AK Parti’nin gerçek oyu.. Muhafazakar seçmen CHP adaylarına oy verebildi mi? Seçim yenilenirse ne olur?

56
Reklam

Herkes, son seçimin oy oranlarından söz ederken, seçim gecesi televizyon ekranlarına da yansıyan, Cumhur İttifakı‘nın oy oranının yüzde 52 olduğu kabulünü benimseyerek konuşuyor.

Ben de seçim sonrası değerlendirmelerimde hep aynı oranı kullandım.

Dün akşam katıldığım Medyascope açık oturumunda, konuya son iki seçim tablosunu önüne koyarak yaklaşan bir konuk (Kemal Can), “Bu yanlış” dedi ve ekledi: “Son seçimde iki partinin aldığı toplam oy bir öncekinden yaklaşık 4 milyon daha az; bu da en az eksi dört puan anlamına geliyor. Önceki seçimde alınan yüzde 52’den dört puan çıkarıldığında geriye yüzde 48 kalıyor.”

Yüzde 48’i iki partiye bölüştürdüğümüzde, MHP’nin payı çıkarıldıktan sonra, AK Parti’ye, tarihinin en düşük oyu kalıyor.

[MHP benim hesabıma göre yüzde 15, Devlet Bahçeli’nin hesabına göre ise yüzde 18.81 oy aldı. Buna göre AK Parti’nin oyu ilk hesapta yüzde 35’in, ikinci hesapta ise yüzde 30’un altında.]

Hangi hesabı kabul ederseniz edin, AK Parti için alarm zillerini çaldıracak bir durum söz konusu.

Kampanya ve ‘beka söylemi’

Acaba AK Parti yönetimi oy kaybının sebepleri üzerinde kafa yoruyor mudur?

Reklam

Seçimi Cumhur İttifakı ve AK Parti açısından yine de ‘başarılı’ bulanlar var. Onlara göre, bu ‘başarı’ , yürütülen kampanyada en merkezi argüman olarak kullanılan ‘beka söylemi’ sayesinde kazanıldı.

Ülke güvenliğinin tehdit altına düştüğünden hareketle devlete yönelik tehlikeyi savuşturmak için güçlü olandan yana tavır alınması arzusunu ifade ediyor ‘beka’ kavramı.

[AK Parti son seçime kadar kampanyalarında ‘istikrar’ kavramını öne çıkarıyor ve kazanıyordu; ‘beka’ o kavramın tam tersi anlamda.]

Bu tespiti yapanların AK Parti’nin gücünü hala koruduğu veya MHP’ye kaptırdığı yerlere bakılarak haklı oldukları söylenebilir. İç Anadolu’da, Karadeniz’de o söylemin etkili olduğu bir gerçek.

AK Parti ile ittifak ortağı MHP’nin birlikte kaybettikleri yerler, daha önce AK Partili belediye başkanlarını seçebilmiş büyük kentler. 1994 yılından beri hep aynı çizgideki adaylara oy vermiş Ankara ile İstanbul’u bile kaybetti Cumhur İttifakı

Tabloya göre, AK Parti ülkenin bütününde oy kaybına uğramış, belli il ve ilçelerde ortağı MHP’ye, büyük kentlerde ise CHP’nin başını çektiği Millet İttifakı‘na geçilmiş bulunuyor.

İstanbul’u kaybetmemek için seçimi yeniletmek istiyor AK Parti, bu amaçla canla başla çaba gösteriyor; beklentisi, 7 Haziran 2015 seçimindeki oy kaybının aynı yılın 1 Kasım’ında yenilenen seçimde telafi edilmesi sonucunu bu kez de tekrarlamak…

Acaba seçimin yenilenmesi bu defa da aynı sonucu sağlayabilecek mi?

Reklam

Seçimin yenilenmesi yeni senaryolar yazdırabilir

Sorumun bir kuşkuyu dışa vurduğunu fark ettiniz ise kendimi doğru ifade etmişim demektir. Ben bundan bayağı kuşkuluyum. AK Parti’nin büyük kentlerde oylarının azalmasının ciddi sebepleri var ve bu her geçen günün gündeme taşıdığı yeni gelişmelerle daha da kalıcı hale geliyor.

Siyasi tarihimizde, ilk kez, DP çizgisinden gelen partilerin seçmenlerinden bir bölümü -ki onlar 2002’den yakın seçimlere ve referandumlara kadar AK Parti seçmeniydiler- oyunu CHP’nin adayına verebildi.

Bu ‘ilki’ bir yere kaydetmek şart.

CHP, bu seçimin öncesinden başlayarak kentlerin muhafazakar seçmenine de sempatik gelebilecek bir söylem benimsedi ve karşılığını da aldı.

Daha önce çeşitli sebeplerle CHP’ye oy vermeyen -veremeyen- bir seçmen kitlesi, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere büyük kentlerde, tercihini değiştirebildi.

Merakım, seçim sonuçlarını değerlendirirken, AK Parti yönetiminin bu gerçeği görüp göremediği…

Gördüklerinden kuşkuluyum. Görmüş olsalardı, İstanbul’da seçimin tekrarını arzu etmezlerdi.

‘Beka’ söylemi ve o söyleme dayalı çıkışlar kentli seçmen üzerinde fazla etkili olmuyor; hatta bazılarında tepkiye de yol açıyor.

Kentli seçmen daha sorgulayıcı, daha ben merkezci ve kendi gündemine daha fazla sahip.

Çubuk’ta anamuhalefet partisi liderine saldırılması türünden olaylar ve o saldırının iktidar cephesinde (AK Parti ve MHP’de) bulduğu yankılar da, seçim yenilenecek olursa, İstanbul seçmeni üzerinde oyların iktidar cephesi adayına yönelmesi sonucunu doğurmayabilir.

Ekonomik sıkıntı biraz daha ağırlaşırsa hele, yenilenen İstanbul seçimi, ardından farklı senaryolar yazılmasına yol açacak bir sonuç da verebilir.

Nasıl senaryolar mı?

Onları, yenilenmesi durumunda seçim sonrasında nasıl olsa konuşacağız.

ΩΩΩΩ

Reklam

56 YORUMLAR

  1. Sayın Koru, önceki gün, AK Parti’nin 31 Mart seçimlerindeki oy oranının ne olduğu üzerine yazmıştı. Homurtular yükseldi hemen -umulabileceği üzere.

    Biri, “art niyet yada akıl kıtlığı” diye söylendi. Faysal İnci rumuzu kullanan bir diğeri, “(Fehmi Koru) ilkokul 5. sınıftaki kızımın bile yanlışlayabileceği bir aritmetik hesabına mal bulmuş Mağribi gibi sarılıyor” diyerek yüz ekşitti.

    Hamza rumuzuyla yazan bir diğeri, “Benim edebimin diğerlerden geri kalır bir yanı mı var Allah aşkına” diye düşünmüş olmalı, F. Koru için, “Bahçeli’nin tehdidinden sonra şirazenin nasıl kaydığını ibretle okuyorum.” diye katıldı bu eğlenceli “edepte el-artırma müsameresi”nde ön sıralara geçebilmek için.

    Serdar Turhan, “Ben hem yüksek mühendisim, hem de matematiğim iyidir benim” diye açılış yaptı, “Vallahi algı uğruna şeytana pabucu ters giydirirsiniz” diyerek yaptı kapanışı.

    Geçen hafta, partisinin Antalya’daki değerlendirme toplantıları sırasında, “Partimizin erişmiş olduğu oy oranı yüzde 18,81’dir dedi Bahçeli. Erdoğan, elinin armut toplamadığını göstermek istedi. Dün Kızılcahamam’da yaptığı konuşmada partisinin oy oranının yüzde 44,4 olduğunu ilan etti.

    Oysa, Yüksek Seçim Kurulu’nun açıkladığı resmi sonuca göre, Cumhur İttikafı’nın oy oranını yüzde 51.64. Bahçeli ve Erdoğan’ın verdikleri rakamlar toplandığında, İttifak’ın oyu, YSK’nın açıkladığından yüzde 11.57 daha fazla çıkıyor!

    Şimdi, yukarıdaki ‘matematik piri’ arkadaşlarımız gelip bize durumu açıklayıp anlatsınlar.
    Değilse, aklımdan, bu parti liderlerinin aklımızla dalga geçen yalancılar olduklarını söylemek geçecek.

    Kim bilir, belki de, bu ikisi, bizlere siyasal bir çıkar gözetmeden ülkenin iyiliği ve bekası uğruna ittifak kurduklarını, ittifaklarının pazara değil mezara kadar olduğunu söylerlerken de aslında yalan söylüyorlardı. 🙂

  2. Sözümün mürekkebi kurumadı, aha başladı işte 🙁

    Yorum dükkanımızı kapatalım evlerimize çekilelim dostlar. Durum her zaman olduğundan daha vahim. Üçümüze beşimize dalmadan durulmayacak.

  3. Gözünü sevdiğimin Göz-göz-göztepe’si gitti evinde Başakşehir’i 0-2 ile sahaya gömdü -futbolumuzun duayeni sayın Şenol Güneş hocamızın kara-kartallarının şampiyonluğu için kapıyı aralamış oldu. Gecenin bu geç saatlerinde beni sevindirdiler, ruhumun müşfik, koruyup kollayan yanını harekete geçirdiler.

    Öyleyse ve şu halde:

    Beyler! Beyler! “Aman” diyorum, en az üç beş gün Fareli Köyün Kavalcısı’na yakınlaşmayalım. Damdan düşüp düşkırıklığına uğrayana ilişilmez bizim kültürümüzde, aman bunu unutmayalım.

    Hafif mayhoş böğürtlen, mis kokulu ağır aromalı bilmem ne diyerek Ahmet Altan modunda deli divane olmuş gülücükler saçarak dolanıyordu ortalıklarda, günün en kısa yorumuyla sarsıldı, vites düşürüp Ferdi Tayfur moduna geçti.

    Duyan bilmeyenlere söylesin, haber tez elden yayılsın, Çırpınırdı Karadeniz moduna geçmek için çatacak adam aranıyor homur homur. Girecek yine “pabucumun mollaları”ndan, çıkacak “ağaç kökü yiyesice ölü sevici”den.

    Görürseniz çekilin kenara uzaklaşın. Baktınız olacak gibi değil, trafiğin akışını bana doğru yönlendirin. 🙂

  4. Gün geçmiyor ki yeminli türkiye ve türk düşmanları hem içerden hem dışardan yeni bir kahpelik yeni bir şarlatanlık daha sergilememiş olsunlar! Yorumlardan da anlaşılacağı üzere cumhurittifakında bir gedik açma ya da aşındırma harekatına bel bağlamış gibi görünüyorlar! Nitekim ne kadar politikacı eskisi fırsat düşkünü tatlısu sazanı varsa hepsi birer ikişer inlerinden kafalarını çıkarmış havayı koklamaya başlamışlar bile! Kimin eli kimin cebinde o kadar belli ki bütün yollar pensilvanyaya çıkıyor zaten. Vatan cephesinde birleştik ve türkiyenin tökezlemesi için gün sayan bilimum mankurtlara meydan okuyoruz: ilk adımı atan önce düşer; gök girsin kızıl çıksın..!

  5. *******
    ….
    Önde, alarma geçmeğe hazır bir EL,
    “Dur, ey yolcu” diyor adeta şu görsel…

    Yapılırken bazı işler ülke hayrına,
    Yola devam denmişti neler bahasına…

    Arkadaki sanki YeSeKe binası,
    Ancak epey flu, belki çekim hatası..

    Aşağıda bir tutam yeşillik, sembolik
    Bir yeşil ışıktır, bir ümittir birlik!

    Elbet bitecektir bu teyakkuz hali,
    Gerginlikten bıkmış durumda ahali!

    Bekliyoruz acaba yarın nasıl olacak,
    Bakalım hayr mı şer mi hasıl olacak….

    Allah’ı anarak, milli kalbimizle…..
    Ne umutsuz, ne de çaresiz halimizle
    …..
    *******

  6. Sn Bernar ve bu yorum platformunun itibarlı analizcilerinden Sn Hasan Günay’ın paslaşmalı alttaki yorumlarında dikkatimi çekti. Burada ismi geçen BABACAN’ı nerdeyse unutmuştuk. Yeni parti için, aramızda “o olmaz, bu olmaz” derken o sessiz sedasız “ben varım” şeklinde ortaya çıkmışsa, iyiye işaret ve bence de gayet iyi bir aday. BABACAN ve kendi emsali genç kesimden aynı zamanda aşırı kutuplaşmadan uzak, ancak sessiz sessiz işine odaklanacak kişilerle bir araya gelirse bu yeni parti destek bulur. BABACAN bunca yıldır bütün olup bitenler arasında ibret almış, tecrübe kazanmış, ülke içinde ve dışında değişik kesimlerle iyi iletişim kurabilecek, ülke gerçekleri açısından doğrularda birleşebilecek işinin ehli biridir.

    Sn RTE kalabildiği kadar CB olarak kalmalı, ancak partizan ve ideolojik dilini bırakmalı. Bağırıp çağırmak bir içeri bir dışarı reaksiyoner beyanatlar vermek etkin bir Başkanlık değildir. CB olarak ülke güvenliği ve beraberliği konusunda gerekli liderliği göstersin yeter. Olumlu bir süreçten sonra saygın bir şekilde emekliye ayrılır, belki de hatıralarını yazarak bazı konuların aydınlanmasına hizmet etmiş olur. Ortağı DB de provokatör ve uzlaşmaz siyasetini bırakır bir an önce emekliye ayrılırsa ülkenin gerginleşme ortamından uzaklaşmasına yardımcı olmuş olur. Bırakalım, RTE ile birlikte emekliliğin tadını çıkarsınlar, mezara kadar ve birleştirici olarak.

    Bütün partilerin ülkeye hizmet dışında başka bir gayesi olmayan yetenekli elemanları işlerinin ehli olduğu konularda bu yeni partide göreve davet edilmeliler. Türkiye ittifakanı BABACAN GRUBU bu şekilde gerçekleştirebilir. Şahsi ve nefsi tatmin konularında herhangi bir sinsi adım atılmadan önce Allah ve kul-hakkı hatırlanmalı. Bu kültürel ve DiN’i bir zorunluluktur, şefertif ve haysiyettir; herkes adalette ve kul-hakkında birleşebilmeli. Bu bazda oto kontrol ve kanunlarla şaffaflık tesis edilmelidir. Yolsuzluk-rüşvetle iş görme işleri bu yeni grup işe başlarken lanetlenmeli ve tarihe gömülmeli. Finansal kaynaklar, gösterişten uzak, ülke ekonomisine en büyük katkısı olacak işsizliğin giderilmesi konusunda en öncelikli projeler ayrılmalı. Herkes adam gibi, sorumluğunu takınır dürüst bir şekilde ortaklaşa çalışırsa bütün sorunlar hallonur. “Beka sorunu” kısa vadede bir tehdit olmaktan çıkar uzun vadeli konumuna çekilir.

  7. Az önce Cumhuriyet Gazetesi’nde okudum. Kanal D kanalı, Kılıçdaroğlu’nun Ankara ve İstanbul’u alacaklarını iddiasına kahkaha atarak karşılık veren haber depatmanı sorumlusu ve ana haber bülteni sunucusu Buket Aydın’a yol vermiş.

    Pk çoğu seküler-jöleli Beyaz Türk olan avuz medyasındaki “ver mehteri kap cükkayı” şiarını rehber bellemiş yayın yöneticilerini huzursuz günler bekliyor gibi gibi.

    Uçağa binmek için takla atanların uaktan gönüllü olarak düşmek için debelendikleri günleri de göreceğiz inşallah! 🙂

    • “Külliye Kraliyet Havayolları” Uçağından bahsediyorsun. Ben ise “Hollanda Kraliyet Havayolları”na değinmiştim. Gelmişse yolcuların vakti saati, ne marka olursa olsun, uçak “Ahiret Havayolları”dır.

      Diğer taraftan, koskoca milli uçakta yer bol olduğuna göre boş gideceğine bazı ilave yolcuları olması kötü bir şey değil. Ancak, bu kişiler birilerini ödüllendirmek için devlet kasasından sadece turist olarak götürülüyorsa. Bu milli israfa girer (ve de harama). Böyle bir değil bir çok uçak deniyor. Bu iş devlet zirvesindeki israfın derecesini gösteren belirgin bir semboldür. Her türlü israf bariz bir zarardır. Zararın neresinden dönersen dön kardır diyenlerdenim…

  8. Yüksek mühendisim
    Matematiğimin çok iyi olduğunu zannediyordum
    Taki bu hesabı okuyana kadar
    Katılım azalmışsa her iki blok içim azalmıştır ve mevcut oydan katılmayanları çıkarıyorsan her iki blok içim yapman lazım
    Yani sonuç yine %52 olur
    Bu hesabı duyunca vallahi algı uğruna şeytana pabucu ters giydirirsiniz dedim
    Matematiğin en temel kurallarını bile yeniden yazmışsınız bravo size

      • Okudum dedim ya şeytana pabucu ters giydirir bu hesaplar
        Eskiden bunu CHP yapardı katılmayanları hesaplayıp “aslında tüm seçmenin %50 değil %35 ini almışsın” gibi matematik ilmini ilim olmaktan utandıran hesaplar
        Anladım ki aynı algı ustaları aynı eller yine bıkmak usanmak bilmiyor
        Alkah akıl fikir versin ve utanma duygusu versin ne diyeyim

  9. Bahçeli’nin tehdidinden sonra şirazenin nasıl kaydığını ibretle okuyorum. Suya sabuna dokunmuyor gibisin ama tek derdin var…

    • hamza bey,
      Bırakın iş tanımı fikirlerini toplumla paylaşmak olan köşe yazarlarının, bizim gibi fani ve sıradan insanların bile sadece düşünce beyanından ötürü tehdit edilmesi başlı başına bir sorun oluşturmuyor mu?
      Belli bir partiye veya ittifaka destek verenler dışında herkesin tek derdi ülkemizin bekasının hebası mı?
      Köklü siyasi partiler adına konuşan insanların, “Korkmaz Yiğit’in vücut kimyasını bozacak” türden açıklamalar dışında bir üslup kullanması gerekmez mi?

  10. AKP’ye oy veren seçmenlerin eski aşk ve vecd içinde olduğu asla söylenemez.
    Tarafsız, bağımsız, kararsız denen seçmen neticeyi tayin eden seçmendir ; doğruyu, dürüstü arıyor, neticeye kafa yoruyor. N.Erbakan Hoca, hep Büyük şehirlerde oyunu artırıyordu. Bu şehir seçmenini kandırmak daha zor çünkü. Parlamanter sistemin çarpıklığı CHP gibi bir partinin mevcudiyetine dayanıyor.
    Muhafazakar, milli, müslüman seçmen yani vatandaş CHP (gelir) korkusu ile aldatılıyor.

    Evet, AKP kendi seçmenine bile SEMPATİK Görünmekten uzak kaldı. Halkın içinde olmıyan
    en fazla 2-300’er kişilik çevresi olan STK ve kanaat Önderini DAYANAK ALAN AKP’li YALAKA ve BENCİL gurubcul Yöneticileri, bahsettiğiniz bu gerçeği göremez. Artık, AKP’nin yetiştirdiği veya büyüttüğü nesiller OY kullanıyor ve aday oluyor. AKP bilhassa, büyük şehirlerde, kendinin ve Üstadı NFK’nın Ceilladını ve Azrailini yetiştiriyor. Yığınlara ve cemaatlara yön veren bir dangalak, ” yalaka gayreti ile BEKA söz konusu ise, KUL HAKKI vb. teferruattır”, diyebiliyor.
    Mühafazakar, milli ve müslim seçmenden CHP’ye oy veren olmuşsa, bu, yapılan mücadelenin, rekabetin beka meselesinin anlamı kalmamış, demektir. Şu hale göre, AKP 15-20 yılda kimsenin beklemediği, ummadığı gözle görülemiyen ve de sezilemiyen ! bir BAŞARIYA imza atmıştır. Fakat, kendilerine karşı İstiklal mücadelesi verdiği Başta Fransa olmak üzere, atalarımızın düşmanı BATI’lı müstevliler müradına ermiş ve BİLGE Komutan ve Devlet adamı Alia İzzet Begoviç’in dile getirdiği gibi, mücadeleye gerek kalmamıştır. Çünkü, “vatanım ruy-u zemin, milletim nev-i beşerdir” diyebilecek bir nesil için ha CHP, ha HDP olmuş, ne fark eder. Karamollaoğluna da kızmıya gerek yok. Biz, ” hepimiz Osmanlı Bankasıyız”, deyip, çıkalım. Bir Grup, Allah, cami, başörtüsü ile aldatıyor; diğeri de Atatürk özgürlüğü ile ; vurun abalıya.
    Gerçekten de büyük İTTİFAK – Türkiye ittifakı Hak’ta, Adalette Kul Hakkı mevzuunda olmasa da – gerçekleşmiş veya gerçekleşmeğe ramak kalmıştır. Ümulur mu ki, bu gidişle, d6stların direktifleri sayesinde – bu Ülkede Lozan’a göre de – azınlık olmiyan Kürt ve Feto’cu yurttaşlar da bu büyük ittifaka dahil olur.
    Gerçekten, Erdoğan ile beraber düşünen kaç kişi var acaba, etrafında ?
    İttifak İstanbul’daki Meclisine güvenemiyor mu, hele hele imar komisyonuna, dersiniz ?

  11. 23 nisan günü, havuz medyasından bir televizyon kanalında kendiliğinden OLUVEREN ve 6 saniye kadar süren, yayın canlı olduğu için ENGELLENEMEYEN dramatik bir olaya tanık olduk. Bayan program sunucusu, 13-14 yaş gurubundan bir grup müzisyen çocuğumuzla beraberdi. Onlara hayallerini soruyordu. Genç bir kız, doğal ve kendiliğinden, dile getirdi düşünü. Almanya’da tıp okumak istiyordu. İstediği ikinci bir şey, Alman vatandaşı olmaktı. 12, bilemediniz 13 yaşında bir kız çocuğu bunu söyleyen.

    Sansayonel bir etki yaratsın diye muhalif-seküler medyada pişirilmiş bir şey değildi tanık olunan şey. Zaten havuz medyasında bir televizyon kanalındaydı program. Ve, kendiliğinden oluverdi.

    Kameralar karşısında o şımarık, kibirli sırıtışıyla, “Görüyorsunuz, masaya vurduk, doları 5 liraya indirdik” diye şişiniyordu bu ülkenin maliyesinden ve ekonomisinden sorumlu olan bakan. Üzerinden bir iki ay geçmedi, dolar an itibarıyla 6 lira -kısa sürede çok daha beter bir yükseliş kaydedeceği söyleniyor, bundan korkuluyor.

    Enflasyon 2001 düzeylrinde. İşsizlik (özellikle genç işsizlik) bütün kalem oyunlarıyla gerçekte olandan daha düşük gösterildiği durumda bile, kabul edilmez boyutlarda. Cari açıktan yüksek faiz oranlarına, berbat bir biçimde küçülme trendi gösteren ekonomik büyüme oranlarına varıncaya kadar, hangi göstergeye baksanız ürkütücü rakamlarla karşılaşıyorsunuz.

    16-24 yaş gurubundaki gençlerimizin “Eğitiminizi yurt dışında yapmak ister misiniz?” ve “Yurt dışında kalıcı bir yaşam sürme fikir ya da planına sahip misiniz?” sorulaına verdikleri yanıtların istatistiksel verileri paylaşsam, pek çoğunuzun içi acır.

    Genci gitmek istiyor, mesleği, bilgi ve becerisine talep olanlarımızın dikkate değer bir kısmı zaten gidiyor olanağını bulduğunda. İktidar, kendi ülkesinden umudu kesmiş yerli sermayenin önünü kesmek için çabalıyor. Ahlaki çöküntüden, bir aydan diğerine hızla tırmanan suç oranlarından söz etmiyorum bile.

    Bütün bunlarla karşılaştırıldığında, biraz abartıyla “incir çekirdeğini doldurmaz” diyebileceğimiz şeyleri haftalardır, aylardır konuşup duruyoruz.

    Hem düşünüdürücü, hem ürkütücü, hem yazık.

    • Türkiyede okuyan kaç bin yabancı üniversite öğrencisi olduğunu ve bunların ne kadarının tıbbıyeli olduğunu bilen var mı acaba? Yıllardır türkiyede yaşamak ve çalışabilmek için beynimin etini yiyen ab vatandaşı yabancı dostlarım..:) kendi soyadını “türksever” olarak değiştirmiş avrupalı tarihçi hocamız; nur içinde yatsın…

  12. B.şehirlerin el değiştirmesi ve ne olacağını henüz kimse anlayamamış fakat yönetenler yeni yollara yönelmiş bile. bir şehrin artık hiç önemi yok. cin şişeden çıkmış. kaçan fareleri gören gözler artık başka şeyler görür. sadece b.şehirlerle muhalefet yumruğu yere vurup deprem yaratacak güçte artık. dürüst yönetimle geçecek hep artı yazacak 5 yıl. belki de yeni akıl yürütmeler ortaya atılır. A+C birlikte yola yürüyemez mi sanıyorsunuz. yanılıyorsunuz. takılmışsınınz yeni yeni.. türk siyaseti belkide bu başkanlık sistemiyle akıl tutulmsından da kurtulacak. yeni partilere değil yeni uzlaşmacı, akılcı, üretken , verimli, faydalı zekaların birarada olabilmeleri prim yapacak artık. İBB’ye bakın artık kentlinin nasıl bir zekaya sahip olduğunu anlarsınız. (cin gibi.)

  13. son seçimin gösterdiği iki büyük gerçek var
    akp büyük şehirlerin yönetimini kaybetmiştir.
    bu ülkenin %53 ü akp ve mhp ye yani cumhur ittifakına oy vermektedir. sistem değişikliğinden sonra partilerin oyu değişkenlik ve geçirgenlik gösterebilir. çok önemli değildir. bu sistem oldukça ittifakın kaç oy aldığına bakacağız. ne kıssanız yine virinci parti çıkar, en yakın rakibine olan farka bakın. %53 ün cumhura oy vermesi ne anlama geliyor
    seçmen iyi yönetilmediğini düşünüyor, ama önünde daha iyi bir tercih te göremiyor.
    son 4-5 yıldır akp nin ciddi bocaladığı açık. uzun yıllar iktidarda kalmanın metal yorgunluğu ve bozunma getirdiği de öyle. bu durumda akp bir muhasebe yapmak ve kadrolarında ciddi değişikliklere gitmek, bazı kararlarını revizyona tabii tutmak zorunda. bir toparlanma refleksi gösterirse herkes kazanır, göstermezse daha iyi bir seçenek gelmediği sürece yine seçim kazanır, ama bu herkesin hepimizin kazanacağı anlamına gelmez.

  14. 31 Mart genel seçimlerinin ortaya karmaşık bir tablo çıkardığı tesğiti doğru elbette. Ama, yine de, F. Koru gibi bu işlerden anlayan ve gazeteciliği hakkını vererek yapan insanların hatırı sayılır çoğunluğu aşağıdaki değerlendirmelerde hemfikir görünüyorlar (sayın Koru bunu hem yazılarında, hem Medyascope TV’de konuk olduğu programlarda özetledi birden çok kez):

    Cumhur İttifakı, ekonominin motoru işlevini gören, katma değerin yaratıldığı hemen tüm büyükşehirlerde, başta İstanbul, İzmir, Ankara gelmek üzere, başarısızlığa uğramış, Bursa da yüzde15’in üzerinde oy kaybı yaşamıştır.

    Ortada, CHP’nin kurumsal yapısına duyulan güvenle verilmiş oylardan söz etmek güçtür. Hasan Bey’in de işaret ettiği üzere, CHP’yi bir başarı gibi görünen sonuçlara götüren şey, aday-bazlı yürüttüğü akıllıca seçim stratejisidir ve bu partiye verilen oyların partinin kurumsal yapısına verilmiş kalıcı oylar olduğunu varsaymak yanıltıcıdır.

    İttifaklar arasında oy geçişkenliği, KONDA’dan Bekir Ağırdır’ın seçim öncesi gözlemlerini doğrular biçimde, yok denecek kadar azdır. Oy geçişkenliği, sadece Cumhur İttifakı içinde, AK Parti’den MHP’ye doğrudur.

    Moral üstünlük ve inisiytif, muhalefete geçmiştir. Erdoğan, artık oyun kurucu aktör değildir.

    İstanbul seçimlerinin iptal edilerek tekrarlanması durumunda, Millet İttifakı’nın yarışı yine önde (ve belki aranın daha da açıldığı bir biçimde) tamamlaması kuvvetle muhtemeldir.

    Benim buna ekleyebileceğim bir kaç öngörü var:

    (1) İstanbul seçimlerinin tekrarlanması ve Cumhur İttifakı’nın seçimi ikinci kez yitirmesi durumunda, daha önceleri bir ya da iki yıl olarak öngörmüş olduğum erken seçim çok daha erken kapımızı çalar. Cumhur İttifakı çöker, AK Parti ANAP gibi dağılır.

    (2) Ahmet Davutoğlu, umduğu dikkati çekemedi. Bunda, sayın Koru’nun dün akşam Medyascope TV’de katıldığı açık oturumda söylediği “tek başına görüntüsü” de rol oynamış görünüyor.

    (3) Muhafazar yığınlarda -yine Hasan Bey’in işaret ettiği- yeni parti ihtiyacının altını DİKKATE DEĞER BİR OLASILIK olarak dolduracak olan, sayın A. Gül’ün destek verdiği, geniş bir kadro hareketi olarak ortaya çıkacağı söylenen harekettir.

    (4) Muhtemel olan şudur ki, Erdoğan’ın aslında başkanlık sisteminden önce başlamış, başkanlığa geçişle birlikte giderek ve hızla derinleşen krizi, benim kaçınılmaz olduğunu ileri sürdüğüm erken seçimle nihayete erecek, Erdoğan ve partisinin siyasal ömrü bitecektir.

    (5) Sermaye odakları, yıpranmamış, yeni ve umut verici bir seçenek olarak sunabileceği bir siyasal tablo istiyor. Bu, dindar muhafazakarların etrafında toplanacakları yeni parti ile CHP+İyi Parti koalisyonudur. MHP ile HDP’nin bunun dışında kalacakları aşikardır. Saadet Partisi, erişeceği oy oranına bağlı olarak, ne bu tür bir ittifakın içinde, ne de karşısında konumlanır. Halk, yaşadığımız dağınıklıktan, sonu gelmek bilmez çekişmelerden bıkmış usanmış durumda. Kutuplaşma, AK Parti seçmenlerinin bir bölümünü de yordu. Önlerine konacak bu tür bir “Türkiye İttifakı” tablosuna halkı ikna etmek güç olmayacaktır.

    (6) Erdoğan iktidarının arkasındaki Ergenekoncu ve ulusalcı klikler (bu Hasan Bey’in kullandığı ve benim ödünç aldığım bir terim), İstanbul’u geri almak ve muhalefeti sindirmek için yine Haziran sonrasındaki gibi ortalığı şiddete boğan oyunlara baş vururlarsa, bu kez o strateji ellerinde patlayacak, Cumhur İttifakı’nın yıkılışını ve AK Parti’nin çözülüşünü hızlandıracaktır.

    • Bernar bey, merhaba.

      Bizim alalacele gerçekleşmesini istediğimiz şeyi siyaset kuramcıları -ki, buna gelişmekte olan ülkelerin bu süreçte yabancı sermaye vasıtasıyla ürettikleri katma değerden, açtıkları krediye karşılık yüksek miktarda faiz ve siyasi taviz koparan; S. Kargülle’nin terimiyle ”sermaye”- bunu sindire sindire ve orta vadeye yayarak gerçekleştiriyor. Sermayenin de iş tuttuğu ve mekan olarak kullandığı yer olarak İngiltereyi görüyoruz.

      Bunu en bariz şekilde 2018 Ağustos ayında yaşadığımız döviz kurundaki depremden sonra kredi ihtiyacı had safhaya yükselen iktidarın başı Sn. Erdoğan’ın apar topar İngiltere’ye gitmesinden de anlıyoruz.

      Yine bunu bu aralar, yeni kurulacak parti için adı kurucu başkan olarak geçen Babacan’ın, İngiltere’de ve İstanbul’da iş çevreleriyle yapmış olduğu kapalı kapı toplantısından da (A. Takan) teyit edebiliyoruz.

      Demem o ki; CHP’ de sermaye çevrelerinin programını kabul ederse iktidara taşınması sürpriz olmayacaktır, lakin CHP, onu iktidara taşıyacak parti tabanından (yeterli oy potansiyelinden) yoksun olduğu için bu gerçekleşmiyor.

      Muhafazakar seçmen ekseriyete tekabül ettiği için bu onun üzerinden kurgulanıyor. Bir istisna; Özal’ın dört eğilimi o günün şartlarında hakim olan siyasi tablo idi.
      Şimdiyse, Sn. Erdoğan ”Türkiye ittifakın”dan bahsediyor ya; sanırım bu gelinen noktada muhafazakar tabanın kaymasından kaynaklı, yeniden onu konsolide edecek veya dışında kalan siyasi yapılar ile ortaklık yapabilecek hesap içerisinde iktidarını devam ettirecek bir durum olsa gerek.

      Hep söyleyegeldiğim; Türkiye’nin siyasi ağırlığı elinde olan muhafazakar-sağ kesimdir ve siyaset hep bunlar üzerine geliştirilen söylem ile yoluna devam ediyor…Beklentim: Artık bu kesimin dünya ve Türkiye gerçeklerini anlayarak ve geleceğimizi daha bağımsız (ekonomik olarak ta) müreffeh; adalet ve hukuk içerisinde yönetilen bir ülkeye dönüştürecek bir siyasi yapı üretmesi ve eylem içerisinde olmasıdır.

      Demokratik ve hukuk ile yönetilen bir ülke olarak Türkiye, hem güçlü olacak hem de bölgesinde güvenilir bir oyun kurucu olarak Ortadoğu halklarına güven verecek ve hem de diğer güçlü dünya ülkeleri yanında bir muvazene unsuru olacaktır. Görür müyüm bu günleri; görmesem de gelecek için ümitvarım.
      Sağlıcakla..

      • Merhaba sn. Günay.

        Yine içeriğiyle, yazınsal formlara gösterdiğiniz titizlikle ve o alışıldık akıcılığı içinde bir metinle çıkıyorsunuz karşımıza.

        Yazınızın sonundan başlamak istiyorum: Herhalde, desteklediği siyasal partiden bağımsız olarak, ezici çoğunluğumuzun artık erişilmesini arzuladığı o günleri görebileceğime ilişkin bir inancım yok. Ama, bu bir karamsarlık iması değil. Tıpkı sizin gibi, geleceğe ilişkin çok güçlü bir ümit ve iyimserliğe sahibim.

        Bu yapmacıksız ve güçlü iyimserliğimin nedenlerini aşağıda dile getirmeye çalşacağım. Yazınızda dile getirdiğiniz düşünce ve tespitlerden uzaklaşmak istemiyorum.

        Yeniçağ Gazetesi’nden Ahmet Takan’ın köşe yazılarından aşina olmak alamındaki müşterekliğimiz beni şaşırtmadı. Göndermede bulunduğunuz yazısını okumuştum. Metninizin ilk üç paragrafında öne çıkan düşüncenizi paylaşmakla kalmıyor, pek çoklarının ABD ve Rusya üzerinden okumalar yapmakla yetindikleri bu konjonktürde İngiltere’yi (ve bu ülkeye yapılan ziyaretleri) resme dahil etmiş olmanızı perspektifinize hakverir bir tebessümle karşılıyorum. (Hani şu içimdeki çocuksu heyecan ve merakı dizginleyemesem, “Yoksa sizinle fakültedaş mıyız” diye soruverceğim meraktan!)

        Her biri kendi başına gibi duran İstanbul seçimleri, yeni bir partinin kurulacağına ilişkin Emin Şirin, A. Takan, E. Mahçupyan ve daha en az yarım düzine insandan zaman zaman işittiklerimiz, YSK’nın alacağı kararın ne olacağı, son günlerdeki A. Davutoğlu çıkışı. . . Bunlar ve diğer güncel konu başlıkları, tek ve aynı sürecin dışa yansımaları büyük ölçüde, ve İngiltere sık sık dönüp bakmamız gereken aktörlerden biri altını çizdiğiniz nedenle.

        Tam da söylediğiniz gibi, duygusal olarak alelacele gerçekleşmesini istediğim şeyin sadece gerçekleşeceğinden çok eminim. Sürati ve gerçekleşeceği zamanı kestirmekte çok zorlanıyorum. Okuduğum köşe yazılarına, izlediğim haber programlarında dinlediklerime bağlı olarak, beni kıpır kıpır yapan bir iyimserlikten can sıkıntısına sürüklenişim, sonra yeniden iyimserliğe dönüşüm arasında, kimi zaman gün değil saatler geçiyor yalnızca. Sermayenin çok da aceleci olmadığının, sizin kullandığınız deyimle işi “sindire sindire” götürdüğünün az çok farkındayım. Sermayenin hükmünün gerçekleşmemesini ummanın budalalık olduğunu bildiğim için, bir an önce sindirsin ve şu içine doğru sürüklendiğimiz çukara yuvarlanmaktan kurtulalım istiyorum.

        Yazılarınızdan, “sermaye, emperyalizm bizi çökertecek, yok edecek” türü bağırışlara pirim vermediğinizi biliyorum. Düşük risk faktörüyle yatırımlarının karşılığını yüksek kar oranlarında maksimize etmek, Türkiye’yi kontrol edilebilir bir bölgesel aktör olarak tutmak sermayenin niyeti -bu dün de böyleydi, bugün de böyle, ve, ortak düşümüzün gerçekleşeği o uzak geleceğe kadar, böyle kalacak.

        “Sermaye” diyerek tek sözcükle işaret ettiğimiz uluslarararsı aktörlerin Erdoğan’ı ve partisini gözden çıkardıklarını düşünüyorum. Elbette yanılabilirim, ama bu kanaatimin güçlü işaretlerini aldığımı düşünüyorum kendimce. Söylediğiniz gibi, onlar açısından, biçimlendirilecek büyük hamur Türk sağı. Türkiye’nin borçlarını ödemekte zorlanır krizlere yuvarlanmasından hiçbir çıkarı yok sermayenin. (Erdoğan’ın da öyle inanmamız istendiği gibi sermayeye karşı olduğu ya da diklendiği koca bir AK Parti söylencesi – o muazzam propaganda ve hamset makinesinin birincil ve başarılı ürünü. İşler sarpa sarınca, meseleleri eline yüzüne bulaştırdıkça, kendisini ve iktidarını OLABİLDİĞİNCE sağlama almak için, bir Batılı, bir Doğu’lu aktörlere dönüyor, Suriye ve ekonomi başta gelmek üzere, Türkiye’yi olmadık açmazlara düşürüyor) Bana öyle geliyor ki, o hamurdan, hem devletçi-milliyeçilikten, hem geleneksel siyasal İslam söylencelerinden hayli arındırılmış bir dindar muhafazakarlık ve giderek daha çok kentli muhteva kazanan bir seküler milliyetçilik çıkaracaklar -ikincisini çıkardılar zaten, İyi Parti bunu ima ediyor, ve ben bunu bütünüyle olumlu bir gelişme olarak karşılıyorum.

        Çok uzattım, ama yeniden yazımın başına dönüp geleceğe ilişkin güçlü iyimserliğimin nedenlerini dilim döndüğünce ve çabucak sıralamak istiyorum.

        Türkiye’nin genç ve orta yaş dindar sosyolojisi artık çok baskın bir biçimde metropolleşmiş kentlerde ve kapitalist üretim süreçlerinde yer edinmeyi becermiş kentlerde yaşıyor ve son derece dinamik. Bu sosyolojiyi Cübbeli Ahmet Hoca’nın tekkesine sıkıştırmak giderek mümkün olmaktan bütünüyle çıkacak. Hizmet hareketi türünden entelektüel düzeyi bunlarla karşılaştırılamayacak kadar yüksek irili ufaklı yapılar etrafında yeniden biçimlenecek dindar-muhafazakar sosyoloji. Milliyetçilik de, bir beş yıldan diğerine, İyi Parti çizgisine yakınlaşacak. HDP, içine aldığı geleneksel Türk sosyalist solunun demagogları ve salt Kürt milliyetçiliği üzrinden yürüyemez hale gelecek. Gülen Cemaati ve Erdoğan tekelindeki AK Parti deneyimlerinden sonra, dindar muhafazakar yığınlarda -benim hep hayranlıkla ve saygıyla izlemiş olduğum- entelektüel zenginlik artarak yükselecek. Sosoyolojik ve siyasal saha çalışmalarına hastalıklı denecek bir düşkünlüğüm var. Bütün saha çalışmaları ve Meksika dönüşü (esas olarak Amsterdam ve Toluca’da geçen 19 yılın ardından geldi o dönüş) İstanbul’da yaşadığım hayli dinamik sosyal yaşam ve her mahalleye konuk olma merakımın olanaklı kıldığı kişisel gözlemler hep buna işaret ediyor. Bu genç, kentli kuşakları artık ulusalcılık, Kemalizm, Cübbeli Ahmet, Başbuğ Bahçeli gibi 15-20 yıl içinde gerileyip marjinalleşecek büyük anlatıların dar kutularına hapsetmek mümkün değil.

        Eğer sözü geçen güçlü bir bölgesel aktör, ileri Avrupa ülkelerinde olduğu kadar değilse bile yaşam kalitesi hayli yükselmiş vatandaşların yaşadığı bir ülke olmak ise murad, Türkiye bunu başaracak.

        Peki benim düşüm bu mu olurdu?
        Elbette ki hayır. Devrimci iken de nefret ettim kapitalizmin yüzeysel ve uçucu yaşam tarzına ve hazlarına, sol-demokratlığın limanına demir attığım yıllarda da değişmedi bu nefret.

        Kapitalizmin hızlı gündelik yaşantısının ve insan ruhunu ve yerel kültürü iğdiş ettiği her kentte ve ülkede olduğu gibi, genç kuşaklarımızı bütün yıl çalışıp iyi ücretler almak, sonra yılın bir ayında İtalya ya da Bodrum’dan selfi çekip yollama hazzıyla ödüllendirilmek bekliyor. Mahalle kahvesinde pişti partileri de olmayacak, gençler yolda karşılaştıkları yaşlılarına gülümseyip “Var mı bi ihtiyacın Mahmut Amca?” diye de sormayacaklar. Bayram tatillerinin bir günü ya da üç beş saati dedeler ninlerle, geri kalan bir haftası Tatil Sepeti’nden denk getirilmiş turistik mekanlarda boy göstererek, akıllı telefonlar üzerinden aşk meşk oyunlarına girip çıkarak, bolca ATM tapınakları ziyaret edilerek geçirilecek.

        Benim için ideal bu değil. Ama, hırgür, ölüm ve şiddetin ayrılmaz birer parçası olduğu geçmiş on yıllara bakınca, buna da fit oluyorum ben. Hatta, Ahmet Altan, Mümtazer Türköne gibi yaşlı yiğit-delikanlıların cenazelerini zindanlardan çıkarmayalım, A. Kuytul canına bir zarar gelmeden çıkabilsin içine savrulduğu hapishaneden, darbeci birkaç yüz akılsız-vicdansız dışında tüm dindar tutsaklar (ve Kürtler) ögürleşsin. Bunu görebileyim, bu da fazlasıyla makbule geçecek.

        Selam ve saygı ile.

  15. “Ekonomik sıkıntı biraz daha ağırlaşırsa hele, yenilenen İstanbul seçimi, ardından farklı senaryolar yazılmasına yol açacak bir sonuç da verebilir.” Demiş Fehmi bey…tamam işte madem seçim olursa cumhur ittifakının yenileceğini öngörüyorsunuz alın size fırsat….Fırsatı değerlendirin haklılığınız ortaya çıksın…

    • Sayın Türkeş,
      Cumhur ittifakının kazandığı bölgelerde de tekrar seçim yapsak diyorum. Nasıl olsa tekrar kazanır ve gücünü tazeleme “fırsatı” çıkar böylece.
      Oy verelim ve sayalım, beğenmeyince tekrar sayalım, olmadı bir daha oy verelim. Sizce bu süreci ne kadar daha devam ettirmek yeterli olur?

      • Bu da neyin nesi ki? En azından bi kerecik tekrar edilsin de ibb seçimi, ondan sonra bakarız alışkanlık yapıyo mu ya da kısırdöngüye giriyo mu diye..? Bi de başbuğumla aramızda değişmez ama hani sadece bana cevap yazıyodun; herkese yazıyosun bakıyorum, neki bu..!

      • Nike arkadaş zannedersem sadece istanbulda alicengiz oyunları dönmüş. Oraya itiraz var. sadece orayı değerlendiriyor… seçim yenilenirse yenilensin sonuç ne çıkarsa çıksın…ha varsa başka bir yerde itiraz muhalefetin sonucu etkileyecek türden orda da seçimin yenilenmesinden memnun oluruz…milletin hakemliği iyidir…

  16. Yenilenmesi düşünülen İstanbul seçiminden İmamoğlu’nu çıkarın, bakalım CHP İstanbul’da aynı oy oranına ulaşabilir mi? Ben de bundan oldukça kuşkuluyum.

    İmamoğlu’nun aldığı toplam oyu Cumhur İttifakında olduğu gibi Millet İttifakı içerisinde de ayrıştırır isek CHP, HDP ve İYİ Parti’nin oy oranları yanında İmamoğlu’nun şahsi oy miktarını da ulaşmış oluruz.

    İmamoğlu, CHP etiketli olması yanında sosyal demokrat kişiliğinin yanına eklemlenmiş muhafazakar görüntüsü ile hatırı sayılır şahsi bir oy oranına sahip oldu.

    Yani AK Partinin ülke genelinde de görüldüğü gibi azalan oy oranı İstanbul’da diğer bütün partilerin içinde geçerlidir ve oylar dağınıklık-geçişgenlik arzediyor diyebiliriz. Hem yerel seçimlerde partisel olmaktan öte, seçmenler adayın kişiliğine de oy verir ve bu yönlü partisel oy kaymaları da gerçeklemiş olur.

    Aslolan, AK Partinin ismi anıldığında, muhafazakar ve dindar gibi duran tanımlamasının dışına savrulup, savunduğu değerlerin aksine eylem ve icraatlarda bulunmasının; adalet, hukuk, yolsuzluk, yasaklar, yoksulluk, kayırmalar v.b. gibi olumsuzluklar, kitlede tepkiye sebep olmuş ve bu tepkisellik içerisinde o kitlenin savunduğu değerlere yeni bir söylem ve itimat geliştiren adaya -İmamoğlu örneğinde olduğu gibi- (emaneten) oy geçişleri olmuştur. Yani muhafazakar seçmen, uzun zamandır desteğini sunduğu mevcut siyasi partideki kirlenmeye tepkisel davranmış ve değerlerini yeniden ihya edecek yeni oluşum gerçekleşinceye kadar yeni adrese hareketleneceğinin sinyalini vermiştir.

    Yeni nesilde muhafazakarlık algısı zayıflamış olsa da ana omurga, yeniden toparlanacağı ve savrulan kesimleri de yanına çekebileceği manyetik etkiyi hala muhafaza ediyor.

    CHP ancak bu tür savrulmalardan oy devşirebilir ancak bu ona iktidar olma yeterliliğini vermez. Yeni sistemde ittifak yolu ile belki buna imkan bulunabilir ancak mevcut örneğinde de görüldüğü üzere -Bahçeli’nin son çıkışları- gen uyuşmazlığı çeken oluşumlarda mutlak çoğunluk elde edilemediği gibi idare de zorlanıldığını gözler önüne sermektedir.

    Ülkemizin siyasi yapısını göz önünde bulundurduğumuzda -ufak değişimler dışında hala bagajını muhafaza eden- bir CHP ve seçmeninin yarısından fazlası dindar ve muhafazakar olan bir HDP ile marjinal bir parti olarak MHP ile İYİ Partiye karşılık ana omurgayı oluşturan-yüzde 65,70 civarında ki- muhafazakar seçmen yeniden toparlanacağı yeni bir partiyi bekliyor.

    Bu gerçekleşinceye kadar seçmen ‘kötünün iyisi bu’ diye bir süre daha mevcut partiler arasında git-gel yaşayacaktır ve buna göre oyunu kullanacaktır.

    Yani Sn. Koru’nun aşağıdaki cümleleriyle bahsettiği ”Ekonomik sıkıntı biraz daha ağırlaşırsa hele, yenilenen İstanbul seçimi, ardından farklı senaryolar yazılmasına yol açacak bir sonuç da verebilir.

    Nasıl senaryolar mı?

    Onları, yenilenmesi durumunda seçim sonrasında nasıl olsa konuşacağız.” dediği işte budur. Bana göre.

  17. Dün yazdığım yorumdan sonra “acaba haksızlıkmı ettim demiştim” neyse ki bu yazı beni böyle düşünmekten kurtardı. Sayın yazar, 51 milyon vicarı seçmenin oldupu yerde nasıl bi matematik kullandınız de öyle bir yüzdeye varıp %4 oran düşürebildiniz anlamış değilim. Türkiyede muhalif ve yandaş (sevinmeyin her iki yada kaç taraf varsa hepsinin yandaşı yandaş oluyor) tüm gazeteciler (üstüne basa basa söylüyorum “gazeteciler” ) böyle ilgiç matematik hataları yapıyorlar. Zaten bunu bi bir gazeteciler bir de anket şirketleri yahut da anket analizcileri yapabiliyor ilginç. Son yıllarda dikkatimi çeken birşey oldu, önemli bir siyasi olay yaşandığında artık aktörlerin me dediğine bakmıyorum, aktörlerinin tarafgirlerine bakıyorum ki onlar ne diyor diye. İşte bu yazıdaki gibi yapıyor. Bakın iki yıl öncesinde öyle ustaca başladı ki herşey. Buranın okur kitlesi kahir ekseriyetle muhafazakarlardan oluşmakta belli ki. Ancak yine de bir çok insan yorumlarında “ak parti kısaltmasını kullanırdı, şimdilerde akp kısaltmasını kullanıyor” elbetteki insanların fikir değiştirmeleri normal veyahut icraat yapanların hata yapmaları sebebiyle kişilerin tafar değiştirmeleri de. Lakin ifratla tefrit arasında gidip gelmek ülkemizin kaderi olsa gerek. Burda Chp güzellemesi yapılacağına da pek ihtimal vermezdim. Nerden nereye. Üstelik orda da hep yapılan yanlış tekrar edilerek. Yaptığı hizmetler değil seçim kazanma stratejisi üzerinden beğeniliyor chp. Durun bakalım belki hizmette başarılı olmayacak. Elbet bi başarı olursa her ne kadar fikren uzak oldukca uzak da olsam başarısını görmemek için kör olmak lazım. Hele de bu gün toplumun kahir ekseriyeti gibi kendime gidecek bi yer ararken (gitmek=oy verecek parti). Ancak buna bir iki yıl gerek. Tekrar olacak ama sayın Koru, bari siz yapmayın tamam muhalifsiniz anladık lakin böylesi bir matematik hatasını yapacak kadar da muhalefet insanın aklını karıştırıyor.

    • Benzer yorumları bazılarından okuyunca gülüp geçiyorduk ama günlük siyasi yazıları okuyunca yazarını da okuduğunu beyan eden birinin çok yanlış okuduğunu görünce şaşırıyor insan. E bir de yanlış okuduğunu, yazarın 30 yıllık okuru olarak belli ediyorsa şaşırmayı da unutturuyor..

      Halbuki bir yazıyı, kitabı okumak başka birşey, yazarını okumak bambaşka bir şey.
      Yazarı okumak; o’nun hayatını detaylarına vakıf olacak kadar bilmek ve tüm faaliyetlerini yakından takip etmekle mümkün olabilir ancak.

      • Baran sen şu ortaokul diplomanı aldın galiba; bakıyorum yazılarını yemiş yutmuşsun, yazarın ciğerini okumuşsun da ona buna, şerif beye filan ders verir olmuşsun, maşallah..! Tevekkeli arsız ot çabuk büyürmüş..:)

  18. Kâhin olmak gerekmez
    Seçimin yenilenmesini isteyenler, AK Partideki Sermaye ajanlarının etkisi altındadırlar. Seçimin yenilenmesi ülkeyi uçuruma doğru götürür. AK Parti’yi ise bitirir.
    Geçmişte seçim tekrarlandı. AK Parti kazandı. Henüz OHAL yoktu, henüz Dolar’ın sıçraması yoktu, muhalefette bir olumlu yan yoktu. MHP ile CHP Sermaye’nin talimatı ile birleşmişti. Müspet bir adım yoktu. Şimdi Muhalefet olumlu, barışçı adım atıyor. Ankara ve İstanbul adayları kendi emekleri ile geldiler.
    Tavsiyemi tekrarlıyorum. Binali Yıldırım adaylığını geri çeksin. AK Parti seçim itirazlarını kaldırsın. Cumhurbaşkanı ya bir askeri aday gösterip partinin başına geçsin ya da parti başkanlığını damadına bırakıp görevine dönsün.
    Herhangi bir parti başarıyı istiyorsa Akevler’in kapısını çalsın. Kur’an düzeni geliyor. Başka bir yerde Kur’an’ın teavün düzeni üzerinde çalışan yoktur. Varsa ortaya çıksın biz de yararlanalım.

  19. Sayın H.Gayret,

    Dün şu yorumu yazmıştınız:

    “H.Gayret 25 Nisan 2019 at 13:00
    Oo, baduh bey yorum mu seçiyoruz; geçen gün de tusaş ın tai nin aselsanın ulusal orijinli askeri teknolojilerini ve milgemi beğenemiyordun! Bakıyorum seviyeyi gittikçe yükseltiyorsun:) burda kimlerin “kopileyip” kimlerin yapıştırdığını, kimlerin teşhir bağımlısı “vidio” linki düşkünü olduğunu sen dahil herkes bilir halbuki! Ondan sonra da aya karşı uluyan köpek gibi; vidio mu izlemediniz mi, linkime tıklayan yok mu, neden sustunuz diye ağlaşıp duruyorsunuz buralarda erenler…”

    Site yetkililerinin müsaadesiyle, buradan cevap vereceğim.

    Öncelikle köpek kelimesi hiç uygun düşmemiş, yakışmamış. Nef’i’ye havale edip devam edelim (Her ne kadar Maliki olmasak da bazen taklit etmek gerekebiliyor. Kan-abdest meselesi. Karşı cinse dokunmak da abdesti bozmuyor, kasıt yoksa).

    Milli Uçak Gemisi ve Milli Uzay Gemisi ve hatta Mars’a İlk Bayrak Projesi (Pardon, bunda da geç kalmış olabiliriz. Galiba Mars’a araç indirmişlerdi)…

    Şaka gibi ama bunlar çok can sıkıcı mevzular. Hoş Mars meselesi elbette boş bir mesele bence de. Zaten sonradan ilave ettim. İsteyen bayrağını diksin, isteyen kolonisini kursun. Artık bin yıl sonra mı kurarlar, yüz bin yıl sonra mı? Hicri 1500’ten sonrası bize boş… Yani en azından 110-120 sene yaşamayız herhalde.

    Diğer meseleler, Ak Parti, CHP, İYİ Parti, MHP, SP vs. üstü (pardon altı) meseleler. Vaktiyle TSK kendini siyaset üstü bir kurum olarak tanımlardı. Ordu-Millet el ele meselesi gibi. Şimdi siyaset her şeyin üstü oluverdi. Bazen İslam bile (haşa!) nal topluyor siyasetin ardı sıra. (Bkz. “Bakara-Makara” ve “Peygamber (haşa!) gurur yaptı, hata yaptı, biz yapmayacağız.”).

    Buralarda da görebilirsiniz bunu. Sıkışınca Google’dan bul bir Ayet-i Kerime, bul bir Hadis-i Şerif.

    Geçen Didem Kuz Hanım yazıverdi “’Kibirliye karşı kibir, sadakadır.’ (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, IV, s. 366/5299)” diye.

    Şimdi diyeceğim “Mümin’in mümine kibir yapması her halükarda haramdır”. O dediğiniz sahih değildir. Sahih diyen de ancak kasıt Mümin olmamak şarttır der falan diye.

    Desen bir türlü demesen bir türlü. Arada da deyiverdik. Şimdi Didem Hanım yine küplere binecek.

    Neyse, Milli meselesini nasip olursa bir ara konuşuruz. Milli Tankımız Altay’ın milli motorundan başlayarak. Şu link ile başlayabiliriz: “https://www.sabah.com.tr/ekonomi/2017/03/28/milli-tank-altaya-motor-ukraynada-bulundu”.

    Siz de bana şu linki verirsiniz: “https://www.sabah.com.tr/ekonomi/2018/02/20/turk-muhendisleri-tank-motorunda-goreve-hazir”

    Mehteran bölüğü gibi iki ileri bir geri cebelleşir dururuz. Tamam, Mehteran iki ileri bir sağa selam, iki ileri bir sola selam yapar, bir geri yapmaz yani. Lafın gelişi söylediydim.

    Sanki Birinci Dünya Savaşı’na gireceğiz de tank muhabbeti yapıyoruz.

    Yunanistan’ın Silahlı Kuvvetlerinde Apache helikopterleri var. ABD birinci Körfez Savaşında Irak’a karşı kullanmıştı bu cins helikopterleri. Sadece bir Apache helikopter timi ile (2 taarruz, 1 radar helikopteri) 127 atıştan 124’ünü isabet ettirmiş ve hiç zayiat vermemişti. 124 tane tankı imha etmişti yani. Bu kabaca bir Zırhlı Tümenin yok edilmesi demek. 3 helikopter ile adamlar bunu yaptılar. Yani bir kişinin on bin kişiyi yenmesi demektir bu. Bu helikopterleri imha edecek hava savunma sistemleri de yoktu. Bizim de yok. Şu an bile.

    Rahmetli Erbakan Hoca “TSK’nın taarruz konsepti yerine savunma konseptine geçmesi gerekir. Bir uçağa yapılacak masrafla 100 tane uçaksavar sistemi geliştirilir.” derdi (mealen).

    Öğrencilerini iyi yetiştirememiş rahmetli.

    Milli Eğitim ile ilgili geçenlerde bir profesörün geçmişte sorduğu bir soruyu hatırlatmıştım. “Bana ilkokuldan itibaren devlet okullarında okumuş, 3 tane İngilizce’yi iyi seviyede konuşan lise mezunu gösterebilir misiniz?” sorusunu. Cevap 50 yıl önce “HAYIR” idi, 17 yıl önce de “HAYIR” idi, şimdi de maalesef “HAYIR”.

    Bir şeyin başında “Milli” kelimesini görünce benim aklıma ilk bu geliyor.

    Siz yine sayar durursunuz bana “ASELSAN, HAVELSAN, METEKSAN, ARFESAN, ANJİNSAN…” diye.

    Ama diğer tarafta da Rusya’dan S-400 alacağız, ABD’den PATRIOT almasak mı diye aylarca süren tartışmalar.

    Yapsa ya bir tane, bilmem ne SAN, T-001 hava savunma füze sistemini. Ne PATRIOT’un ne S-500’ün yanına yanaşamadığı. Yani milli olması da şart değil. Sadece geçsin onları.

    Mars’a İlk Bayrak Projesini tercih edeceklerdir. (Mars’a Koloni Projesini değil. Onun muadili F-35 olabilir.)

    PATRIOT, S-400 bunlar çok büyük projeler derseniz. O zaman 3’ncü nesil Stinger hava savunma füze sistemine kafa tutacak bir proje yapsınlar.

    Siz muhtemelen “IHA”, “SIHA” vs. falan diyeceksiniz. Ama onlar PATRIOT, S-400 hatta Stinger yanında ancak “FASA”, “FİSO”.

    Amerikan ZPT’sinin üstüne yine Amerikan Stinger füzesini monte edip bir de üzerini zırhlandırdın mı al sana zırhlı personel taşıyıcılı uçaksavar füze bilmem ne sistemi. Hem de milli.

    Tabi bir de Yunanistan demiştik. “IHA” yı “SIHA” yı Irak’a, Suriye’ye rahmetli de gönderirdi (elbette ABD, Rusya müsaadesiyle). Kazara bir tane Yunanistan’a göndersek mi acaba? Hani genelkurmay başkanları küçük çocuğun bile kaldıramayacağı cinsten dalgasını geçiyordu.

    Siz yine “elbette, yakındır, çok az kaldı” diyeceksinizdir. Ben de “uzaktır, hatta bu siyaset etiğiyle mümkünatı yok”.

    İş, padişahın buğday ambarından buğday taşıyan karınca hikayesine dönecek.

    • baduh bey,
      ben o hadise çeşitli yerlerde rastlamıştım. lakin buraya alıntılamadan önce yine bildiğim bir iki yerden baktım, öyle alıntıladım.
      Fıtrî bir sermâye olan kibir temâyülünü kullanmanın câiz, hattâ gerekli olduğu durumlar da vardır. Nitekim bunlardan biri olmak üzere şöyle buyrulmuştur:
      “Kibirliye karşı kibir, sadakadır.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, IV, s. 366/5299)

      şimdi sahih değil derseniz, konuyu bildiğinizi kabul ederim, çünkü ben iddia edecek bilgiye sahip değilim. kalan kısım için şöyle bilgiler alıntılayayım

      her ne kadar mevzu olduğunu söyleyenler olsa da, “et-tekebburu ale’l-mütekebbiri sadakatün; yani, kibirliye karşı kibirlenmek sadakadır” sözü veciz ve manası sahih bir kelâmdır. [Bkz. el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1, 313, Hadis no: 1011]

      Bu rivayet, “Kibirlenen kişiye karşı kibirlenmek ibadettir”, “Kibirlenen kişiye karşı kibirlenmek hasenedir, güzel bir davranıştır” ifadeleriyle de meşhurdur.

      İmam Gazalî (rh.) hazretleri de İhyâu Ulûmi’d-din’inde, “Ümmetimden tevâzu sahiplerini gördüğünüzde, siz de onlara tevâzu gösterin. Kibirli olanları gördüğünüzde ise, siz de onlara karşı kibirlenin” şeklinde benzer bir rivayeti nakletmektedir. Ancak İhyâ’daki hadislerin tahrîcini yapan Hâfız Irakî (rh.) bu rivayet için garib tabirini kullanmıştır. [Bkz. Irakî, Tahrîcü’l-İhyâ, 5 129]

      Bu söz için yukarıda kaynak olarak verdiğimiz Keşfü’l-Hafâ müellifi Aclûnî merhum da, “Aliyyü’l-Kaarî (rh.) bunun insanlar arasında kullanılan, ancak manasının veciz ve sahih olduğunu” Fahreddin Râzi’den (rh) nakletmektedir. [Bkz. A.g.e., 1, 313] Zira kibirliye karşı kibirli olmak, kibirlenmek değil, onun kibrini kırmak olarak isimlendirilir. Nitekim Berîkatü’l-Mahmûdiyye’nin müellifi de şöyle demektedir: “Kibirliye karşı kibirlenmek sadakadır. Zira o esnada kibirliye tevâzu göstermek, onun o sapık halinin devamına sebep olmak demektir. Ancak ona karşı kibirlenmek onun uyanmasına sebep olabilir.”

      imam Şâfiî (rh.) “Kibirliye karşı iki kere kibirlen” demiştir. İmam Zührî (rh.), “Dünya’ya düşkün olanları sıkıştırmak, zorlamak (onlara baskı yapmak) İslâm’ın söküğünü dikmek demektir.” İmam-ı Azam’ın (rh.) ise, “(Mü’min), kendisini önemsemeyen (ona kibirlenen) kişiye karşı tevâzu gösteren zalimden daha zalimdir” dediği nakledilmektedir.

      Yine denilmiştir ki: “Kibirliye karşı kibirlenmek, onu uyandırmak için olur, (kişinin) kendisini büyük göstermek için değil. O zaman bu, zenginlere ve cahillere karşı kibirlenmek gibi olur ki, bu da övülen bir davranıştır.’’ [Hâdimî, Berîkatü’l-Mahmûdiyye fî Şerhi Tarîkatü’l-Muhammediyye, 3, 176]

      l-Münâvî (rh.) Câmiu’s-Sağîr’ın şerhi Feyzu’l-Kadir isimli eserinde; ihsân, ihlâs, başkasını kendine tercih etme, sünnete ittibâ, istikamet, maişet ve ibadette iktisatlı olmak v.s. gibi güzel ahlâkların içerisinde kibirliye karşı kibirlenmeyi de saymaktadır. [el-Münâvî, a.g.e., 3, 470]

      doğrusunu Allah bilir diyelim.

    • Baduhun yazdıklarına nasıl daha cahilce bi cevap verebilirim derken osmanlıdaki şeyhülislam ebussuud efendinin fetvası yetişti imdadıma: “her kim osmaniden biri lisanı gavuru öğrene 100 kırbaç vurula; her kim gavurdan biri de lisanı osmaniyi öğrene 200 kırbaç da ona vurula!” o prof taslağına da söyle adam gibi türkçeyi bi öğrensin de ingilizcesine gene bi bakarız..:) ayrıca ben ateyizim diyen bi adama bir mümin kibirlenmişse ne olmuş? Geçenlerde aynı ateyize münafık dedim diye bizim h.k. uyarmıştı..! Tövbe tövbe, nelerle uğraşıyoruz arkadaş…

  20. “Haşim Kılıç” ismi, herhalde hepimizin kulağına aşina gelen bir isimdir. Pek çoğumuz kim olduğunu bilirken, hayli uzun zamandır ismine hiçbir yerde rastlanmaz olunduğu için, kim olduğunu, hangi görevde bulunduğunu unutmuş olanlarımız vardır belki de.

    Haşim Kılıç, bu ülkedeki en yüksek yargı kurumu olan Anayasa Mahkemesi’nin Başkanı’ydı. Cumhuriyet Gazetesi, kısa bir haberde, Kılıç’ın 2008’de AK Parti’nin kapatılması davasında “Ret” oyu kullanmış olduğunu, böylece partinin 6’ya karşı 5 oyla kapatılmadığını hatırlatıyor.

    Yani, nice hukuk skandallarına imza atmış, dindar yığınların önünü kesme çabasında etkili bir araç olarak kullanılmış Anayasa Mahkemesi’nin tipik bir üyesi değil. Tam tersi.

    Gazete, 2015 yılı başında emekliye ayrılmış olan Kılıç’ın bugüne kadar geçen yıllar içinde hiç konuşmayıp sessizliği yeğlemiş olduğu bilgisini paylaşıyor.

    Dün, sessizliğini bozmuş eski AYM Başkanı, ve söyledikleri yenilir yutulur cinsten değil gerçekten:

    “Önce ‘ahlak ve maneviyat’ diye iktidara gelen bu arkadaşlarımız, ne pozitif hukuk kuralları bıraktılar ne de ahlak bıraktılar.”

    Ağır bu sözler, hayli ağır.

    Kamu İhale Kanunu’nun yürürlüğe girdiğinden bu yana 186 kez değiştirildiğine de dikkati çekmiş Kılıç, ve sormuş:

    “Bir kanun niye bu kadar değiştirilir?”

    “Ahlak ve maneviyat” diyerek iktidara gelmiş, bugün ortada “ne pozitif hukuk kuralları ne de ahlak bırakmış” olan partinin taraftarları için ağır sözler, ürkütücü sorular bunlar.

    İktidarı (gücü) elinde tutanlar, devletin yağmasının en etkili aracı olan Kamu İhale Kanunu’nu 186 kez değiştirme ihtiyacını neden duyarlar?

    Fikri olanımız var mı?

    • Bu beyefendi niye bugün ortaya çıktı? Şikayet ettikleri bugün mü ortaya çıkmış? Zamanınında neden ses çıkarmamış bir fikri olan var mi? Hud suresi 113. ayet der ki…

      • Benim bir fikrim var, Cemil Bey.

        “Zamanında neden ses çıkarmamış”, bir süredir, AK Parti ve Erdoğan’a eleştirel tutum takınan tüm aktörleri itibarsızlaştırmaya yönelik bir silah olarak kullanılmak isteniyor. Siz de o silahın cazibesine kapılan arkadaşlardan biri misiniz, bunu bilemiyorum.

        Doğru olan, SÖYLENEN SÖZ’e bakmaktır, Cemil Bey. Söyleyen niye söylemiş, niye bilmem ne zamanında değil de şimdi söylemiş, nasıl ve nerede söylemiş muhabbetleri değil.

        Bir ülkede hukuk ve adalet kalmamış ise, gören gözler haklı nedenlerle susar. Gören gözlerin gördüğünü söylemeye yeltendiği durumlarda insanların başına neler geldiğini biliyoruz -en yakınınızdaki örneği, sayfalarına konuk olduğunuz yazarımız.

        Erdoğan iktidarı, moral (bunu hem “ahlaki”, hem “özgüven, yüreklilik” anlamında söylüyorum) üstünlüğünü yitirdi. İstikrarlı gerileme süreci, çöküş sürecine doğru evriliyor. Tam da bu nedenle, hem gören gözlerin sayısı artıyor, hem de görüp gördüğünü konuşanların sayısı.

        “İktidarı (gücü) elinde tutanlar, devletin yağmasının en etkili aracı olan Kamu İhale Kanunu’nu 186 kez değiştirme ihtiyacını neden duyarlar?”

        Soru budur -sorulduğu gün, saat, dakika gibi teferruatlarla geçiştirilemez, yoksa siz geçiştirilebileceğini mi söylemek istiyorunuz?

        “Önce ‘ahlak ve maneviyat’ diye iktidara gelen bu arkadaşlarımız” ortada bir pozitif hukuk, gözlenebilir bir ahlak bırakmışlar mıdır?

        Soru budur.

        Varmı bir yanıtınız, Cemil Bey?

        Yanıtınızı bizlerle paylaşınız, Efendim.

    • benim var.
      mesela ahlaktan biri söz edecek ise bu en son siz edin derim.
      mahallenin dedikoducu kızı tadında yazılar yazanlara mı bırakalım ahlak hakkında konuşmayı.
      daha dün bir 55 yaşında bir adamın dünkü verilere bakarsak çokça okunan bir gazetecinin sitesinde ona buna koşturarak bakın burada ne var diye kendi ahlaksız bakışını satmaya çalıştığını görmedik mi…kimse gelmedi değil mi?
      bu kadar ahlaksız onursuz olunamaz da ondan.
      baştan alalım…

      h. gayret beyin sözde romantik yorumunun yazılma nedeni bay bernara yazılan şu yorumdur.

      deniz bey ne kasttetti bilmem ama şahane tespitleri olduğu kesin. tribünlere oynamak çok yakışmış yoruma.
      Alkış derdinde olan birinin el atacağı en son konu Gülen Cemaati ve HDP olurdu herhalde.
      diyor yorumcu ya tam tersi.
      mağdurların, cemaat sempatizanlarının, hdp savunanların da uğradığı muhalif çoğunluklu bir site de tam da kimsenin itiraz etmeyeceği şeyleri söylüyor. evet, tribünlere oynuyor, hakkını teslim etmek lazım, tam bir kalem ebesi,
      hdp yi dışlamayalım, seçmenini pkk ya eşitlemeyelim,(elbette) çemaatçileri kucaklayalım(elbette) kardeşiz, elele, aydınlık yarınlar
      herkesi sevelim,
      halklar kardeş olsun
      burada bir alkış lütfen.
      her seçmen masumda akp seçmeni hariç. derdi akp seçmeniyle zaten. bu ülkenin neredeyse yarısıyla. öcalanın kanından mest olanlara diyecek hiç bir şeyi yok, Süleyman soylunun beyanından hesap soruyor. kendisine hiç ilişmemişken hiç konusu açılmamış kimse beyanda bulunmamış olduğu halde isteri krizleriyle elim darbe girişiminde eşini ve evladını kaybetmiş acılı annenin üzerinden siyaset yapmayı biliyor her türlü hamaset elinden geliyor tweetine didem hanım cevap versin diye böğürüyor.
      ciddiye almayınca defalarca sesleniyor.
      cevap beklediği yok, öfke kusacak yer arıyor.
      ona buna adlarıyla seslenerek panik atak nöbetleri eşliğinde, manik depresif ataklar tadında saçma ötesi ilgisiz alakasız konuları döşenip hesap soruyor.
      bu davranışların altında sorunlu bir kişilik yatıyor deyince de sakinleşmek ve sormak aklına geliyor, niye incitmeye gerek duyulmuşmuş.
      hiç, yoldan geçiyordum da.
      sıra nakaratta
      ben kardeşinizim,
      herkesi sevelim,
      halkların kardeşliği,
      çiçekler güzel, böcekler güzel…
      hdp, cemaat derken bir ermenilerin hakkı kalmıştı,
      soykırım demeye dili varmamış oysa evladı ölmüş acılı kadınlar üzerinden rant devşirmeyi bilen biri olarak buna da el atabilirdi. iskipli atıf hocayı da (nur içinde yatsın) başka tribünlere alet ediyor. kuşkusuz bir iki destek mesajı fena olmaz.
      arşivleri isteyenlere açıyorlar, ülkeye girecek yüzü olsaydı belki türkler kimleri nerde nasıl katletti, 15 temmuz da cemaat aslında masumdu konularında araştırma yaparken soykırım olmuştur demek için de arşivlere girebilirdi.
      gönüllüsü gönülsüzü ne kadar sürgünde bilmem,
      siteye ilk yazdığı zamanlarda bazı yorumlarında istanbulda bir yerlerde garsonluk yaptığını, bir göz odada kaldığını bazı yorumlarda okulda hoca olduğunu söylüyordu, hangisi doğru diye sorunca da yine ağzına geleni söylüyordu, şimdi de uzun yıllardır sürgündeyim, ülkeye giremiyorum diyor. sistem de eziyet edecek bunları buluyor, neden acaba???
      neyse şimdi sıra yine nakarata geldi
      herkesi sevelim,
      halkların kardeşliği,
      çiçekler güzel, böcekler güzel…

      buraya şimdi sitede uzun süredir yazan, sevincine üzüntüsüne aşırı tepkiler de veren, yorumlarına enteresan mizah öğeleri katan biri olarak tanıdığımız h. gayretin yorumunu alalım

      Hanımefendinin yazısı hafif mayhoş orman meyvecikleri ve böğürtlen tadında; öyle ki en güzelleri en dikenli kısımlarda asılı duran bu yaban meyvelerinin tadına bakan, suyundan içen kesinlikle bağımlısı olur. O kadar sivri ve keskin dikenlerine rağmen böylesine güçlü bir aromaya sahip olan ifadelerinize doymak imkansız. Yuvasına yaklaşan bir yılanı uzaklaştırabilmek için çığlıklar koparan bülbülün sesini ne güzel de şakıyor diye hayranlıkla dinleyen bencil bir şair gibi okuyorum belki yorumunuzu ama durum bu..:)

      romantik!!! metin yukarıdaki yoruma için yazılmıştır.
      romantik bir cevap alacak bir metin gibi mi?

      meyveler giriş bölümüne
      aromalar son bölüme
      şakımalar nakarat bölümüne
      cevap yazan yorumcunun kendine has üslubu ve genelde kullandığı ifade dili göz önüne alınırsa kinaye bana sorarsanız.
      velev ki mizah yönü sulu bir metin kabul edelim
      velev ki ahlaksız bulalım
      aklı başında biri ”bu yakışmamış” der geçerdi değil mi…
      *******************************************************************************
      şimdi ahlaktan bahseden bu zihniyetin yoruma tepkisine bakalım
      bunca kişinin katıldığı bir sitede olayı taşıdığı boyutlara bakalım
      55 yaşında, şöyle gezdim, şöyle okudum, şöyle yaşadım, şöyle anlarım, şöyle bilirim diyen kişinin
      olayı ele alışına göz atalım

      Hamza Bey! Peygamber aşkına işi gücü bırakın, ama koşarak, ama taksiye atlayarak, çıkın gelin her nerede iseniz!
      Şu akıl almaz yeni oyunu kaçırırsanız ben üzüleceğim! Öyle sonradan anlatılacak gibi de değil inanın. Mutlaka izlemeli, tanık olmalısınız. Ahlak masasından savcılar bilmem neler el atıp sansür mansür işlerine girişmeden gelin kaçırmayın!

      “Efedamat” ve “Neki Bu” rumuzlu arkdaşlarıma sitem etmekten kendimi alamayacağım.
      Yaw, dostlar, yorum sayfalarımızda yeni bir AHMET ALTAN doğarken siz neyle uğraşıyorsunuz! Baksanıza “Sen ne işsin” diyerek üslubunu sorgulayıp burun kıvırdığınız seçkin yazarımızdaki şu olağanüstü ince dile ve soyutlama düzeyine!

      Sanal alemin Gayretşahlı Romeo’ları, Münevverşahlı Jülyetleri işin şirazesinden çıktığının farkına varsınlar. Henüz daha zaman ve fırsat varken, Nurdan Hanım’dan gelen “imdat kolu”na abanabildikleri kadar abanarak, “Bunları yazan ve yazılanlara olur veren romantikler biz değiliz! FETÖcüler rumuzlarımızı çalmış bize operasyon çekiyor!” yaygaraları arasında çıkış kapısına koştursunlar. Yoksa durum “vahim”den “rezalet”e doğru gidiyor -aynı partiniz gibi!

      Böyle giderse, okur çoğunluğu muhafazakar insanlarımız olan sayın Koru’nun hayli okur kaybedeceğinden, hatta küçük çaplı bir ayaklanma çıkaracaklarından endişeliyim
      ***************************************************************************
      önce şunu soralım, bir metne bakarak içi dışı fesat biri olarak Romeo yu buldunuz da hangi metne bakarak jülieti buldunuz.
      bunun mesnetini gösterin.
      yoksa iftira atmış olacaksınız.
      bu zihniyette insanların iktidara geldiğini düşünelim ne pozitif hukuk kuralları bıraktılar ne de ahlak bıraktılar.” durumunu mumla arardık ortalık iftiradan dedikodudan geçilmezdi herhalde. geçen sefer kaçtınız bu sefer ki mesnetten kaçamazsınız, yoksa bir daha bay bernar demem. böyle birine adam denmez.
      kamusal alanda bırakın saadet partisinin sözcüsü başkası olsun, size yakışmıyor, mütedeyyin insanların sözcüsü böyle bir zihniyet olamaz.

      • Didem hanım metinde geçen “yılan”ın kim olduğunu bilene seren direğine bir çiviyle tutturmuş olduğum ingiliz altınını ödül olarak vereceğim… Selam ve saygılarımla

        • hayır, saadet içinde çok güzel insanların olduğu bir yerdir, bu şekilde asla hedef alamayız. kendi görüşümüze uymayan yerleri eleştiririz,uyan yerleri destekleriz. provakatif olmayalım lütfen.

      • Didem Hn., tekrarlıyorum:Bernar Bey’i fazla önemsiyorsunuz.Harcadığınız zamana yazık.

        Bernar Bey tipolojisini Oğuz Atay Tutunamayanlar romanında çok iyi betimlemiştir.

        Sn Bernar bu platform sayesinde sanal gerçekliğin avantajlarını kullanarak hayata tutunmaya çalışıyor.Siz kendisini ciddiye almayınki vicdanında kendi sanal ve öznel gerçekliğiyle yüzleşip kendini tanıyabilsin.

        • Yaw, Faysal İNCİ Bey, iki satırlık yazıda insanı tebessüm ettirip “Hmm. . .” yaptıran “sanal gerçeklik”, “öznel gerçeklik”, “tipoloji” gibi İNCİleri tavaşan şeyi gibi yan yana dizip, ufaktan “Ben çok kalın romanlar okuyan birisiyim, bana artı yazan bir durum olarak buna işaret etmeden geçemeyeceğim” mesajını da çaktıktan sonra, sizden tekrara düşmeyip yeni bir metin peydahlamak umulurdu doğrusu. 🙂

          Bakın burada bir arkadaş, üstelik o koca yaşında, hayli tehlikeli bir mevsim olan ilkbaharda kırlarda mutlulukla çiçek toplayıp kendi kendine “mayhoş orman meyvecikleri”, “ağır aromalı bir şeyler”, “şakıyan bülbüller” diye mırıldanıyor, avane avane ortalıklarda dolaşıyor, akşam saatlerinde -afedersiniz pirana balıkları gibi- Ahmet Altan romanlarına dalıyordu.

          Aradan 24 saat geçmedi, normalleşmesine, hatta Sultan 2.Abdülhamit’in taş ocakları kanunundan söz eder hale gelmesine yardımcı olduk. (Hayır efendim, tehdit ettiğimiz falan yok, nereden çıkarıyrsunuz! “Biz arkadaşlarımıza yardımcı olmayı seven insanlarız” demeğe getiriyorum.)

          Ve:

          “Ciddiye almayınki” değil, İnci Bey, “ciddiye almayın ki” diye yazacaktınız 🙂

          Sizden yeni ve taze inciler bekleriz. Bu arada dün sormuş olduğum soruya da iki satırla bir yanıt verebilirseniz seviniriz 😉

        • selamlar faysal bey,
          mesajınızı iyi ki tekrarlamışsınız,
          aslına bakarsanız istesem bile ciddiye almam mümkün değil, yersiz yurtsuz, köksüz, yapraksız değilim ki, hayatım bir gazetecinin yorum köşesi olsun, laf yetiştirmek, polemik yapmak, ona buna çatmak, iftira atmak, laf yetiştirmek için bol bol zamanım olsun. bazı insanlar gerçek hayatta olsun, sanal dünyada olsun güzel enerjileri çekip soğuran kara delik gibidir, selam vermesen de gelir sataşır, cevap versen sıkıştığı köşeden kara çalarak, çamur atarak çıkmaya çalışıriçi fesat olan kendi fesatlığını her şey de görür…

          tavaşan pardon tavşan şeyi gibi karanlık ne varsa dizer,
          kutluğu pardon kutluğ şeyleri toplamayı bilemez…

          çamur atan, mesnetsiz konuşan biri benim indimde adamdan sayılmaz, adam olmayan da muhatap alınmaz.
          selamlar,

    • Taş ocakları kanunumuz sultan 2.abdülhamit döneminde çıkmış hala aynısı geçerli; hiç değişmemiş, ne var bunda? Noolmuş..?

  21. Patates soğandan önemli beka sorunu var şeklinde söylemlerde bulunan Cumhur İttikakının yönlendirici kanadı , hep birlikte 2 Haziran gibi yapılması düşünülen seçimlerde , yazın getireceği bollukla Sebze Meyvenin bollaşıp fiyatların düşeceği , mutfaktaki yangının kontrol altına alınacağı hesabını yapıyor olabilier mi bilinmez ama , bu işin geri döndürülemez bir sürece girdiği aşikar. Mazbata zaten verilmiş , herkes işine bakmalı , 4,5 senede halkın beklentilleri karşılanmalı ve yeni seçimlere hazırlanılacaksa hazırlanmalı. İktidarın yapacağı budur. Yaptıkları diğer müdahaleler hep kendilerine ters tepki olarak dönecektir. BU arada , Suriyede Fıratın doğusuna yapılacak operasyondan da bir medet umulmasın . Çok çirkin bir siyaset türü olur bu tür siyaset.
    Ayrıca partilerini desteklemesem de , İmamoğlu ve Mansur Yavaşın Belediye Meclisinden başlattıkları internetten canlı yayın da çok güzel oldu. Şeffaflık açısından önemli. Kimin ne mal olduğunu göstermesi açısından çok güzel bir girişim. Kendilerini tebrik ediyorum.

  22. Sayın Koru’nun sözünü ettiği “Medyascope oturumu”, gazeteci Ruşen Çakır’ın 2015 yılının ikinci yarısında tek başına yaptığı bireysel Periscope yayınlarından başlamış, ardından hızla evrilerek Internet üzerinden yayın yapan bugünkü Medyacope TV’ye dönüşmüş olan bir Youtube haber ve gazetecilik kanalı. Pek çoğu genç, aralarında deneyimli gazetecilerin de olduğu dinamik bir kadrosu var bugün. Erişitiği parlak başarı, şimdiden pek çok akademik teze ve makaleye konu olmuş durumda. Görüşleri merak edilen yazarımız, sık sık konuk oluyor bu kanala. Bugünkü yazısında “Medyascope oturumu” olarak sözünü ettiği oturum, Medyascope TV’deki açık oturum.

    Saadet Partisi’nin atılıma geçmiş görünen kanalı TV5 de izlenmeye değer alternatif haber-televizyon kanalları arasında. Örneğin, 15 Temmuz gecesi genç oğlu Abdullah ile birlikte şehit edilinceye kadar AK Parti’nin tüm reklam ve seçim kampanyalarının mimarı olan Erol Olçok’un eşi Nihal Olçok, geçen hafta Saadet Partisi’nin TV5 kanalının konuğuydu. İki saate yakın süren teke tek uzun söyleşide ilginç düşüncelerini, gözlemlerini, duygularını paylaştı izleyenlerle. (Nihal Olçok’un niçin havuz medyasındaki bir TV kanalını ve yandaş bir gazeteciyi değilde Saadet’in TV5’ini tercih ettiğini de birileri düşünsün!).

    İrili ufaklı hayli alternatif kanal var artık gerçek gazetecilik ve doyurucu içerikte programlar arayışında olanlar için.

    Bir şey şöylemek için zaman henüz çok çok erken; ama, belki bunlara Hollanda’nın Rotterdam’ından yayın yapacak bir yenisi eklenecek önümüzdeki yıl. Olur da bir gurup insanın beklentisi gerçekleşir ve planlar hayata geçerse, belki orada sürdürürüm mütevazi yorumculuk çabalarımı tekil dosyalar etrafında.

    İlk dosyanın ne olacağını dolaylı olarak paylaşmıştım daha önce: Elbette ki 15 Temmuz.

    Birkaç gün daha buradayım. Ardından, Laos sınırına yakın bu köyden başkentteki havalimanına 17 saatlik bir otobüs yolcuğu. İki gece aradan sonra bu sefer uzun bir uçak yolculuğu.

    Yakın geleceğin aydınlık günlerinde, Hollanda’dan memlekete uçacağım günü şimdiden sabırsızlıkla bekliyorum.

    Hemen her yazısı gibi, sayın Koru’nun bugünkü yazısı da okunmaya değer. Olanları kavramamızda, olabilecekleri kestirmeye çalışmamızda bizlere yardımcı oluyor.

    Ama, bir noktadan sonra, YSK’nın alacağı karar, AK Parti’nin almış olduğu oyun gerçekte hangi oy yüzdesine karşılık geldiği, A. Davutoğlu’nun sonraki adımlarının ne olup olmayacağı gibi onlarca güncel konu başlığı, bir gerçeğin gölgesinde kalıyor resme biraz uzaklaşrak baktığınızda:

    31 Mart seçimleriyle birlikte iklim değişti, devinim başladı. Günlük yazılarla, alternatif haber kanallarıyla, bir günlüğün altında ya da bir mahalle kıraathanesinin yeşil örtülü tahta masasının etrafında yapılan yorumlarla, bir cezaevi ziyaretinin sonunda vedalaşma anı geldiğinde duvarın öbür tarafındaki insanın kararlı gözlerindeki ifadeyle, yüzbinlerin karınca kararınca destek verdikleri bir devinim bu.

    Sahiciliğini, samimiyetini (ve dolayısıyla) inandırıcılığını keybedenler, ahlaki (moral) üstünlüğünü yitirmiş olanlar giderler. Hep böyle olmuştur bu.

    Gideceği kesin olanların yolculuk zamanı ve biçimini konuşuyoruz aslında. . .

    • Hadi hayırlısı bakalım; ben gelene kadar sen kapsolanları söylersin artık, peyniri bol olsun ama..:) devinimmiş…

  23. Nasıl yeni parti arayışlarından murat 1-2 puan da olsa akpartiden kopartıp cumhur ittifakını %50nin altına düşürmekse; cumhur ittifakının oylarını bölerek ya da ayrıştırarak saymak da aynı kapıya çıkıyor. Ama gözden kaçırılan bir husus var: evet, devlet başkanımız sandıktan çıkan geçerli oyların %50+1adetiyle seçilebiliyor; tabi bu 1.tur için geçerli, eğer 2.tura kalınmışsa en çok oy alan ilk iki aday tekrar yarışıyor ve diğerinden 1oy fazla alan kazanıyor. Yani %50nin üzerinde oyu olan cumhur ittifakını birkaç puan daha aşağıya çekmekle kimse 2023 hayalleri kurmasın derim:) hesap ortada; milletin adamı gene başımızda…

  24. Bu Kemal Can arkadaşımız mutlak sayı ie yüzde oran arasındaki farkı bilmiyor anlaşılan. Kolay anlaşılsın diye çok basit örnek alalım: 80 milyon insan ve 2 parti geçen yıl seçime katılmış olsun. Her bir parti 40 milyon oy yani %50 oy alsın. Bu seneki seçimlerde 70 milyon kişi seçime katılsın ve her iki parti 35 milyon oy alsın. Yüzdeleri kaç oldu? Gene %50 oldu! 5 milyon daha az oy almasına rağen her partinin oy oranı değişmedi. Uzun lafın kısası, mutlak sayı üzerinden yüzde hesaplamaya kalkışmak saçmalıktır.

    • Daha da vahimi Sn Koru’nun ilkokul 5. sınıftaki kızımın bile yanlışlayabileceği bir aritmetik hesabına mal bulmuş Mağribi gibi sarılması.

      Sn Koru bilmeliki bu tavır vicdanen İstanbul seçiminin yenilenmesini içine sindiremeyen sağ duyulu kesimi de seçimin yenilenmesi taraftarlarının safına itiyor.

      Demem o ki, seçim yenilenir ve Ak Parti adayı kazanırsa bunda Sn Koru’nun bu tavrı gibi hakkaniyetten uzak, yangından mal kaçırma çabalarının ve benzer şark kurnazlıklarının katkısı büyük olacak.

      Sn Koru’nun telaşlanmasına gerek yok, saygınlıklarından kendisinin de ne kadar emin olduğunu ifade ettiği YSK üyesi yüksek yargıçlar doğru kararı önümüzdeki hafta verecekler.Velveleye ve omuzlarında yeteri kadar ağır sorumluluk taşıyan yargıçları bu tür yazılarla psikolojik baskı altına almaya gerek olmadığını Sn Koru hepimizden daha iyi bilse gerektir.

      • “Sn Koru bilmeliki bu tavır vicdanen İstanbul seçiminin yenilenmesini içine sindiremeyen sağ duyulu kesimi de seçimin yenilenmesi taraftarlarının safına itiyor.”

        Keşke hangi kamuoyu araştırma şirketinin genel müdürlüğünü yürüttüğünüzü de yazıverseydiniz, Faysal Bey.

        Benim bildiğim, İstanbul seçimi sonrasındaki ilk (ve şimdilik) tek anket çalışması MAK Danışmanlık şirketi tarafından yapıldı. Kurumun Yönetim Kurulu Başkanı olan M. A. Kulat, araştırma sonucu verilerini kamuouyu ile de paylaştı.

        Sizin verilerinizi de alabilir miyiz?
        ………………………….
        Kararsızlar dağıtıldıktan sonra:

        İstanbul seçimlerinde usulsüzlük yapıldığına inanıyor musunuz?
        Hayır: %61 Evet: %39

        Belediye Başkanlığı seçimi tekrarlanırsa tercihiniz değişir mi?

        Hayır: %84 Evet: %16

        Tercihini değiştireceğini söyleyen seçmenlerin yüzde 78’i, geride bıraktığımız seçimde tercihini Cumhur İttifakı adayından yana kullanmış seçmenler.

  25. Söylediklerinize tamamen katılıyorum.AK parti artık o ilk zamanların inançlı kesimlerin umudu olmaktan nasıl çıkıp,rantçıların dindar görünümlü asalakların umudu olup itibar kaybediyorsa ; CHP de artık o dikta laikçi ,bıktırıcı kemalist ve inançlara mesafeli duruşu ile bu ülkede iktidar olamayacağını anlamış , toplumun maddi ve manevi değerlerini önemseyen merkezde bir duruş sergileyerek artık inançlı ve hayatında sola hiç oy vermemişlerden de artık desdek görür hale gelmiştir.

  26. :))) Anlaşılan yeni parti hazırlıkları hızlı gidiyor fehmi bey ,bence o kadar emin olmayın nedense herkez cumhur ittiifakı(AKP -MHP) deyip mhp oyunu ayırıyorda millet ittifakı(CHP-İP-SP-HDP) deyip 4 partinin oyunu ayırmıyor,bunda ya art niyet yada akıl kıtlığından olduğu izlenimi akla getiriyor.

  27. CHP nin şu an hem kadrosunds bulunanlar hemde beraber haraket ettiği partilere baktiğimiz zaman, bundan böyle Erdoğan kolay kolay onlari oyuna getiremez. Onun için bir sonraki seçimlerde oylarini artiracaklari gibi AKPnin 2011 seçimlerinden butarafa yapmiş olduğu hillelerininde neler olduğunu bildikleri için AKP nin millete AK olarak gösterdiği sahte rengin değil gerçek
    Rengi ve AKP tarafindan geçmişte ypilmiş bütün hillelerini millet ile paylaşinca AKP birdaha insanlari kolay kolay aldatamayacaktir.
    Çünkü, bu itifakta Erdoğanin ruhunu en iyi bilen iki kişi Abdullatif Şener ve Meral Akşrner onlarin oyunlarini iyi biliyorlar.
    Hani geçen seçimlere IYI partiyi sokmayacaktilar ya! Ne oldu? Akşener ve Kılıçdaroğlu onlarin heveslerini kasiklarinda biraktilar.

    Bazılarına yazik olacak! 7 gün-24 saat mesayi yapmak zorunda kalacaklar.
    Bu arada küfür modasina yeni kelimelerde bulmak zorunda kalacaklar.

Yoruma kapalı.