Futbolun böyle de bir özelliği var: Efkarlı günlerde geçici bir süre için de olsa fazla ilgilenmeyenleri bile sevindirik yapabiliyor.
Geçen akşam Hollanda karşısında 4-2 galip gelmişti Türk milli takımı; dün akşam da Norveç karşısında maçı 3-0 önde bitirdi.
Keyifliyiz.
İlgisizlerin de okuyabileceğini düşünerek futbol hakkında bir şeyler söylemek gerekebilir.
Kısaca “Futbol yalnızca futbol değildir” diye bir söz var. Doğrudur. Futbol ekonomidir, siyasettir; bunlara ek olarak sosyoloji, psikoloji, yönetim bilimi alanlarını ilgilendiren karmaşık bir yapıdır da. Bütün bunların kesişme noktasında her biri etten-sinirden oluşan oyuncular durur.
Milli takımlar, her ülkenin kendi liglerinden farklı olarak, o ülkenin gençlerinden oluşur. Bir ara kendi ülkelerinde milli takım düzeyinde bulunmayan oyunculardan devşirme yoluyla -vatandaşlık verilerek- milli takımımıza alınanlar oldu; ama onlar istisnadır. Bugünkü milli takım bütünüyle bizim gençlerden oluşuyor.
İzmir’den Erzurum’a kadar liglerde neredeyse bütünüyle yabancı oyuncularla maça çıkan takımlarımız var. Her maçtan önce İstiklal Marşı okunma uygulaması bulunduğu için, 11’i de yabancılardan oluşan takımların oyuncuları o birkaç dakika içerisinde bayağı zorlanmaktalar.
Milli maçlar öncesi zorunlu okunan İstiklal Marşı’na iştirak daha en baştan motivasyona katkıda bulunuyor. Dün akşam öyle oldu.
Yabancı oyuncu her ülke liginde var; ancak son yıllarda her ligde kendi ülkesinden çok genç oyunculara şans tanıma anlayışı hakim olmaya başladı.
Nedense o anlayış bizde henüz yok.
Çok kabiliyetli genç oyuncularımız yabancı liglerde top koşturuyor.
İyi de oluyor.
Bugünkü milli takım kadrosunda yer alanların önemli bir bölümü yabancı ülkeler liglerinde şans bulan oyuncular.
Oynadıkları takımların iyi teknik yöneticileri elinde kısa sürede pişiyor, oyun kavrayışları değişiyor.
Futbol teknik demek günümüzde; bu sebeple de teknik yönetmen önemli.
Milli takımımızın başarısında gençleri çalıştıran teknik yönetmenin –Şenol Güneş’in- payı herkesten fazla.
Dünya kupasında en iyi sonucu 2002 yılında Kore ve Japonya’da yapılan turnuvada üçüncü olarak aldığımızda da takımı Şenol Güneş çalıştırıyordu.
Oyuncuyken kalecilik yapmış, İstanbul ve Ankara takımlarında oynamamış ve üstelik öğretmen kökenli olduğu için futbol yazarlarınca benimsenmemişti Şenol Güneş. 2002 yılında yaşattığı o büyük başarı görmezden gelindi.
Şenol Güneş’in kendisini ispatlaması için Beşiktaş’a teknik yönetmen olarak birkaç yıl üst üste şampiyonluklar yaşatması gerekti.
Milli takımı kendisine ancak ondan sonra teslim edebildiler.
Dünya kupası gelecek yıl Katar’da oynanacak. Şimdi oynananlar grupların eleme maçları. Yıl sonuna kadar lig aralarında oynanacak milli maçlar sonucu gruplarından ilk sırada çıkan takımlar Katar’a doğrudan gitme hakkı kazanacaklar.
Daha hayli maç var oynanacak. Umarım, son aradaki üst üste başarılar Çarşamba günü oynanacak Letonya maçıyla da devam eder.
[Hiçbir takımı küçümsememek gerekiyor. Türkiye’nin son iki başarısında rakiplerin bizi küçümsemesinin de payı vardır. Letonya takımımızın başarılı tekniğini nasıl işlevsiz kılacağının formülüyle sahaya çıkacaktır.]
…..
Aşı Avrupa’ya ve dünyaya bizden taşındı
Gözüm-kulağım milli maçtayken zihnim de iddialı bir tarihçinin bizi de yakından ilgilendiren yeni çıkan bir kitabındaydı.
Malum, son bir yılı etkisi altında geçirdiğimiz korona salgınını geriletmeye yarayacak aşılamada sorun yaşayan ülkeler var. Özellikle Avrupa’nın önemli ülkeleri aşı konusunda hayli geriden geliyorlar. Aralarında ciddi sorunlar da çıkmakta. Avrupa Birliği üyeliğini bırakan İngilizler aralarından ayrıldıkları ülkelerin kendilerine aşı ambargosu uyguladığı şikayetindeler. Buna karşılık aşıyı üreten BionTech firmasının merkezi olan Almanya da vatandaşlarını aşılama konusunda övünülecek bir durumda değil.
Yabancı ülkelerde aşıya direnenlerin sayısı hayli fazla.
Türkiye’de çeşitli gerekçelerle itiraz edenler çıksa bile, ben onların da zamanı geldiğinde kendilerini aşılattıklarına ve aşılatacaklarına inanıyorum. Aşı konusunda rahat insanlara sahip bir ülkeyiz.
Yeni çıktığını duyurmak istediğim tarih kitabından bunun bir sebebini öğrenmek mümkün oluyor.
‘The Pioneering Life of Lady Mary Wortley Montagu: Scientist and Feminist’ adını taşıyan Jo Willett tarafından kaleme alınmış kitap, eşi İngiltere’nin Osmanlı nezdindeki sefiri olduğu için İstanbul’da iki yıl geçirmiş Lady Montagu (1689-1762) ile ilgili.
İstanbul’da yaşarken gezip gördüklerini Londra’daki dostlarına gönderdiği mektuplarla anlatmıştı Lady Montagu.

[O mektuplar önce Hilmi Kitaphanesi tarafından ‘Şark Mektupları’ adıyla (1933), daha sonra da ‘Türkiye Mektupları 1717-1718’ adıyla Tercüman 1001 Temel Eser arasında yayımlandı (1977). ‘Şark’tan Mektuplar’ adıyla basımları da var.]
Lady Montagu Londra’ya döndüğünde, 1721 yılında, İngiltere’de çiçek hastalığı salgını başlar. Kadının üç yaşındaki kız çocuğu da salgına uğrar. Hastalananlar sapır sapır dökülür ölürken Lady Montagu’nün kızı kurtulur.
Sebep?
İstanbul’daki İngiliz sefareti doktorunun Türklerden öğrendiği bir formül ile.
“Türk ailelerinde yaşlı kadınlar çiçek hastalarının irinlerini bir cam kavanoza koyar, eve getirinceye kadar koltuk altının sıcaklığında korur, sonra da ceviz kabuğu içinde saklar; hastalanan çocukların kolu ve bacağındaki çizik veya yarıklara o irinler uygulanır. İşte bu Batı’nın varlığını öğrendiği ilk aşı türüdür. Bu yolla aşılanan çocuklarda sekiz gün sonra hafif baş dönmesi veya ateşe rastlanır, ancak bir daha çiçek hastası olmayacakları ömür boyu korunma altına alınmış olurlar.”
Kitaptan alındı bu bölüm.
Çiçek hastalığı yüzünden geçmişte erkek kardeşini kaybetmiştir Lady Montagu, hastalık kendi yüzünde de izler bırakmıştır. Osmanlı İstanbul’unda öğrendiği formülün Londra’daki çevresince de uygulanmasına çalışır ama bu tür yöntemlere karşı olanlar o dönemde de vardır. Sonunda Kraliyet ailesini ikna eder Lady Montagu ve saraylı hasta çocukların iyileşmelerini sağlar.
Jo Hanım, “Nihayet 1755 yılında Kraliyet Tıp Kurumu tarafından aşı uygulamasına onay verilir” diye yazıyor.
Tevekkeli, koronaya en etkili aşıyı yine iki Türk –Özlem Türeci ile Uğur Şahin– üretti.
ΩΩΩΩ