Ekonomiden anladığımı iddia edemem; bu alana ilgim kendi bütçemi denk getirmeye çalışmakla sınırlıdır. O sebeple, baş gösteren tartışmalara şahsımı ilgilendirdiği oranda kulak versem de, yazılarımda derin ekonomik analizlerden mümkün olduğunca uzak dururum.
Benim ilgi alanım siyaset. İçeride ve dışarıda meydana gelen gelişmeleri izler ve yorumlarım.
Son zamanlarda kendimi iyice meçhuller denizinde kulaç atarmış gibi hissediyorum.
Hem ekonomi hem de siyaset alanlarında.
128 ve -45 milyar doların hesabı
Devletin ekonomi yönetiminin hatalı olduğunu hiç tereddütsüz ilan eden bir gelişme kısa süre önce yaşandı.
AK Parti’nin genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ekonomi ve Hazine yönetimini kendisine emanet ettiği akrabalık ilişkisi bulunan bakanla yollarını ayırdı.
Önce “Bakan ortada yok” haberi çıktı, ardından 72 saat süren bir boşluk yaşandı ve sonunda bakanın sosyal medya hesabından sitem dolu bir mesajla görevini bıraktığı ve kendisine bakanlık yetkisini veren makamın da onu görevinden ‘af’ ettiği duyuldu.
Boşalan bakanlığa yeni bir yüz getirildi. Bu arada Merkez Bankası başkanı da değiştirildi.
İşte ben de bu gelişmeye bakıp “Demek ki, ekonomi hatalı yönetilmiş” sonucuna varıyorum.
Yakın zamanda bu akıl yürütmemi zedeleyen bir gelişme yaşandı. Bakanı ve Merkez Bankası başkanını değiştirme ihtiyacı duyan Cumhurbaşkanı Erdoğan farklı bir söylemle toplumun karşısına çıktı. İstifasını kabul ettiği bakanın görevde bulunduğu süre içerisinde başarılı işler yaptığını onun ağzından öğrendik.
Ben de pek çok kişi gibi şaşırdım.
Pek çok kişi, “Acaba görevden af edilmiş olan bakan yeni bir affa uğrayacak ve eski görevine dönecek mi?” kuşkusuna kapıldı.
Kuşkuya kapılanlar çok olmalı ki, bir süredir toparlanma eğilimine girdiği fark edilen TL yabancı paralar karşısında yeniden dengesini kaybetti.
Denge o gün bugündür yerine gelemiyor.
Cumhurbaşkanının ekonomiye yararı dokunmuş görev değişikliği icraatının olumlu etkisi yine onun tarafından kısmen de olsa yok edilmiş oldu.
Siyaseten anlaşılabilecek bir şey değil bu.
Neden?
Aslında nedeni anlamak zor değil. Görevi bırakan/bıraktırılan bakanın aileden oluşu en baştan mahzurluydu. Bakana yönelik devam edegelen eleştiriler ayrılmasından sonra bile etkili oluyor. Bakanın gitmesi ekonomiyi rahatlatsa bile ona yönelik eleştiriler AK Parti’yi zora düşürüyor.
Tayyip Erdoğan aynı zamanda AK Parti lideri de olduğu için partisinin daha fazla zarar görmemesi amacıyla görevden aldığı bakana sahip çıkma ihtiyacı duyuyor.
Bunu ve konunun aile bağları yönüyle hassasiyetini anlamakta zorlanmasam da, giden bakanı savunurken yakın geçmişe dönük en ciddi eleştiri konusu olan “128 milyar doların akıbeti ve Hazine’nin döviz rezervinin eksi 45 milyar dolara gerilemesi” iddialarının yalanlanması aklımı karıştırıyor.
Son iki yıl içerisinde böyle bir tablonun ortaya çıktığını gösteren Merkez Bankası’nın rakamları…
Hazine’nin döviz rezervleri iki yılda 128 milyar dolar azalmış.
Şu an ‘swap’ denilen bir mekanizmayla, yani döviz ödünç alıp ona karşılık olarak TL teminatı vermek suretiyle, günlük yabancı para ihtiyacı büyük çapta karşılanabiliyor.
Yeni ekonomi yönetiminin faiz artışı sonrası gelen yabancı ‘sıcak’ para da var.
Sorunları şeffaflık çözer
Muhalefet elbette muhalefetliğini yapacak, “Eksilen 128 milyar dolar nasıl azaldı, bu paralar hangi yöntemle elden çıkarıldı ve kimlere gitti?” sorusunu sorması da, rezervlerin eksi 45 milyar dolara gerilemesini dert etmesi de doğal.
Ekonomiden minimum derecede anlarım, ama bu kadarına benim bilgim de yetiyor.
İktidara düşen, eleştirileri ciddiye alıp kamuoyunu tatmin edecek bir açıklama yapmasıdır.
İstifa veya görevden alma yoluyla ayrılmış olması bakanın, şimdiki ekonomi yönetiminin işini kolaylaştırıyor aslında. Gerçek bilgiler kamuoyuyla paylaşılırsa, işlemlerde hata yapılmışsa bile daha fazla zarara sebep olunmadan hatadan dönüldüğünü anlarız.
Kovid’li ortamın varlığı da kamuoyu açısından hatayı kabullenmeyi kolaylaştırır.
Görüyorsunuz, ekonomiyi bilmesem bile siyaset ilgi alanıma giriyor. Böyle bir konuda siyaseten ne yapılması gerektiğini bilecek kadar…
Ancak bu noktada, iktidara yön veren aklın siyaseti anlamayı da zorlaştırdığı gerçeği devreye giriyor.
Demokrasilerde -Türkiye de demokratik bir ülke- iktidarlar muhalefetin yıpratıcılığına muhatap olurlar, ancak kendilerini zora sokacak malzeme vermekten ısrarla kaçınırlar. Siyaset düz bir çizgide gider-gelir demokratik ülkelerde.
Siyaseten yanlış olan
Şeffaflık iktidarların silahıdır. Muhalefetin eli kolu şeffaf davranılarak bağlanır.
Epeydir bizde bunun tersi bir yol izleniyor. İktidar kendi eliyle kendisini kötü biçimde bağlıyor. Yaptığının yanlışlığını yine iktidarın açıklamalarından anlıyoruz.
Türkiye’de anayasada da yerini bulmuş temel hak ve özgürlüklerin yeterince korunmadığını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat ilan ettiği ‘insan hakları eylem planı’ ile iktidarın kendisi dünya aleme duyurmuş oldu.
Muhalefetin aylardan beri gündemden düşürmediği ‘kaybolan 128 milyar dolar’ ile ‘eksi 45 milyar dolara düşen döviz rezervi’ konuları da, yalanlanmaya çalışılırken doğrulanmış oldu.
Son günlerde aniden Meclis gündemine getirilen fezleke konusu ile parti kapatma niyetinin 2023’te yapılacağına yemin billah edilen seçimle ilgili manevralar olduğu da meydanda.
Bir an için bunların hiçbirinin söz konusu olmadığını düşünün.
Doların ateşi alınmış bir ortamda, kötü ekonomik yönetimin suçlusu da belli hale gelmişken, üstelik ‘korona ile mücadele’ gibi bir mazeret de varken, reform paketleri ilan edileceğine, zaten anayasada yer alan temel hak ve özgürlükler alanında aksayan yönler sessiz sedasız ortadan kaldırılsa, muhalefete eleştirilecek konu bırakılmasa…
İktidar için böyle bir ortam daha uygun olmaz mıydı?
Olurdu, ama iktidarlar sürekli akıllıca yollarına devam etseler, o zaman hep yerlerinde kalırlardı. AK Parti ilk on yılında öyle yaptı, sonrasında da ilk on yılının başarılarıyla idare etmekte.
İktidarların da bir sonu olmalı değil mi?
ΩΩΩΩ