Ne tuhaf bir ülkeyiz; seçim yapıyoruz yapmasına ama sandıktan çıkan sonucun kabul edilmeyebileceğini, iktidarın kazanana teslim edilmeyebileceğini düşünebiliyoruz.
Başından sayısız darbeler, başarısız veya niyet düzeyinde kalmış darbe girişimleri geçmiş bir ülkeyiz, buna karşılık politikacılarımız ‘darbe’ sözcüğünü öylesine, normal bir şeyden söz ediyormuş gibi telaffuz edebiliyor.
Yılların özlemi olan pek çok alan var ve bir bakıyoruz onların pek çoğu, seçime bir kaç zaman kala, birbiri ardına gerçekleşebiliyor. Yerli-milli araç yapmaya, kendi doğalgazımızı üretmeye, petrol bulmaya başlıyoruz; savaş gemisi, savaş uçağı, en hızlı tren devreye giriyor, açılması uzun yıllardır dört gözle beklenen bir tünel ansızın açılıveriyor…
Hepsi ve daha fazlası seçime bir-iki hafta kala gerçekleşiyor.
Ne diyeyim bilmiyorum; tek diyebileceğim keşke her gün seçim olsa…
Vatandaş olarak karşı karşıya kaldığımız bu tablodan memnuniyetim had safhada, ancak bir yandan da bunların ‘tatlı cadı’ becerisiyle gündeme başarı olarak taşınmasını bizlerden çok daha yakın bir açıdan izleyen, bazı müjdeleri kendilerinden işittiğimiz siyasi ve bürokratik kimlikli insanların bu durumu hiç garipsememesi bana tuhaf geliyor.
Sanki her şey doğallığı içerisinde oluyormuş gibi davranıyor bu insanlar…
Oysa hiçbir şey doğallığı içerisinde gerçekleşmiyor.
Daha da garibime giden nokta şu: Birbiri ardına meydana gelen bu özlem giderici gelişmelerin bir tanesi bile, herhangi bir ülkede 20 yıldan uzun süre devlet yönetiminde bulunan bir parti tarafından gerçekleştirildiğinde, iktidarın devamını sağlayacak oyların tek firesiz ona akması gerekirken, ‘darbe’ iddiasının ortaya atılması, iktidarın kaybedilmesi ihtimalinin düşünülmesi ve buna eşlik edecek biçimde “Muhalefet kazanırsa iktidar teslim edilmeyebilir” tartışmasının gündeme gelebilmesidir.
Neden bunlar düşünülebiliyor?
Yoksa nankör mü bizim insanlarımız?
Acaba özlem giderici müjdelerin tam da şu sırada bu denli yoğun bir gündemle gerçekleştiriliyor görüntüsü inandırıcı bulunmuyor olabilir mi?
Bir ihtimali daha kayda geçireyim: Ekonomik sıkıntılar, hayat pahalılığı, geçim derdi daha mı ağır basıyor insanlarımızın olanı değerlendirmelerinde?
Galiba saydığım ihtimallerin bir bölümünün bu görüntüde etkisi bulunuyor. Nankörlüğü insanlarımız yakıştıramadığım için ‘bir bölümü’ kısıtlaması yapıyorum.
Daha önce de yeri geldiğinde paylaşmıştım: Son zamanlarda bizdeki ‘yetenek sizsiniz’ TV programına ilham kaynağı teşkil eden yabancı yarışmalara ‘illüzyonist’ veya ‘sihirbaz’ kimliğiyle katılanların dudak uçuklatacak çaptaki becerilerini izliyorum.
‘İllüzyon’ normal şartlarda yapılması imkansız şeyleri, izleyenlerin dikkatlerini başka yönlere çekerek yapılmış göstermek sanatıdır. Görünen ile algılanan arasında ilgi kurulması imkansız şeyler, illüzyonist olma iddiası sahipleri tarafından gerçekmiş gibi gösterilebiliyor.
Bu alanın en tanınmış ustası David Copperfield, New York’taki hürriyet heykelinin en iyi görülebildiği yerde topladığı insanlara, kocaman heykeli sihirle yok edebilmişti.
Daha sonraki bir gösteride, bir uçağı da görünmez hale getirebildi David Copperfield…
Tabii aslında ne hürriyet heykeli yok oldu ne de uçak; onun yaptığı, izleyenlere, o hissi yaşatmaktan ibaretti.
Zati Sungur ve sihirbaz Mandrake bizde de bu sanatın temsilcileriydiler.
Doktor kılığında bir sihirbaz, hasta kılığındaki birini elektrikli testereyle belinden ayırıyor; ikiye bölünen adamın her bir parçası ayrı ayrı hareket ediyor; aynı sihirbaz bu defa elindeki zımbayla adamı yapıştırıyor.
Böyle bir şey mümkün mü?
Hiç inandırıcı gelmeyen bir şey, ‘sihirbaz’ veya ‘illüzyonist’ iddialı birileri tarafından gerçekmiş gibi yapılabiliyor.
Gördüğünüzün bir göz yanılması veya kurmaca olduğunu biliyorsunuz ama yapılanı alkışlamaktan da geri durmuyorsunuz.
YouTube’da sihirbazların sihrini nasıl becerdiklerine dair açıklayıcı videolar da var.
İçimden onları izlemek gelmiyor; gördüğümle birkaç dakikalık eğlenmem ve bunun nasıl yapıldığına dair kendi akıl yürütme çabam beni daha fazla oyalıyor.
Acaba diyorum, iktidarın şu sıralarda birbiri ardına açıkladığı çok sayıdaki, herbiri yılların özlemini gidermeye yarayabilecek müjdeler, insanlara ‘illüzyonmuş’ gibi geliyor olmasın?
Hoşa gidiyor, ancak inanılır gibi gelmiyor.
İktidar da bu durumun sonunda farkına vardı ve bu yüzden telaşa mı kapılıyor?
Seçime gidilirken ‘darbe’ sözcüğünün siyaset gündemine sokulmasını ben ancak bu kuşkuyla yorumlayabiliyorum.
AK Parti sözcüleri arasında da tartışmalara sebep olan, AK Parti’de ve hükümette önemsenecek konumlarda bulunan birilerinin “Millet iktidarı bunlara teslim etmez” çıkışını yine AK Parti’den başka birilerinin “Öyle demek istememişlerdir” teviliyle açıklamaya çalışmaları için de aynı kuşkuyu duyuyorum
Bugüne kadar bu ülkede sayısız seçim oldu, yıllar içerisinde çok sayıda iktidar sandıkta yenildiği için yerini kazanan siyasilere hiç yüksünmeden teslim etti.
Örneklerden biri, 1994 yılında yapılan yerel seçimde Tayyip Erdoğan’ın oy kullananların ancak dörtte birinin oyunu alarak belediye başkanı seçilmesi ise, en sonuncusu da, 2002 yılında yapılan genel seçimde kazanırlarsa iktidarın teslim edilmeyeceği yavesine muhatap edilen Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının kurduğu AK Parti’nin, toplam oyların ancak üçte birini alabildikleri halde, Meclis’te tek başına iktidar çoğunluğunu elde ederek iktidar olmalarıdır.
Seçimler öncesinde “Kazanırlarsa iktidar onlara verilmez” görüşünü seslendirenler o zamanlarda da çıkmıştı, ancak sandık sonucu seslerini kesmişti.
Arada birkaç askeri müdahale ile birkaç parti kapatma olayı da yaşandığı halde…
İllüzyon veya gerçek, bu defa da on gün sonra sandık başına gittiğimizde kullanacağımız oylarla eskinin devamını veya yeni bir kadronun devlet yönetimine gelmesini sağlayacağımızı biliyor olacağız ve o akşam saatlerinde ortaya çıkacak tabloya itiraz edileceğini de sanmıyorum.
ΩΩΩΩ