Kendimizi yeniden keşfetmeyi göze almazsak her alanda yenilen olmaya mahkumuz

18
Reklam

Dün ligin iddialı iki takımı –Beşiktaş ve Trabzonspor– rakiplerine yenildi. 

Olur a, futbol bu, yenen kadar yenilen de olacak elbette. Bu sabah, yenilen takımların yöneticilerinin tepkileri ile uzman gazetecilerin değerlendirmelerini okuduğumda hiç şaşırmadığımı fark ettim. Yöneticiler hakemleri suçladı, uzman gazeteciler ise bu haftaya kadar yere göğe sığdıramadıkları hocalar ile bazı oyuncuların yetersizliğini dile getirdi.

Sonucu rakip takımın arkasında iktidarın bulunduğu iddiasıyla değerlendiren bile çıktı.

Hocaların konuya yaklaşımları da sürpriz olmadı benim için; esas onlar şaşkınları oynamaktalar.

Kraliçe’nin ölümünden sonra yas yüzünden tatile sokulan İngiliz liginde de son hafta favori takımlardan yenilenler oldu. En önemlisi, geçen yıl şampiyonluğu tek puanla kaybeden, başka birkaç şampiyonada kupa kaldıran Liverpool’un İtalyan takımı Napoli’den dört gollü mağlubiyet tatmasıydı.

Orada verilen tepkiler, değerlendirmeler ve hocaların yaklaşımları bizden çok farklı.

Chelsea takımının yeni sahipleri gözünün yaşına ve geçmiş başarılarına bakmadan teknik direktörü azletti.

Liverpool’un hocası Jürgen Klopp ise kusuru başkalarında aramak yerine “Kendimizi yeniden keşfetmemiz gerekiyor” cümlesi ile başlayıp sonraki haftalarda karşılarında oynayacak takımların artık kendilerini yenilmez görmeyeceklerini söylemeye kadar varıp özeleştiri yapmayı yeğledi.

Reklam

Futbol kendine has özellikleri bulunan bir oyun. Her takım her maça yenmek veya yenilmemek amacıyla çıkar. Favori takım elbette yenmeye daha yakındır, ancak her maçı favori takımın kazanacağı diye bir kural da yoktur.

Hep favoriler kazansaydı futbol denilen oyun seyredilmeye değer olur muydu?

Yenmek kadar yenilmek de bu oyunun tabiatında var.

Öyleyse?

Maçlarda istedikleri sonucu alamayan takımların yöneticileri ve hocalarının, başkalarını suçlamak yerine, önceliği “Nerede hata yapıyoruz?” sorusuna cevap aramaya vermeleri daha doğru olur. 

Bazen zaten herkesin görebildiği belirgin hakem hataları yaşanmış olsa bile…

Hata yapan hakemleri de kendilerine gelmeye zorlamanın başka bir yolu yok. 

[Önlerinde hala uzun yıllar bulunanlar ile uluslararası önemli müsabakalarda FİFA’nın sürekli görev verdiklerinin de aralarında yer aldığı 13 hakem kararlarıyla kulüpleri kızdırdıkları için bir çırpıda devre dışı bırakıldı ve bu yıl pek çok yeni yüzle tanışıldı da ne oldu? Eskilere yönelik suçlamalar şimdi yeni hakemler için yapılıyor.]     

Reklam

Futboldan ve dünkü maçlardan söz ediyorum ama aklım hepimizin değişik alanlara da yansıyan ortak özelliklerimizde…

Siyasette, iş dünyasında, hatta medya alanında.

Tarihe, geçmişimize bakışımızda bile tuhaflıklarımız var.

Her şeyde dışımızdakileri suçlayacak bir şeyler bulma adetimiz tuhaf.

Kendimizi her zaman ve her konuda haklı görme alışkanlığımız da öyle.

“Acaba” diye yüksek sesle düşünüyorum, “Her konuda elinde sarı ve kırmızı kartlar bulunan birer hakem olsaydı, yaptığımız hatalara hangi sıklıkla kart çıkartılır ve hakem tarafından verilen cezalara tepkilerimiz ne olurdu?”

Futbolda yaşananlar ve müşahede edilenlerden farklı bir şeyler yaşanacağını sanmıyorum.

Şu sıralarda kritik sonuçlar doğurabilecek bir seçime doğru hızla gidildiği için kötü alışkanlıklarımız daha fazla belirgin hale geliyor.

Topyeküncülük herkese hakim; genellikle daha sakin olanlara bile şu günlerde topyeküncülük sirayet edebiliyor.

Ya hep, ya hiç yaklaşımı hemen herkesi etkisi altına alıyor.

Son padişah Vahdettin’i vatan hainliği ile kahramanlık uzak noktaları içerisinde değerlendirmenin başka ne adı olabilir ki?

Görüşlerini beğenmediğimiz, konulara bizden farklı yaklaşan insanlara bile biraz sıkışınca uygun bulduğumuz sıfat günümüzde de ‘vatan haini’ olmuyor mu?

İzmir belediye başkanı, biri/leri için, vaktiyle o dönemin kendine özel şartlarında kullanılmış ‘gaflet ve dalalet içinde olma’ suçlaması yapabiliyor; ona karşı çıkma ihtiyacı duyanlar da kendisini ‘düşman’ bellenen komşu ülkenin başkentinin belediye başkanlığına layık gördüklerini söyleyebiliyorlar.

İki taraf da birbirine anlamaya hazır değil.

Seçimde ne olacaksa olacak. Her ülkede seçim yapılıyor, hepsinde mevcut iktidarlar devam edebildiği gibi halkın oyuyla değişebiliyor da. İşte geçen hafta sonu yapılan seçimde İsveç halkı iktidarı değiştirdi, hükümet kurma görevini sol partiye verdi; buna karşılık, İngiltere’de son seçimden önde çıkmış iktidar partisi genel başkanı ile ülke başbakanını kavgasız gürültüsüz değiştirdi.

Bizde seçim eski Roma’daki sonunda illa birilerinin ölmesi gereken gladyatörler savaşı gibi. İktidar partisi yapılacak seçimden yine başarıyla çıkarsa halkın yarısı karalar bağlayacak, tersi olur ve muhalefet iktidara gelirse sanki deprem olmuş gibi sarsılacağız.

Halbuki bu ülkede şimdiye kadar nice iktidarlar yerini başka iktidarlara bıraktı; dünün ülkeyi yönetmiş partilerinin çoğunun şimdilerde esamileri okunmuyor.

Sandıktan çıkacak sonucu yenilenin kabul edeceğinden bile emin olmak mümkün değil ülkemizde.

En çok konuşulan konunun ‘sandık güvenliği’ olması ve sandığa müdahale edilebileceğinin düşünülmesi de bize özgü garabetlerden. 

Maç oynanırken futbolda kurallar değişmiyor ama damgasız oy pusulaları önceden alınmış kararın hilafına seçim günü bizde geçerli sayılabildi.

İstanbul’da yapılan seçimlerde dört ayrı oy kullanıldı, o oylardan yalnızca biri geçersiz sayılarak yeniden sandığa gidilebildi.

Bereket, şaşırtıcı sonuçlara bakıp yenilen takımlardan maçların tekrarlanmasını isteyen çıkmıyor; sahi neden çıkmıyor?

Klopp’un takımı için söylediği bizim için de geçerli: Bizim de kendimizi yeniden keşfetmemiz gerekiyor…   

ΩΩΩΩ

Reklam

18 YORUMLAR

  1. “İki taraf da birbirine anlamaya hazır değil”. demiş Fehmi bey.

    Kutuplaştırılmış dediğim işte budur. M.K.Atatürk Paşamız anadan doğma Osmanlı olduğu halde onu anlamadı. Eksikleri giderici/yapıcı değil, Kutup Başı olarak yıkıcı olmayı tercih etti. Bunun için eskinin kötülenmesi “tu ka” denmesi “deha”sının! eseriydi. Dünkü yazı konusu “hain” denilen Vahdettinin dini bilgisi iyi imiş. Sembolik olarak “Sen şimdilik bir yere gitme. yepyeni bir ülke kuruyoruz. Sana da yer var. Halifelik makamı restore olasaya kadar o makamda kal” diyebilseydi. O zaman “İŞTE BU, Büyük Adam” diyebilirdim. “Halifelik” kurumuna restorasyonla yeni işlev kazandırılmış olsaydı, kesinkes, birçok faydasını görürdük. Dahası, küresel çapta, iki gün önce yıldönümü geçen 9/11 olayı asla yaşanmazdı. O kadar masum insan ölmezdi. Yani bu olayda bile vebali vardır. Aldülhak Hamit Tarhan M. Kemal’in İslam’a hizmet edeceğini de ifade ediyordu değindiğim kaynakta. Ama gel gör ki ona da ve başka birçoklarına da büyük hayal kırıklığı olmuştur M.K. Atatürk Paşamız. DiN ile direkt olarak uğraşmadı deniyor (aslında görüşleri itibariyle hiç de pozitif olmadığına dair referanslar yok değil, bildiğim kadarıyla internette halen var) ama indirekt etkileri arasında “yapıcı” olmaktan ziyade “yıkıcı”lık var. Direkt olarak yapamayacağını indirekt olarak becermişe benziyor. O gündür bügündür hatalarını kabul eden birleştirici bir model ortaya atan yok.

    İşte bu, birbirini anlamamakta ısrar eden iki kutuplaşmış kesimin zafiyetinde oldukları “Akıl*İman Sentezi”dir. Ancak işin içinde “iman” olunca M.K. Atatürk Paşamızın taraf olduğu kesimin tüyleri hala “diken diken” oluyor sanıyorum. Çıkardıkları sesler bunun böyle olduğuna işaret ediyor.

  2. Burada birkaç günlük konuya ancak bir defa yorum yazabiliyorum. O nedenle kusura bakılmasın.
    Türkiye siyasetçisinden trolüne, dürüst yorumcusundan MİT’in gazetecisine kadar hemen herkes aynı eski plaklarına döndüler. Bunu bilerek mi yapıyorlar, bilmeden mi orasını bilemiyorum. Fehmi Bey sıklıkla hakiki problemlere, özellikle de zihniyet problemlerine dikkat çekiyor ama kimse pek tınmıyor.
    Sondan başlayalım, Vahdettin meselesi. Yahu bu tartışma Türkiye’de insanları güdülemenin en temel yöntemlerinden biridir. Tarihteki bir olayı körlerin fili tartışması gibi saçma sapan bir düzeyde tartışmak bize özgü bir uygulama. Niçin yapıyorlar bunu? Tamamen duygusal. Çünkü ülkeyi bu halde tutmaları için ülkenin en az ikiye bölünmüş şekilde bir kördöğüşünde olması lazım. Ancak bu şekilde ülkeyi rahat söğüşleyebiliyorlar. Herkes görevini yapıyor tabii ki. Kimisi mübarek padişahlarımızı savunuyor, kimisi bodoslama tarihimize saldırıyor. Biz de kalkıp bu tiyatroyu ciddiye alıp tartışıyoruz. Acaba Vahdettin vatan kurtaranmıydı yoksa vatan haini miydi? Abi ben bu zokayı yutup tartışmayacağım müsaadenizle.
    İki fotoğrafın düşündürdüklerine bakınca ülkenin geldiği yer acıklı. Farklı fikirlerde olanların birbiriyle görüşebilmesi yani diyalog kurması bir zamanlar makbuldu. Ama köprülerin altından çok sular aktı. Hoşgörü ve diyalog demenin hainlik olduğuna büyüklerimiz karar vermiş bir kere. Bu zokayı sadece iktidar yandaşlar yutmadı, iktidar karşıtı görünen nice kahraman siyasetçi de gasteci de farklı fikirlerdeki kişileri bir araya getirdiği için hala Hizmet Hareketine sayıp söğmeye devam ediyor. Başka söze hacet yok.
    Önce dilimizi, kelimelerimizi düzeltmemiz lazım. Yoksa biz bu saçma sapan tartışmalarımızla güzel vaktimizi harcarken bu dostlarımız ülkeyi söğüşlemeye devam edecekler.

  3. Milletimizin kararlılığını Cumhurbaşkanı Erdoğan, 26 Ağustos 2022’de Malazgirt Zaferi’nin 951. Yılı münasebetiyle söyledi:

    “Hiçbir saldırıya, hiçbir oyuna, hiçbir tuzağa tahammülümüz yoktur. Vatanımızı bölmeye, devletimizi yıkmaya çalışan hiç kimsenin gözünün yaşına bakmayız…”

  4. Resmî tarihte öğretilenler yeni rejimi ululamak için başvurulan abartılardan ibarettir.

    Bunu bizzat Atatürk kendisi söylüyor. Diyor ki:

    “Laikiz dedik, dinle ilişiğimizi devlet olarak kestik. Cumhuriyetiz dedik, rejimimizi tehlikeye düşürmemek için saltanat devrini kötüledik, kazanılmış büyük zaferleri bile birkaç satırla geçiştirmeye başladık. Latin harflerini aldık, yeni kuşakları binlerce yıllık geçmişinin hazinesinden yoksun bıraktık.”(Atatürk’ün Fikir kaynakları, Milliyet 15 Kasım 1974)

    Nutuk’un ilk sayfasındaki “saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği alçakça tedbirler araştırmakta.” ifadeler de bu kabildendir.

    Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gönderilişinin Osmanlı devletinin bir operasyonu olduğunu inkâr mümkün değildir. Aslında başka isimler gündemdeydi ama Mustafa Kemal’i tercih eden de bizzat Sultan Vahdeddin olmuştur!

    ‘Atatürk olmasaydı’ diyerek millete hakaret edenlerin bu hakikati unutmamaları gerekir!

    Bunun bilincinde olan Mustafa Kemal Paşa, Damat Ferit hükümetine karşı sert çıkışlarına rağmen saltanatın ilga edildiği ana kadar Sultan Vahdeddin’e bağlılığını ifade etmekten çekinmemiştir.

    Mustafa Kemal Paşa, Vahdeddin’e rağmen değil tam tersine onun desteğini alarak Anadolu’da faaliyet gösterebilmiştir. Vahdeddin de milli mücadeleye desteğini sürdürmüştür.

    Dolayısıyla Osmanlı hanedanının tabiatıyla da Vahdeddin’in vatanperverliği tartışılmaz bir gerçektir.

  5. 6+1 li masa krize giren aday belirleme sürecini Gürsel Tekin ve Tunç Sayesinde biraz rahatlama evresine girmişti. Ama dönüp dolaşıp gündem yine aday belirleyememe sorununa geldi. Meral Akşenerin 2 Ekimde açıklayacağız lafı gündemin ilk sırasında.
    Kafa karışıklığı, umut olamayışları hala masanın üzerinde. Çok güvendikleri Özer Sencarlı Metropol ün son araştırması morallerini bozmuşa benziyor. Kararsızları kendi tarafına doğru çekemediklerini, kararsızların tekrar iktidara yöneldikleri söylüyor Sencar.
    Dün, fondaşlı olarak literatüre giren Ruşen Çakırın konuğuydu. Yarışın yeni başladığını, hiçbirşeyin belli olmadığını dile geririyor.
    Masanın en büyük handikapı adayı belirleyememe olduğunu ve aday belli olduktan sonra adayın meydanlardaki etkisinin çok büyük olduğuna dem vuruyor. İktidarın dibe geldikten sonra tekrar yukarı gittiği vurgusunu yapıyor.
    Halk tarafından bütün olumsuzluklar satın alındığını ama masanın sadece Erdoğan karşıtlığı ve olumsuz tablo ile biryere varamayacağını belirtiyor. Kısacası halkın masadan umudunu kestiğini, masanın planlarının, projesinin, çözüm önerilerinin, adayının netleştirememesinden dolayı durağanlaştığını, son söylemleriyle halkı kutuplaştırdığına dem vuruyor.
    Bir siyasinin gücü meydana çıktığında anlaşılır, diyor.
    Sonucu adayların meydanlardaki etkisi belirleyeceğini belirtiyor.
    Chp li yöneticiler eski alışkanlıklarına geri döndüler. Yapmacık helalleşmeden sonra tekrar toplumu kutuplaştıracak açıklamalar onlar için pöpüler hale geldi.
    Masa çıkabileceği tepe noktasına çıktı. Algılar satın alındı.
    Buraya kadarmış.
    Masanın bundan sonraki hamlesi elindekileri koruması olacaktır. Kutuplaştırıcı dile devam edecekler görünüyor.
    O da bir yere kadar.

  6. “Bizde seçim eski Roma’daki sonunda illa birilerinin ölmesi gereken gladyatörler savaşı gibi. İktidar partisi yapılacak seçimden yine başarıyla çıkarsa halkın yarısı karalar bağlayacak, tersi olur ve muhalefet iktidara gelirse sanki deprem olmuş gibi sarsılacağız.

    Halbuki bu ülkede şimdiye kadar nice iktidarlar yerini başka iktidarlara bıraktı; dünün ülkeyi yönetmiş partilerinin çoğunun şimdilerde esamileri okunmuyor.”

    Bütün siyasileri zincirlikuyu mezarlığına davet ediyorum.

    Gidip baksınlar orda çoğu yatan Ben olmazsam Türkiye parçalanır, Türkiye yıkılır diyordu!
    Hala Türkiye Ayakta Demek sende olmasan Türkiye ayakta.

    önce kendini seveceksin ve hiç kimseyi başının üstüne koymayacaksın. bir insanı vazgeçilmezler statüsüne yerleştirdin mi bunun çok ağır bir geri dönüşü olur. öyle büyük bir hayal kırıklığı yaşarsın ki, bu hayat boyu peşini bırakmayacak kadar ağır olur. o insan gittikten sonra öyle büyük bir boşluğa düşersin ki, yediğin yemekten bile tat alamazsın, nefes almak anlamsızlaşır. o yüzden kimseye bağlanmayın. (AK Partiye tapanları Depresyon bekliyor)

    Vazgeçilmez mi görüyorsun kendini? Çalıştığın şirket için çok mu önemlisin?

    Ayrıl ve bir hafta sonra uzaktan bir bak içeri.

    Yerinde birinin oturuyor olacak.

    Bu şirket, bu dernek, bu aile bensiz yürümez mi diyorsun?

    Öyle bir yürür ki, hayret edersin.

    Sandalyeler hep dolacak, ailenin evinde bile…

    Toprağın altı kendini vazgeçilmez sanan insanlarla dolu, üstü ise bunu bildiği halde hala kendini vazgeçilmez sananlarla…

  7. Milleti saf bilip şöyle bir propaganda yürütüyor iktidar. Yunanistan Türk F-16’larına S-300 füzeleri ile kilit attı, biz de mağduruz. Yok öyle numara. Bir kere oralarda niye uçuyordunuz. Neden sürekli Yunanistan hava sahasını ihlal ediyorsunuz. Tartışmalı bir sahada neden sürekli taciz ediyorsunuz dost Yunanlı kardeşlerimizi. Doğru söylediğinizi nereden bileceğiz. Yalancının mumu hikayesi gibi. O kadar çok yalan söylediniz ki şimdiki doğru olsa bile bizi inandıramazsınız artık. Yutmuyoruz.

    • Yuhbe hakikaten yuh
      Bu kadar vatan millet düşmanlığı biraz ayıp olmuyor mu .Adamın kaç kere ihlal ettiği ortada iken bunca kayıt varken hala ülkeni suvlamak tek kelime ile ayıp ayıp değil sede bu ne düşmanlık ??

      • Ahmet bey, şaşırmana gerek yok. Herkes zamanla eteğindeki taşı bi döksün. Açıldıkça bi açılsın, rahatlasın.

    • Hayret yaa! hakkaten! Ender sen Yunanistandanmı yazıyorsun. Yaa ne bu halin? yunanlı dost kardeşlerin ülkene kazık attıkça senin hoşuna gidiyor belli. Onların kullandıkları S-300leri Rusyadan almadılarmı. Yankiler onlara nato ülkesi olarak rus askerı ekipmanı kullanamazsınız neden diyemiyor. Bize S-400 lar konusunda bozuk atıyor. Sen bunu da alkışlıyon.

  8. Avrupada uzun yıllar kalmış bir büyüğümüze 1994 yılında bir gün ‘ Bizler , konuşmalarımız esnasında sık sık Avrupa’dan örnekler veririz ; bu Avrupa gerçekten bizden bu kadar ilerde mi ‘ diye sordum.
    Aslında onlarla aramızda çok büyük farklılıkların olmadığını, bazı konularda atbaşı beraber olduğumuzu, bazı konularda onların biraz ilerde , bazılarında ise bizim biraz ilerde olduğumuzu söyledikten sonra (O yıllarda rahmetli Özal ‘in hamlesiyle telekomünikasyon konusunda Avrupa’nin bir hayli önünde idik ) şu çarpıcı kanaatini ortaya koydu ,
    _ Ama bir konu var ki aramızda tam 200 sene fark var ; o ise her konudaki zihniyettir !
    Ben bu konuyu bir başka büyüğümüze sordum , o da 300 sene demez mi !!!
    Bu konuda öyle zannediyorum ki hemen hemen herkesin bildiği , anlatabilecegi bir çok örnekler de vardır.
    O büyüğümüz bu konuda bir çok örnekler de verdi .
    Birisi de şu: ‘ Kim , hangi delet dairesine giderse gitsin , karşısındaki memur önünü ilikler ve ayağa kalkarak karşılar, elindeki işi bırakır ve öncelikle o vatandaşın işini görür .Çünkü o vatandaşın velinimeti olduğunu çok iyi bilir ‘
    Ben de ne acıdır ki ülkemde, ömrüm boyunca
    hangi devlet dairesine
    gittiysem inanın bir kere olsun kesinlikle insanca bir muamele görmedim !
    Bizim her konuda mutlak bir zihniyet reformuna şiddetle ihtiyacımız var ; bu ne zaman ve nasıl olur o da meçhul!
    Tabii bu o kadar kolay bir iş de değil , gereken her şey yapılsa bile sonuç almak bir kaç nesilden sonra ancak mümkün olabilir !

  9. lafla peynir gemisi yürüseydi herhalde şimdiki iktidarın gemisi yürürdü ama bizzat parti başkanı sayın erdogan gemi su alıyor hepimiz boğulacağız uyarısı yapıyor.
    lafla peynir gemisi yürümüyor.
    ecdada meraklı çokmuş meğersem.
    malına sahip çıkın madem, parasına sahip çıkın. bütün zamanların en büyük değer kaybını yaşıyoruz. itibarına sahip çıkın, millet vize alamıyor. enflasyona sahip çıkın dünya rekoruna koşuyoruz. millete sahip çıkın sizler hiçbir ülkede olmayan lüks içinde yaşarken millet gıda maddelerini alamıyor. adalete sahip çıkın yargıya, eğitime, tarıma, hayvancılığa rakamlar ortada.
    her alanda uçurumdan aşağı düşen taş gibi geriliyoruz,
    memlekete sahip çıkın madem ecdada meraklısınız, emanetine sahip çıkarak gösyrrseydiniz ya.
    lafa gelince laf çok,
    joyce’a kalemini ters giydirir bunlar,
    okurken mendil alın yanınıza.
    hele iş dış güçler baladına gelince ellerine kimse su dökemez,
    uçuyoruz kaçıyoruz masallarına gelince binbir gece masalları halt etsin bunların yanında, mitoloji desen oğuz kaan utanır ama bırak yurt dışına gitmeyi, markete bile gitsen efsane sona eriyor işte.
    rahatsız edici bir seçim günleri var önümüzde belli ki bol bol hikaye, destan, masal bizi bekliyor,
    ifşalar, kasetler, itiraflar bonus.

  10. Muhafazakârlarla helalleşme ve toplumun değerleriyle barışma konusunda açıklamalar yapan Kemal Kılıçdaroğlu ve muhafazakâr kökenli 5 genel başkan, Osmanlı’ya açıkça hakaret eden ve Yunan saldırganlığına zeytin dalı uzatan Tunç Soyer konusunda neden dut yemiş bülbüle döndü? Tek motivasyonları Erdoğan’ın önüne set çekmek olan 6’lı masanın muhafazakâr üyelerinin, CHP’li bir belediye başkanının Osmanlı’ya galiz hakareti konusunda sessizliğe bürünmesi, ibretlik bir olay olarak Türk siyaset tarihine çoktan geçti bile.

    • Kurtuluş savaşı aynı zamanda Osmanlı’yı da bitiren bir savaştır. Çünkü Saray zaten tam teslim olmuştu. Ayrıca kurtuluş savaşından sonra olanlar gayet açık. İşgalcilerle anlaşmalar yaptık ve dost olduk. Eski işgalcilerle ve yeni dostlarımızla askeri siyasi bir sürü birlik içindeyiz. Osmanlı’yı ise kökten atıp yeni bir devlet kurduk. Bu durumda şimdi hala işgalcileri kötüleyen bir söylemde devam etmek anlamsız. Artık dostuz. Ancak Osmanlı artık bitmiş gitmiş (öyle değil mi yoksa) ve üzerine yeni bir devlet kurduğumuz eski bir (düşman değil ama) mirasına oturduğumuz bir yapı. En kolay kötülenecek olan o. Yoksa yeni dostlarımızla tekrar düşman olmak sevdasında mısınız? Ve neden? Neden şimdi? Dostlarımızı düşman yapmanın (örneğin Yunanistan) ne gibi bir faydası olabilir.

  11. İzmir’i sanki zalim Yunanistan’ın değil de Osmanlının işgalinden kurtarmışız gibi bir anlayışla sahiplenmek, asırlarca bir Osmanlı şehri olan İzmir’den Yunan zulmüne tek laf etmezken Osmanlı’ya sövüp saymak ne Cumhuriyetçiliktir ne de Atatürkçülük.

    Unutmasın hiç kimse: İzmir’i acımasız Yunan işgalinden kurtaranlar o tarihte Padişaha, hilafete ve saltanata bağlı olan Osmanlı paşaları ve neferleriydi.

  12. “… [M]emleketin dâhilinde ‘ana muhalefet yöneticileri’ gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bunlar şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.”

    Mevcut durum aynen budur…

    • İktidar da gaflet, dalalet, hatta hıyanet içinde olabilir. Nitekim öyle galiba. Neyse buna seçimde karar verecek millet. Hep beraber göreceğiz kim daha çok hıyanet içinde.

      • 80 yıldır anlamadın mı. Millet Chp yi başa getirmeyerek Kararını veriyor. Hadi onuda anlamadıysan son 20 yıldır millet yine kararını veriyor. Merak etme yine kararını verecek.

Yoruma kapalı.