Törenleri izler, konuşmayı dinler ve bakanlar listesine bakarken düşündüklerim..

54
Reklam

Türkiye 1946 sonrasında girdiği ‘çok partili parlamenter sistemi’ sonunda terk etti; dün adı ‘cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ olarak konulsa da esasında bal gibi ‘başkanlık sistemi’ olan yeni bir yönetim anlayışına geçildi.
’Çok partili parlamenter sistem’in de, Cumhuriyet’in kuruluşundan 1946 yılına kadar sürmüş ‘tek partili parlamenter sistem’ gibi, bizdeki uygulanan biçimleriyle, sorunlar yaşattığını biliyoruz.

Islah yolunu deneyebilirdik, biz terk etmeyi seçtik

Başka ülkelerde başarılı sayılabilecek örnekleri bulunduğu halde, halkımız her iki sistemden de hep şikayetçi oldu. Şimdi terk edilen sistemin sürekli bir askeri vesayete zemin teşkil etmesi, her bunalım dönemini askeri müdahalenin takip etmesi bile onu beğenmemek için yeterli bir sebep sayılabilir.
Sistemi bütünüyle değiştirmek yerine, hazır askeri vesayeti geride bırakmışken, eldekini ıslah etmeyi deneyebilirdik; gerçek anlamda bir parlamenter sistemi bütün kurum ve kurallarıyla denedikten sonra istenen sonucu alamazsak şimdiki yola başvurabilirdik…
Daha önce de devlet yönetiminde bulunmuş önemli isimlerin, –Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in adları bu bağlamda anılabilir- çare olarak önerdikleri ‘başkanlık sistemi’ne geçmek daha cazip geldi.
Adı ne kadar değişikse, bizde uygulanmaya geçilen ‘başkanlık sistemi’ de, dünyadaki başka örneklerden pek çok yönden farklıdır.
’’Size nasıl hitap edelim?’’ sorusuna, dün, ‘‘Başkan diyebilirsiniz’’ cevabını vermesi ve AK Parti’nin itibar ettiği gazeteler ile TV kanallarının o andan itibaren kendisinden o sıfatla söz etmeye başlaması, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın gönlünde yatan sistem hakkında fikir veriyor.
Yine de, bizde uygulanmaya başlanan biçimiyle sistem, bilinen anlamıyla denge ve denetleme mekanizmaları eksik bir ‘başkanlık sistemi’. Cumhurbaşkanı istediği kişiyi bakan yapabiliyor, devlet bütçesini kendisi hazırlıyor ve istediği zaman ülkeyi bir kararıyla seçime götürebiliyor. Yüksek makamlara atanacak kişiler için herhangi bir engel mekanizması bile düşünülmemiş bulunuyor.
Meclis var, yasama görevi hala Meclis’in üzerinde görünüyor, ancak Cumhurbaşkanı için kestirme bir yol da düşünülmüş; yasa gücünde ‘kararname’ çıkartabiliyor…
Gerekçe ‘önceki dönemlerde yaşanan sıkıntılar’; demokrasilerde filitre işlevi görmesi için öngörülmüş engeller ortadan kalktığında işlerin hızlanması kaçınılmaz… Ancak, ‘‘Bu hız iyi bir şey midir?’’ sorusuna makul cevap teşkil edecek bizdekine benzer bir sistem -iş dünyası dışında- başka bir yerde uygulanmadığı için, o cevabı ancak hızlı yönetimin örneklerini kendimiz deneyerek verebileceğiz.
Dün ilan edilen hükümet, içerisinde milletvekili sıfatı da taşıyan dört politikacı yer alsa bile -onlar da bakan olabilmek için istifa edeceklerinden- herhangi bir parti bağı bulunmayan kişilerden oluşuyor.
Bunun anlamı, bakanların kendilerini seçen Cumhurbaşkanı dışında hesap verecekleri herhangi bir makam ve kurumun bulunmadığıdır. Onların başarı veya başarısızlıkları doğrudan kendilerini atayan Cumhurbaşkanı’nın hesabına yazılacaktır.

İyi bir şey mi bu?

Herhalde iyi olduğu düşünülerek benimsenmiş bir durum. Ancak, bu özellik, bakanlık görevini üstlenmiş kişilerin sorumluluğunu fevkalade arttırıyor. Terk edilen sistemde başarılı bulunmayan, ya da yanlış yaptığına inanılan bakanlar için Meclis’te gensoruyla düşürme mekanizması vardı; bu hayli zor ve parti disiplinine önem verildiği için de sonuç alması neredeyse imkansız bir mekanizmaydı.
Bakanlar o sebeple uzun ömürlü olabiliyordu. AK Parti’nin 16 yılı bulan iktidarı boyunca, Cumhuriyet tarihinin en uzun görevde kalma rekorunu kıran bakanların sayısı az değildir.
Yeni sistemin bakanların ömrünü kısaltma etkisi bulunabilir.
ABD’de Donald Trump, henüz 1,5 yılı bulmayan ömr-ü iktidarında, ilk atadığı bakanların ve üst düzey bürokratların neredeyse hepsini yenileme ihtiyacı duydu.
‘‘Her şey hızlanacak, yeni sistemde engeller ortadan kalktığından sıkıntılara hemen çözümler bulunacak’’ iddiasıyla yola çıkıldığı ve bu da ciddi sorunlarla karşı karşıya kalınan günümüz ortamında beklentileri en had safhaya çıkardığı için bizde de benzer durumlar yaşanabilir.
Ya da bakanlar isabetle seçilmişse beklentilere derhal cevap verilecek yüksek bir performansla da karşılaşabiliriz.
Dün görkemli törenleri izler, inisiyatifleriyle ülkeye yeni bir sistemin yolunu açmış halkın seçtiği ilk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın konuşmasını dinler ve birkaçını tanımadığımız bakanlar hakkında bilgi sahibi olmaya çalışırken işte bunları düşündüm.
Ne diyeyim: Allah hepsine kolaylıklar versin, ülkemize huzur gelsin.

ΩΩΩΩ

Reklam

54 YORUMLAR

  1. Tüm dünya, 980’de Buhara yakınındaki Efşene’de doğan ve 1037’de hayata gözlerini yuman Müslüman alim İbn-I Sina’yı tıbbın kurucusu kabul eder. Sina’nın Avrupa’da en çok basılan kitabı “El Kanun f’ıt Tıb” (Tıbbın Kanunu), aslında bir kitap değil, 14 ciltlik bir tıp ansiklopedisidir, yüzyıllarca Avrupa’nın en seçkin üniversitelerinde temel ders kitabı olarak okutulmuştur. Modern tıbbın kurucusu sayılan Sir W. Osler, “Tıbbın Kanunu” adlı bu kitabın, “tıbbın İncili” olarak tanımlamıştır. Paris’teki Tıp Akademisi’ne yolu düşenler, bugün de bu seçkin Müslüman alimin heykelleriyle karşılaşırlar.
    14. yüzyıl Arap tarihçisi İbn-i Haldun, Avrupa üniversitelerinde de tarih, sosyoloji, eknomi ve demografi disiplinlerinin en önde gelen simalarından biri olarak Kabul edilir. Ünlü İngiliz tarihçisi Arnold J. Toynbee, Haldun’un “Mukaddime” adlı en bilinen eserini, “Kendi türünün bugüne kadarki en önemli eseri” olarak tanımlar.
    Bir zamanlar bilimden mimarlığa, güzel sanatlardan edebiyata kadar bilim ve kültür alanında dünyaya öncülük etmiş olan İslam dünyası, zaman içinde bu konumunu yitirdi ve bugünlere geldik. Müslümanlar arasında, kimi zaman yaşanan aşağılık kompleksinin de etkisiyle, bir insanın İslam dünyasında yaşamasına rağmen kimi toplumsal konularda Batılı ülkelerden olumlu bir referans olarak söz etmesi öfke yaratıyor. Bu tür insanların Batı hayranı tipler oldukları ima ediliyor ve bu güçlü silah onları itibarsızlaştırmanın etkin bir aracı olarak kullanılıyor. Bu hastalıklı bakış açısına göre (aslında bir bakış açısı olmaktan ziyade bir duygu ve ruh hali bu), insan haklarından söz etmeyeceğiz; katılımcı demokrasi, çevrecilik, iyi işleyen ve bir iktidardan diğerine değişmeden kalan yargı sisteminden söz etmeyeceğiz “iyi” ve “doğru” bir Müslüman olduğumuzu kanıtlamak istiyorsak, birisi “demokrasi” dediğinde, “Hadi oradan! Batılılar sadece kendilerine demokrat! İnsan hakları dediğin şeyi sadece ucu kendilerine dokunduğu zaman hatırlar bunlar! Hepsi de sömürgecidir bunların!” itirazında bulunacağız. Birisi, insanların iyi yaşadığı iyi bir ekonomik düzenden, ileri gelişmişlik düzeyinden söz ettiğinde de, her şeyi tek bir cümleye indirgeyeceğiz: “Sömürücülükle kazanıyor onlar!”
    Kendi kültürünün yarattığı İbn-i Haldun ya da Sina hakında kurabileceği üç cümlesi olmayan, kendi kültürünün edebiyatçısını, tarihçisini, mimarını tanımayan İstemezükçü Müslümana şunu hatırlatmak ve ardından “Önerin, çözümün nedir?” diye sormak isterdim:
    Hollanda, 42 bin kilometrekarelik küçücük bir ülke. Yani, yüzölçümü bizim Konya ilimiz kadar. Bu ülkenin tarım alanları, ülkemizin tarım alanlarının 1/7’si kadar. Ne var ki, Hollanda, ABD’den sonra dünyanın en büyük ikinci tarım ihracatçısı. Sebze ve süs bitkileri ihracatında dünya lideri, et ihracatında dünya dördüncüsü, süt ve süt ürünlerinde dünya üçüncüsü.
    Hollanda’nın 2017 yılındaki tarım ihracatı 91,7 milyar euro –Türkiye’nin ihracatı ise sadece 17,1 milyar Euro.
    Evet, “İstemezükçü Müslüman” kardeşim. Bu tablo karşısında söyleyebleceğin ne var? O aşağıladığın “Haçlı dölü”nün arabasına binip onun inşa ettiği köprülerde direksiyon sallamak, onun ürettiği telefonda konuşmak, onun ürettiği uçağa binmek, onun parasıyla banka mevduat hesabı açmak, oğlunu ya da kızını teknolojisi Batı’ya ait olan bilgisayar mühendisliği fakültesine göndermek seni hiç rahatsız etmezken, mesele demokrasi, insan hakları, özgür basın olduğu zaman öfkeden zıplaman niye?
    Demokrasiden daha iyi bir sistem hayata geçirdin de biz mi istemedik? İnsanları işsizlikten, yoksulluktan, şiddetten ari iyi bir toplumsal düzende yaşattın, evrensel hukuka uygun bir yargı sistemini hayata geçirdin de biz mi beğenmedik? Önümüze Gülencilik, Adnan Oktarcılık, Cübbeli Ahmet Hocacılık dışında, dinimizin aşkın yanlarını, dinimizin vicdanı, bilimi, adaleti, kul hakkını, bilme ve öğrenme coşkusunu, zulüm karşısında suskun kalmama ilkesini besleyen cemaatler koydun da biz mi itibar etmedik?
    O düşman bellediğin ve aşağıladığını zannederek kendini iyi hissettiğin Avrupalı karşısında yaşadığın aşağılık kompleksiyle varabileceğin bir yer yok. Dert, Batı uygarlığı ve Batı kültürünü aşmak ise eğer, ilkin kendi dinini öğren, ilkin kendi kültürünün zenginlikleriyle tanış. Göstermek istediğinin aksine, kimse Batı hayranı da değil, kimse Batı’nın iğrenç çifte standartlarını, sömürgeci sistem ve savaşlarını da gözden kaçırıyor değil. Hamasetle belaltı vurmaları bırak artık bir kenara; öğren, düşün ve edebinle tartış. . . Ve, çocuklarının iyi bir Müslüman olması için eve götürdüğün kitap ağalak bir soytarının kitabı değil, dininin de övdüğü ve önerdiği akletmeyi destekleyen bir kitap olsun. Ondan sonra gel, sömürgeci Batı kapitalizminin iğrençliklerini gençlerimize birlikte anlatalım. . .

    • Mr. Bernar “ağalak” değil ağlak olacak doğruları yazmazsanız doğru anlaşılmazsınız. Ama iyi ki varsınız burada ki aciz, cahil, zavallı kitle siz olmasaydınız nereden bilecek idi, İbn-i Sina’yı, İbn-i Haldun’u, Battaniyi, Farabiyi, İslam medeniyetinin altın yüzyıllarını. Modern bilimin temelini atan o müthiş ilim insanlarını… Mr. Bernar pek çoğumuz bu isimleri biliyoruz, bu dünyaya neler kattıklarını biliyoruz ve onlar ile gurur duyuyoruz. Ayrıca pek çoğumuz biliyoruz ve görüyoruz medeniyetimizin düştüğü şu sefil durumu. Merak etmeyin farkındayız azizim ülkemizin demokrasi, eğitim, adil gelir dağılımı, adalet, insana değer verme v.s. konularında ki eksikliklerini. Sizden farklı olarak ise biz kıt akıllılar bunun sorumlusunun RTE olmadığını düşünüyoruz. İslam medeniyetinde ki donma, duraklama, düşüş adına her ne derseniz yüzyıllar önce başladı, ülkemizin yukarıda bir kaçını sıraladığım sorunları ise Osmanlı’nın son 100-150 senesiyle başlayıp cumhuriyetin ilk yıllarında tavan yaparak günümüze gelmiştir.
      Çözüm önerisi mi? İslam medeniyeti için çözüm bellidir önce inandığın dini tam ve eksiksiz öğrenmek. Kuranın, Sünnetin, rehberliğinde Hz. Allah’ın gösterdiği yoldan ayrılmadan taklitlerden sakınarak özgün eğitim sistemleriyle ilim ve ahlakı birleştirerek, Hak için Hak yolda son nefese kadar koşmak, koşmak, koşmaktır . Tabii bu şimdilik uzak gözüken hedefi gerçekleştirmek için önce üzerimizde ki ölü toprağı atmamız lazım. O da üzerinde İslam Aleminin ittifak edeceği bir lider ile olur ve O lider de artık vardır çok şükür. Bu gün Asya’dan Avrupa’ya, Afrika’dan Avrasya’ya kadar milyonlarca Müslümanın Hüsn-ü zan ile dua ettiği O dualar yüzü suyu hürmetine yolları açılan Müslüman bir lider vardır…
      Selam ve Saygılarımla.

      • “Tabii bu şimdilik uzak gözüken hedefi gerçekleştirmek için önce üzerimizde ki ölü toprağı atmamız lazım. O da üzerinde İslam Aleminin ittifak edeceği bir lider ile olur ve O lider de artık vardır çok şükür. Bu gün Asya’dan Avrupa’ya, Afrika’dan Avrasya’ya kadar milyonlarca Müslümanın Hüsn-ü zan ile dua ettiği O dualar yüzü suyu hürmetine yolları açılan Müslüman bir lider vardır…”
        Demek İslam aleminin üzerindeki ölü toprağını atması, “o alemin ittifak edeceği bir liderle” olur. . .Ve “o lider artık vardır çok şükür”. Demek, sayısı milyarları bulan insanlardan oluşan devasa büyüklükteki bir alemin yazgısı meğerse o çok beklenen liderin zuhur etmesine bağlıymış. . .
        Gülen için de aynı şeyleri yazıp söyledi yüzbinlerce Müslüman. Sonuçları ortada.
        Bereket, sayıca çok fazla olmasa da, İslamı Emevi ve Abbasi sultanlıklarında yazılmış siyasetnamelerden öğrenmeyen, İslamı ritüellerden ibaret bir gösteriş değil, bir akletme, adalet ve hakkın yanında yer alma, zalim karşısında susmayıp doğruları söylemekte ısrar eden inandırıcı bir vicdan ve ahlak meselesi olarak düşünüp öyle yaşayan,uluslararası sermayenin sömürü ve yoksullaştırmanın en kısa ifadesi olan neoliberalizmin Türkiye’deki şampiyonundan bir İslam lideri peydahlamanın aculluğuna gülen Müslümanlar da var. Böyle olduğu içindir ki, hem Türkiye hem de dünya umutların bütünüyle tüketilmiş olduğu bir çoğrafya değil.
        İsmimin önüne Mr. kısaltmasını getirmekte ısrar edip “selam ve saygılarımla” diye bitirmenin sıradan ve çocuksu alaycılığına gelince: Bu tür sığlıklarla beni kızdırabileceğinize inanıyor musunuz gerçekten?
        NOT: Dünkü yorumlarımdan birinde, Furkan Vakfı’na ilişkin kimi sorular sormuştum. Mesele CHP ve ben olunca yorum üstüne yorum yazmaktan kendini alamayanlardan hiç ses çıkmadı. Yineliyorum: 1994 yılında kurulduktan sonra 2017 yıına gelinceye kadar faaliyetlerini kesintisiz sürdürmüş Furkan Vakfı’nın binlerce gönüllüsü, kadın çocuk demeden, İslamı yeniden ayağa dikmenin önkoşulu saydığınız ve o şekilde müjdelediğiniz dünya liderinizin kontrolündeki polis güçlerinin biber gazlı coplu saldırısına muhattap kılındı. Vakıf lideri A. Kuytul, terör örgütü kurma ithamıyla tutuklandı, vakıfa ait yurtlarda kalan öğrenciler sabahın kör saatlerinde sokağa atıldı ve yurtlar kilitlenip mühürlendi. Var mı söyleyeceğiniz bir söz? İstendiğinde onlarcasına ulaşabilecek şu videolardaki görüntüler karşısında vicdani bir utanç ya da huzursuzluk duyuyor musunuz? Suçsa suç işliyorum: Ben de bu insanlarımız gibi, “Zalimler Allah’a hesap verecek!” diye düşünenlerdenim. Durduğum yer belli. Siz nerede duruyorsunuz?
        https://www.youtube.com/watch?v=9xGdhCJBy5A&t=41s
        (özellikle videonun 3. dakikasından sonrası)
        https://www.youtube.com/watch?v=6Lox0ksbP6E
        https://www.youtube.com/watch?v=6Lox0ksbP6E

  2. YAPTIKLARI YAPACAKLARININ TEMİNATİDİR.
    ÖNEMLİ OLAN İCRAATTİR;LAF A BAKILMAZ.DENSEDE LAF A BAKMAK LAZİM SÖZ SAHİBİNİN YALANCI OLUP OLMADIĞINI TESPİTE YARAR.
    Yukarda yorumlarda çoğunluk durum tespitinde çoklukla isabet ettişmişlerdir.
    Yalniz gelecekte gideceğimiz büyük toplumsal kırılmaların olmaması için nelerin olmasi gerekir.
    Şimdiki iktidar ilk yıllar başarılıydı çoğunluğun kabulu.
    O zaman vesayet var olmasına rağmen belkı kararlar geç ve zor alınabilmesine rağmen.
    Peki bazı konularda bir kişinin veya dar bir ekibin aldığı hayati ve geri dönüşü zor olan kararları hızlı almak yavaş almaktan iyimidir?
    Devlet yönetimi ile ilgili ve 80 MİLYONU ilgilendiren kararlar bir kişiye veya çok dar bir çevreye birakılamaz.
    Denebilirki ;hata yaparsak bedelini seçimde öderiz.
    Evet düşündükleri bütün bedel seçimleri kaybetmek.
    Oysa halk çok şeyini kaybedebilir.
    Bunun bedeli bu kadar ucuz olamaz.
    Seçimleri bir şekilde kazanırsin.
    Ya daha önceki iktidarlarin çok adaletsiz (CHP insanlik tarihine giren ve asla unutulmayacak kılık -kiyafet yasağini desteklemesi ve her konuda adaletsizlikler gibi)ve halki yok sayan yönetimlerden bıkılması.
    Ve ya iktidarin; eski kötü yönetimleri devamli hatırlatarak biz gidersek sizi öcüler yer demesi.
    Veyahutta devletin bütün imkanlarını kullanmak seçim öncesi halka rüşvet gibi emekli ikramiyesi,zamları erteleme,işe alımlar,esnafa ucuz kredi dağitma v.b.
    Ayrıca bütün iktidar gücünü propoganda da çok etkin kullanma,mualefetınınkileri engelleme.Devlet yönetiminde krıtık kararlar ı hızlı almak kalıcı hasarlar birakabilir veya geri dönüşü imkansiz olan ölümcül hatalara neden olabilir.
    SÜRİYE KARARI GİBİ…………
    16 yıllık ıktıdarın iki dönemi olduğunu ilk dönemin iyi ikinci dönemin kötü yöneltildiğinden çoğunluk hemfikir.
    BİRİNCİ DÖNEM PARLEMENTER SİSTEM;İKİN Cİ DÖNEM FİİLİ BAŞKANLİK SİTEMİ İLE YÖNETİLDİK.
    Şu anda ikinci dönen uygulanan fiili başkanlik sistemi sadece resmi hale gelmiştir.
    Dolayısıyla yeni dönemde yeni birşey olmayacak.
    İkinci dönemde olduğu gibi yine çoklukla bir kişinin dediği olacaktir.
    O halde bati cephesinde değişen birşey olmayacaktır.
    Yalnız bu sefer başkan kendini koruyacak bir yapıya kavuşacaktir.Başarili olursa kendisi ;olamazsa halktan tepki aldığini tespit ettiğinde emir kulları kurban edilecektir.Böylece bitmez tükenmez bir gunah keçisi grubu olacaktir.
    Başarisizlik asla başkanin üzerine yapişmayacak bir TEFLON elbiseyle korunacaktir.
    İşler yolunda olduğunda bu sistem ilk başta başari sağlamiş görünebilir.
    Yapısı gereği milletimiz sistemin zaaflarını en kısa sürede tespit edip açiklarından azamı avantaj sağlamaya başladığında büyük kaos ların çıkacağından endişeliyım.
    BUNDAN SONRA YINE BOZ-YAP SENARYOLARI GÜNDEME GELECEKTİR.
    Böylece zaman kaybeden yıne halkımız olacaktır.
    Yeni sistemde iktidar öyle imtiyazlara kavuşuyorki.Hiç
    bir dünyalı bu imtiyazları etrafının kademelı (piramit gibi)menfaat kesimi ile gönul rahatlığıyla birakamaz.
    Bu öyle bir bağimlılık yapıcı birşey ki,hükmetme arzusu uğruna kullanamayacaği silah yoktur.
    Bulunduğu zaman da geçerli olan bütün estrumanları kullanmaktan geri kalmayacaktir.Dini değerleri kendi beslediği fetvacılarıyla istediğini meşru istemediğini gayri meşru ilan edecektir.Milliyetçilik zargonu nu kullanıp kendini destekleyenleri vatansever;eleştirenleri vatan haini ilan edebilir.
    Devletin bütün imkanlarını seferber edip iktidari eleştirmeyi devlet düşmanliğiyla özdeşleştirip halkını fişleyebilir.
    Rejimi kollamak uğruna geçmiş tarihımızde olduğu gibi her zaman bir kesimin büyümesine göz yumar sonra onu biçip afiyetle yediği gibi.Diğer kesimler geçmişte olduğu gibi devletin bu rutuelini alkişlarken birgün kendisine sıra geleceğini şimdiye kadar düşünmemiştir.
    Böylece devlet her operasyondan sonra gücünü tahkım etmiştir.
    Bu aradada çin efsanelerınde olduğu gibi devlette zamanla halkın çok yavaş değişmesi gibi, seleksiyona uğruyor ama biz kısacik ömrümüzde bu değişikliği farkedemiyoruz.
    Ülkemiz aslında yeni birşey denemiyor .Daha önce yaşadığı tek adam modellerının daha farklı bir yaşam tarzını benimsemiş zat ın üçüncü versiyonu olarak gündeme sürmesidir.
    Günümüz deki dünyanin şartlarında nasıl sonuç verecek bilmiyoruz.
    Çoğunluk bundan karlı çıkariz diyor.Benim endişem bu zaman ki dünyada elimizdekilerinide kaybetme korkusu.
    Hanı bir zamanlar ARAP BAHARI) baharından beklenen sonucun arap kişina dönmesi gibi.
    YENİ DÜNYADA BİLGİ ÇAĞİ DOMINAT OLUYOR VE OLACAKTIR.İMTİYAZLİ DURUMDA OLAN ÜLKELER NE KADAR GÜMRÜKLERİNİ KORUMAYA ÇALİŞIRSA ÇALİŞSİN HALKLAR GÜN GEÇTİKÇE BİRBİRİYLE KAYNAŞACAKTİR.DÜNYA İNSANLIĞI ARTIK TEK KİMLİKLİ OLACAKTIR.ETNİK MİLLİYETÇİLİK SONA ERECEK YÖNETİCİLERİN İŞİNE GELEN (BU KOYUNLAR BENİM )MANTİĞİ KISA SÜREDE ÇÖKECEKTİR.
    DÜNYA HEPIMIZIN DEMEK VAKTI.onu kirleteni bana ne diyemeyız.MİLLİYETÇİLİĞE DESTEK OLANLAR YETENEKLERININ DÜNYA SAHASINDA İŞE YARAMADIĞINI GÖREN VE ÜLKE SINIRLARINDA DAHA YETENEKLILERIN DAHA UCUZA GİRMESİNİ İSTEMEYEN KORUMACI DÜŞÜNCELERDİR.
    Milletler dengesini bulana kadar geçişleri engelleyemeyeceklerdir.Dünyada hergün bütün halkların ortak kurumları oluşmaya başladı hergeçen gün çoğalıyor.ÇEVRECİLİK BUNLARDAN SADECE BİRİ.Yeni ulaşım haberleşme imkanları ile dünya eskinin bir şehri olmuştur.
    Herkes bu dünya şehrinde düşüncesi,değerleri ve yaşam tarzına göre semtini seçip orada daha mutlu ve özgür yaşayabilecektir. BU ÖNLENEMEZ BELKİ ANCAK BİRAZ GECİKTİRİLEBİLİR.
    BENİM BİR HAYALIM VAR.DÜNYADA BÜTÜN İNSANLARIN BİR KİMLİK TAŞIMASİ.ÇÜNKÜ BÜTÜN DÜNYA HEPİMİZİN.DÜNYADAKİ BÜTÜN İYİ ŞEYLERİN YANIN DA KÖTÜLÜKLERİN KARŞISINDA OLMA ZAMANI GELDIĞINDE DÜNYALILAR DAHA MUTLU OLACAKTIR……………………….
    O zaman ülkemizin sistemi ne olmuş gibi detaylar ve korkular gündemimizden çıkmiş olacaktır………….
    8

  3. sizin gibi bu sistem islah olmaz değşitirmek gerekiyordu değitirdik.hani diyodunuz ya değiştir

  4. Kanun gücünde Cumhurbaşkanlığı kararnamesi yoktur.anayasada kanunların Cumhurbaşkanı kararnamelerinden üstün olduğu açıkça yazar fehmi abi..

  5. RTE yi ve yaptıklarını düşündüğümüzde dersine iyi çalıştığını görüyoruz. Suriye’de Beşar Esad’ın nasıl olupda iktidarda kalabildiginden dersler çıkarmış gibi görünüyor. Putin den aldığı derslerde birkaç yıldır kendini gösteriyor zaten. Bu gözle bakınca Erdoğan Türkiyesini üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliriz. Peki ya Erdoğan sonrası?

  6. Bakanlar açıklanırken, 16 bakandan 11 tanesinin mezun oldukları okullar da yazıldı ekrana ama 5 tanesinin mezun oldukları okullar hakkında bilgi yer almadı. 16 bakandan 5 tanesinin universite mezunu olmaması çok degilmi?

  7. Bize özgü başkanlık sistemi ve dün akşam duyurulan kabine bize ne vaad ediyor? İlkin, Erdoğan’ın sanki yepyeni bir sistemle yola çıkıyor olduğu yanılsamasından (ya da kasıtlı yanıltmacasından) uzaklaşalım. Fiilen başkandı zaten.
    Önümüzdeki yıllarda bizi neyin beklediğini kestirebilmek için elimizdeki temel ve doğru araç, sıradışı bir başarı öyküsünün mimarı olan AK Parti’nin ilk dönemleri ile son dönemleri arasındaki bir karşılaştırma olmalı. AK Parti’nin kurucu kadroların ve müteyeddin dünyanın elinden alınmasıyla başlayan başarısızlık öyküsü, partinin ve seçmenlerin hamasete, milliyetçi jargona dayanan “Reisçilik” inancına teslim olmasıyla elele giden bir süreç gibi görünüyor bana. Reisçilik, devam edegelen bir başarının sonucu olarak ortaya çıkmış makul bir inanç ya da iyimserliğe dayanmıyor. Aksine, savrulma ve başarısızlıkları perdeleyen, dayanaksız, ama güçlü ve sürükleyici bir inanç Reisçilik dediğimiz şey.
    Reisçiliğin saç ayaklarından biri olan “Türkiye’nin güçlü bir ülke olup İsrail’in başına bela bir ülke” durumuna geldiği söylencesi örneğin. Hiçbir dayanağı yok bunun, ve aslında bunu görebilmek zor da değil. Salt inanç. Ülkeye geri dönüşü sırasında havalimanında hiçbir gerekçe gösterilmeden gözaltına alınan, haftalarca İsrail faşizminin zindanlarında dış dünya ile hiçbir teması olmadan rehin tutulduktan sonra önceki gün ellerinde kelepçe, ayakları zincirlenmiş olduğu halde mahkeme salonuna sürüklenen başörtülü genç kız Ebru Özkan’ın aşağıdaki fotoğrafı, bizleri yüzleşmek istemediğimiz gerçeği fısıldıyor. Üç haftayı aşkın süre boyunca, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tek bir yöneticisi, Ebru Özkan ismini telafuz edemedi, tek bir sözcükle olsun bir açıklama gelmedi ülke yöneticilierinden. Bir inanç olan Reisçilik böyle bir şey.
    http://www.karar.com/dunya-haberleri/haftalardir-israil-zindanlarinda-olan-ebru-ozkandan-gunler-sonra-ilk-fotograf-906995
    Ekonomimizin iyiye gittiği doğru değil. Aklınızı Reisçiliğe teslim etmişseniz, bu iddianın doğru olmadığı fikri sizi öfkelendirir ya da canınızı sıkar. Artık isteseniz bile inkar edemeyeceğiniz gerçekler ayan beyan ortaya çıktığında ise, başarısızlığı dış güçlerin kumpaslarıyla, FETÖ vs. ile açıklamaya yeltenirsiniz –ya da durumun geçici olduğu, yakında her şeyin yoluna gireceği inancına sarılırsınız.
    Milliyetçilik ya da vatanseverlik, bizde bir retorik ve gösteriden ibaret. İslamı kimseye kaptırmayan ama sorulsa tek bir İslami düşünür, bilim adamı, felsefeci ismi zikredeyemeyen, yaşantısında yapıcı hemen hiçbir şey olmayan, kendi dilini bile vasat ölçülerde kullanamazken onyılların yaarına ayar vermeye girişen, sosyal medyada ateşli slahlar eşliğinde fotoğraf yayınlamayı matah bir iş zanneden, “Vur de vuralım! Öl de ölelim!” haykırışları eşliğinde kefenlere sarınma gülünçlüğünü vatanseverlik zannedenler, vatanperver türk evladı olarak kutsanır, sizin payınıza da terörist FETÖ-PKK yandaşlığı düşer. Oysa, basit ve yalın gerçek şu: AK Parti’nin son 6-7 yılda izlediği tüm ekonomik politikalar, bu ülkenin milyonlarca insanının cebinden çalıp sözüm ona “düşman” belletilmiş ülkelerin uluslararası şirketlerinin cebine zenginlik olarak konuyor. Ve, bu, bile bile yapılıyor. Ama, bunu söyleyen vatan haini, iktidar milli ve yerli!
    Tarım ve hayvancılık konusunda öne sürdüğüm iddiamı, bir başka konuda yineliyor, ve ‘vatanperver’ yorumculardan hamaset dışında bir karşılık bekliyorum: Erdoğan ve AK Parti, izledikleri poltikalar itibarıyla, milli değil. Çünkü, bu ülke insanlarını yoksullaştırıyorlar, kaynaklarımızı küresel kapitalizmin prensleri olan çok uluslu şirketlere peşkeş çekiyorlar. Buyurun:
    (*) Cumhuriyet tarihi boyunca, kamu kuruluşlarının elden çıkarılması yoluyla elde edilen özelleştirme gelirlerinin yüzde 90’ı AK Parti döneminde elde edildi. Seksen yıla yayılan birikimlerimiz tek tek elden çıkarılıp yabancı şirletlere satıldı. Bu özelleştirmelerden toplam 62 milyar dolar gelir elde edildi. Buna rağmen, hem bütçe açıklarımız her yıl katlanarak arttı, hem de dış borcumuz daha önceki dönemlerle kıyaslanamayacak bir artışla 440 milyar doları aştı.
    (*) Bu ülkenin vatandaşlarının ödediği vergilerle inşa edilmiş dev kamu kuruluşları, sanayi tesisleri, limanlar, kamu binaları, devlet arsaları teker teker satıldı. TÜRK TELEKOM’un %55’i Arap sermayesi Ojer Telekom’a satıldı. TÜPRAŞ’ın %51’i İngiliz Shell-Koç ortaklığına satıldı. PETKİM’in yine %51’i Azeri Socar Şirketi’ne, TEKEL’in 6 sigara fabrikası merkezi Hollanda olan British&American Tobacco şirketine satıldı. TEKEL’in içki bölümünü 2003 yılında satın alan yerli Mey şirketi, 3 yıl sonra bunu 2,5 kat fazlasıyla Amerikan TPG fon şirketine sattı. Bu fon şirketi de, bunu ilk baştaki özelleştirme bddelinin tam 10 kat fazlasına İngiliz Diageo şirketine sattı.
    (*) THY’nin %26’sı, Halk Bankası’nın %17’si borsada yabancı yatırımcılara satıldı. Kamunun sahip olduğu limanları, elektrik dağıtım şirketlerini, araç muayane istasyonlarını, fabrikaları özelleştirme ihaleleri ile teker teker yabancılara sattık.
    (*) TELSİM’i İngilizlere, DİGİTÜRK’ü ise ihale bile olmadan Katarlılara sattık.
    Liste çok uzun ve daha 2007 yılına bile gelebilmiş değiliz. Devam etmemi ister misiniz?
    Elde satacak hiçbir şeyimiz kalmadı. Tarım ve hayvancılığı bitirdik, çiftçiyi yoksullaştırdık, ülkemizi ithalata bağımlı bir ülke haline getirdik. Türkiye’yi yabancı ithal ürünlerin satışı için açık pazar haline getirdik, halkımız bu ürünleri çok uluslu şirketlerin yararına olacak şekilde tüketmesini sağlamak için çirkef bir tüketim kültürüyle insanlarımızı zehirledik, milyonlarca insanı kredi borçlusu haline getirdik. Erdoğan ve AK Parti, tam da uluslarası sermayenin istediği biçimde, insanlarımızı üretmeden tüketmenin hazzına alıştırdı. Şimdi artık ne satabileceğimiz bir kurum kaldı elimizde, ne de yabancı para eskiden olduğu gibi bol. Nasıl kapanacak bu dış borç? Dul ve yetimlere, emeklilere, engelli insanlarımıza, işsiz gençlerimize sosyal yardımları sürdürmek için para nereden gelecek?
    Türkiye, yönetilmesi kolay olan bir ülke değil. Kendine hayrı bile kuşkulu CHP üzerinden kolayca seçim kazanmanın temel stratejisi haline getirilmiş kutuplaştırma siyaseti ile, meseleler daha da karmaşık hale gelmiş durumda. Eldeki bütün olanaklara rağmen, görmek isteyen gözler, ortada bir yönetememe hali olduğunu görüyorlar –Erdoğan bunlardan biri. Muhalefetin çapsızlığı hemen herkesin ortak kanısı. Ama, bu yönetemezlik hali, ancak seçimden seçime varlığı hatırlanan bir muhalefete, tümüyle control ve manipüle edilen medyaya rağmen yaşanıyor. Nitekim, eğer AK Parti daha güçlü bir oy erezyonuna uğramamışsa, bunda iki temel neden var: AK Parti’nin ilk dönemlerde gerçekten övgüye değer başarılara imza atarak halkın yaşantısına olumlu anlamda temas etmiş olması, ve halkın haklı olarak CHP’ye hiç güvenmemesi.
    AK Parti ve Erdoğan, bugün, geçmişten farklı olarak, sorun çözdüğü iddiasıyla değil, neden sorun çözemediğini anlatarak ikna ediyor geniş halk yığınlarını -FETÖ, PKK-HDP, dış güçler. Ne tür bir ekonomik program izleneceğini partili yöneticiler bile bilmiyorlar. Eğitim sorunu, işsizlik, tarımsal üretim meselelerinde ne yapacağını da bilmiyoruz. “Kaygılanmayın, ben halledeceğim” diyor Erdoğan. Hatırı sayılır bir çoğunluk bu çağrıya uyuyor, inancını koruyor.
    Başarısızlıkların devamı, memnuniyetsizliğin artarak devam etmesi muhtmel senaryo. Düş kırıklığının zaman içinde aldatılmışlık duygusuna evrildiği zamanlardan da geçeceğiz muhtemelen. İlla böyle olacak değil iddiam. Ama, son 6-7 yıla baktığımda, bana daha muhtemel görünen şey bu.
    “Hayır! Böyle olmayacak! Sen muhalif olduğun için başladın şimdiden felaket tellallığına! Seninki seçim sonuçlarının kuyruk acısı!” mı diyorsunuz? İyi, söyleyin bunu. Ama, bir İNANÇ dışında, bunu neye dayanarak söylediğinizi de ekleyin mutlaka. Çünkü, bu işler salt bir inanç meselesi olan Reisçilik ile, “Reis hep iyi ve doğruyu yapmasını bilir!” söylenceleri ile, “Yepyeni bir başlangıç yapıyoruz, her şey daha iyi olacak inşallah” temennisi ile yürümüyor maalesef. Üstelik, mehterin ve kefenli salon gösterilerinin, “dış düşman” retoriğinin gücü ve ikna ediciliği de sınırsız değil. 15 Temmuz darbesinin bir gerekçe olarak bir beş yıllık kullanım ömrü daha olacağını ummak da bana gerçekçi bir beklenti olarak görünmüyor.

    • Maalesef halkımız Allah ile aldatılmayı seviyor ve aldatanı el üsütünde tutuyor.
      Şimdilik en iyi aldatan işbaşında.
      Daha iyi aldatan biri gelinceye kadar AKP ile yola devam…

    • 95 senedir bu ulke boyle yonetilmis ne kazanmisiz ,,su an ki durum, birakin birde yeni sistemi deneyelim ne olacak gorelim,yeniliklere acik olalim..ihtimal %50, ya tutarsa hep kazaniriz,

  8. Bu yeni sistem ile ilgili sevindigim tek husus Ziya Selçuk’un Milli Egitim Bakani olmasidir. Egitim politikalarini kendisi ve ekibi belirlerse, bazi onemli adimlarin atildigini gorebilecegiz. Ancak bunun cok zor olacagini ongoruyorum.
    Hazir egitim meselesine el atmisken; nasil bir nesil yetistirmek istiyoruz?
    Burada yorum yapan kisiler ozelinde somutlastiracak olursak, cocugumuzun ya da gencligimizin kime benzemesini isteriz?
    Kim ya da kimler gibi yorum yapmasini ya da olgulari degerlendirmesini arzu ederiz?
    Mesela ben yeni neslin H.Gayret gibi yorum yapmasini istemem?
    Bu hususu sayin bakanin dikkatine ozellikle sunuyorum?

  9. Ben söylemiştim. daren acemoğlunun ismi geçiyor ancak onun ismini zikredenler haltetmiş. sadece x bakan olur diye. beklentimin haricinde hiçbir değişiklik yok. adalet bakanı x, ekonomi bakanı x, dışişleri bakanı x, içişleri bakanı x, …..
    – Öncelikle bu öngörüm gerçekleştiği için kendimi takdir ediyorum.
    – Ekonominin e’si ile ilgilenen en sıradanından, ekonominin n’sine kadar ilgili olan bankacılar, fon yöneticileri vs, herkes bilirki, ekonomi yönetimde mehmet şimşek ve unakıtanın olması piyasalara belli bir güven verir. bunların olmadığı bir ekonomi yönetimine piyasalar güvenmez. bunların olmadığı bir ekonomi yönetimde faiz ve dolar fırlar. (ben piyasaların bu düşünce ve inancını anlamakta güçlük çekiyorum. sonuçta unakıtan da şimşek de x’ten öteye geçemediler. ama piyasalar benim gibi düşünmüyor işte).
    – Bu durum ekonomi ile ilgili herkes tarafından bilinirken şimşek ve unakıtanı devre dışı bırakmanın mantığı ne olabilir?
    A) Ülke önemli değildir.
    B) Ülke önemlidir ancak, bunlarla ilgili başka ciddi sıkıntılar vardır bu nedenle dolar ve faizin yükselmesi, ülkenin zarar görmesi göze alınmak zorunda kalmıştır.
    C) reis, faizin enflasyonun nedeni olduğunu sandığı gibi, piyasaların albayraka daha fazla güvendiğini zannetmiştir.
    D) hepsi
    E) hiçbiri. hiçbiri ise, düşündüğünüz nedeni yazın.
    Not: bence ülkenin ne önemi var. mühim olan reisin keyfidir. yani şıkların hepsi etkili.
    not2: bakanlar listesi açıklandığında dolar 4.55’ten 4.75’e çıktı. ilave olarak da tahvil faizleri yeni bir rekora imza attılar.

  10. “Daha niceleri nicelerine beylik verdi. Amma kimse kimseyi bey edemedi. Biz Osmancık Bey deriz lâkin bey olup olmamak ona kalmış. ” Şeyh Edebali
    Tarık Buğra’nin kitabından okumuştum. rte bir şekilde başkan oldu. Görelim bakalım 16 yıldır yaptıkları yapacaklarının teminatı olacak mı? Erbakan Hocamın dediği gibi kahvemizi elimize aldık izliyoruz. Ülkenin Beyi(başkan) olabilecek mı?

  11. Merhaba sayın H.H.bey Alman dergisindeki dörtlüyü hatırlatarak yazmaya başlamak istiyorum.
    Trumpda onlardan birisi.
    ABD nin kurucuları bu tip insanların gelebileceğini önceden bildikleri için başkanin akrabalarına görev verilmesi yasak Anayasaya aykiri.
    Diğer bakanları arasinda trumpla ters düşenler hariç çoğunluğu geçmişde ABD yasalarına göre suça bulaşmişlar Flinn gibileri ABD nin gazetecileri sayesinde ortaya çıkarılınca istifa etmek zorunda kaldílar.
    Çünkü ABD halki onları indirmesini iyi bilir.
    Hoşça kalın

  12. Törene bakínca bazi bölümleri ABD başkanının yemintöreni ve sonrasína
    benziyor.
    Kıyafetlere gelince karışık, sanki çocuklar okulda
    tarih kitaplarından bır bölümünü canlandıran musamere (piyes) yapiyor, o musamerenin seyircilerde çocuklarín ana babası ve kardeşlerinden oluşan seyirciler. Çocuklar rolerini nasíl yaparsa yapsın onlar için fark etmez ve alkíşlarlar.
    Zaten o tiren kazasında ölenlerde o piyesde rol gereği ölmuş! Gerçekte öğle birşey yok.
    Bizdeki başkanlık sistemin ismine Aile şirketi,
    , hemşerilik, kabadayılık hakaret ve kavgacılık sistemi denilmesi daha uygun olur.
    ABD başkanı sistemi başkanin yakinlarını kabilesinede görev vermesini yasakliyor.
    Trump’un kızı ile damadı gönüllü çalışiyor maaş almiyorlar ve imza yetkileride yok.
    Bizim bakanların özgeçmişini okuyunca hepisinin okuduğu liselerin ve siyasete başladıkları partinin ismi yaziyor sadece damat bey’in okuduğu lise Soylunun siyasete başladığı parti yazmiyor.
    MaşAllah damat bey enerjiyi tüketti şimdide hazınenın dibini kurutacak, ismi açıklanır açıklanmaz, dolar tírmanışa geçti.
    Benim garibime gidende Allah’ın yasakladığı her şey yapiliyor daha sonra kalkıp Allah’ın izni ile hizmet edeceklerini, Adaletsizliğin alâ sını yapiyorlar Adalet den bahs ediyorlar.
    Siz bakanlarınızın öz geçmişini yazarken dahi dürst ve adaletli olamiyorsunuz, sonra kalkıp ADALETTEN bahsediyorsunuz.
    Bizdeki davul zurna ile dans edenlere ne güzel seslenmişler.
    Soyuna dön Mehmet Ağa soyuna, Kulak VERME sen cazdaki oyuna, san davul,sana zurna, yetmezmi? AVRADINI el oynatsa, hiç zoruna gitmezmi?

  13. Söze demokrasinin sivil ve askeri bataklığında daha kaç sene – ıslah yolunu deniyerek – bekliyecektik. Takriben 70 yıllık sürede 5-6 ihtilal, 7-8 koalisyon görmüş bir Memlekette, yırtık-yamalı T.C.Anayasasında, sistem mi kalmış ki, hala “ıslah yolunu deneyebilirdik” diyebiliyorsunuz. Karşında 11 sefer de seçim kaybetmiş bir muhalefet lideri var, üstelik.
    Mesele, sistem sevdalısı kesilmek değil. Tarihimize, Devletimize, halkımıza, Milli değerlerimize yararlı olanı bulabilmek. Peşin hükümde ısrarcı olmamak ve yeni sistemin denemesine tahammül edip sonuçlarını görmek
    ABD’de yüksek Makamlardakilerin alınışı, ” kimse vazgeçilmez” değildir, mantığının gereği olarak icra edilmiş, büyük çoğunluğu da karşısına almamıştır.
    AMAÇ olan sistem değil, sistem bir ARAÇtır. Mühim olan, halkın refah seviyesinin yükseltilmesi
    inancını azami derecede, serbestce yaşıyabilmesi, her türlü yanlışın ve haramın önü alınarak, sosyal huzurun
    sağlanmasıdır. Bu yönü ile birkaç bakan dışında, pratiği ve geçmiş uygulamaları, başarıları olan düzgün kişilerden mürekkep bir bakanlar kurulu karşımızda görünüyor. İnşallah, doğru istikamette, düzgün işler yaparlar. Dileğimiz bu olur

  14. Neyse artık yapacak bir şey yok.
    Milletimiz demokratik parlamenter cumhuriyetten, bir tür meşrutiyet rejimine geçmeyi uygun görmüştür.
    Bundan sonra artık her ne kadar seçilmiş olsalar da padişahlar tarafından yönetileceğiz
    I. Recep Tayyip memlekete millete hayırlı uğurlu olsun.
    Artık kemerlerimizi bağladık bekliyoruz.
    Başkanlık rejimine geçince uçuşa geçecek biliyorsunuz ülkemiz.
    O yüzden yani…

  15. Eskiden olsa Sayı Koru şunları da yazardı.
    Kendi yazmasa da Taha Kıvanç a yazdırırdı. 🙂
    Yeni bakanlardan MEB nı özel Maya Okulları kurucusu…
    Turizm Bakanı ETS şirketinin kurucusu…
    Sağlık Bakanı Medipol hastanelerinin kurucusu…
    v.s. v.s. olduğunu da yazardı ve şöyle bitirirdi.
    Kediye ciğer teslim edilmez derler ama…
    Biz teslim mi ettik? :))

    • Sizin bu söylediğiniz de sorun mu Allah aşkına? Sararsınız kedileri ak kefenlere, tutuşturursunuz ellerine ecdadın kurmuş olduğu eski Türk devletlerinin bayraklarını, size bana vatan millet Sakarya dersi verirler inanın. Kaldı ki, Reis yanlış adama bakanlık vermez -şimdi nerelerde ne görev ifa ettiklerini bilmediğimiz eski bakanlarımız M. Güler, E. Bağış, Z. Çağlayan ve onların has adamı Zarraf kardeşimiz bunun en çarpıcı örnekleri değil mi?

  16. sayın Bernar bey saadet partisi artık doğruların ve hakkın yanında durmuyor.Cumhuriyet kurulalıdan beri değerlerimize saldıran müslümanları aşağılayan, horlayan danıştay saldırısında Kocatepe camii avlusunda ak partili bakanları yuhlayan,kovalayan, üzerlerine ellerinde neler varsa atan, fırlatan CHP zihniyetinin yanında kolkola duruyor. 28 şubat davasında şikayetci olmuyorlar vs

  17. Buraya yansıyan yorumlar biraz seviyeli olmalı sevmediğimiz parti veya kurumları ve onun sevenlerini alaycil ve küçük görme alışkanlıklarından kurtulmak lazım insanların zeki olup olmadıkları bizimle aynı fikri paylaşıp paylaşmamalarından anlaşılamaz.
    Dün mecliste. sa Başkanımız yemin ederken CHP Ayağa kalkmamış adamların ayağa kalkacak halimi kaldı 1950 den bu tarafa hep eziliyor. halk tarafindan halkin sillesini yiyen zihniyet ayakta durabilirmi?
    Allah yeni sistemi Ülkemiz ve ümmeti muhammet. insanlık için hayırlar getirmesini nasip etsin

  18. Başkanlık sistemine geçiş için 1liralık hatıra paralar basılmış ama tarihi değeri daha da yüksektir! Alıp saklamakta fayda var… Bazıları gibi 1dolarlık banknotlar taşımaktansa milli paramızı taşırız:) ne mutlu türküm diyene!!!

    • Bence pek akıllıca değil bu öneri. Rusya’nın başkenti Moskova’da, Ukrayna’nın başkenti Kiev’de millet yere serdiği “Ne alırsan bir sakız parasına” yer sergilerinde eski komünist dönemin paralarını değil, askeri madalya ve nişanlarını bile bir kutu kola parasına satamıyor. Bugünün o 1 liralık hatıra paraları, daha iki yıl tamamlanmadan yerde görsen eğilip almaya değmez maden parçası haline gelecek gibi. Aklını kurucu babalarla bozmuş üç beş seküler yaşlı dışında eski kağıt paraları değerli bulup biriktiren var mı? 🙂

  19. Töreni izlemedim (konulan resim şatafata verilen önemi de biraz olsun sembolize ediyor). Siyasetle/bürokrasiyle içli dışlı olmadıgım için bir iki sima hariç eski müsteşarmış/bürokratmış ta Bakan olarak işe alınmış hiç birini tanımam. Yeni sistem hayırlı/başarılı olsun. Beklentiler büyük. Bu sistem tarihimizde bir ilk oldugu icin ülkenin yönetimine/geleceğine kafa yoranlar icin dikkatle izlecektir ve yorum yapilacaktir. Eskisinden farklı bir nitelik olarak sanırım liyakat ve işi ehline verme olayı ön plana çıkmıştı. Bunu nereden bileceğiz? Liyakat-işinin ehli olmak kişilerin daha önceki başarılarının kritik özetiyle biraz da olsa ip-ucu verir. Başkan Erdoğan’nın Bakanları seçerken ehliyet kriterleri neydi? Şeffaflık açısından bu konular önemli. Örnegin, bir Hulusi Akar’ı herkes biliyor. Savunma Bakanlıği görevi uygundur. Yönetime katkıda bulunabilecek bir tecrübe ve potansiyele sahip-yaş grubu olarak ta oldukça iyi bir zaman aralığında.
    Albayrak tekrar Bakan ve daha da genç yaşta; az da olsa tecrübe kazanmışlığı var. Ancak, bu dönemde başarı karne durumu nedir diye sorulsa Akdeniz’e gemileri yollayıp Rumların tabi-kaynak arama faaliyetlerine haklı olarak tavır konulması Albayrak grubu için iyi puandır denebilir. Bunun dışında Enerji ve Tabi Kaynaklar/madenler konusunda başarı hanesinde öne çıkan ne vardır? Bildiğim kadarıyla bu konuda ülke ekonomisine somut girdi olarak fazla bir şey yok (varsa, katkı rakamlarıyla bilen yazsın öğrenmiş oluruz.
    Herşey bir yana Albayrak’ın Başkan Erdogan’ın damadı olduğu biliniyor. Keşke bir önceki yönetime dahil olmasaydı denirken tekrardan Bakan seçilmesi- akrabalık dolayısıyla hoş degil, sorgulanacak bir olay. Başkan Trump ta damadı için bunu pekala yapabilirdi, ama yapmadı. Gelişmiş ülkelerde mesafeli ilişki olarak bilinen ve uygulanan etik bir kural vardır. Başkan Erdogan da damadını mesafeli ilişkide tutarak ondan yine istifade edebilirdi (misal, konusunda bir danışman). Albayrak işinin ehli olsa bile Bakanlk seviyesinden kaçınılması etik değere verilen önemin bir göstergesi olarak karnedeki not ortalamasını yükseltecekti (Bu konuda Başkan Erdoğanın notu düşüktür, bence de). Eleştirilen bir Trump kadar olunamadı. En azından böyle bir algı yaratıldı ve bu devam ediyor. Trump’ın atadığı yönetim grubunda Fehmi bey’in dün verdiği listede üst-düzeyde 23 yönetici/direktör var. 19 tanesi istifa ederek ayrılmış. Bu ilginç. İstifa edebilmek bir prensip meselesidir, doğru bildiğini koltuğuna/menfaatine satmamaktır ve bu bağımsız düşünceyi gerektirir. Bizde Başkan’dan bağımsız düşünme olayı hangi seviyededir ayrıca merak edilen bir konu… Bunu da zamanla biraz olsun görmüş olacağız…
    Bir iki Bakan için daha yorum yapılabilirdi, ancak uzatmak istemiyorum. Başkaları da bildiğini düşündüğünü yazsın. Gerçeklere sadık kalınsın bir şeyler öğenmiş olmak açısınnda bir işe yarasın…

  20. Türkiye gibi bir yerde liyakati hic takmayan toplumda bu uygulama tutmaz görünüyor. mesela askerde rütbe konusu. önceden belli süre beklenirken simdi kafasina göre sen albay sen yarbay oldun denebilecekmis.hemde yilin istediginiz vakti. denetleme derseniz yok…

  21. Erdoğan’ın bir dünya lideri olduğuna, ülkeyi ihya edip müreffeh bir topluma doğru taşıyacağına inananlar, 24 Haziran seçimlerinin sonuçlarını bir zafer olarak karşıladılar. Bu gerçeklikten kopuk, çocuksu zafer sevincinin yansımasını buradaki yorum sayfalarında iki hafta boyunca gündelik olarak izledik. Oysa, ortada, zafer şöyle dursun, bir seçim başarısı bile yoktu Erdoğan ve AK Parti açısından. Ortalama bir zekaya sahip herkes, 24 Haziran seçimlerinin sonuçlarının, AK Parti’nin tek başına iktidar olma kapasitesini yitirmiş olduğu 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarını tekrarladığını görebilirdi.
    Kasım 2015 seçimlerine kıyasla, AK Parti’nin oyu 71 ilde düştü. Erdoğan’ın memleketi Rize’de bile oy kayıbı %11 oranındaydı. Partinin oy deposu kabul edilen İç Anadolu’da dramatik oy kayıplarına uğradı AK Parti. Oy kaybı oranı, Kırıkkale’de %20, Konya, Aksaray ve Kayseri’de % 16, Karaman’da % 14, Çankırı’da % 11 oldu. Çok güçlü olduğu Erzurum’da % 15, Elazığ’da % 13, Malatya’da % 9 oranında oy kaybı yaşadı. Parti’nin oy oranı, ilk defa oy kullanan gençler arasında, %33’e kadar gerilemişti.
    CHP’nin uğradığı hezimet, Saadet Partisi’nin beklentisinin çok gerisinde kalan oy yüzdesi, bu basit gerçeklerin üzerinin örtülmesini mümkün kıldı. Hem Parti, hem de partinin ve Erdoğan’ın buradaki taraftarları, bize AK Parti’nin “zeferi”ni değil, CHP’yi ve Saadet Partisi’ni anlattılar gündelik olarak. CHP’nin geleneksel başarısızlığıyla, bu partide yaşanan gülünesi liderlik ve hizip çekişmeleriyle -haklı olarak- alay ettiler, Saadet Partisi’nin aldığı oylara bakarak, bu partinin ciddiye alınabilecek bir parti olmadığını ilan ettiler.
    Seçimlerin üzerinden iki hafta geçti. Zafer çığlıkları, CHP’li olduğu düşünülen yorumculara, benim gibi Saadet Partisi taraftarı yorumculara yönelik “Dünyanın kaç bucak olduğunu gördünüz mü?” imalı çiziktirmeler hayli yatışmış görünüyor. Ve, nihayet, Erdoğan kabinesini dün açıkladı. Şimdi, Erdoğan ve partinin önünde, uzun bir yol var. Bu beş yıllık dönemde, CHP’de yaşanan kepazeliklerle, bedelli askerlikle, vergi ve imar affı ile, emeklilere yılda iki kez cep harçlığı vermekle, çakma Kandil operasyonlarıyla, ‘görkemli'(!) başkanlık törenleriyle yol alınamayacağı ortada. Yaşadığımız elim tren kazasında yitirdiğimiz insanlarımız, dün akşam kabinenin açıklanmasını takip eden birkaç saat içinde döviz kurlarının yüzde 2,5’a varan sert yükselişi, bizlere, ülke yönetmenin bir şey, CHP’nin geleneksel kifayetsizliği ve çağdışı kalmışlığı, Saadet Partisi’nin oy oranı vb. konuların çok başka bir şey olduğunu hatırlatıyor.
    Bu noktada, ben, 24 Haziran seçimlerinden haftalar önce öne sürdüğüm argümanı yineleyeceğim: “Erdoğan ve AK Parti iktidarda kalacak, ama yeni dönemi tamamlayamadan, önü alınamaz toplumsal tepki sonucu erken seçime gitmek zorunda kalacak ve bu halk bu lideri ve bu partiyi sandığa gömecek.”
    Bu öngörümün benim kişisel arzumla, ya da hemen ileri sürüleceğini şimdiden bildiğim “Erdoğan nefreti” ya da Saadet Partili kimliğimle vs. ile ilintisi yok. Zihnim ve kalbim, “Ülke çökse de olur, yeter ki Erdoğan gitsin!” demeğe getiren tuzu kuru seküler fanatiklerinki gibi çalışmıyor. Yola çıktığım şey, bu ülkenin siyasal tarihine olan merak ve aşinalığım; son beş yıllık dönemde izlenmiş olan ekonomik politikalar, tarım ve hayvancılık, etkin ekonomi yönetimi, akılcı uluslararası ilişkiler gibi konularda ülkemizin yüz yüze bulunduğu kaygı verici gerçekler.
    Dileyen, bu konularda karşı karşıya olduğumuz gerçeklere ilişkin iki cümle kurmak yerine, düne kadar olduğu gibi, yine bana artık alışmış olduğum aşağılayıcı dille saldırsın, AK Parti ve Erdoğan eleştirilerinin geleneksel karşılığı olan FETÖ-PKK yandaşlığı imalarını sıralasın dursun. Vatanseverlik konusunda kendilerinin birinci, muhalif olan herkesin ‘dış güçler’in maşası olduklarını vb. ileri sürsün. Ben ülkenin yüz yüze olduğu işsizlik, giderek yönetilemez hale gelen ekonomik sorunlar, tarım ve hayvancılık alanında uğratıldığımız yıkım gibi konularda bildiklerimi zaman zaman yazmaya devam edeceğim.
    AK Parti ve Erdoğan’ın tarım ve hayvancılığımızı nasıl bilerek ve inatla yıkıma uğrattığını, devletin kendi verilerinden yola çıkarak, herkesin anlayacağı bir dille birkaç hafta önce dile getirmiştim:
    http://u0i.626.myftpupload.com/medya-ettigi-mi-dediniz-muharrem-ince-ortaliktan-neden-kayboldu-teorilerim-var/
    Sayın Koru, ülkemizin çözüm bekleyen sorunlarını gündeme taşıyan yazılarını yayımlandıkça, benzer konular üzerine yazmaya devam edeceğim. Bu yeni sistemle ve Erdoğan ile bu sorunları aşma şansımızın ne olduğunu sorgulamayı sürdüreceğim. Yani, bir süre burada yorum yapmamış olmamı “Saadet hezimetinden sonra kendini toparlayamadı galiba!” varsayımına dayandırmak isteyen arkadaşlar yanılıyorlar 🙂 Saadet Partisi’ni değerli ya da değersiz kılan partinin aldığı ya da alamadığı oylar değil. Onu biricik ve ülkenin yazgısında önemli kılan şey, doğruların ve hakkın yanında durması. . .

    • Mr. Bernar; Ortalama zekaya sahip herkes 16 senelik iktidarın ardından hala %52,5 almış bir lider ve %42,5 almış bir partinin dünyanın her tarafında başarılı hem de çok başarılı kabul edildiğini ve örneğinin de pek fazla olmadığını bilir. Ancak biz yine de kendi çıkarımlarımız dan yola çıkarak insanların ortalama zekanın altında olduğunu ima etmeyelim ki eleştirdiklerimiz den bir farkımız olsun. Yada Sn. Erdoğan’ı tarım ve hayvancılığı bilerek yıkıma uğrattığını iddia ederek ihaneti ima etmeyelim ki kızdığımız insanlardan bir farkımız olsun. Sonuç Ülkenin kolay bir dönemden geçtiğini her halde burada ki kimse iddia etmiyordur, ancak Sn. Erdoğanın yönetiminde ki çoğunluğu teknokratlardan oluşan bu icra kadrosu gemiyi güvenli limana ulaştıracaktır. Sonuç sizin tezinize ben de kendi tezimi sunayım Sn. Erdoğan Allah ömür verirse bu dönemi tamamlar ve sonrasında 2. kez yine seçilir 🙂 Selam Saygılar.

      • Daha yazınızın hemen başında ismimin önüne “Mr.” getirip yazınızı “Selam Saygılar” ibaresi ile sonlandırmanızı, bir H. Gayret taklidi sayıyor, gülümseyerek geçiyorum. Bir siyasal iktidarın 16 yıllık iktidarı sonrası daha düne kadar etmediği küfrü bırakmadığı bir siyasi partinin desteği ile başkanlık seçiminden %52, meclis seçiminden %42,5 oy almış olması, inandığınızın aksine, bir başarı değildir. İlk bakışta pek etkileyici görünen bu oranlar, muhalefetin ne olduğu ile, basın özgürlüğü ile, adil yarışma ortamının varlığı vs. ile yakından ilgilidir. Kaldı ki, uzun iktidar yıllarına rağmen hatırı sayılır bir oy farkıyla yeniden seçilmiş olmak, özgürlük ve adalet sorunlarını çözmüş toplumlara değil, sık sık baskıcı-otoriter rejimlere özgüdür.
        Başarının ölçütü, şu veya bu yıl boyunca iktidarda kalmış olmasına rağmen yeniden seçim kazanabilmek değildir. Meselemiz, karşılaştığı ekonomik ve toplumsal sorunları çözme kapasitesine sahip, adalet, temel hak ve özgürlüklerin gözetildiği, insanların iş, aş, barınma, sağlık, eğitim gibi GERÇEK meselelerde halinden hoşnut olduğu ve geleceğe güvenle bakabildiği bir toplum olmak ya da buna doğru evrilmek sorunudur. Tam da böyle olduğu için, belki İsveç istina olmak üzere, ileri gelişmişlik düzeyindeki Avrupa ülkelerinde ve ABD’de sık sık iktidar değişir, iktidar partisi ile muhalefet yer değiştirir, yeni koalsyonlar kurulur.
        Tarım ve hayvancılık alanında sadece kendine yeterli bir ülke olmayıp aynı zamanda bu iki alanda ihracatçı ülke kategorisinde yer alan Türkiye’yi bu konumundan alıp bugünkü sefil ithalat bağımlısı ülke durumuna düşürmek, üstüne basa basa söylüyorum, bilinçli siyasi tercihlerin sonucudur. AK Parti ve Erdoğan, küresel kapitalist düzenin neoliberal politikalarını harfi harfine izleyen ve hayata geçiren bir siyasal partidir.
        Sn. Erdoğan’ın daha 2-3 dönem boyunca iktidarda kalması pekala olasılıklardan biridir. Bu gerçekleşirse eğer, bu açıdan bir tek-örnek de olmayacaktır. Hem dün hem de bugün, Venezülella’dan Türkmenistan ya da Ermenistan’a kadar, onlarca örnek vardır onyıllar boyunca bir ülkenin idare ve kontrolünü tekelinde tutmayı başarmış tek-adamlar. Ne var ki, ben, Türkiye’nin bir Venezüella, Küba, Azerbaycan, Suriye ya da Irak olmayacak kadar yol katetmiş olduğunu düşünüyorum 🙂

        • Sn.bernar, bizim müslüman tatar türkleri arasında bernard, eduard diye isimler kullanılmaktadır, endişeye gerek yok yani:)

        • Bernar adını okuyunca Mr. diye başladım, Size ve okuyanlara saygımdan Selam ve saygıyla bitirdim. Neden rahatsız oldunuz neye dayanıp taklit olduğuma zan yaptınız bilemedim. Adını zikrettiğiniz arkadaşı da tanımam sizi pek bi komplocu gördüm :). Adım Bülent sizin yaptığınızın adı da Zan ama olsun satacak günahım çok iyi günlerde kullanın :). İlk olarak sizin de bakınca müşahede edeceğiniz üzre AKP nin aldığı %42,50 düne kadar küfrettiği bir partiden gelmemiştir, çünkü bildiğiniz üzere meclis seçimlerinde her parti kendine oy vermiştir tabii MHP de öyle. Hem düne kadar küfürleşmeleri sizin için çok dert olmamalı desteklediğiniz partinin ortağı olan CHP nin düne kadar Sivas Katliamı ile ilgili Temel beye söyledikleri meydandayken :).
          Başarının ölçütü konusu ise başka bir muamma ben başarının ölçütü seçim kazanmak demedim, siz AKP nin seçimde aldığı oy bir başarı değildir diyerek onu bir ölçüt yaptınız ben de seçimler açısından aldığı oyun bir başarı olduğunu yazdım :). İleri gelişmişlik düzeyi diye lanse ettiğiniz ülkeler ise ayrı bir tartışma konusudur bana göre tüm zenginlik ve refahını sömürü üzere kurmuş bu toplumlar ve kapalı devre sistemleri ileri falan değildir ayrıca benim için o şeref yoksunları referans da değildir, buyrun siz beğenip referans vermeye devam edin.
          Tarım ve hayvancılık konusunda ülkemin eksiği çoktur AKP de bu konuda suçludur. Ancak tüm manipülasyonlar bir tarafa ülke tarımda da büyümüştür hayvancılıkda da, açın TÜİK verilerine bakın. İddianızın tam tersine ülke zenginleşmiş ve bu nedenle de mesela et talebinde geçmişe göre katlamalı bir artış olmuştur bu da hatalı politikaların yanında yaşanan soruna etkendir. (sadece ülkede açılan restoran sayısından bile bunu anlayabilirsiniz bunu bu işi yapan biri olarak rahatlıkla söylerim). Ben yeni tarım bakanının Allahın izniyle sizleri utandıracağına eminim Allah yar ve yardımcısı olsun :).
          Son paragrafa gelince bu ülke ve insanları demokrasi konusunda dediğiniz gibi çok yol kat etmiş ve hakkaniyetli seçimler ile Liderini başa getirmiş ve dediğiniz gibi de getirecektir 🙂
          Selam ve Saygılar.

          • Şu ifade sizin yazınızdan: “Ancak tüm manipülasyonlar bir tarafa ülke tarımda da büyümüştür hayvancılıkda da, açın TÜİK verilerine bakın.”
            Kusura bakmayın, siz ekonomi üzerine hiç yazı yazmayın derim. TÜİK verilerini yorumlayabileceğinizi de sanmıyorum. Et talebine artış katlanarak artmış, ülkede açılan restoran sayısı artmış. Demek ki tarımımız da hayvancılığımız da büyümüş! Ve şimdi bu TÜİK verilerinden yola çıkılarak yapılmış bir ekonomik yorum, öyle mi?
            Alın size TÜİK verilerinden hayvancılığımızın durumu:
            “TÜİK verilerine göre sığır ithalatı 2017 yılının ilk 4 ayına göre 2018 yılının ilk 4 ayında %110 artış göstermiştir. Aynı dönem için koyun ithalatı 23 kat, kırmızı et ithalatı 11 kat artış göstermiştir.”
            “Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı verilerine göre ülkemizin 74 milyon ton kaba yem ihtiyacı bulunuyor. Bunun ancak 59 milyon tonunu üretebiliyoruz. Aradaki 15 milyon tonluk açığı yem ithal ederek kapatıyoruz. Fabrika yemi ihtiyacında da durum farklı değil. Toplam fabrika yemi ihtiyacımız 9 milyon ton; ancak biz bunun ancak 4 milyon tonunu üretebiliyoruz. Arada kalan 5 milyon fabrika yemini ithal ediyoruz. Ayrıca, kendi ürettiğimiz fabrika yeminin ana hammaddesi olan mısır ve soyayı da GDO’lu olarak yurt dışından ithal ediyoruz. Gerek ithal ürünler, gerekse yem üretiminde kullanılan girdiler açısından Türkiye bugün tamamen yurtdışına bağımlı bir ülkedir ve döviz kurundaki en ufak artış üretim maliyetlerini çok hızlı bir şekilde artırmaktadır.”
            Siz, “o şeref yoksunu” ülkeleri referans almayın; eğitimmiş, işsizlikmiş, yoksullukmuş, boşverin, bize mehter ve Diriliş Ertuğrul dizileri yeter demeye devam edin. O şanlı lideriniz de aynı kafada zaten. “Siz boşverin o ülkelerin basınında neler yazıldığına, boşverin o derecelendirme kuruluşlarını” dedi, 3 saat içinde dolar an itibarıyla %2,78 artışla 4,838’e dayandı. Sizin yoksul halkın dertleriyle dertlenecek insanlar olmadığınız açık. Belli ki tuzunuz kuru, gönlünüzce milliyetçi hamasete, o arada o “şeref yoksunu” ülkelerin telefonunda muhabbete, bilgisatarlarında yorum yazıp arabalarını sürmeye devam o zaman. Halkın da liderinizden yeni Diriliş Ertuğrul fragmanları mı yoksa aş iş eğitim sorunlarının çözülmesini mi beklediğini yakında anlayacaksınız. . .

          • Katılıyorum ve destekliyorum. Ayrıca önceden birbirine küfretmiş iki partinin millete hizmet için ittifak yapmasını; sürekli millete küfretmiş olan partilerin ittifak etmesine tercih ederim:)

          • Ah Mr Bernar Ahh. Yapılan yorumları ve verileri eğip bükerek, bolca söylenmemiş şeyleri söylenmiş gibi yansıtmaya çalışarak, sıklıkla zan yapıp günah alarak, hayli şişkin gözüken egonuzla insanları küçük görüp tepeden konuşarak, bir algı yarata bilirsiniz! O algı belki sizin ve sizin gibi Erdoğan düşmanlığından gözü kararmış birilerine sanal bir gerçeklik de sunabilir ama ne hazindir ki içinde yaşadığınız o sanal gerçeklik sizi Reisci diye kızdığınız ve Sn. Erdoğan’ın her dediğini doğru kabul eden kitleyle aynı çarpık bakış açısında birleştirir.
            Kusura bakmam Mr. Bernar haddim olmayan şeyler yazdıysam asıl siz kusura kalmayın. Ancak okuduğunuzu anlayarak yazıyorsanız, tekrar kusura bakmayın ama yazılanları çarpıttığınız için müflis bir yalancısınız. Ben yorumumun hiç bir yerinde sizin yorumunuza aktardığınız şekliyle “Et talebine artış katlanarak artmış, ülkede açılan restoran sayısı artmış. Demek ki tarımımız da hayvancılığımız da büyümüş!“ diye bir şey yazmadım. Şöyle yazmışım: “Ancak tüm manipülasyonlar bir tarafa ülke tarımda da büyümüştür hayvancılıkda da, açın TÜİK verilerine bakın.” Açıp baktınız mı? Mesela Türkiye de 2002 dı sığır koyun keçi toplam canlı hayvan sayısı neydi? Son sayımda ne? Ben beklerdim ki mişli müşlü küçük gören bir söylem yerine açıp bakıp yazsaydınız. Ben yazayım madem belki merak eden olur
            2002
            Sığır : 10.548.000
            Koyun : 26.972.000
            Keçi : 7.022.000
            Toplam: 44.542.000
            2017 (Son yayınlanan rakamlar)
            Sığır : 15.943.586
            Koyun : 33.677.636
            Keçi : 10.634.672
            Toplam: 60.255.894
            Belki merak edersiniz mesela 2017 de ithal edilen sığır sayısı 490.000 adettir. İsterseniz yıllık süt üretimini felan da tek tek yazabilirim orada da 2,5 katından fazla bir artış vardır. Ama tabii bu rakamlara bakmadan işinize gelen zaman aralığında işinize gelen şeylerin verisini vermek kolaydır. Mesela isterseniz tarımsal Makine üretim sayılarına da bakın o da sanayide ki büyümeyle alakalı bir bilgi verir eğer lazımsa. Yoksa bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak bu toplumun hastalığıdır, acizane sizi tenzih ederim.
            Mesela Tayyip bey üzerinden döviz artışıyla alakalı bir yorum yapmışsınız. O döviz 16 senede kaç kat artmıştır? neredeyse 3-3,5 kat az mıdır? hayır değildir ama 2002 den önce ki 16 yılda kaç kat artmıştır? Mesela; 20 mi? 100 mü? 500 mü? 1000 mi? Yormayayım sizi 2000 kat dan fazla artmıştır evet 2000…
            Evet dediğiniz gibi o “şeref yoksunlarını” referans almam siz buyurun alın. Ama ne işsizliği boş veririm, ne eğitimi ki bu hükümetin en başarısız olduğu konudur maalesef, ne de yoksulluğu boş veririm. Aynı Tayyip beyin boş vermediği gibi. Zaten bu nedenle de en çok ülkenin yoksul insanlarının yaşadığı bölgelerinden oy alır kendisi, tuzu kuruların yaşadığı nişantaşından değil…
            Bu arada ne ithal araba kullanırım ne de o “şeref yoksunlarının” ürettiği telefonu. Telefonum vesteldir mesela yada arabam nispeten yerli diye bileceğiniz burada üretilen bir fiat dır.
            Haa bu arada mehteri çok severim eyvaAllah ama bahsettiğiniz diziyi ömrümde seyretmedim. Neyse size zaten fark etmez görünen o ki siz gerçeklerden çok zanlarla, içi boş ithamlarla ve söylenmemiş yalanlarla ilgileniyorsunuz.
            Sonuç Fragman bitti Mr. Bernar hep beraber göreceğiz artık gerçeklik zamanı…

      • Merhaba. . . Kitabın genişçe sayılabilecek bir özetine göz attım; bizim ülkemizin serüvenine de ipucu sayılabilecek çözümlemeler içeren okunmaya değer bir kitap olarak görünüyor. Öneri için teşekkürler.

    • Bernar merhaba… Görüyorum ki tahmin ettiğim gibi yorumumu okumuşsun ve
      gerçeklerin bilinmesinden korkan herkesin olağan davranış biçimine uygun olarak sansürletmişsin.
      Demek ki içinde bilinmesini istemediğin gerçekler vardı orada…

      • Ahmet Bey, kendi yorumlarımda dahil olmak üzere, ben buradaki yorumlarımızın kıymet-i harbiyesini abartmıyorum. Ne benim, ne sizin, ne bir başka yorum yazısının bir ürkütücülüğü, sansür yolları aramak kadar abes bir önemi var. Siz zihninizde bir şeyler kuruyorsunuz anladığım kadarıyla, o kurmaca fikirler size olabilir görünmeye başlıyor muhtemelen, sonra gelip burada anlamkta zorlandığım tuhaf şeyler söylüyorsunuz. Burada şu ya da bu yazıyı sansürletmek gibi bir gücüm olmadığı gibi, sansür ihtiyacı ve eylemini ancak faşistlere ve faşist iktidarlara özgü bir sefalet sayarım. Düş gücünüzü çok zorluyor görünüyorsunuz. . .

        • Hiçbir küfür ve hakaret içermeyen yorumumu faşistler mi sansürledi yani… ?
          Allah Allaaaaah ! Nereden çıktı bu faşistler yahuuuu?
          Kurgu işine gelince; sizin gerçek sanıp;
          hakkında yazarın on katına yakın yazı döşendiğiniz kurgulanmış hayallerin yanında
          benimkiler solda sıfır kalır dostum solda sıfır…
          Benim gördüğüm kadarıyla ise;
          siz hiç de zorlanmıyorsunuz bu boş hayalleri çarşaf
          çarşaf anlatırken…
          Demem o ki düşler sizin günlük gerçeğiniz olmuş…
          Uyan da balığa gidek Bernar…
          Bak Temel Bey bile uyanmış…
          Belki de Erdoğan kendisini görür de
          aralarında bir zamanlar var olan hukuk hatırına
          iltifatta bulunur diye düşünmüştür.

    • Bernar bey merhaba, bizde bir ata sözü var “son gülen tam güler”diye.
      Burdaki bazı yorumcular eleştirilere dahı tahammül edemiyorlar ve hemen savunmaya geçiyorlar.
      Savunmaya geçmelerine karşı değılım fakat o savunmalari eleştırılerin yalnış olduğunu kanıtlamak mümkün olmadığı için karşılarındakılere iftira tehdit ve küfürlerle saldırmaktan medet umuyorlar, sonunda Adaletsiz bir ortamda kayıp ettikleri insani değerlerle şeçim kazandıklarını zannederek zafer çığlıkları atiyorlar.
      Fakat yazarımız ne zaman Türkiyeyi yakından ilgilendiren siyaset diş yazılar yazsa hiç bu siteye uğramiyorlar.
      Onların işı bir kişinin çakma kahramanlığını gündemde tutmak.
      .Esenlikle kalın

      • En son gülen bebek filminden sonra ülkerin 1nisan şakası videosuna çok gülmüştük:)))

    • Bazen diyorum ki acaba babam bu siteye gelip gizlice Bernar ismiyle yorum mu yapıyor. Hemen hemen aynı şeyleri söylüyorsunuz. Yaşınız falan da tutuyor. :))

  22. Sayın Koru ,
    Duanıza amin diyorum. 1950 de başlayan kentlileşme sürecini artık tamamlamak ve var olan kurumların çalışmasıni sağlamak adına iyi bir adım atıldı bu yeni yönetim sistemi ile . Sayın Başkan satır aralarında parti baskısı olmayacak dedi. Bir yerde çok iyi işini yapan bir devlet görevlisi bir taraftan onun yerine gözünü dikmiş haris kifayetsiz muhteris birisinin parti kanallarını zorlayarak yerine geçme çabası. Bu halk bundan vazgeçebilecek mi? Ya bu niye böyle diye sorulduğünda efendim taban rahatsız safsatası.Abimin dört yıllık il başkanlığında ona ulaşamayanın ailenin diğer üyelerine ulaşarak tayin, terfi ve ihale taleplerini yaşayan biri olarak yazıyorum. Diğer taraftan 1000 yıllık devlet geleneğinde hükümdarın mutlak vekaletini kullanan vezir, veziriazam, sadrazam , gibi ünvanlar ile yönetim hataları sözkonusu olduğunda değiştirilebilen kişilerin yerini başkan yardımcısı pek tutmayacak , muhtemel hatanın faturası dogrudan Başkan a kesilecek gibi görünüyor. İçişleri , hazine ve maliye , kültür ve turizm bakanları da benden sonraki mezunlar .
    NOT: Yorum sayfası bazılarının blog una dönüşmüş !

    • “Merhaba H.K. Başkanin akrabalarına görev verilmesi yasak Anayasaya aykırı… Nurdan 10 Temmuz 2018 at 16:45
      Bircok ülkede sadece etik olduğu için uyulan davranış ve düsturların bazı ülkelerde ayrıca kanun haline getirilmesi işin sigortası oluyor demekki. ABD liderlerin/kişilerin ağzına bakan bir ülke değil. Sağlam bir sistem kurup sisteme abone olan ve eleştiri/sorgulamayla onun devamlı eksiklerini bulup gideren ve geliştiren bir ülke. Dünyada köklenmiş büyük firmalar da böyle yönetiliyor. Sürekli iyileştirme (continuous improvement) programları bu tür firmaların gelecekte sürdürülebilirliği için olmazsa olmaz derecede önemli. ABD böyle yönetilmekle dünyada en büyük güç merkezi haline geldi, gücünü eğitim seviyesi yüksek vatandaşlarından alıyor. Medya olsun hukuk olsun, işinin ehli yetenekli bu insanların kontrolünde. Teknolojilerinin üstünlüğünü sağlayan da aynı güç kaynağı…. yani halk! Türkiye’nin en ciddi sorunlarından biri kaliteli eğitimi halk tabanına yeterince yaygınlaştıramamış olmak. Böyle olunca, kaliteli eğitim genellikle azınlıkta kalıyor. Devlet/iktidarlar da bunların kıymetini bilemediği için eğitilmişlerin çoğu Türkiyede barınamaz hale geliyor, ülkeyi terkediyor.

      • Bir önceki yazının son yorumuna cevap yazmıştım, sevdiğin gibi şiir formunda, iyice gözattın mı? Yoksa ondan mı sesin çıkamıyor:)

Yoruma kapalı.