You are currently viewing Fırat Kalkanı haklı… Ancak ABD ile Rusya neden ses çıkarmadı? Oyun ne?

Fırat Kalkanı haklı… Ancak ABD ile Rusya neden ses çıkarmadı? Oyun ne?

Sir Arthur Conan Doyle‘un kendisinin de sevdiği Sherlock Holmes polisiye romanlarından birinin adı ‘Silver Blaze’dir (Türkçeye Gümüş Şimşek adıyla çevrilmiştir). Orada gizem, Sherlock‘un en başlarda sorduğu “İyi de, köpek neden havlamadı?” sorusunda gizlidir.

Şu Suriye işinde benim de öyle bir sorum var; ama yazının sonunu beklemeniz gerekecek.

Her ülkenin olduğu gibi, Türkiye’nin de, varlığına ve egemenliğine yönelik iç ve dış saldırıları def etmek için elinden geleni yapmaya hakkı vardır.

Bu hakkını kendi başına da kullanabilir ülkemiz, tehdit dışarıdan geliyorsa ittifaklar oluşturup müttefikleriyle birlikte de..

40. gününü geride bırakan ‘Fırat Kalkanı operasyonu’ sınırları dışında belirmiş bir tehdide Türkiye’nin verdiği cevaptır.

40. gününde Fırat Kalkanı Operasyonu (El-Cezire'den alındı)
40. gününde Fırat Kalkanı Operasyonu (El-Cezire’den alındı)

Türkiye’nin desteğindeki Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) IŞİD’i (DAEŞ de deniyor) temizleme operasyonunda ilk kez başarılar elde ediyor. Harekâtın başından itibaren kaydedilen başarılarla 960 km’lik bir alanda ‘tehdit’ sona erdirilmiş oldu.

ÖSO’nun Suriye’deki başarısı benzer bir harekâtın Irak’ta da devreye sokulması ve Musul’un IŞİD’ten kurtarılması yolunda değerlendirmelere sebep oluyor.

Peki, ama Türkiye desteğindeki ÖSO’nun bu başarısı, beş yıldır, büyük güçlerin (ABD ve Rusya’nın) üçüncü bir ülke (Suriye) üzerinden rekabetlerini durdurmuyor?

Rusya’nın ihtilâfa müdahil olmasıyla kendine güveni artan Beşşar Esad ve Baas rejiminin daha acımasız hale gelmesini engellemiyor ise…

Herhalde oturup düşünmemiz gerekiyor…

Çıkarlar aslında çatışıyor

Bu beş yılın bilançosuna bir daha bakalım:

Yaklaşık yarım milyon insan öldü Suriye’deki iç-savaşta, 1 milyonun üzerinde insan abluka altında yaşıyor ve 11 milyon insan da evlerini terk etmiş, sığınmacı durumunda…

Evlerini terk etmek zorunda kalmış 11 milyon insanın yaklaşık dörtte biri Türkiye’ye sığınmış bulunuyor.

Suriye’deki savaşın durması, Şam’da kalıcı bir rejimin oluşması, ihtilâfa taraf olan ülkeler arasında bir tek Türkiye açısından ‘hayati önem’ taşıyor…

ABD ile Rusya için ve uzaktan seyreder görüntüsü verse de bu iki ülke üzerindeki dolaylı etkisiyle İsrail için, Suriye, ne kadar zayıflar –hatta ne kadar fazla tahrip olur– ise o kadar daha iyi olacak bir ülke…

Galiba Suriye söz konusu olduğunda politika belirleyicilerin bizde karar verirken en fazla ihmal ettikleri nokta da burası: Suriye’nin varlığı ve dirliği bir tek Türkiye için önemli; diğer taraf ülkeler için ise, en tercih edilir seçenek, Suriye’nin ‘haydut ülke’ statüsüne düşmesidir.

Ona ramak kaldı zaten..

İsrail’in New York’taki eski başkonsolosu Alon Pinkas bu gerçeği 2013 Haziran ayında New York Times’a verdiği mülâkatta iyi özetledi:

“Her iki tarafın da kaybetmesini istediğiniz bir ‘playoff’ durumu bu; en azından taraflardan birinin kazanmasını istemezsiniz, beraberlikle yetinirsiniz… Bırakın iki taraf da kan kaybetsin, kan kaybederek gebersinler; bu buradaki stratejik düşünce.”

Şimdi aktaracağım görüş yine bir İsrailli’ye ait, ancak Washinton ve Moskova’da da ondan farklı düşünmeyen pek çok kişi bulunduğuna emin olabilirsiniz:

“Batı IŞİD’in daha da zayıflamasını arzulamalı, ama bütünüyle yok olmasını değil… Kötü adamların başka kötü adamları öldürmesine izin vermek bencilce gelebilir; ancak faydalıdır, hatta bunu yapmakla kötüleri meşgul edebiliyor ve iyilere daha az zarar vermelerini sağlayabiliyorsanız ahlâkidir de. Dahası, istikrarsızlık ve krizler bazen olumlu anlamda değişikliğin habercisi de olabilir…” (Begin-Sadat Center for Strategic Studies merkezi direktörü Efraim Inbar).

Inbar bu görüşünü iki ay önce (2 Ağustos 2016’da) açıklamıştı.

Neymiş, neymiş?

IŞİD’e karşı savaş onu bitirmek için değilmiş; çünkü IŞİD bölgede istikrarsızlık ve krizlere sebep olarak hayırlı bir görev sürdürüyormuş… Suriye’de birbiriyle mücadele eden güçlerden birinin diğerini yenmesine, yani Şam’da bir rejim değişikliğine, izin vermemek gerekirmiş…

Aslında Suriye’de beş yıldır yaşananların özeti bu görüş…

Biraz daha yakın zamanda olup-bitenlere dikkatle bakabiliriz artık.

Eylül ayının sonlarına doğru, Rus uçakları aslında ‘savaş suçu’ olması gereken bir saldırı gerçekleştirdi. BM ile Suriye Kızılayı’nın sivillere ilâç ve yiyecek taşıyan ortak yardım konvoyuna ateş açıldı.

Ateşkes anlaşması dinlenmeyerek…

Saldırıda ortak heyetin –biri başkanı olmak üzere– üyelerinin yarısı hayatını kaybetti.

Halep’e yönelik tek Rus saldırısı değildi bu; rejim-karşıtlarının yaşadığı mahallelere Su-Sukhoi 24 uçaklarının başka hava saldırıları da oldu ve onlarca insan o saldırılarda hayatını kaybetti, sayısız insan da yaralandı.

Yardım heyetine yönelik saldırılarda yasaklanmış türden bombalar kullanıldığı da tespit edildi.

Uzun uzun anlatmaya gerek yok.

Rusya, Suriye ihtilâfında Esad rejiminden yana devreye girdiğinden beri, iç-savaşın gidişini etkileyici bir işlevi üstlenmiş görünüyor.

‘Ateşkes’ ilânı için çaba harcar ve bunu sağlama başarısıyla övünmeyi ihmal etmezken, yanında yer aldığı Beşşar Esad “Ateşkes bitti” der demez, silâhların konuşmadığı o ara dönemde elde ettiği sahaya ait bilgilerle, uçaklarını ölüm kusmaya Halep’e gönderebiliyor…

Amerika-Rusya aynı sonuca oynuyor, Türkiye farklı

Hiç kuşkunuz olmasın, Rusya’nın Suriye’deki varlığı, Vladimir Putin’in Ortadoğu’da ülkesi bayrağını dalgalandırmasına yaradığı kadar, “İki taraf da kazanmasın, savaş Suriye bütünüyle enkaz yığınına dönene kadar sürsün” stratejik değerlendirmesi istikametinde bir tavrın başarıya ulaşmasını da sağlıyor.

Barack Obama’nın inişli-çıkışlı görünen Suriye politikası da, genel değerlendirme açısından yaklaşıldığında, Putin’in izlediği politikadan pek farklı değil: Önce “Esad’lı olabilir”, sonra “Esad gitmeli”, daha sonra “Muhalifleri güçlendirelim, içlerinden başarılı olan çıkarsa Baas rejiminin yerine o geçsin”, şimdilerde yine “Esad mutlaka gitmeli”

Aynı kapıya çıkıyor: Savaş uzuyor, tabii Suriye’ye ve Suriyeliler üzerine getirdiği ölüm ve tahribat da devam ediyor…

Sherlock Suriye için hangi soruyu sorardı?
Sherlock Suriye için hangi soruyu sorardı?

Şimdi dönüp Türkiye’ye bakabiliriz.

Ne demiştim en başta? Şunu: Her ülkenin olduğu gibi Türkiye’nin de varlığını ve egemenliğini tehdit edenlere karşı çıkma, gerekirse savaşma hakkı vardır. Türkiye IŞİD belâsına karşı ‘Fırat Kalkanı operasyonu’ ile bunu yapıyor.

Rusya da ses çıkarmıyor buna, ABD teşvik de ediyor…

Peki ama, bu iki ülke açısından IŞİD yok edilmesi gereken değil, zayıflatılmakla yetinilmesi arzu edilen bir güç ise, Türkiye’nin sınırları dışındaki harekâtının tam anlamıyla başarılı olmasını ister mi bu iki ülke?

İlk bakışta farklı çıkarları olduğu göze çarpsa da, biraz deşince, ikisinin de, “Şam’da güçsüz bir Esad” noktasında buluştukları çözüm, Türkiye açısından Suriye’de en makul çözüm ile aynı mıdır?

Aynı değilse… Ki aynı değildir… O taktirde Türkiye’nin şimdi aldığı pozisyonu bir kez daha gözden geçirmesi gerekmez mi?

Diye sorayım ve cevabı Sherlock Holmes‘lara bırakayım.

ΩΩΩΩ