You are currently viewing Korona hafife alınmaya başladı, sonuçlarına katlanabilir miyiz? Ve, yine İstanbul Sözleşmesi…
Eser: Salam Atta Sabri..

Korona hafife alınmaya başladı, sonuçlarına katlanabilir miyiz? Ve, yine İstanbul Sözleşmesi…

Sağlık bakanı korona vakalarının 40 kat arttığını açıkladı.

Müthiş bir artış.

Yalnız bizde değil, başka ülkelerde de, hatta bizdekinden daha da fazla etkisini hissettiriyor korona.

Ben yaşlarda bir yakınım, korunma konusunda çok da dikkatli davrandığı halde, sonunda hastalığı kaptı. Yeni versiyonun öncekinden daha yumuşak seyrettiği anlaşılıyor.

Sokağa çıkıp topluma karışması gerekenlerin en azından maske kullanması gerekir değil mi? Bir hafta boyunca bulunduğum tatil kasabasında ilaç için olsun maskeli insan görmedim. Tek tük maskeliye uzaydan gelmiş gözüyle bakılıyordu.

Önceki gün toplu taşım kullanarak bir yerden diğerine gidip gelmem gerekti. Evde maske kalmamış, almak üzere yol üzerindeki en ünlü marketlerden birine uğradım. Maske yokmuş. Her şey var, ama maske yok. Ne yapacağım kaygısıyla çıkışa doğru yürürken, bir çalışan, maskenin yıkanılıp kullanılan türünün varlığını hatırladı.

Paraya kıyıp onu aldım.

Metroda maskeli-maskesiz oranı yarı yarıyaydı.

İnsanlar birbirlerini ‘‘Herkes hayatında bir kez bu hastalığa düçar olacak’’ diye teselli ediyor. Yarı yarıya doğru bir değerlendirme bu. Doğru olan yarısı, günün sonunda bu hastalığı kapmayan kişi kalmayacağı tespiti. Hasta olmayanlar da gün gelecek hasta olacak. Tespitin doğru olmayan bölümü ise, ‘bir kez’ ile sınırlı görülmesi. Oysa, bir kapan bir daha hatta birkaç kez hastalığı kapabiliyor.

Bazılarında yumuşak geçen başkalarında bütün dengeleri bozabiliyor.

Çare, aşı. Fazla gecikilmeden Çin aşısının yeterli olmayacağı görüldü ve bazı aklı evvellerin taktığı BionTech aşısına -iyi ki- dönüldü. Kendi aşısıyla halkını hastalıktan koruyamayan Çin’de korona hala ilk günkü tahribatını sürdürüyor.  

‘65+’ grubunu teşkil eden bizlerin üzerinde başlangıçta iki kez Çin aşısı denendi, ardından iki kez de BionTech aşısı olduk; dördüncüden sonra altı ay geçtiğinde takviye aşısını da uygulattık.

Kendi hesabıma ben, gerekli görülen altı aylık süreyi doldurunca sonuncudan sonra verilebilen yeni takviye aşısını da bekliyorum.

Aşı karşıtlarını, özellikle de bunu kampanya haline dönüştürenleri, anlamakta zorlanıyorum.

Yakınlarımdan da aşı karşıtlığı etkisiyle bundan uzak duranlar çıktı. Herkesin kararı kendine. Ancak öyleleri üzerinde ailelerin biraz daha dikkatli olmalarında yarar var. Aşılılardan hastalık kapanlar çıkıyor çıkmasına, ancak hastalık onlarda daha mülayim seyrediyor; buna karşılık aşısızlar hastalığı daha sert geçirebiliyor.

Başlarda tıp alanında ve medyada aşı karşıtlığı üzerine kariyer yapmaya kalkışanların sayıları yüksekti; zaman içerisinde hayli azaldıkları görüldü. Yine de inatlarını sürdürenler var. Bilimsel makalelerde rastlanabilen ihtiyatla ilgili uyarıları büyüterek, her ülkede siyasetin diline dolamasıyla iktidarlara yönelik eleştirilerde kullanılan malzemeyi oraların muhalif basınından çevirtip bilimsel gerçek gibi sunmak bir ara modaydı; şimdilerde eskisi kadar malzeme bulunamıyor. Yine de inadım inat diyenler var.

Umarım, hiç değilse maske kuralına uyuyorlardır.

ΩΩΩΩ

İstanbul Sözleşmesi’ni iptal kararı AK Parti’nin kendi eliyle düştüğü bir tuzak olabilir mi?

TBMM tarafından kabul edilmiş, hazırlığında ülkemiz uzmanlarının büyük katkısı bulunduğu ve imzaya burada açıldığı için ‘İstanbul Sözleşmesi’ adını taşıyan, kadınlara şiddet uygulanmasını ortadan kaldırmayı amaçlayan uluslararası anlaşma, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından tek bir imzayla iptal edilmişti.

Muhalefetin itirazı üzerine konuyu görüşen Danıştay’ın bir dairesi yapılan işlemi doğru bulmuş. TBMM tarafından kabul edilmiş yasa değerindeki bir uluslararası anlaşmayı cumhurbaşkanı iptal edebilirmiş.

Hukukçular daha ilk günden bu işlemin hukukun temel kurallarıyla çeliştiği görüşünde birleşmişlerdi.

Anayasal bir kurumun -örneğimizde TBMM’nin- yaptığı bir tasarrufun -örneğimizde İstanbul Sözleşmesi’nin- yine aynı kurum tarafından iptal edilebileceği kuralı, Danıştay’ın ilgili dairesi tarafından göz ardı edilmiş oldu.

Kadın örgütleri sözleşmenin kapsamıyla daha fazla ilgililer ve Danıştay kararına bu yönüyle karşı çıkan gösteriler düzenliyorlar.

Olayın hukuka dönük yüzü de en az sözleşmenin içeriği kadar önemli.

Bana sorarsanız, o yön çok daha fazla önem taşıyor.

Cumhurbaşkanına -bugün Tayyip Erdoğan’a, yarın kim seçilecekse ona- böyle bir yetkinin tanınması sakıncalıdır.

Ortakları MHP ile birlikte sözleşmeyi usulüne uygun olarak Meclis’te iptal edebilecek çoğunluğa sahip olduğu halde AK Parti’nin -ve tabii Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da- o yola başvurmaktan neden kaçındığını anlayamıyorum.

Sözleşme, onu çıkaran kurum olan TBMM tarafından iptal edilse, sorun hukuki tartışma doğurmazdı.

Daha da önemlisi şu: AK Parti -ve Cumhurbaşkanı Erdoğan– yapılacak ilk seçimde şimdiki konumlarını kaybeder ve muhalefetin adayı cumhurbaşkanı seçilirse, yeni cumhurbaşkanı Danıştay’ın ilgili dairesi tarafından onaylanmış yetkiyi, bu defa AK Parti döneminde çıkartılmış pek çok yasa ve sözleşmenin iptalini kolayından sağlamak için kullanabilir.

‘‘Kullanmaz, kullanamaz’’ mı diyorsunuz, şaşarım bunu diyenlere…

Zaten Danıştay savcıları, daha en baştan, hukuka aykırı yön sebebiyle kararın iptalini istemişlerdi. Danıştay’ın ilgili dairesi, kararını, iki üyenin karşı çıkmasına rağmen üç üyenin oyuyla verdi. ‘Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun veya muhalefetin konuyu önüne taşıyabileceği Anayasa Mahkemesi’nin ilgili dairenin bu kararını iptal etmesi mümkün.

Muhalefet bakalım bu yollara başvuracak mı, yoksa çözümü seçim sonrasına mı bırakacak?

ΩΩΩΩΩ