Hepsi 10 dakikada oldu. UEFA Avrupa 2020 kapsamında iki komşu ülke -Danimarka ile Finlandiya- takımları maç yaparken, evsahibi takımın bir oyuncusu âniden kendini yere bıraktı. Kalp krizi geçirdiği hemen oracıkta anlaşıldı, birkaç saniye içerisinde sağlık görevlileri duruma müdahale etti, cihazlar çalıştırıldı, ölmek üzere olan hasta kendine getirilip hastaneye yetiştirildi.
Olayın vahameti yere düşen oyuncunun etrafını çeviren iki takımın futbolcularının yüzüne vurmuştu.
Kendi takımının oyuncuları, sağlık görevlileri duruma müdahale ederken ne yaşandığı herkes tarafından görülmesin diye, hastanın çevresine vücutlarını siper ettiler. Takımın kaptanı ilk andan itibaren duruma vaziyet ettiği gibi yaşananı saha kenarından izleyen hastanın eşini bilgilendirip yatıştırma görevini de üstlendi.
İlk yarının bitmesine birkaç dakika kala meydana gelen olayı tribünden izleyen onbinler sessizliklerini korudular.
Maçı iki takımın teknik direktörleri ve kaptanlarıyla görüşerek yarıda bırakan hakem, hastanın kendine geldiği haberi ulaşınca, maçın geri kalan bölümünün 1,5 saat sonra oynanmasına karar verdi.
Ve maç tribünleri terk etmemiş, merakla ne olacağını bekleyen izleyiciler önünde gecikmeli de olsa tamamlandı.
Büyük olay.
Biz ve onlar denklemi
Cumartesi akşamını ekran başında maç izleyerek değerlendirmek isteyen dünyanın her tarafındaki milyonlarca insandan biri olarak bu âni gelişmeyi takip ederken, ‘biz ve onlar’ denkleminde neden geride kaldığımızı da düşünmeden edemedim.
Her dakikası sanki önceden planlanmış, provası yapılmış bir dakiklik içerisinde geçti bu binde bir kere bile sahalarda yaşanmayacak olay…
Böyle bir olay meydana geldiğinde hastaya müdahale etmede gerekli her şey saha kenarında hazır tutulmaktaymış…
Sağlık görevlileri yalnızca maçlarda meydana gelmesi beklenebilecek türden basit sakatlıklara müdahale edebilecek bilgi ve beceriye sahip değillermiş, kalbi duran oyuncuya ilk müdahaleyi yapabilecek çapta insanlarmış…
Ya oyuncular…
Kendilerine saha kenarından verilen taktikleri uygulamaya ayarlı oyuncular, saha içerisinde kendi başlarına kaldıkları olağanüstü bir gelişmeye kusursuz tepki verebildiler. “Yaptıklarından daha başka ne yapabilirlerdi?” diye düşündüğümde herhangi bir ek tasarruf aklıma gelmedi.
Arkadaşları hastanedeyken sahaya çıkıp yarıda kalan maçı tamamlayabildi oyuncular.
İzleyiciler, Danimarkalılar kadar Finliler de, olayın dehşetine aynı hislerle mukabele ettiler. Üzüldüler, dualar ettiler, maç yarıda kaldı diye stadyumu terk etmeyip olumlu haber gelinceye kadar yerlerinden kalkmadılar.
Hakemler, teknik kadrolar kendilerinden beklendiği gibi serinkanlı davrandılar.
Olanı izlerken aklım şu soruya takıldı: Benzer bir olağanüstülük bizde yaşansa aynı serinkanlı tepkiyi gösterebilir miyiz, yoksa ne yapacağımızı bilmez bir halde kala kalır mıyız?
Bizde sahada bir oyuncunun kalbinin durması durumu yaşansa olay nasıl gelişir?
Gözümüzün önünde olabilecekleri canlandırabiliriz. [Biraz kırıcı olacak, ama ne çare.]
Müdahale etmesi gerekenler çıkarlarını ön planda tutarak tavır alırlar. İlk düşündükleri, zevahiri kurtarmak olur.
İlk yardım malzemesi bulunmaz; malzeme bulunsa müdahale ekibinin bilgi ve becerisinin yeterli olmadığı ortaya çıkar.
Tribünlerdeki seyirciler sahaya doluşur, ortalığı kaos götürür.
Hasta can çekişirken izleyicilerden hastanın takımına sempati duyanlarla karşı takımın taraftarları aynı hassasiyette birleşmez.
Kaptan deli danalar gibi bir oraya bir buraya koşturur durur.
İki tarafın oyuncuları birbirine girer.
Hakem kazanmasını arzuladığı takımın durumuna göre maçı yeniden başlatır veya bir başka güne erteler.
Ve maalesef hastamız sahada hayatını kaybeder.
Ya siyaset?
Futbol maçı yerine gözümüzün önüne siyaseti getirelim.
Hasta ülke olsun, ya da ülke ekonomisi.
Sağlık görevlileri yerine politikacıları, maç seyircileri olarak kendimizi -vatandaşları- koyalım. Partiler takımlar olsun, partilerin liderleri de kaptanlar… Hakem de tarafsız ve bağımsız olması beklenen kurumlar…
Nasıl yaşanırdı bu olay?
Ya da şöyle sorayım: Nasıl yaşanıyor bizde siyasi hayat?
Hadi olanla siyaset arasında ilişki kurmaktan vazgeçtim; futbola bakalım.
UEFA Kupası turnuvası bir gün önce Roma’da görkemli bir törenle başladı ve ilk maç Türkiye ile İtalya arasındaydı.
Oyuncularımızın üçte ikisi Avrupa’nın öndegelen takımlarında top koşturuyorlar ve futbolun artık akılla oynandığını biliyorlar.
Grupta liderlik bekleniyordu, ilk maçtan sonra beklenti ikinciliğe kaydı.
Umarım öyle olur.
ΩΩΩΩ