You are currently viewing Her gün bir kitap devrilebilir, günlük işleri de aksatmadan.. Üstelik filmseverlerin seçeneği de çok…

Her gün bir kitap devrilebilir, günlük işleri de aksatmadan.. Üstelik filmseverlerin seçeneği de çok…

“Artık eskisi kadar filmlerden ve kitaplardan söz etmiyorsun” diyorlar. Doğru. Film izlemediğim ya da kitap okumadığımdan kaynaklanmıyor bu; izlediklerim ve okuduklarımın okurların beğenileriyle örtüşeceği kanaatinde değilim, biraz ondan… Gündem de izin vermiyor zaten.

Geçmişte olağanüstü güzellikte romantik ve insan ilişkilerinin saf halinde sergilendiği, çok izlenip çok para kazandırmış filmlere imza atmış bir kadın rejisörle yapılan mülakatta okudum. “Neden yeni filmleriniz yok?” sorusuna, “Bugünün insanı için romantizmin anlamı kalmadı, varsa yoksa aksiyon filmleriyle sert ilişkiler; kendime bir fırsat aralığı göremiyorum” cevabını veriyordu geçen yılın sonlarında ölen Penny Marshall

Kitap konusu da pek farklı değil. 

Önceki gün ABD televizyonlarının bir gece yarısı programında, görevini ‘insanları eğlendirmek’ olarak belirlemiş ve uzun programının yarısını her gece birilerini ‘tiye almak’ ile dolduran biri, Jimmy Fallon, bir baktım, masasının üzerine yığdığı yarım düzine kitabı tek tek tanıtıyor. Sadece tanıtıp tavsiye etmekle de kalmıyor, izleyicilerini ödüllü bir okuma yarışına davet de ediyor… Birkaç gün içinde o kitapları okuyacaklar, beğeni listesi yapacaklar; en çok beğenilen kitabı çok beğenenlere ödül verecek…

Birkaç gün içerisinde kocaman altı kitap okunacak…

Var mısınız?

Kitap okuma maratonuna var mısınız?

Yıllar önce, bir vesileyle her gün aksatmadan birkaç yüz sayfa okuduğumu okurlarla paylaşmıştım. O yazı beni yıllarca takip etti. Tesadüfen karşılaştığım genç okurlar bir günde o kadar sayfanın okunamayacağını düşündüklerinden olacak, “Sahi mi?” sorusuyla beni sorgulayıp durdular.

Okunmaz mı?

‘Tolstoy ve Mor Sandalye’ (Tolstoy and the Purple Chair) büyük bir okuma maratonunun kitabı. Yazarı Nina Sankovitch Polonya’dan ABD’ye göç etmiş bir ailenin kızı; ikinci nesil Amerikalı. İyi bir eğitim almış, Harvard hukuk fakültesini bitirmiş, paralı işlerde çalışmış, genç yaşta kendini emekli edip dört çocuğuyla haşır neşir olmaya başlamış…

Ablasını genç yaşta kansere kaybedince büyük bir boşluğa düşmüş. Kendisine günlük işlerine devam ederken her gün bir kitap okuma maratonuna girme sözü vermiş.

‘Mor sandalye’ her gün üzerine oturarak küçüklü-büyüklü kitapları devirdiği sandalye oluyor…

Kitabın sonunda bir yıl içerisinde okuduğu 365 eserin tam listesi var. Ancak, zaten ‘Mor Sandalye’ o bir yıl boyunca okuduğu kitaplar üzerine yazarın her gün aldığı notlardan oluşuyor. Yalnız okumakla kalmamış, altını çizdiği satırları defterine de aktarmış, kendi yazacağı kitapta değerlendirmek üzere…

Okudukları arasında birkaç yüz sayfalık olanlar hiç de az değil.

“Demek parası varmış da o kadar kitabı alabilmiş” diyecekleri uyarayım: Nina Hanım okuduğu kitapların pek azını satın almış, birkaçı da ailesi bireyleri ve tanıdıklarından gelen hediye kitaplar; geri kalanı, yaşadığı kasabanın kütüphanesinden ödünç aldığı kitaplar…

Ödünç alıyor, okuması bitince onları iade edip yenilerini alıyor…

Londra’da yaşarken her mahallede bir kütüphane olduğunu fark etmiş, daha doğrusu bu gerçekle tanışmak zorunda kalmıştım. Henüz biyometrik kimliklerin bulunmadığı dönemdi, İngilizlerin nüfus cüzdanı da yoktu ve en önemli kimlik mahalleniz kütüphanesinden aldığınız üyelik kartıydı. Güven o kartla oluşuyordu. (Kartımı hala saklarım.)

Harvard Üniversitesi’nde Widener Library..

ABD’de okurken, üniversitenin kütüphanelerinin 7/24 açık olduğunu görünce şaşırmıştım. Okuduğum üniversitenin ana kütüphanesinde 11 milyon kitap bulunduğunu duymuştum; bu rakam şimdilerde 20 milyonun üzerinde. Widener Library’de 450 ayrı dilden kitap bulunuyor. Widener bir ailenin adı; Harvard’ta okurken askere gitmiş oğullarını savaşta kaybeden zengin aile, sıfırdan inşa ettirdikleri dev kütüphaneyle oğullarının ismini sürekli yaşatmak istemiş.

Hayatımın en güzel günlerini, o zamanlar içine girildiğinde dünyanın bütün dillerinde yayınlanmış en yeni eserlere yolculuğa çıkılan o kütüphanede geçirdim. Kütüphanenin en zengin bölümlerinden biri Türkçe kitapların bulunduğu bölümdü ve Gönül Hanım o bölümün nazik sorumlusuydu. Ondan, Sahaflar Çarşısı’ndaki Elif Kitabevi’nin her yeni çıkan kitabı kendileri için satın alıp ellerine ulaştırdığını öğrenmiştim. 

Kırk yıl önce bizde pek az ilde halk kütüphanesi vardı ve üniversite kitaplıkları da belli bir saatte kapanırdı. Halk kütüphaneleri internet öncesinde öğrencilerin ev ödevleri için kullandıkları mekandı. Üniversite kitaplıklarında da aranılan kitap genellikle bulunmazdı.

İnanmayacaksınız, ama bugünün gerçeği şu: Dün çıkan bir kitaba bile anında erişilebiliyor. ABD’deki halk kütüphanelerine buradan girip e-kitap ödünç almak da mümkün.

Okumaya meramı olanın önü açık.

Filmlere erişmek ise Netflix, Amazon Prime, Apple iTunes ve tabii Digiturk, Blue-TV ile d-Smart gibi platformlar sayesinde çocuk oyuncağı.

Bir film ve birkaç kitap

Dün gece, savaşlardan birinde bir gözünü kaybetmiş ve hayatı da Suriye/Hums’ta çatışmalara tanıklık ederken üzerine düşen bombalarla sona ermiş gazeteci Marie Colvin’in yaşadıklarını anlatan ‘A Private War’ (Bir Özel Savaş) filmini izledim.

Kaddafi‘nin son günlerini yansıtan sahneler görülmeye değerdi.

Tavsiye ederim.

Sizlere tavsiye edebileceğim kitap listem ise çok kabarık. Şimdilerde Hüseyin Cahit Yalçın’ın İş Bankası Yayınları tarafından çıkarılmış ‘Siyasal Anılar’, Zeynep Korkmaz’ın hazırladığı ‘Tanpınar’ın Mektupları’ (Dergah) ile Mehmet Eymür’ün ‘De-Şifre – Casusluk Hikayeleri’ (Eftalya) kitaplarını okuyorum.

ΩΩΩΩ