İstenen şu mu: Okumayın.. Okusanız da bildiklerinizi paylaşmayın.. Asla genel kabullere karşı çıkmayın…

30
Reklam

Dünyamız tehlikeli bir yöne doğru evriliyor.

Yukarıdaki giriş cümlemi okuyunca, bu yazıda hayatımızın günlük akışını temelden değiştiren korona salgınından söz edeceğimi düşünebilirsiniz.

Bilinenleri tekrarlayacağımı da sanabilirsiniz.

Oysa ‘tehlikeli bir yön’ deme ihtiyacı duyduğum gelişme farklı. İnsanları, hem de kendilerinden görüş açıklamaları beklenen insanları, söylediklerine pişman etme girişimlerini ‘tehlikeli’ buluyorum.

Önümde son iki örnek var.

Prof. Ahmet Yaramış 15 Temmuz’da, günün anlam ve önemine dair bir üniversite etkinliğinde konuşmuş ve “Darbe teşebbüsüne karışmış, pişman olmuş kişilere de sahip çıkmamız, onları bu toplumun içine dahil etmemiz, kazanmamız gerekiyor” cümlesini telaffuz etmiş…

Bir başka profesör, Prof. Ali Köse de, TRT’de katıldığı bir programda “Bir FETÖ gitti, bin FETÖ geliyor” cümlesini sarf etmiş…

Günlerdir bu iki konuşma üzerine her iki isme sözlü-yazılı ciddi saldırılara tanık olunuyor.

Reklam

Özellikle siyasi kimliği bulunan, eski-yeni milletvekili, eski bürokrat isimlerin verdikleri tepkiler hayli aşırı.

İsimlerinin önünde ‘profesör’ sıfatı var ve bu da görüş açıklayan iki kişinin bilimsel bir geleneğin temsilcileri olduğuna işaret ediyor. Bu özellikleri bile tepki verenleri tepki vermeden önce düşünmeye sevk etmeliydi.

Bir kişinin profesör unvanını alıncaya kadar bilim yolunda çektiği çilelere saygı tepkileri önlemeliydi.

Kaldı ki, her iki bilim insanının kurumsal kimlikleri de bulunuyor. Prof. Yaramış Türk Tarih Kurumu’nun başkanı, Prof. Köse ise Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin dekanı. Kurumlara da mı saygı kalmadı?

[“Son zamanlarda atanan rektör ve dekanlar arasında tek bir eseri bile bulunmayanların varlığından söz ediliyor; acaba saygı sınırını aşan saldırılarda bu bilginin de payı var mıdır?” diye düşünmeden edemiyorum.]

Tepkilerin yoğunluğu Prof. Yaramış’ı sözlerinden dolayı özür dilemeye mecbur etti.

Prof. Köse’ye yönelik saldıranlar arasından eşi ile kızına dil uzatmaya kadar işi vardıranlar da çıktı.

Hem de din adına.

Reklam

[Prof. Köse’nin ‘Milenyum Tarikatları’ adını taşıyan bir kitabı var; yani üzerine konuştuğu konuyu en iyi bilenlerden biri o.]  

Buraya kadar yazdıklarımdan her iki hocanın görüşleriyle ilgili herhangi bir yorumda bulunmadığımı fark etmişsinizdir. Benim ‘tehlikeli bir yöneliş’ olarak gördüğüm, insanların düşündüklerini ifade etmelerine karşı çıkılmasıdır; yoksa serdedilen görüşlere eleştirel yaklaşmayla ve doğrusunun söylenmesiyle herhangi bir sorunum yok.

“Söyletmen vurun” kültürüne dönüş mü?

Dünyada bilimsel ve teknolojik gelişmeler görüşlerin çarpışmasıyla gerçekleşmiştir.

“Görüşleri yanlış, başında bulundukları kurumdan alınsınlar; bu adamlar o koltukta oturmamalılar” dediğinizde, yalnız bu iki hocanın değil, kabullerin ötesinde görüşleri bulunan pek çok başka kişinin de söz haklarını ellerinden almış olursunuz.

“Söyletmen vurun” mantığı hiçbir ülkeyi, kurumu başarıya ulaştırmaz.

Örnekler taze olduğu için bizde yaşanan iki olaydan söz ettim; ancak bu tür olaylarla yalnızca bizde karşılaşılmıyor. Pek çok başka ülkede de, hatta bizdeki örneklerden de ileride, susturma ve tövbe ettirme girişimleri fark ediliyor.

Bir senatörün kaleme aldığı genel kabule ters düşen bir yazıyı yayımladığı için, New York Times gazetesinin görüşler sayfası editörü istifaya zorlandı. Ardından, aynı gazetede bir başka alanın sorumlusu genç bir kadın gazeteci, “İlla belli düşünceler istikametinde haber ve yazıya yer veriliyor, kendimi kısıtlanmış hissediyorum” feryadıyla istifayı bastı.

İşi, beyaz birinin siyahi karakterleri bulunan bir roman yazamayacağı iddiasına kadar vardıranlar çıktı. Romancı Alexandra Duncan, bitirip yayınevine teslim ettiği ‘Ember Days’ (Oruç günleri) adlı romanını bu gerekçeyle geri çekti. 

Dahası, Duncan’ın romanını yayınlatmaktan vazgeçmesini konu alan bir yazı, yayımlandığı meslek dergisi editörünün özür dilemesine yol açtı.

Hepsi tepkiler üzerine yaşandı bu olayların…

Neredeyse 40 yıl önceki bir yazısının hatırlatılması yüzünden işinden olan var Amerika’da.

ABD’de de “Söyletmen vurun” anlayışı hakim hale gelmekte. Orada buna ‘Uyanış’ (Woke) veya ‘İptal Kültürü’ (Cancel Culture) gibi saygınlık kokan isimler de takılıyor.

Sevinelim mi?

Eğer bizde de aynı akım baş göstermemiş olsaydı, ABD’de yaşananlara bakıp o havanın hakim hale geldiği bir tartışma ortamından özgün görüşler çıkmayacağı için, kendimize bakıp sevinebilirdik. Profesör unvanı bulunan iki hocaya bizde yaşatılanı görünce bu yeni global duruma ancak ciddi olarak üzülebiliyorum.

Dünya için korona virüsünden daha büyük bir ‘tehlike’dir bu ve son hızla oraya doğru evriliyoruz. 

Hocalardan, sözlerini geri almak, özür dilemek yerine, ne demek istediklerini açmalarını bekliyorum.

ΩΩΩΩ

Reklam

30 YORUMLAR

  1. Başakşehir’in şampiyonluk haberi ekrana düşünce, Üstad’ın siyasetin sporla ya da sporun siyasetle ilişkisine dair yazısını hatırladım.

    herkese malum olan Trabzon eşrafının devletlu sayısını göz önünde bulundurursak bu iyi bir haber mi kötü bir haber mi?

  2. 3) Aşağıdaki dünkü konuya devam….

    Ayasofya’nın ibadethane olarak bulunduğu ülkede hakim olan DiNde, Allah (Al İlah≡The God) rızasına göre, yani O’nu en iyi şekilde tanıyarak, tam anlamıyla hakkını vererek ibadet edilen bir statü olarak Cami statüsü uygundur. Çağı değiştiren olayla öyle uygun görülmüş, dolayısıyla cami olması Fatih’e de bir vefa borcudur. Ancak, Bilim-Teknik ve Rönenans’ın tetiklenmesine katkıda bulunan bu olayın ardından asırlar geçmiştir (bu konuya daha sonra geleceğim).

    Bugün Dünya kamuoyunda, genel olarak algılardaki din, eski dönemindeki öneminden çok daha hafiftir. Dünya ile içiçe durumda yaşayanlardan biri olarak bunu daha önce vurgulamağa çalışırken, bizim kendi kendimize gözümüzde büyüttüğmüz Ayasofya işinin dünyanın pek umurunda olmayacağını tahmin edebiliyordum. Bazı yorumcular ciddi bir reaksiyon gelmemesini Katoliklik Protestanlık Ortodostluk kutuplaşmasına bağladılar. Bu yanlış bir algıdır. Genel durumu belirleyen en önemli etken Bilim-Teknoloji döneminin dünyada hakim olmasıdır ve bu ona şekil veren en önemli faktörlerden biridir. Biz genelde henüz o düzeye gelemediğimiz için eski havalardayız. Cami olmasını arzulamamamızın da bu yüzden çok farklı sebepleri olabiliyor.

    İbadetse ibadet, bunun sembolik de olsa “Şirk” konusuna alet edilmeksizin Allah rızasına, Kuran’ın esasına dayandırmaktan daha geçerli bir dayanak olamaz. Şuurlu inanç bunu gerektirir (Egemenlikmiş, Kılıç hakkıymış şuymuş buymuş hepsi hikaye; eften püften suni sebepler). Allah indinde inananların Şirkten kurtulmuş olmalarından daha önemli bir durum olabilir mi? Hayır olamaz! Çünkü, Şirk konusu Allah’ın affetmeyeceği derecede bir ihlaldir. İslam’ın son rahmet olarak gelme sebeplerinden biri budur. İnananlar olarak bundan dolayı müslümanız. İşin temelinde Şirk yok! Bu açıdan bakılırsa, Cami olması sadece Fatih’in değil Ayasofya’yı yapan Justinyen’in de ruhunu rahatlatan bir karardır. Öbür tarafa geçmekle işin aslına dair bilince nail olmuş olacaklarına inanıyorum…

  3. Aslında yazıyla ilgili olarak ben de kısaca görüşlerimi belirtecektim .Ancak okuyucuların uzun uzun ,üstelik konuyla da ilgisi olmayan yorumlarını görünce fikir değiştirdim.Ben bu konuyu daha önce de dile getirmiştim ama sonuç değişmedi.Bu beni ‘ niye ilgilendiriyor , okuma geç ‘ denebilir . Ben elimden geldiğince okuyucu arkadaşların da görüş ve düşüncelerini merak edip okumaya ve onlardan yararlanmaya çalışıyorum; mesele bu ! Ancak böyle yorumların nesini okuyacaksın .Lütfen bu işe bir çare bulun ,sizden rica ediyorum,her işin bir düzeni intizamı olur , değil mi ! Selam ve saygılarımla

  4. Türk Tarih Kurumu (TTK) Başkanı’nın “15 Temmuz kalkışmasına katılanlar dahil pişmanlık duyup nedamet getirenlerin af edilmesi” mealinde söylediği sözler ne anlama geliyor? Ben şöyle yorumluyorum:

    TTK Başkanı bu konuda konuşacak son kişiler arasındadır. Fakat konuştu, çünkü birileri ondan böyle bir konuşma yapmasını istedi. Amaç böyle bir şeye girişilirse kamuoyunun ve muhalefetin tepkisini ölçmekti. Sosyolojik ölçme yapıldı ve şimdilik geri adım atıp beklemeye geçtiler. İktidar bu yöntemi sıklıkla kullanıyor.

    Peki amaçları neydi. Nefret ettikleri ve FETÖ’cü dedikleri kişileri affetmeyi düşünmüyorlar herhalde. Bunun arka planı ancak şu şekilde açıklanabilir.

    1) 15 Temmuz 2016’dan kısa bir süre önce “Etkin pişmanlık yasası” çıkartılmıştı ve ben bu da nereden çıktı şimdi demiştim. Daha sonra malum olaylar olunca aralarında bir bağlantı olabileceğini düşünmüştüm.
    2) 15 Temmuz operasyonunda birçok ajan da kullanılmıştı. Adil Öksüz bunların en önemlisiydi ve onu serbest bırakmayı başardılar. Fakat daha birçok kişi var serbest bırakmaları/aklanması gereken. Bunun için ‘etkin pişmanlık yasası’ da hazır zaten.

    Belki yanılıyorum fakat bu olayı ben bu şekilde yorumluyorum.

    Not : Paralel Devlet Yapılanması’nın çökertilmesinin iyi olduğunu daha önce birçok yorumumda belirtmiştim. Bu nedenle fetöcü-metöcü lafları sokuşturan olursa iyi giydiririm ona göre. Mesele gerçekleri bilmektir, aksi takdirde gizlenen gerçeklerin yarattığı vakum çok kötü sonuçlara yol açar. Bana göre iktidar savaşı veren tarafların hiçbiri vatan haini falan değil (Gülen Cemaati dahil). Önemli olan şu yada bu tarafın amigoluğunu yapmadan milli (ulusal) menfaatleri öncelemektir.

  5. mükemmel bir yazı.
    amerkanyada bile 2020 de ”beyaz bir yazar hikayesini yazarken zenci bir hayal kuramaz!” denilebiliyorsa eğer, (ne diyeceğimi bilemedim şimdi..).
    yorumcular bile kendini garantiye almış, kimisi ayetten hadisten, kimisi hikayeden, kimisi taa fizandan misal veriyor.
    sosyl mesaj kanallarından bile mesaj yazmaya çekinir olduk. bir cümle yzıyorsun karşıdaki aynı modda değil sana okkalı bir cevap yzıyor.
    bir şey anlatıyorsun kültürel uyumsuzluk sırıtıyor adeta.
    ertesi gün kendi yazdığını okuyor, kşke yazmasaydım diyorsun..
    neresi doğruki bu yanlışlıkların, neresini düzeltelim bilemem ama,
    ”herşeyi bilen, herşey ve her konuda fikri olan, konuşan insan” modellemesi nin modası geçmediği sürece bu işin bir ilacı çaresi bulunamaz kanaatimce.

  6. Yandaş yazarlardan Abdurrahman Dilpak Şimid sıra hilafette mi başlık bir yazı yazmış.Gündem knusunu hilafete taşımış.Ben bu konudaki hadisleri araştırdım. Hilafet konulu Hadisler: “Benden sonra hilafet -veya nübüvvet hilafeti- otuz yıldır.Ardından ısırıcı bir saltanata dönüşecek.” ( Ebu Davud, Sünnet, 8; Tirmizî, Fiten, 48; Ahmed b. Hanbel, 4/272; 5/220, 221).
    Hadiste bahsedilen ve otuz seneden sonra babadan oğula intikal etmeye başlayan hilafete, saltanat ve krallıklar hakim olmuştur. Halifelik müddetine, Dört Halifenin ve Hz. Hasan (ra)’ın altı aylık hilafetiyle beraber, bazı alimler Ömer bin Abdülaziz’in iki buçuk seneye yakın hilafet zamanını da eklemişlerdir.
    Ancak buna rağmen, hadisteki otuz sene tabiri dikkate alınarak Hz. Hasan (ra)’ın altı aylık hilafetiyle son bulduğu görüşü ağırlık kazanmıştır. Saltanata dönüşmesi de Hz. Muaviye (ra)’in, oğlu Yezid’i kendisine veliaht tayin etmesiyle başlamıştır.Sonra ısırıcı saltanar v ehükümranlık devirlerine girilmiştir.
    İbn Mace’nin Hz. Enes’den rivayet ettiği bir hadis:
    “Ümmetim beş tabakadır. (ilk) kırk yıl(da bulunanlar) hayır ve takva sahipleridir. Sonra -yüz yirmi yılına kadar- onların ardından gelenler birbirine merhamet eden ve birbiriyle iyi ilişkiler kuranlardır. Sonra –yüz altmış yılına kadar- bunların ardından gelenler birbirlerine sırt çeviren ve aralarındaki ilişkileri kesenlerdir. Bundan sonra katl-u kital devri başlar. (o devirde) kurtuluş, kurtuluş (isteyiniz).” (İbn Mace, Fiten,28/h. No:4058).
    “Hilâfet benden sonra otuz sene sürecek, ondan sonra da saltanat şeklini alacaktır.” Müsned, 5:220, 221. “Bu iş nübüvvet ve rahmetle başladı, sonra rahmet ve hilâfet halini alacak, sonra ısırıcı saltanat şekline girecek, sonra da ceberût ve fesâd-ı ümmet azgınlık meydan alacak.” Kadî Iyâz, eş-Şifâ, 1:340; Müsned, 4:273.
     Hz. Cabir (radıyallahu anh) rivayet etti: ” “İnsanlar hayırda da şerde de Kureyş’e tabidir.”
    (  Müslim, İmaret 3, 1819).
    İbnu Ömer (radıyallahu anh.) rivayet etti: “Bu iş (emirlik) insanlardan iki kişi baki kaldıkça Kureyş’te olmaya devam edecektir.”
    ( Buhari:Menakıb 2, Ahkam 2, Enbiya 1. Müslim: İmaret 4, 1820).
    Sefine (radıyallahu anh) rivayet ett: “Hilafet, ümmetim arasında otuz yıl sürecektir. Bundan sonra saltanat gelecektir.” Said İbnu Cumhan dedi ki: “Sonra ilave etti: “Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh)’in hilafetine Hz. Ömer’in hilafetini, Hz.Osman’ın hilafetine Hz. Ali’nin hilafetini (radıyallahu anhüm ecmain) ekle (parmaklarınla say) bak!” dedi. Bunları (sayınca hakikaten) otuz yıl bulduk.” Sefine’ye: “Emeviler, hilafetin kendilerinde (devam ettiğini) zannederler”denmişti, şu cevabı verdi: “Beni’z-Zerka yalan söylüyor. Onlar krallardır, hem de en kötü krallar.”
    (Ebû Davud: Sünnet 9 (4648, 4647). Tirmizi:Fiten 48, (2227).
      Hz. Cabir İbnu Semüre (radıyallahu anh) rivayet etti: “Bu din, hepsi Kureyş’ten gelecek olan on iki halifeye kadar aziz ve güçlü olacaktır. ” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)’a soruldu: “Sonra ne olacak?” “Sonra herc (fitne ve kargaşa) gelecek!” diye cevap verdi.”
    ( Buhari, Ahkam 51; Müslim, İmaret 5-9 (1821); Tirmizi, Fiten 46, (2224). Bu üç kitap, hadisin “Kureyş’ten” kelimesine kadar kısmını: “Ebû Davud da Medhi 1, (4279), 4280) tamamını tahric etmiştir.).Görüldüğü üzere hilafet peygamberin ölümünden somra 30 yıl sürmüş ve sona ermiştir.Emirlik konusundaki hadislere göre; dünyada iki kişi kalsa bile, emir sadece Kureyş den olur.Saygılar.

  7. Yıkılmış Osmanlı Devleti’ne ait vakfiyeler Türkiye Cumhuriyeti Devleti için Danıştay kararıyla geçerli olabiliyorsa, Osmanlı Devleti dönemine ait Rum ve Ermeni vakfiyeleri de uluslararası hukuka göre aynı ölçüde geçerlidir.

    Şimdi ortada bir yüksek mahkeme kararı ve onun uluslararası bağlayıcılığı var. Ayasofya’nın müze olarak kalması milli menfaatler bakımından daha uygundu.

  8. 6-Gülen 1995’te dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e kendine en yakın üç kişiyi Şerif Ali Tekalan,Nurettin veren,Aysal Ayraç’ı göndererekSayın Cumhurbaşkanım çok dikkatli olun, Fetullah Gülen’in aldığı bir bilgiyi size iletiyorum, ihtilal olma ihtimali var bunu size haber vermemi söyledi” deyince, Sayın Cumhurbaşkanı çok şaşırdı. Fakat, “Bu bilgiyi Fetullah Gülen nereden aldı” diye sormadı. 28 şubat adım adım geliyordu.
    7-Yıl 1997… Erbakan 95 seçimlerinden birinci parti çıkmıştı. F. Gülen cemaati ancak ısrarla RP’nin iktidar olmaması için uğraşıyor ANAP-DYP koalisyonu için çalışıyordu. Gülen ‘Hem içeriden hem dışarıdan çok büyük baskı gelir, tepki olur, Refah Partisi iktidar olmamalı.’ diyordu. RP iktidar oldu. Erbakan’ın çoğu Diyanet işleri Başkanlığı kadrosunda bulunan din adamlarını Başbakanlık konutunda yemeğe davet etmesi için gelen teklife Gülen karşılık bile vermedi. Kendisi de kadrolu vaiz olan Gülen bununla da yetinmedi. Askere Erbakan’ı yemek için her türlü imkanı verdi.Türkiye’de Batı Çalışma Grubu’nun varlığını ve irtica ile mücadeleyi içeren ilk belgeyi Zaman Gazetesi haber yapmıştı. Gülen’in son salvosu da geldi. Kanal D’de Yalçın Doğan’ın programında Erbakan’a ‘Beceremediniz artık çekilin’ diyordu.En zor günlerinde Erbakan’a “istifa et” çağrısı yaptı.
    8-Bunu 28 Şubat meteor yağmurundan korunmak için yapmış, kendini ve cemaatini kollamak için darbeciler ile iş birliği yapmıştı. Çevik Bir e yazdığı o meşhur mektupta “Genelkurmayımızın çok değerli İkinci Başkanı. Sayın Komutanım. diye başlayan “Böyle bir mektupla kıymetli vakitlerinizi işgal etme sû-i edebinde bulunduğum için tekrar özür diler, yeni yılda sıhhat ve afiyet dileklerimle birlikte, en derin saygılarımın kabûlünü arzederim efendim.” diye biten mektup.Gülen’in ve cemaatinin kılına bile kimse dokunmadı. Başörtüsü teferruattır diyerek kız öğrencilerinin bürokrat eşlerinin başını açtı. Kapanan İmam Hatip Okullarına karşı kendi okulları ağzına kadar dolmaya başladı
    9-1997 de papaya mektup yazmalar, 1998 de vatikanda papayla görüşmesi.Görüşmesine aracılık eden Ecevite yakınlaşmalar.Şefaatçi olacağım ilk kişi Ecevittir demeler.ve 1998 de tüyüş.
    10-2002 seçimlerinden sonra müthiş bir dönüş Erdoğanla ittifak. Güç sırası Erdoğan da. Emniyet ve yargıda büyük kadroşmalar.Ergenokon kumpasları.81 ilin istihbaratının ellerine verilmesi,güç gösterileri2008 de ilker başbuğun terör lideri ilan edilmesi,2010 da baykalın kasetlerinin internete verilmesi.2010 Anayasa referandumunda yargının teslim edilişi veya alınışı, Erdoğanın uyanışı, kadrolaşmalarının önüne kesilmesiyle bürokraside savaşın başlaması.2012 ye kadar cemaat sempatizanlarının bir numarası olan Erdoğanın birden Uzun adam moduna sokulması.
    FETÖ’nün hükümeti yıkmaya yönelik ilk kalkışması: 7 Şubat 2012 MİT kumpası. Fetönün bütün birimlerinde okulda dersanede sohbetlerinde Erdoğanın kötülenmeye başlanması.2013 Gezi kalkışmasına el altından desteklenmesi, bazı illerdeki dersane öğrencilerinin eylemlere gitmesine göz yummaları.Hükümetin dersaneleri kapatma çalışmalarının başlaması savaşın ileri boyuta taşınması.Cemaatin bütün kurumlarıyla organize bir şekilde sahte hesaplarla tvitter üzerinden bütün sempatizanlarına yayması.Okul Dersane öğretmenlerinin 2-3 ay önce 17-25 aralık kumpasından söz etmeye başlaması.Hatta bazılarının darbe imalarının söylemeye başlaması.Cemaatin bütün çalışanlarının sendikalara gönüllü veya zorla üye yapmaları, Bylock yüklemeye başlamaları,Fuat Avninin Hocanın iyi huylu cinleri olduğunun sohbetlerde aktarılışı,Devletin Bank asyaya el koyması, Cemaatin Uhud savaşı söylemleri ile cemaati ayakta tutmaya çalışması, Cemaat şirketlerinin Bank Asya’dan paralarını çekip yurt dışına çıkarırken sempatizanlarına para yatırtması. Parası olmayanları başka bankalardan faizle kredi çektirip yatırttırması. mahalli ve yerel seçimlerinde öğretmenlerin öğrencilerinin evlerine gidilip Chp destelenme faaliyetleri. Öğretmenleri memleketlerine gönderilip ailelerini ve akrabalarını Chp veya Doğuda Hdp nin desteklenmesini istemeleri, öğretmenlerin adliye önü eylemlete meydanlara çıkarılıp pankartla yürütülümesi. Devletin emniyetteki ve yargıdaki cemaatin elemanlarını dağıtması,yerlerinin değiştirmesi. Ve cemaatin son kozunu oynayıp 15 Temmuza gelinmesi.sonrası malum.

    • Fatih bey, Merhaba!
      Sizin yorumunuzu bu paragraph’a kadar okudum. Verdiğiniz bilgiler çarpitılmış ve yalnış.

      1-Erbakan çoğunluğu Diyanet’de görevli din adamlari değil o dönem Türkiyede yasak olan cübelli uzun sakalli TARIKAT Şehlerine iftar vermişti.

      2-“Erbakan’ın çoğu Diyanet işleri Başkanlığı kadrosunda bulunan din adamlarını Başbakanlık konutunda yemeğe davet etmesi için gelen teklife Gülen karşılık bile vermedi.”

      Buda tamamen yalan! O zaman bu iftar Televiziyonda tartışliyordu, o iftarı tertipliyen yetkiliye Gülen gelmedi diye sordular! o yetkilide Gülenin mâzeret bildiren mektubunu gösterdi ve Gülen cemaatınden bir yetkili o iftara katıldığını söylemişti; bunu çok net hatırliyorum.
      Birde size Erbakanın şu sözünü hatırlatmamda yarar var.”BİZ İHTİDARA GELINCE ÜNIVERSITE PROFÖSÖRLERINI BAŞ ÖRTÜLÜ KIZ ÖĞRENCILERIN ÖNUNDE EL PENÇ DURDURACAĞIZ.”
      Demişti…. geldikten sonra ne olduğuna hep birlikte şahit olduk.
      Başbakan olur olmaz ilk yurt dişi ziyaretine İrandan başladı ve Libyada Kaddafifi’nin onu nasıl AĞIRLADIĞINIDE net hatırliyorum…
      TC itibarını yerle bir etmişti.
      yazınızın kalan kısmını okuyunca eğer yalnışlar varsa onuda yazarım, şu an meşgulum.
      Allaha emanet olun.

    • çok afedersiniz Fatih bey yazdıklarınızdan içinde bulunduğunuz haleti ruhiye fevkalâde anlaşılır bir durum…! Ancak yazdıklarınız bütün konuları birbirine karıştırdığınızı ortaya koyuyor. Bir kardeşiniz olarak tavsiyem günlük aktüalitenin dışında durmanız, tartışmaları kitaplardan yararlanarak kavramaya çalışmanız acizane önlerimdir.

      çok uzun bir sürecin birbirinden çetrefilli hadiselerini gazete köşelerinde tv tartışmalarında twitter paylaşımlarında çözemezsiniz. Bu platformlarda asırlardır çözülemeyen sazan sarmalı düğümünü çözemezsiniz. kitaplara hücum ediniz. selametle.

      • Merhabalar Baran bey Nurdan hanım.Anladığım kadarıyla cemaati seven insanlarsınız.Saygıyla karşılıyorum. Cemaatin yıllardır yaptığı eğitim ve imani meseleleri ben çok takdir ettim ve destekledim.
        Yurtdışında ve yurtiçinde fedakar bir şekilde koşturan sadece sadece Allahın rızasını düşünen cemaatin safiyane insanlarını ayırıyorum.Darbeyle marbeyle işi olmayan Ay ın önyüzündekilerin,cemaati savunmalarını vefakarlık duygusunun bir sonucu olarak görüyorum.
        Bu süreçte en çok Darbeyle marbeyle işi olmayan cemaat sempatizanları etkilendi.Devlet en kestirme çözümü elinin altındaki memurları işten atarak, soruşturmalar açarak, tutuklamalarla çözmeye kalktı.Birçok mağduriyetler meydana geldi.İşi çözdüğünü zannediyor.
        Yıllardır cemaat, hizmet elemanlarına bizim işimiz siyaset değil gönül işidir, yılandan çiyandan kaçar gibi siyasetten kaçın öğüdünde bulunuyorken,üst tabaka siyasetin dibine kadar girmiştir. Bürokraside başlattıkları savaşı kaybetmeye başlayınca bütün cemaati sahaya sürüp heryeri siyasete bulaştırmak zorunda kalmışlardır. Ve hala da siyasetle işlerini çözeceklerini umut edip iktidarla savaşmaya devam ediyorlar.Devirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Gerçek vazifelerini unuttular.Keşke cemaat o eski imani meselelerinde kalsaydı. Sadece ve sadece cemaat olarak kalsaydı. Milletin imani meseleleriyle ilgilenmeye devam etseydiler. Çok mu zordu böyle kalmak. Ne güzel diyordunuz Siz en büyük mesele olan imani meseleleri unutur veya gevşeklik gösterirseniz, Allah alır vazifeyi vazife bilene verir.
        Ben Cemaatin bu durumunu ne iktidarın ne muhalefeti çözebileceğine inanmıyorum. Çözecekse Ay’ın karanlık yüzü değil, Ay’ın ön yüzündekilerin çözeceğine inanıyorum.Uzun vadede herkesin kalitesi ortaya çıkacaktır. Tasfiye çabaları kaderin bir ikazı olarak okunmalıdır.
        Tekrar Selamlar

    • Fatih bey! Siz bu yaziyi Devletullahın yalan matbasında basılmış iftiralardan oluşmüş o kitaptanmi kopilediniz?
      Sahi bu yazdıklarınıza daha doğrusu sizin elinize tutuşturulmuş bu Perinçek gillerin saçmalįklarını siz okudunuzmu? Eğer okudu’iseniz gerçekten kendiniz bunlara inaniyormusunuz?
      O kitap 11.C Başkanınide terörist vatan haini olarak anlatiyor.
      Ne hikmetse yazıda geçen cümleler diğer rakipler içinde kullanılmış.
      Ha beni kimse uyarmadı demeyin! Çünkü yakında size SİTESINI kullandığınız Yazar hakkındada iftiralardan oluşmuş bir yazi verilince onu iyce okuyun.
      Havuzun iftiraları’ni kimse okumadığından dolayı okutma görevini belliki size vermişler ve Koru sitesine bu çamurlari taşiyorsunuz.Eey kolay değil bu saçmalikları önceden 7000 hesap açikken ortalığa saçtıklarınızdan belli.

    • Yazdıkların içinde doğrular da var. Fakat çok benzeri bir yazı R.T.Erdoğan için de yazılabilir. Hatta internette bulabilirsin bu tür yazıları. Dinciyi kötüleyip dinbaza sahip çıkma yazısı olmuş.

  9. İlaveten, gülen cemaatinin lideri konjonktür kimin yanındaysa güç kimin yanındaysa onun yanında yer alıp amaçları uğruna hareket ettiğini şöyle sıralayabiliriz.ilk aklıma gelenler;

    1-Taban oluşturmak için Komünistlikle mücadele derneğini kurdu.Sonra Nur Risalelerini kullandı. 90 lı yılların sonuna kadar Risaleleri iyi kullandı. Devletin yıllardır sürdüregeldiği baskıcı ve yanlış politikalar yüzünden 70 lerde tabanını oluşturdu.Halkın dini hassasiyetini güzel yakaladı.
    2-Gülen’in, 12 Eylül 1980 darbesinden hemen önce 5 Eylül 1980’de doktor raporu alarak görevinden ayrılması oldukça dikkat çekiciydi.Gülen’in anılarında belirttiğine göre, darbenin olacağını bir gün önce üst düzey askerlere yakın olan kişiler kendisine haber verdi.Dönemin Başbakanı’nın dahi darbeyi haber alamadığı koşullarda Gülen’in bu şekilde haberdar edilmesi oldukça dikkat çekiciydi.Cemaat hakkında istihbari kurumlar 12 Eylül’e kadar takip yapmıştı ama Gülen ve örgütü, darbeden sonra hiçbir adli takibata uğramadı, cemaat hakkındaki arşivleme çalışması durduruldu, Gülen hakkındaki yakalama kararı 6 yıl boyunca uygulanmadı. Gülen bu dönemde askeri mekânlar da dahil serbestçe dolaşıyor ve yakalanmamasını “bir keramet” olarak anlatıyordu. Gülen’in anılarında anlattığına göre, firari olduğu günlerde Bursa’da yakalandı ancak timin komutanı ‘Bu kadar komünistle uğraşıyoruz, bir de masum Müslümanlarla uğraşmanın anlamı yok’ diyerek kendisini serbest bıraktı.
    12 Eylül 1980 darbesinin ardından Sızıntı Dergisi’nde yayınlanan ‘Son Karakol’ başlıklı yazısıyla Kenan Evren ve darbecilere destek vermişti.Kenan Evren’in cenetlik olduğunu belirtmişti
    3-Sovyetler biriğinin yıkılacağını vaazlarında dile getiriyordu. Yıkılınca popilitesini iyice artırdı. Kendine en yakın kişiler Gülen e bir kağıdın geldiğini kurulacak devletlerin isimlerini yazdığını bizlere önceden gösterdi diyordu sonraları. Kimden haber almıştı..
    4- Turgut Özal ı iyi kullandı. Yurdışı okulları İçin iyi niyet mektupları yazdırttı.Turgut Özal, 1991 yılında talimat vererek örgüt hakkında bir rapor hazırlattı. Raporda Gülen ve örgütün yapılanma biçimi tüm ayrıntılarıyla ortaya koyuldu.Raporda Gülen ile CHP’nin mason Genel Sekreteri Kasım Gülek arasındaki yakın ilişkiye de dikkat çekildi: “Fetullah Gülen’in Kasım Gülek ile ilişkileri 1960 yıllarına dayanmaktadır. Fetullah Gülen’in CIA, Mossad ve Moon tarikatı bağlantılarını bilakis Kasım Gülek sağlamış ve birlikte birçok projeye imza atmışlardır.”Tedirgin olan teröristbaşı ilk olarak Sızıntı dergisinin 1991 Ağustos sayısında ‘Şaşkın Kaptan’ başlıklı bir yazı kaleme aldı. Teröristbaşı yazısında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı şu cümlelerle tehdit etti: “Milletin yolunu kesen kanlı kabus sen çağdaşlık ve çağ atlama naralarıyla kendini avuta dur. Şimdi istersen uyu, bundan sonra kopacak kıyamet senin kıyametindir.”
    5-1969 larda Erbakan Hocanın parti kurma teklifini Gülen niçin reddettiğini talebeleri şöyle açıklıyordu.”Gülen, Erbakan Hocaya kendisinin bu siyasi parti kurma teklifine katılmadığını, hatta siyasetten vazgeçmesini, üniversitede sessiz sedasız eleman yetiştirerek kadrolar oluşturmasının, siyasetten açık bir parti çalışmasından, daha etkili olacağını söylemişti. Bütün kurum ve kuruluşların içerisinde siyasi iktidar olmadan kalıcı devlet olma şeklinde düşüncelerini bize kadrolaşma olarak empoze ediyordu”
    Yıl 1991…Özal Çankaya köşküne çıkınca genel seçimlerde RP, MHP ve IDP seçim ittifak yaptılar. Bu TBMM dışında kalan Milli Görüş ve Ülkücü hareketin güç birliğiydi. Bunun için adı Kutsal ittifaktı. Tabanda ‘Başbuğ Erbakan, Mücahid Türkeş’ sloganları makes buluyordu.
    F. Gülen seçimlerden önce destekler gibi göründüğü Kutsal İttifakı sert bir dille eleştirdi.Bu ittifakın geçici olduğunu talebelerine söylüyordu.Yıl 1994…Yerel yönetimlerdeki kasalar Erbakan’ın adamlarına emin ellere geçmişti. F. Gülen araya aracılar sokarak Erdoğan ile görüşmek istedi. Erdoğan davetlere gitmeyince, Gülen Saraçhane’deki belediye binasına gitti. Bir saate yakın görüşme sürdü. Gülen ne kadar da iltifat etse, yüceltse de Erdoğan ‘Ümmete zarar veren’ çıkışlarını eleştirdi. Görüşme bitip asansöre bittiğinde F. Gülen’in gözleri patlayacak gibiydi.

  10. Malum parti hariç, Türkiyedeki bütün siyasi partilerin kendi bakış açılarından birbirinden farklıda olsalar Türkiye yi düşündüklerine inanıyorum.Siyasi rekabetten dolayıda birbirlerine olan göndermelerini de makul karşılıyorum.
    Türkiye de olduğu gibi normal olarak buradaki yorumcularda ikiye bölünmüş durumda.Kendi bakış zaviyelerinden yorumlarını gayet güzel ifade ediyorlar.
    Saygı çerçevesinde birbirlerine takılmaları gayet hoş.
    Türkiyede, her vesayet karşı bir vesayeti doğuruyor. Her dönem kendi mağdurlarını üretiyor.
    Çözüme ulaşılması için sorular sorulması mutlaka gerekiyor.
    Olaylara taraftar gibi yaklaşıldığı için doğrular yanlışlar birbirinin içine sarmaş dolaş akıp gidiyor. Siyaset zaten bu tarafgirlikten nemalanıyor.Oy toplamaya çalışıyor.

    Geçen Hamza beyin dediği gibi Ülkeye ihanet, 15 temmuzda başlamadığı gibi, 15 temmuzda da sona ermedi.
    Yıllardır bu gülen cemaatinin lideri konjonktür kimin yanındaysa güç kimin yanındaysa onun yanında yer alıp amaçları uğruna hareket ettiğini biliyoruz.
    Cemaat her zaman siyasetin içindeydi.Bu cemaat her zaman (İslam’a hizmet etmek için)gücü ve iktidarı önemsedi.Gücü kullanan, gücün tesirine de açık hâle gelir.Tedbir kültürü, otoriter ortamda hizmet ve siyaset yapmanın bir sonucuydu. Birey olarak en fedakâr insanlardan oluşan bu cemaat, grup olarak son derece bencil bir şekilde hareket edegeldi. Gülen her zaman politik bir damarı olan, fakat direkt politikada görünmeyip perde arkasından siyaseti belirlemeye çalıştığı için de, Türkiye toplumu nazarında güvenilmez bir profil oluşturdu.
    Cemaat’in en büyük krizi siyaset yapması, devlet istemesi değil. Dürüst olmaması. Darbeden bile daha büyük günahı, suçu, Cemaat’in dürüst olmamasıdır.
    Cemaat konusunda iktidarın muhalefeti suçlaması veya muhalefetin iktidarı suçlaması biryere kadar anlamlı ama biryerden sonra boş.
    Kendi hizmetleri ve emelleri konusunda herşeyi mübah gören her kılığa girebilen bir zihniyetten bahsediyoruz.
    Cemaat konusunda iktidarın muhalefeti suçlaması veya muhalefetin iktidarı suçlaması biryere kadar anlamlı ama biryerden sonra boş.

    En azından devlet Ergenokonda oluşan mağdurlar veya Cemaat içindeki darbeyle alakası olmayan sempatizanların durumunu bir daha gözden geçirilmeli.
    Cemaatin veya Vesayetçilerin ağababaları mağdurlar üzerlerinden oluşturmaya çalıştıkları algı çalışmalarının önü kesilmeli.Belki o zaman Amerika ve batı dünyasını cemaate olan desteğini kesebilir. Cemaatin güçlü olduğunu gördükçe onları beslemeye devam edecekler.

    Cemaatin içinde bulunmuş,Allah rızası için koşturmuş çok güzel insanlar var. Bu insanların sesleri çıkmalı. Olayları her yönüyle sorgulamarı herşeyden önemli.islam için önemli, vatan için önemli diye görüyorum.

  11. “Uyandırma kerizi, bulandırır denizi” Anonim.
    Rivayet o ki, bir yazar kitabı nedeniyle aldığı hapis cezasının infazı için dolandırıcıların olduğu koğuşa konulur. Dolandırıcılar yazarımızın masum biri olduğunu anlarlar ve aralarında olmasının nedenini sorarlar. Yazarımız “yemedim içmedim” diyerek kitabını verir ve kitabı okuyan dolandırdılar “Bey amca sen buraya gitmeyi hak etmişsin” dediklerinde yazarımızın feveranı üzerine dolandırıcıdılar “yeryüzünde en büyük suçun kerizleri uyandırmak” olduğunu söylerler.

  12. Atatürk Havalimanı arazisinde geçen ay pistin üzerine Acil Durum Hastanesi yapıldı. Sahra hastanesinin, uçuşları engelleyecek şekilde inşa edilmesine anlam verilemezken, gazeteci Ali Tarakçı bunun nedenini havalimanının Katarlılara satıldığını ve imara açılacağını iddia etti.

    • Baran bey, eski havaalanına 45 günde yapılan hastane sadece pandemi için değil çok amaçlı bir hastane!
      Havaalanı ise halen yoğun bişekilde kullanılıyor;
      yani ortada satılabilecek bir arazi bulunmadığı gibi imara açılması da söz konusu bile olamaz!
      Şimdi kime neyi satmışlar; hastaneyi mi, havaalanını mı?
      Hastane veya havaalanı alıp satmak suç mudur?
      Dünyanın her yerinde türklerin işlettiği havaalanları var, noolmuş ki?

  13. ABD de beslenen papaz da nedamet ederse Onu da affedeceğiz ama nedamet eden yok
    Hepsi bukalemun
    Atatürk çü oluyor ,iislamcı oluyor ,ateyiz oluyor
    Tedbiri o kadar abartılar ki rollerine o kadar kendilerini kaptırdılar ki ateistler bile Bunları görünce “yeterince ateşst değiliz” diyorlar
    Kamera daki görüntüleri bu biz değiliz diyorlar
    Yani kısaca affetmek için önce birilerinin “evet biz yaptık ama pişman olduk “ demesi lazım ama nerde

    • Birileri de sıkışınca Atatürkçü oluyor, sonra yine içindeki kin depreşip Atatürk düşmanlığı yapıyor. Bakalım ileride “evet biz M.K.Atatürk düşmanlığı yaptık ama pişman olduk” diyecekler mi, deseler bile af edilecekler mi?

  14. Üstadım baskıdan ve fikir özgürlüğünden bahsettiniz de,ben de şöyle düşündüm insanoğlunun yaratılışında ve fıtratında bu baskıcı ve üstücü gayretlerin hepsi var.Ben tarih okumayı fazla sevmem ama bildiğim kadarıyla insanoğlunun dünyaya gelişinden beri bunlar hep var.Cenab-ı Allah peygamberler göndermiş,kitaplar göndermiş ama insanoğlu bir süre sonra bu fıtratında olanı açığa çıkarıyor.En son bizim peygamberimiz HZ.muhammed onun hayatı ve yaptıklarına bakarsanız,bugün hani demokrasi insan hakları deyip de ona inanmayanların ne kadar yanıldıgını görebilirsiniz.Adalet onun hayatında,hukuk,özgürlük,demokrasi onun hayatında var.Hedefiniz insanı yaşatmaksa peygamberimizin Vahşi’ye yaptıgına bakarsak o yeter.Bizim Osmanlı ya bakarsak,insani tarafları incelediğimiz zaman orada insan haklarını ve cihan imparatorlugu kurdugunu görürsünüz.Dünyamız peygamberimiz gibi osmanlılılar gibi emeviler gibi daha önceki geçmiş medeniyetler gibi güzel günler yaşamış.Ama şu yakın tarihimize baktıgımız zaman insan gördüklerine şaşırıp kalıyor.Bizim yakın tarihimize baktıgınızda olayların gidişatına falan biraz önce kendi yaşadıgını fırsat eline geçtiği zaman Karşındakine yaşatmaya çalışıyor ve yaşatıyorda.Yakın geçmişte rahmetli ŞEVKET KAZAN a sormuş öğrenciler ”Siz ne zaman iktidara geleceksiniz?” diye onun verdiği cevap aynen şöyle ”Futbol tribünlerini ağzından küfür akan insanların doldurdugu zaman değil bu tribünleri ilim akıtan insanların doldurdugu zaman gelicez demişti.”Bugün bakıyorum öyle bir kalabalık görükmüyor.Ama yine de Allahtan umut kesilmez.Bilim ve ilim akıtan insanlar çoğalabilir.Bugün memlekette güzel liderler çıkıyor da ama maalasef bizim ülkemizde ve dünyada lider çevresinde bir şakşakçı kesim var.Dünya ne cektiyse dünyayı sadece karın doyurmaktan ibaret sayanlardan çekti.

    • Bahri bey! Aslında şu an Rahmetli Ş Kazanın dileğıni dayısı olan; (Örnek Tırabızon sipor) isterse gerçekleştirebilir.
      Çünkü, bizim hapishaneler o bilim adamlarından dolmuş taşiyor ve rahatlıkla 100 binlerce bulunur.
      Bir emirle bu iş bitmiş olur.

    • Bahri bey nerdeymiş o liderin bolluğu? Şapkasını alıp giden soytarılar veya düne kadar başbakanı, bakanı olduğu partiye sövenler de mi lider oluyor yoksa?
      Tek derdi karnını doyurmak olan gariban insanlardan ne istediniz bilmiyorum ama karahalkın sahip çıkmadığı kimseye liderlik falan yok artık!
      Bize koşan, terleyen, yangelip yatmayan önderler lazımdır…

  15. Fetret asrı nedir?En aşikar olanın red edildiği ve akla en uzak olanın hakikat diyerek dayatıldığı karanlık bir devirdir. O asrın çağdaşlarına en aykırı fikri nedir? Resul(ASM) serdettiği tevhid fikridir. Haliyle Resul (ASM) tek başına iken söylemekten geri kalmadığını, mekkeli müşriklerin de bildiği eğer bu sözü başkalarına duyurmasına müsaade edersek her şeyimizi kaybederiz kaygısı ile söyletmen şeklinde başlattıkları boykot hadisesi ise aksül amel yapmıştır. Efkarın sadmelerinden, hakikat elmasları doğar diyerek istibdatcı olarak anılan Abdülhamit han hazretlerinin asrını görüp eleştiren Bediüzzaman elbette çok zaman değil birkaç on yıl sonra istibdatı mutlak olarak adlandırdığı cumhuriyet rejimi uygulamalarını görünce ittihatçıların verdiği gaz ile hataen Abdülhamit Han hazretlerine müstebit dendiğine, nedamet ederek istibdatı hakikinin tam manası ile nasıl tesis edildiğini bihakkal yakin yaşayarak görmüştür. Sonuç olarak yapılacak boykotlar, izinli yazılar, kısıtlı toplanmalar, korkarak yapılan eleştiriler,nefiyler ve hatta hapis ile korkutmalar bir zaman sonra etkisini kaybedecektir. Meşhur maarif vekilinin serzenişi gibi mektepler olmasa maarifin idaresi ne kolay olurdu kabilinden, milletin ağzı olmasa, halkın idaresi ne kolay olurdu şekline söz kalbolup millet konuşmaya başladığı zaman, ötecek gayretkeş düdüklerin hiçbirisinin sesi duyulmaz olacaktır. Hakikatın gizli kalmaması konusunda ismi Hak olan Cenab-ı Hak (CC.) vaadi vardır.

    • Bir yumruk ne kadar uzun süreyle sıkı tutulabilir?Eninde sonunda gevşeyecektir.
      Baskı insanın da,toplumun da fıtratına uygun değildir;sadece insanlık tarihinin döngüsündeki iniş dönemlerine mahsustur.O döngünün çıkış dönemleri ise,iniş devri bittikten sonra başlar ve mutlaka bu da olur.

    • Karahalkın sadmeleriyle sizin gibileri de bi hizaya sokup hakikatle tanıştırmak nasip olur inşallah ey aziz! Üstadın adını sanını buralarda kullanıp kirletmekten ar haya etmiyorsunuz anladık; bakalım şefkat tokatı bu sefer ne yandan gelecek?

  16. 2) Dünkü konuda, vaktinde okuyup yorum yazma fırsatı bulamadığım yorumlar üzerine devam…

    …. Tarihi süreçte birçok olaylar yaşanmış ve etki-tepki modu üzerinden yeni olaylara örnek teşkil etmiştir. Daha sonraki dönemlerde esen zemane rüzgarlar karşısında “Allah’ın ipine sıkı sıkıya bağlı olunduğu” iddiası oldukça gülünç kalır sanıyorum. Bireysel bazda birçok örnekleri varken, bunu sistem olarak başarabilmiş bir ülke örneği olmuş olabilseydi keşke (Evrende yok anlamına gelmez!).

    Ayasofya, İstanbul’un fethiyle ibadethane olarak işin sembolik önemini bilen Türklerin eline geçmiştir. 1200lü yıllardaki Haçlı seferlerinde Latinler İstanbul’u yağmalamışlar ve Ayasofya’ya da büyük zarar vermişlerdir. Bu hristiyanın hristiyana yaptığı saygısızlıktır. Türkler/müslümanlar ise bu yapıya hiç bir zarar vermemiş, iyi bakmışlardır. Ayasofya gibi sembol bir yapı ibadethane olarak kullanılacaktı da bu yer Cami olmayacak mıydı? Klise olarak kalamazdı. Cami olması gayet doğaldır. Aksi takdirde, Fatih’in İstanbul’u fethetmesinin bir anlamı kalmazdı (malum, hadisten de ilham almış! devir öyle bir devir). O zaman İstanbul’da ibadethane olarak o kadar büyük bir yapı yoktu. Ayasofya’nın Cami olarak kullanılması en Pratik olanıydı. Orada, hakkıyla ve “Allah’a ŞiRK koşmadan” ibadet edilmiş olmasının sembolik önemi aşikardır. Kuran’da buna ters bir şey olmasını iddia etmek, bence Kuran’ı anlamamakla ilgili olabilir. Kılıç hakkı konusunun bu işi savunma veya hakkaniyet olarak ortaya atılması yanlıştır, hele bu devirde öyle bir şeyin ağza alınması çok anlamsızdır/dini şuursuzluktur (bence).

    Bizim itirazcılar (müzeciler/müzelikler!) İspanyollar Endülüste ne yapmışlar bir de ona baksınlar. Ayrıca, güney Amerika’yı kolanileştirme başladığında yerli halka neler yapmışlar. Seyrettiğim belgeselde bu konu apaçık işleniyordu. Yerlilerin Reislerini/Başkanlarını/ileri gelenlerini topluyorlar, totemlerinizi/manituyu bırakacaksınız deyip ellerine tahrif edilmiş İncil’i veriyorlar ve “Ya buna inanacaksınız ya da yok olacak/öleceksiniz, size 2 gün mühlet” kabilinden süre veriyorlar. Akabinde, direnenlerin hepsini kılıçtan geçiriyorlar/tüfek te var o zaman….

  17. Dikkat edildiyse sayın yazarın yakındığı durum belli bir kesimin hastalığı olarak anlatılmıyor.Bana bu 15 Temmuz davalarını muhalefet iktidardan daha çok benimsiyor gibi geliyor.Arada cılız sesle ufak bir farklı çıkış olursa,o ses,topluca çok büyük bir yaygarayla hemen bastırılıveriyor.Sonra da lafta hak-hukuk…Chp’li siyasetçilerin hangi farkı var? Bağıra çağıra “söyletmen,urun!”Bu üslubun geleceği yoktur,sadece bu günlerin karanlığını koyulaştırır,ancak üslup sahiplerine de güzel bir gelecek vaad etmez.

    Ortamın yumuşatılması gerekiyor.Fehmi bey pazar günü yazılarını gerginliklerden bir nebze uzaklaştıran sanat,edebiyat konularına ayırsanız nasıl olur?Hepimizin daha çok incelmeye ihtiyacımız var sanki.Havayı biraz değiştirmemiz lazım sanki.

    Konudan bağımsız birkaç fıkra:

    1.Kuş ile ayı helikoptere binmişler.Helikopterin pilotu da olan kuş, aracı kaldırmış,bir taraftan da konuşuyormuş:

    -Dostum seni şimdi bir yere götüreceğim ki,gördüklerine inanamayacaksın.Hayatında böyle güzel yer görmediğini itiraf edeceksin.Her taraf yemyeşil ağaçlarla dolu,envai tür çiçeklerle bezeli;kokuları baş döndürüyor,şakır şakır akan sular,dereler…

    Kuş anlatımına devam ederken hemen altlarındaki bir armut ağacı ayının dikkatini çekmiş,heyecanlanmış,sevinçten oturduğu yerde zıplamaya başlamış.Helikopter kendinden geçmiş sarsılırken ayı haykırıyormuş:

    -Abi sen beni şu armut ağacının tepesine atıver de,anlattıklarının hepsi senin olsun!

    2.Uzun zamandır yol kenarında yürüyen ayı,nihayet gelen bir kamyonu otostop çekerek durdurmayı başarmış,binmiş.
    Kamyoncu kuş “yolculuk nereye bilader?” diye sormuş.Ayı cevap vermiş:
    “En yakın armut ağacına!”

    3.Kuş ile ayı bisiklete binmişler.Kuş önde ayı arkada giderlerken kuş demiş ki:

    -Bak ayı kardeş,bu pisiklet dedemin dedesinden hatıradır,manevi değeri çok büyüktür,çok ta hassastır,aman çok fazla kımıldama.Kaza yaparız sonra.Ne bize ne pisiklete bişey olmasın.

    Ayı karşılık vermiş:

    -Merak etme kuş kardeş,sana ayı sözü veriyorum ki nefes aldığımı bile duymayacaksın.

    Bir süre sonra bisiklet uzun bir yokuşu aşmış,rampadan aşağı hızla inmeye başlarken ayı,ilerde yan tarafta bir armut ağacı görmüş.Heyecanlanıp kendinden geçmiş.Kendini bisikletten fırlatıp ağaca doğru koşmaya başlamış.Bisiklet devrilirken canını zor kurtaran kuş ayının arkasından bağırıyormuş:

    -Hani ulan söz vermiştin,kımıldamayacaktın,galleş herif?

    Ayı bir taraftan koşarken cevap vermiş:

    -Kusura bakma kuş kardeş.Armutları görünce gözüm dönüyor.Ayının sözü armut ağacını görene kadardır…

    4.Ayı ile kuş yine bisikletle yolculuk yapmaya niyetlenmişler.Ancak kuş bu sefer ayıdan daha sağlam teminat almış:

    -Bak ayı kardeş,geçen sefer neredeyse canımdan oluyordum,ben de pisikletim de kazayı ucuz atlattık.Bu kez dengesizlik yapmayacağına dair daha sağlam bir teminat vermezsen seni pisikletime bindirmeyeceğim.

    Ayı:”Nasıl bir teminat seni ikna eder?”diye sormuş.Kuş yemin etmesinin yeterli olacağını söylemiş.Ayı:”Allah belamı versin ki nefesimi bile duymayacaksın”deyince kuş ikna olmuş ve kuş bisikletin önünde ayı da arkasında yola revan olmuşlar.

    Yine uzunca bir yokuşu aşıktan sonra bisiklet rampa aşağı hızla seyrederken ayı,yanlarındaki uçurumun altında bir armut ağacı görmüş.Ağacın üstünde de başka bir ayı,armut yiyormuş.

    Ayının yine gözü dönmüş ,fırlatmış kendini bisikletten uçuruma.Yuvarlanmış aşağıya.Her tarafı parçalanmış,kan revan içinde kalmış.Kırılmadık kemiği kalmadığından hareket edemeyecek hale gelmiş.O vaziyetteyken güçlükle kaldırdığı göz kapaklarının arasından bakmış.Görmüş ki diğer ayı,ağacın tepesinde olana bitene oralı bile olmadan armut yemeye devam ediyor.Yaralı ayı o vaziyette bile mırıldanmaktan kendini alamamış :”Böyle armut mu yenir?Ah!Ben orada olacaktım ki!..”

    Dayanamamış,güç bela sesini yükseltmiş:

    -Kardeş,sen orada ne yapıyon?
    Ağaçtaki gamsızca cevap vermiş:”Armutla mücadele ediyom.”
    Yaralı ayı inlemiş:”Armutla öyle mücadele edilmez!”
    Beriki gamsız:”Nasıl edilirmiş?”
    -At iki,üç tane buraya da ben sana göstereyim…

  18. Bu gibi baskıları! Yeterki millet duysun.
    Bu tip konuşmaları kısıtlamak isteyen otoriter rejimler belki bir kaç ay başarılı olabilirler, fakat sonunda başarıları tersine teper ve başlarına öğle belalar açarki hayatları karalır.

    Benim Kanadan tanıdığım Azer asıllı İranli bir kiz var şu an New Yor Time’s El Cezire ve United Nations de değişik dallarada gazetecilk yapiyor.
    N… ve Çinli arkadaşi ocak ayında Twitter’den Çin ve ıranın korona virüsünden õlenleri gizlediklerini belgeler ile birlikte de sayılarını vererek yaziyordular

    Ikisininde memleketlerinde yakın akrabaları var ve haberleri onlardan öğreniyordular.

    Tabii ikiside Kanadalı oldukları için Kanada hükümetine daha geniş bilgiler verdiler.
    Şimdi Kanada ve birkaç ülke virus’ü gizledikleri için Çin ve İrani mahkemeye vermeye hazırlaniyorlar.
    N, 10 yaşındaydı Annesi ve babasının canlarına okuyordu. Ben onu çok severdim oda beni.
    Ben ABD ye taşındıktan sonra ane, babası ve ablaları ile görüşmiyorum fakat N ile görüşiyorum, çünkü hiç iranlılara benzemiyor, dos doğru bir kiz.
    Boynun kesen yalan söylemez.
    Ocaktan Mart sonun kadar iran’ın günlük rakamlarını veriyordu, ve çok yüksekti.
    Helal olsun beni minik arkadaşıma kötülerın korkulu ruyası.

Yoruma kapalı.