeti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizamı, hepimizin bildiği Kur’ân-ı Azimüşşan’daki açık ve kesin hükümlerdir. İnsanlara maneví mutluluk vermiş olan dinimiz, son dindir, mükemmel dindir.”
Hafız da olabilecekken orgeneral…
İşte o camiin yanı başındaki dini eserler satılan kitabevinin sahibi Fahri Bey, o sırada Balyoz davası sanığı olarak cezaevinde bulunan Çetin Doğan hakkında şu bilgiyi vermiş: “Çetin’in annesi erken öldü. Kardeş gibiydik, beraber büyüdük. Ben hafızlık için Kur’an kursuna gittim, o ise askerî okula. Babası amcam astsubaydı. Çok dindar bir adamdı. Okul Çetin’in her şeyi oldu. Giderek daha az uğramaya başladı. Eğer köyde kalsaydı herhalde o da benim gibi hafız olurdu.”
Merak ettiğinizi, “Hangi gazete, köşe yazarı kim?” sorularının cevabını aradığınızı biliyorum.
Cevabı şu: Zaman gazetesi ve gazetenin Ankara temsilcisi de olan yazarı Mustafa Ünal…
Zaman o sırada Ergenekon ve Balyoz sanıkları hakkında hep olumsuz şeyler yazarken, “Ama bu da var” diye, bildiği –gazetenin okurlarının olumlu bakmasını getirecek– bir gerçeği yazmış olan Mustafa Ünal şimdi ‘FETÖ’ davası kapsamında tutuklu…
Feleğin böyle tuhaflıkları oluyor işte.
Çetin Doğan’ın çok gençliğinde de olsa ‘alnı secdeye değmiş’ biri olduğunu öğrenince, ertesi gün (23 Ağustos 2010) çıkan ‘Nutkum tutuldu, kusuruma bakmayın’ başlıklı bir yazı yazdım.
Yazımda ‘Balyoz davası 1 numaralı sanığı’nın bu özelliğine dikkat çekerken, kamuoyunun farklı tanıdığı bir başka ünlünün de benzer özelliğe sahip olduğuna da işaret etmiştim.
YÖK Başkanı Erdoğan Teziç de…
AK Parti’nin iktidara geldiğinde ‘YÖK başkanı’ olarak bulduğu ve sonraki beş yıl boyunca görevden alamadığı Prof. Erdoğan Teziç’in…
Teziç, 2002-2007 yılları arasında geçen YÖK başkanlığı boyunca, ‘başörtüsü’ sıkıntısını yumuşatmak veya sona erdirmek yerine, AK Parti’yi seçmenleri gözünde kaybettirecek bir üslup benimsemişti.
Her gün bir siyasiyle ağız dalaşına girecek kadar hem de…
Benim ‘Nutkum tutuldu’ yazısında ondan da söz etmemin sebebi, o günlerde dava konusu haline dönüşen, bir profesörle ilgili ‘meslekten ihraç’ kararıyla sonuçlanabilecek davayı onun başlatmasıydı. Önsözünde “İlmin menşei Allah’tır” yazdığı için kitabı ‘sakıncalı’ bularak soruşturma açtırmıştı Prof. Teziç…
Teziç’in çocukluk arkadaşı (merhum) Prof. Ahmet Yüksel Özemre kendisine yazdığı mektubu bana da gönderdiğinde afallamıştım.
Meğer Prof. Teziç’ın babası da hafızmış ve kendisi ‘yasaklı’ dönemde gizli gizli Kur’an dersi alanlardanmış…
Özemre’nin mektubunun o bölümünü okuyalım:
“Gerçekten de Galatasarayı Mekteb-i Sultânîsi mezunları bizler, birbirimizi iyi tanırız.: 1) Siz de hâfız ve hacı bir babanın, merhûm Arif Teziç beyin oğlusunuz; ben de hâfız ve hacı bir babanın, merhûm Nûrullah Özemre’nin oğluyum. 2) Ben de Üsküdar’da bâzı yaşıtlarımla birlikte bir hocahanımdan –merhûm Ulviye hanımdan– İsmet İnönü’nün baskı döneminde bu gibi faaliyetler için alınması gereken tedbirlere ve gizliliğe titizlikle riâyet ederek, eski yazı ve Kur’ân öğrenirken siz de gene aynı dönemde bâzı yaşıtlarınızla birlikte Fâtih’de Mesihpaşa Câmii imâmı merhûm Mehmet Selim Eryavuz Hocaefendiden (1881-17 Mayıs 1960) eski yazı ve Kur’ân öğrenmekteydiniz. 3) Siz Fâtih’de Mesihpaşa Câmii’nde [merhûm Prof. Dr. Târık Zafer Tunaya’dan (1916-1991) erişen ama doğruluğunu maalesef tesbit edememiş olduğum bir rivâyete göre] ezan okurken, benim de Üsküdar’da Ayazma Câmii’nde birkaç kere ezan okumuşluğum vardır.”
Yazıma “Geçmiş zaman olur ki…” diye başlamıştım.
Geçmiş zamandan bir yaprak yerine geçsin bu yazım…
ΩΩΩΩ