Dün üçüncü yıldönümü vesilesiyle bir kez daha hatırladığımız 15 Temmuz hain darbe girişimi millete karşıydı ve milletin topyekün karşı duruşu sayesinde püskürtülmüştü. Bunun en canlı tezahürünü darbe girişiminin hemen ardından Yenikapı’da düzenlenen muhteşem kalabalıkla yapılan mitingde görmüştük.
İktidar ve muhalefet ayrımı olmaksızın bütün siyasi eğilimler, lider düzeyinde olduğu kadar katılım açısından da, sonradan ‘Yenikapı ruhu’ diye adlandırılan bir anlayışı meydana taşıyan o mitingde yer almıştı.
Uzun sürmedi, zaman içerisinde, partiler, yine bildik rekabetçi ve rakiplerini yaralayıcı söylemlerine geri döndüler. Ruh yine ortadan çekildi.
Siyaset böyle bir şey işte; milletin farklıları buluşturup birleştirdiği zemin bile uzun süreli olamıyor. Siyasi hayat içerisinde yer alan kişiler ve partiler birbirlerinden ayrıştıkları noktaları vurgulayarak halktan oy almayı kendileri açısından daha uygun görüyorlar. Liderler tabanlarının ayrıştırma yoluyla sağlamlaşacağı, hatta daha genişleyeceği inancıyla bunu yapıyorlar.
AK Parti’nin her seçimde oyunu artırdığı dönemde tercih ettiği suçlayıcı, karşısındakini küçümseyici ve rezil etme amaçlı dil ile aynı dönemde muhalefetin ona aynı dille karşı çıkışını hatırlayalım.
O dil bugünlerde değişeceği işaretlerini veriyor.
Bir yazı okudum ve üzerinde düşündüm
Konu üzerinde düşünmemi sağlayan Habertürk’ün sitesinde bu sabah okuduğum Muharrem Sarıkaya’nın yazısı oldu. CHP ve AK Parti’de iyi kaynakları bulunan Sarıkaya, yazısında, iki partinin son günlerde temel konulara yaklaşımında benzerlikler bulunduğu tespitini paylaşıyor.
CHP, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bizzat yaptığı açıklamayla, başkanlık sistemini tartışmaya hazır olduğunu duyurdu; AK Parti’den gelen “Sistemde revizyon yapılabilir” çıkışlarına paralel olarak… Bunu yine Kılıçdaroğlu’nun S-400 alımında hükümete destek veren sözleri izledi. CHP’nin sivri dilli bilinen grup başkanvekili Özgür Özel de, Kılıçdaroğlu’nun daha önce “Bir tiyatroydu” dediği 15 Temmuz darbe girişimi için “Hayır, tiyatro değil, kanlı bir darbe girişimiydi” görüşünü partisinin yeni tavrı olarak gündeme taşıdı.
İYİ Parti’de de dili yumuşatma yönünde çabalar varmış…
Muharrem Sarıkaya bu gelişmeyi dört yıl sonra yapılması gereken seçimin tarihinin erkene alınabileceği veya bir referandumun gündeme gelebileceği beklentisine bağlıyor. Yeni dönemde seçimlerde başarılı olabilmek için ittifaklar kurmak zorunluluğunun partileri buna zorladığını belirtiyor.
Doğru tespitler bunlar.
Ancak tahlilin eksik bir yönü de var.
Galiba esas uyandırıcı etkiyi siyasi hayata girmeye hazırlanan yeni oluşum sağlamış bulunuyor. 20. yüzyılın şartlarını üzerinde taşıyan bir siyaset anlayışı yerine doğrusu ve eğrisiyle 21. yüzyıl değerlerini mercek altına aldığını düşündüren ve geniş tutulmaya çalışılan kurucu kadrosu için temas edilen kişilerin özellikleri yüzünden genelgeçer ayrıştırıcı dile yüz vermeyeceği tahmin edilen yeni oluşum, mevcut partileri de durumlarını gözden geçirmeye mecbur bırakıyor.
Özellikle de muhalefet kesimini…
Yeni oluşum için kolları sıvadığı bilinen kadronun çekirdeğinde vaktiyle AK Parti içerisinde siyaset yapmış isimlerin bulunması, bazı yorumcuları ve bu arada iktidar partisi ile destekçilerini, rahatsız etti. Hatta bunlar arasında, bazıları, yeni oluşumun CHP’nin işine yarayacağını ileri sürdüler. [Benzer yorumlar benim yeni oluşumla ilgili yazılarımı okuyup altına kendi görüşlerini yazan bazı okurlar tarafından da yapıldı, yapılıyor.]
Araştırmalar, yeni bir partiye olan ihtiyacın iktidar-muhalefet ayrımını ortadan kaldıracak bir geniş tabanda duyulduğuna işaret ediyor. AK Parti’yi desteklemiş, ama şimdilerde bu konumlarını gözden geçirenler kadar, geleneksel olarak muhalefet partilerine oy verdikleri halde onları yeterli bulmayanlar da kendilerine yeni bir parti arayışı içerisindeler.
Hiç de azımsanmayacak oranda insan, siyasi zeminin her kesiminde, yeni bir temsiliyete ihtiyaç duyuyor.
Doğruya doğru, yanlışa yanlış demek
Bunun farkına ilk varanın muhalefet partileri olması hiç de şaşırtıcı değil. AK Parti son yıllarda dikkat çeken lüzumsuz kendine güven içerisinde olan biteni doğru tahlil edemiyor ve sergilediği yanlışlarına yenilerini ekleyerek yoluna devam ediyor. Adeta yanlışa ayarlı bir parti görüntüsünde AK Parti. Muhalefet ise, iktidarın yanlışlarından sürekli yararlandığı ve özellikle İstanbul seçimi sayesinde kazandığı özgüvenle geleceğe umutla baktığı için, esas rekabetin nereden geleceğini hesapta zorlanmıyor.
Zorlanmıyor, ama o da “Dilimi düzelteceğim” derken kendisini politikasızlığa mahkum etme tehdidi altına düşebilir. Dilin ayrıştırıcı olmaması elbette yeni dönemde başarılı olmak için önemli; ancak ayrıştırıcı olmamak iktidarın her politikasına sahip çıkmayı gerektirmez.
Ülke siyasi hayatına yeni bir partiyle katılmaya hazırlananların da bu gelişmeden çıkarmaları gereken dersler var. Biri şu: Oy almak için doğrulardan fedakarlık etmek, yanlışlara sahip çıkmak veya haksızlıklar karşısında susmak gerekmiyor; tam tersine, her zaman ve her zeminde, gerçek neyse onu halkla hiç tereddütsüz paylaşmak şart.
Girmeye hazırlandıkları dönemin taşları daha partileri kurulmadan döşenmeye başladı ya, yeni oluşum için yola çıkanlar sevinebilirler.
ΩΩΩΩ