Aslında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu tarafından 128 oyla yapılan.. daha önce BM Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) kendini belli etmiş olan iradenin tescilidir.
BMGK’da daimi ve geçici üyelerin biri hariç hepsi (15 üyeden 14’ü), Donald Trump’ın bastırmasıyla BM gündemine taşınan Kudüs’ü İsrail’in başkenti sayan oldu-bittinin hukuken geçersiz kalması yolunda oy kullanmış, daimi üyelerden ABD, o kararı veto etmişti.
Konu bu yüzden 193 üyeli BM Genel Kurulu’na geldi.
Dünya bugün 5’ten büyük
Bu ayrıntı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın global gündeme taşıdığı “Dünya 5’ten büyüktür” iddiasının doğrulanması açısından hayati önemdedir. BM’nin kuruluşuna ait özel şartlar sebebiyle belirlenmiş olan ‘veto hakkı sahibi üyeler’ gerçeği, bugünün gerçekleriyle artık örtüşmüyor.
‘Veto hakkı’ o beş üyeye haktan ve doğruluktan ayrılmayacakları, kararlarıyla dünya barışına katkıda bulunacakları beklentisiyle verilmişti.
Güvenlik Konseyi’nde 14 ve Genel Kurul’da 128 üyenin ABD-İsrail cephesi karşısında birleşmesi, dünya halklarının çoğunluğunu temsil eden devletlerin, Kudüs ve Filistin konusunda, ABD’nin o beklentiye uygun bir tavır almadığı kanaatini yansıtıyor.
Kuruluş sırasında, BMGK’da veto hakkı sahibi yapılmış 5 üye ile BM üyesi olması kabul edilmiş 193 üye için, beklentilere aykırı davranmaları halinde uğrayacakları –sözgelimi ellerinden ‘veto hakkı’nın alınması ve üyelikten atılmak gibi– yaptırımlar da belirlenmiş olsaydı, 1945’ten bu yana BM çatısı altında yapılmış haksızlıklar yüzünden, o 5 üyenin hepsi haklarını kaybeder, BM üyesi ülkelerin bir miktarı da BM dışına itilirdi.
Haksızlıklar yaptıkları için…
ABD’nin tek taraflı Kudüs kararı BM’nin kuruluş gayesi olan dünya barışına hizmet etmek bir yana, barışı dinamitleyecek vahamette bir gelişmeye kapı aralıyor.
Yahudi Devleti Arap çoğunluğa sahip olursa…
İsrail’de başbakanlık koltuğunda oturan Benjamin Netanyahu ile onunla aynı zihniyetteki bir kısım politikacı dışında neredeyse bütün dünyanın üzerinde birleştiği ‘iki devletli çözüm’ formulü bu kararla ortadan kalkıyor; o formül ortadan kalktığında ‘barış’ ihtimali de sona eriyor.
Filistinliler belirsizliğe itiliyor, önlerinde ‘direniş’ dışında bir yol kalmıyor.
Orada bir tek devlet olacaksa, o devletin kendisine sınır olarak belirlediği topraklar üzerinde yaşayan Filistinlilerin varolan devletin (İsrail’in) vatandaşı olması gerekir; nitekim, İsrail kurulduğunda (1948) kendisi için belirlediği sınırlar içerisinde yerleşik Araplara vatandaşlık verilmişti.
Musevi Cemaati tarafından yayınlanan Şalom gazetesinden bir alıntı:
“Dünyadaki tek Yahudi devleti olan İsrail’in 8 milyon 300 bine yaklaşan nüfusunun ancak yüzde 75’nin Yahudi olduğu (6 milyon 200 bin) ve bu devlette 1 milyon 700 bin Arap kökenli İsrail vatandaşının yaşadığı gerçeği dikkate değerdir. Oransal olarak bakıldığında, yüzde 20’ye dayanan bu rakam gerçekten çarpıcıdır. Bu grubun içinde Müslüman ve Hıristiyan Araplar, Bedeviler ve Dürziler mevcuttur.”
Neymiş?
İsrail’in sayıları 1 milyon 700 bini bulan Arap vatandaşı varmış…
Trump tarafından da desteklenen Netanyahu politikası yüzünden ‘iki devletli çözüm’ masadan kalkacaksa, işgal altındaki topraklarda yaşayan en az 5 milyon Arap’ın da İsrail vatandaşı yapılması gerekir.
Bu tabloya, 1948 sonrasında topraklarından ayrılmış veya halen mülteci kamplarında yaşayan Filistinlileri de eklemek şart; ama onlar hesaba katılmasa bile, bugünkü sayılarla (6 milyon 200 binlik Yahudi nüfusa karşılık 1 milyon 700 bine 5 milyon daha eklenince Arapların sayısı 7 milyona yaklaşıyor), Araplar İsrail’de çoğunluk halini alıyor…
‘Yahudi Devleti’ olma özelliğini kaybediyor İsrail…
O duruma düşmemek için Filistinlileri ‘devletsiz’ tutmaya devam etmek istiyor…
Vatandaş yapmak istemediği Filistinlilere bir devleti çok gördüğü gibi, daha da komiği, nüfusunun çoğunluğu hâlâ Arap olan Kudüs’ü de kendisinin başkenti yapmaya kalkışıyor İsrail…
Haksızlığa son vermek için…
BMGK’nın 14 üyesi ile BM Genel Kurulu’nun 128 üyesinin “Hayır” dediği işte bu haksızlık.
Oylamadan sonra dünya medyasıyla bizdeki gazete ve televizyonda yer alan yorumlar nedense konunun bu yönüne hiç değinmiyorlar. Oysa, bilinçli veya bilinçsiz dünyanın karşı çıktığı işte bu haksız durum.
Tehditlere ve rüşvet tekliflerine rağmen…
Yeni tablo dünyanın bugün etrafında birleştiği temel değerlerin BM’nin 1945’teki kuruluşu sırasında belirlenmiş ilkelerden farklılaştığını da ortaya koyuyor.
Milyonlarca insanın ölümüne yol açmış bir savaşın külleri henüz tazeyken mağrur galiplere tanınmış imtiyazlar bugünün dünyasında barışı tehdit ediyor.
BM’nin bugünün değerlerine uygun yeni bir yapıya kavuşturulması gerekiyor.
Ya ‘vetolu daimi üyelik’ imtiyazı sona erdirilmeli ya da veto kalacaksa dışlanmışlık yaşayan Afrika’nın, Asya’nın, Latin Amerika’nın, İslâm Dünyası’nın temsilcilerine de aynı hak tanınmalı.
Kudüs üzerinde yapılan iki oylamaya bakıldığında, dünyanın bu olgunluğa eriştiği anlaşılıyor.
Zaman şimdi.
ΩΩΩΩ