Emniyet bu defa işi sıkı tutuyor galiba.
Sinan Ateş’in uğradığı suikast sonrasında ilk bakışta göze çarpan bazı hatalı tavırlar sergilenmedi değil; ancak adli soruşturma doğru yöne evrildiği izlenimi vermeye başladı.
Cuma namazı sonrası Sinan Ateş’in camiden çıkmasını bekleyen motosikletli infaz timinin iki üyesi de gözaltında. Bir milletvekiliyle aynı evde yakalandıktan sonra Emniyet’te serbest bırakılması sağlanan zanlı yeniden gözaltına alınmış. Timi yollayan kişinin de yakalandığını biraz önce öğrendim.
Savcılık da aynı hassasiyeti gösterirse günün teknolojik imkanlarıyla gerçekler ortaya çıkabilecektir.
Gelişmeler bu beklenti istikametinde olursa önceki siyasi suikastlarda yaşanan gevşekliklerden farklı bir tabloyla karşılaşabiliriz.
Bir dostum suikastla ilgili ilk bilgilerden hareketle “Bu defa farklı” yorumu yapmıştı bana.
Ona göre, eylemin cinayetle sonuçlanması görevi üstlenen kişilerin ummadığı türden bir mukavemetle karşılaşmasının sonucu olabilirdi. Bu eylem de son birkaç yıl içerisinde meydana gelen dövme veya ayağa kurşun sıkma olaylarından biri olarak muhtemelen planlanmış, ancak Sinan Ateş çetin ceviz çıkınca eylem ölümle sonuçlanmış olmalıydı.
En son haberler dostumun tahmini istikametinde. Dövmek veya ayağa sıkmakla görevlendirilmiş tipler kurbanın silahına davrandığını görünce kaçmak veya ölmek seçeneklerinden birine uğrayacaklarını anlamış ve ölmektense öldürmeyi tercih etmiş gibiler…
İdeolojik bir hesap sorma, ideolojiyle ilgisi bulunmayan birilerine ihale edilmişe benziyor.
Nitekim, motosikletli tiplerin Ankara/Mamak merkezli bir uyuşturucu çetesinin mensupları olduğu anlaşılıyor.
Tuhaf geldiyse gelmesin.
Son bir-iki yıl içerisinde meydana gelen dövme veya ayağa kurşun sıkma olaylarının faillerinin genellikle gölgede kalmasının sebebi de bu olabilir. Eylemi yaptığı için derdest edilen tiplerin ideolojik kimlikten yoksun, adi suçlardan mahkumiyetleri bulunan kişiler olduğu görülünce, Emniyet ve savcılık ne yapsın, olayı sıradan bir hesaplaşma olarak değerlendirmişlerdir.
Dostumun öngörüsü bu yolda.
Yabana atılmayacak bir tez bu.
Eylem bu defa ölümle sonuçlandığı için, hem Sinan Ateş suikastında hem de daha önceki eylemlerde varlığı fark edilen kafa karıştırıcı unsurları anlamak da kolaylaşıyor.
İhale eylemler bunlar…
Bu da bana uzun yıllar öncesine ait uluslararası bir eylemi hatırlatmakta.
Mehmet Ali Ağca’nın 1981 yılında Roma’da Papa 2. John Paul’u öldürme girişimi eylemini…
O eylem, hedefinde Papa olduğu için, uluslararası ilgi görmüştü. İtalyan polisine uzman başkaları da katıldı ve hepsi birden gerçeği ortaya çıkarmaya çabaladılar.
Çabaladılar da ne oldu?
En anlaşılmayan yön, Türkiye’de gazeteci Abdi İpekçi’yi öldürmekten yargılanırken askeri cezaevinden firar etmeyi başarmış, aşırı sağcı görüşlere sahip bir militanın, neden Papa’yı hedef seçtiği muammasıydı.
İlişki kurulamıyordu. Yargı sürecinde de o ilişki kurulamadı. [Muhtemelen Ağca da bu görevin kendisine neden verildiğinden haberdar değildi.]
Vatikan da kendi paralel soruşturmasını yürütüyordu ve bununla görevlendirilen zekası normalin üstünde genç bir rahip bulgularını Papa’ya sunmuştu. O genç, rahiplik yemini etmeden önce CIA’de çalıştığı için, oradan da yardım alabilecek biriydi. Soruşturması sonunda ortaya çıkardığı tabloya göre, eylem Vatikan-içi bir çatışmayla ilgiliydi ve Papa’yı suikastla öldürtmeyi bir Fransız Başpiskopos planlamış, ancak infaz Avrupa’da da dernekleri bulunan bir Türk örgütüne ihale edilmişti.
Hıristiyan aleminin temsilcisi Vatikan, Papa’yı öldürme girişimiyle ilgili raporu CIA bağlantısı sebebiyle açıklayamıyor, ancak gerçeği bildiğini de duyurmak istiyordu.
Çare, kendisi de Katolik olan, daha önce Papa John Paul’ün hayat hikayesini kitaplaştırmış, ek iş olarak romanlar yazan Polonya asıllı Amerikalı gazeteci Tad Szluc’u devreye sokmaktı.
Tad Szluc ‘Papa’yı Öldürmek’ adlı (To Kill the Pope) romanıyla bunu yaptı.
En iyisi bu konuda yazdığım 2000 tarihli eski yazılarımdan birinin bir bölümünü buraya aktarayım:
Eski bir yazımdan:
“Romanlarda anlatılanları gerçek sanan saflardan değilim elbette; edebiyat eserleri bildiğimiz gerçeği değil yazarın zihninde canlandırdığı gerçeği anlatırlar… Ancak, Szulc, romanını okuyanları sonunda uyarıyor: ‘Okuduğunuz bu kitap bir roman. Ancak, gerçek olaylara, bulgulara ve kişilere dayanıyor… 13 Mayıs 1981 günü Papa John Paul’e suikast girişimi sonrası Vatikan’ın ricası üzerine başlatılan gizli komplo soruşturmasının bulgularını yansıtıyor. Soruşturma, İtalyan hükümeti ile uluslararası istihbarat ve güvenlik güçlerinin, karmaşık sebeplerle, konuyu daha fazla kurcalamama kararı almalarından sonra başlatıldı.’
Szulc, ‘Neden olayı soruşturma raporunda olduğu gibi düz anlatımla aktarmadın?’ sorusuna cevap olarak, ‘Gizli kalmak üzere girişilen bir soruşturmaydı, Papa’nın biyografisi üzerinde çalışırken bulguları ele geçirdim, ama kaynaklarıma zarar vermemek için olanı roman biçimine soktum’ diyor… Vatikan’ın sadece düz bir tetikçi olduğu ortaya çıkan Ağca’yı ölünceye kadar cezaevinde tutmaktan vazgeçip affı gündeme getirmesini de soruşturmaya bağlıyor Szulc…
Malatyalı Ağca’yı Roma’daki St. Peter Meydanı’na götüren serüven aslında basit ve Vatikan içi güç kavgasına dayanıyor… Romanda Başpiskopos Leduc adı verilen bir Fransız rahip ve müritleri, Papa’nın bazı temel görüşlerini beğenmiyor ve onun Vatikan’da kalmasının Katolik inançlarını soysuzlaştıracağını düşünüyorlar. Yoldan çıkmış papa için buldukları çareyi tahmin edebilirsiniz: Vücudunu ortadan kaldırmak… Ancak, suikastın kendilerine kadar izlenmesini istemedikleri için patika yola sapıyorlar… Yazarın deyimleriyle, ‘Köktendinci Katolikler’, Fransa’nın güneyinde yaşayan ‘köktendinci Müslüman’ bir grupla temas kurup ‘din düşmanı’ birini ortadan kaldırmak üzere bir ‘ödünç tetikçi’ aradıklarını söylüyorlar… Dönem 1980 öncesidir, unutmayalım… Ağca, üyesi olduğu örgütün sağa sola ödünç verilebilen tetikçisidir yalnızca…
Romandaki bir çok karakter gerçek hayattan alınma. Papa’ya karşı suikast yapılacağını öğrenip Vatikan’a bildiren Fransız istihbarat örgütü şefi Alexandre de Marenches, gerçekte de bunu yapmış ve sonra karanlık bir biçimde hayatını kaybetmiş… Vatikan adına olayı soruşturan, eski CIA ajanı Cizvit rahip (romandaki adıyla Timothy Savage), bir ara Ankara İlâhiyat’ta dersler veren, Vatikan’ın Dinlerarası Diyalog Konseyi eski başkanı Amerikalı Cizvit rahip Thomas Michel’i andırıyorsa da, Szulc, bu benzerliğe ‘Tamamen tesadüfi’ demekte… Papa’nın öldürülme emrini veren Başpiskopos Leduc karakteri de, Vatikan’la ciddi ihtilâfları olan 90 küsur yaşında ölmüş ‘Abbé Pierre’ miydi acaba?”
Papa’yı öldürme ihalesi bir Türk örgüte ve Ağca’ya kalmış…
Sinan Ateş’i cezalandırma eylemi de bir uyuşturucu çetesine ihale edilmiş…
Ağca Papa’yı öldüremedi, buna karşılık uyuşturucu çetesi ayağına sıkmakla yetinecekleri hedefi öldürdü.
Yazdığım bir senaryo mu?
Size öyle gelebilir.
ΩΩΩΩ