“Acaba Tokat’a özel bir durum mu var?” merakıyla partilerin 31 Mart seçimi için belirledikleri Tokat belediye başkan adaylarına biraz daha yakından baktım; gördüğüm şu: Tokat adayları arasında AK Parti genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın o ilimizde dile getirdiği tespiti hak edecek biri yok…
AK Parti treninden inip başka bir partinin trenine binmiş biri yok…
Önce isterseniz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tokat konuşmasının ilgili bölümünü gazetenin birinden birlikte okuyalım:
“Bazı yola beraber çıktığımız arkadaşlarımız, maalesef yola çıkarken onlara makam mevki verirken her şey iyi güzeldi ama öyle anlar geldi ki gel biraz da sen dinlen buraya bir başkasını koyalım dediğimizde, bir de bakıyorsunuz ki, bizim trenden inip başka bir trene biniyorlar. Bu kader birliği değildir, bu dava birliği değildir. Bugün bize ihanet edenler yarın da gittikleri yere ihanet edeceklerdir. 31 Mart’a giderken gerekli dersi gerekenlere de vereceğinize inanıyorum.”
Siyasetin tren yolculuğuna benzetilmesi, makam ve mevkilerin tepeden verilmesi, partililiğin kader ve dava birliği olarak görülmesi, bir partiden ayrılmanın ‘ihanet’ sözcüğüyle karşılanması, bunların her biri bana tuhaf geldi.
Siyaset, evlilikten farklı olarak, ‘iyi günde olduğu gibi kötü günde de birlikte olmayı’ gerektiren bir uğraş alanı değildir. İnsanlar kendi görüşlerine yakın gördükleri siyasi kuruluşlara oy verir, vakti var veya siyasete ilgi duyuyorsa birinin teşkilatında yer alır, günü geldiğinde makamlara aday gösterilir veya aday olmak ister, seçilirse görevini millet ve memleket için yerine getirir.
İşte buna ‘siyaset’ diyoruz.
Bunun ötesi, yani her ne olursa olsun başladığı yoldan ayrılmamak, yanlışa iştirak etmek, fikirler farklılaştığı halde sanki hiçbir şey olmamış gibi birlikte yürümeye devam etmek, bunlar yalnızca insanın doğasına aykırı değil, aynı zamanda siyasetin tanımına da ters düşer.
Demokrasilerde ‘dava arkadaşlığı’ kavramına yer yoktur. ‘Kader birliği’ de hoş karşılanan bir anlayış değildir demokrasilerde.
Aksi halde tek parti olurdu ve herkes onun çatısı altında toplanır, tek kişiden itiraz sesi de işitilmezdi.
Dahası, Tayyip Erdoğan’ın bizzat kendisi de, ilk intisap ettiği, ilçe ve il başkanlığı ile büyükşehir belediye başkanlığını yaptığı partide kalmaya devam ederdi.
Halbuki Tayyip Erdoğan ne yaptı? Kendisi gibi düşünen arkadaşlarıyla, birlikte yıllarını verdikleri siyasi partiden ayrılıp yeni bir parti oluşumunda buluştu.
‘İhanet’ mi etmiş oldu?
Osman Bölükbaşı ve ihanet
Osman Bölükbaşı’nı gençler hatırlamaz. Çok partili hayata geçildiği ilk günden başlayarak 1980 sonrasına kadar siyasi hayatın içerisinde bulunmuş cerbezeli bir siyaset adamıydı Bölükbaşı. Kendi başına bir partiydi. Konuşmalarıyla kitleleri cezbeder ve o sırada genel başkanı olduğu siyasi partiden kendisinin bizzat seçtiği kişilerin Meclis’e girmesini sağlardı. Meclis’te grup kurmasını sağlayacak kadar ülke çapında kişisel oyu olan biriydi rahmetli.
Milletvekili seçilmelerini sağladıklarının her birinden partisinden asla ayrılmayacağına dair yeminli ifadeyi yazıya dökmelerini de isterdi.
Buna rağmen, onun kendi elleriyle seçtiği ve milletvekili olmasını sağladığı kişiler, hiç değilse büyük bölümü, sonraki dönemde daha cazip gördükleri partilere geçerlerdi.
Osman Bölükbaşı, “Benim göğsüm Karacaahmet mezarlığı gibidir” demesiyle meşhurdur.
Geçimi zor biri olduğu için ‘ihanet’ sözcüğü onun yol arkadaşları için bile kullanılırsa yanlış olur.
CHP’ye, İYİ Parti’ye, AK Parti’ye, çizgilerine yakınlık duyduğu veya diğer partilere olan sevgisizliği sebebiyle girmiş, girdiği parti içerisinde görevler üstlenmiş, makamlara sahip olmuş kişiler, çeşitli sebeplerle aynı parti içerisinde kalmak istemez ya da kalmamaları istenir ise ne yapsınlar?
Özellikle de siyaseti ülkeye hizmet yolu olarak görüyor ve siyasetten ayrılmayı doğru bulmuyorlar ise?
AK Parti kuruldu da fena mı oldu?
Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç ve diğerleri 1999-2000 dönemecinde bu soruyu kendilerine sormuş ve cevabını vermekte fazla zorlanmamış olmalılar.
AK Parti o sorunun cevabı olarak kurulmuştu.
Yakından gözlediğim için eski partilerini terk etmelerinin onlar için ne kadar iç burkutucu olduğunu biliyorum. Ancak görebildiğim kadarıyla, hiçbirinin aklından “Davaya ihanet ediyor muyum?” kuşkusu geçmemişti.
Geçen olduysa bile ben haberdar değilim.
Yeni parti oluşumuna omuz verenlerin bir bölümü de Gül-Erdoğan-Arınç’ın içinde yer aldığından farklı partilerden gelmiş siyaset adamlarıydı; onlar da yıllarını verdikleri siyasi çizgiyi terk edip ülke için daha doğru ve zamana uygun bir formül olduğuna inandıkları AK Parti çatısı altında buluştular.
‘Ortak akıl’ diye anılan bir sürecin parçası olmak amacıyla…
İyi de yaptılar.
Bugün bazıları artık AK Parti içerisinde değiller veya içinde olsalar bile gözleri dışarıdaysa acaba neden?
Siyasi hayat içerisinde yer alan insanları makam ve mevki dışında da motive eden bazı değerler olamaz mı? O değerleri kaybetmememe arzusu da yeterince bir motif sayılabilir.
Zaman ve seçmen en iyi hakemdir, unutmayalım.
ΩΩΩΩ