Hulusi Akar’lı Londra fotoğrafı.. ya da bizler İngiltere’de iken..

11
Sene 1977.. Hyde Park'tayız..
Reklam

Dün benim için özel bir gündü. Bir gazetenin sütunu bütünüyle bana ayrılmıştı; o sütunun sahibi beni günlük telaşemden çekip aldı ve birkaç dakikalığına da olsa güldürdü de güldürdü.

En son bu denli yine aynı yazarın yönetiminde olan bir sitede çıkan başka bir yazıyı okurken gülmüştüm.

O yazı da benimle ilgiliydi.

Konu: Geçen hafta bir fotoğraf vesilesiyle burada sözünü ettiğim İngiltere günlerimiz…

O günlerde öğrenci olarak birlikte Londra’da bulunurken, Abdullah Gül ve Şükrü Karatepe ile Hyde Park’ta çektirdiğimiz fotoğrafın hikayesini kısaca anlatmıştım.

Bir yerlerden yeni bir fotoğraf çıktı; onda bu defa ben yokum, benim yerime daha uzun boylu biri var: Genelkurmay başkanı Hulusi Akar…

Kendimin içinde yer aldığım fotoğrafla ilgili yazdım; meğer benden başka üç kişinin poz verdiği ikinci fotoğrafla da ilgili yazmalıymışım…

İşte o ilk yazı

Beni güldüren “Suskunluk yemini” başlıklı ilk yazı bu gereklilik üzerine kurulu.

Reklam

Okuyalım:

“Fehmi Koru, bugüne kadar Hulusi Akar’la tanış olduklarından neden hiç bahsetmedi? Oysa, Gül’den hep bahsetti.

Hulusi Akar, Genelkurmay İkinci Başkanı oldu, yazmadı.
Hulusi Akar, Kara Kuvvetleri Komutanı oldu, yazmadı.
Hulusi Akar, Genelkurmay Başkanı oldu, yazmadı.
Bu tanışıklığı neden itinayla koruma ihtiyacı hissetti?
Neyin üzerini örtmeye çalışıyor?
Bu nasıl gazetecilik?
Bakın. Hulusi Akar, 15 Temmuz FETÖ darbesini yaşadı; Fehmi Koru yine yazmadı. Oysa. Biz Hulusi Akar ile bir kahve içelim; ‘kahve içtik, bendeki izlenimi şu oldu’ diye hemen yazarız. Mesleğin gereği budur; neyi saklayacağız?
Peki. Bunlar nasıl gazeteci? Gazetecilik bunlar için sadece kılıf mı?
Genelkurmay son yıllarda bu derece gündemde iken, bir gazeteci ‘tanıdığım Hulusi Akar’ diye bir portre yazısı kaleme almaz mı? Hayır, Fehmi Koru yazmadı. Niye?”

Niyesi şu: Hulusi Akar’ı tanımam da ondan…

Hayatımda onunla bir fincan kahve içmişliğim, oturup uzun boylu konuşmuşluğum yok.

Genelkurmay İkinci Başkanı, sonra Kara Kuvvetleri Komutanı, daha sonra da Genelkurmay Başkanı oldu.. Göreve geldi diye telefon açıp veya mesajla kendisini tebrik etmeyi de aklımdan geçirmiş değilim.

Tanış olmadığım birini neden tebrik edeyim ki…

Peki o fotoğraf ne?

Reklam

Burada biraz durup Abdullah Gül’den söz etmem gerekiyor…

Tanıyanlar bilir: Sonradan cumhurbaşkanlığı makamına kadar yükselen Abdullah Gül müthiş bir dost canlısıdır; tanısın tanımasın herkesi sever ve bu sebeple de sevilir. Sadece sevilmez, aranır da…

Londra’daki günlerimizde mesaisinin yarısını derslerine harcar, diğer yarısında Türkiye’den ve içinde yaşadığımız İngiltere ile Avrupa’dan kapısını çalanlarla meşgul olurdu.

Zaten bu sebeple, kapıyı çalanların sayısı ve onlara ayırdığı zaman dilimleri arttığı için, esas meşgalesine vakit ayıramadığı iyice ortaya çıkınca, üniversitesiyle yazışarak, biraz uzakta olan Exeter’e gitmesi gerekmişti.

Daha önce yazdığımı bir kez daha tekrarlayayım: Londra’da yaşadığımız günlerde ve daha sonra İngiltere’nin başka kentlerine gittiğim oldu; ancak hayatımda Exeter’e hiç adım atmadım.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanlarından Prof. Şükrü Karatepe de benimle birlikte hep Londra’daydı ve bildiğim kadarıyla o da Exeter’i bilmez.

Aynı evde kalıyorduk, bilecek durumdayım.

Şimdi de ikinci yazı
Gül, Akar ve Karatepe..

Şimdi de hayali ilk yazının yazarından daha güçlü biri tarafından kaleme alınmış “O fotorafı çeken Hulusi Akar’dı” başlıklı ikinci yazıya göz atalım:

“İşte Fehmi Koru, Abdullah Gül ve Şükrü Karatepe bu üniversitenin (Exeter Üniversitesi’nin) rahle-i tedrisatından geçmek üzere; Milli Kültür Vakfı’nın bursu, Nevzat Yalçıntaş ve Sabahattin Zaim gibi hocaların teşviki ile buralara gelmişlerdir.

“Bu üçlünün,Türkiye’den Üsteğmen rütbesinde asker bir misafirleri vardır. Esasında ev sahibi konumunda olan, Abdullah Gül’dür. Tanışıklıkları Kayseri Lisesi’ne dayanır. Üsteğmenimiz, 42 gün izin alarak İngiltere’ye gelmiştir. Bu kadar uzun bir süre çok pahalı bir ülke olan İngiltere’de tatil yapmak, hele hele bir Üsteğmen geliri ile neredeyse imkansızdır. Sanırım, Üsteğmenimizi Abdullah Gül misafir etmiştir.

“O hafta sonu, Exeter’de yaşayan üçlü aralarına misafir gelen Üsteğmeni de alarak, 3,5 saat mesafedeki Londra’ya geldiler. Amaçları hem Londra’da gezmek,hem de Üsteğmenin izin kağıdını Londra’da bulunan Askeri Ataşeliğe onaylatmaktı!

“Önce, Belgrave Square 43 numarada bulunan Türk Büyükelçiliği’nin ikinci katındaki Askeri Ataşeliğe gittiler. Daha sonra buradan çıkarak, yaklaşık 250 metre mesafede bulunan Hyde Park’a girdiler. Biraz dolaştılar, yorulunca birer pound vererek şezlong kiraladılar ve oturup sohbet ettiler. Hava güzel ve güneşli bir gün olduğu için ceketlerini çıkarıp, şezlongların arkasına astılar ve günün anısına bir de fotoğraf çektirdiler.

“İşte yukarıda gördüğünüz üçlünün fotoğrafı bu! Bu kareyi, fotoğraf makinesinin deklanşörüne basarak tespit eden ise; o gün üsteğmen, bugün ise Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral Hulusi Akar’dı.”

Hyde Park’ta o fotoğrafı çektirdiğimiz günlerde üçümüz de Londra’daydık; A. Gül son birkaç ayını geçireceği Exeter’e henüz taşınmamıştı. Belgrave Square’deki Türkiye Büyükelçiliği’ne bir kez gittiğimi ve o sırada Elçilik Müsteşarı olan (Sonradan Başbakan Necmettin Erbakan tarafından Başbakanlık Müsteşarı atanacaktır) Fikret Üçcan’ı ziyaret ettiğimi hatırlıyorum.

Askeri Ataşeliğe değil adım atmak, aynı binada bulunduğundan bile haberdar değilim.

Hulusi Akar’ı tanımadığımı söyledim; bu onun Londra’ya gelmediği, Gül ve Karatepe ile görüşmediği ve benimle hiç bir arada olmadığı anlamına gelmez. Abdullah Gül’ün yüzlerce misafirinden biri olarak bizim eve uğramış da olabilir. Geldiği ve görüştüğümüzle ilgili en ufak bir hatıra kırıntım yok.

İşin aslı

O üçlü (Gül, Karatepe, Akar) fotoğrafı ben çekmedim, bizim üçlü (Gül, Karatepe, ben) fotoğrafı da H. Akar çekmedi. Ancak içinde benim de yer aldığım Akar’lı başka fotoğraflar bile olabilir, A. Gül’ün diğer yüzlerce ziyaretçisiyle birkaç dakikalığına hoşbeş edip çektirdiğimiz gibi…

Benim fazla zaman ayırmadığım ziyaretçilerden birinin 40 yıl sonra Genelkurmay Başkanı olacağını bilemezdim herhalde…

Bunları, iki örnekten hareketle, gazeteciliğimizin halü pürmelalini sizler de anlayasınız diye böyle ayrıntılı yazdım.

ΩΩΩΩ

Reklam

11 YORUMLAR

  1. şimdi bunları yememizi bekliyorsun biliyoruz ama inan o kadar çok yedik ki yer kalmadı……

  2. Bu resmin tesadüf olduğuna inanınca şunlara da inanmak gerekiyor; dört isminde görevlerinde ışık hızıyla yükselmesi tamamen başarı, abdullah gül’ün kraliçeden ödül alması tamamen başarı, fehmi koru’nun bilderberg toplantılarına katılması tamamen masumane, karatepe’nin 28 şubat postmodern darbesindeki rolü tamamen tesadüf, hulusi akar komutasındakı ordunun göreceli şaibeli bir darbe girişimine maruz kalması tamamen beceriksizlik vb…Bu kadronun jön türklerden ne farkı var allah aşkına! erbakan’ı indirip kontrol edebilecekleri sağ başka bir partiyi iktidara getirip istedikleri operasyonları çekmek için resimdeki dörtlü proğramlanmış adamları kullandılar, işte bu resimin tesadüf olmadığına inanırsanız çıkarılan sonuç bu.karar sizin.

  3. Hayatta tesadüfleri pek fazla yer yoktur diye düşünenlerdenim, lise arkadaşımın bir tanesi kuruyemişçi, bir tanesi asgari ücretle zor geçiniyor, :))

  4. Sermaye kendi dinsiz dayatmalarını askerlere fatura etti. Ben askerleri lisedeki Milli Güvenlik derslerinden beri tanırım. Sonradan milletvekili olan kurmay albay Asım Us ders hocamdı. Sonra yine bir kurmay albay dersimize geldi. Askerlikten hep tam not alırdım. Bilgileri lisedeki hocaların toplam bilgisi kadardı.
    Sonra İzmir hava eğitim komutanlığında kontrol mühendisi olarak çalıştım.14 yıl devlet memurluğu yaptım. Cevdet Sunay Kara Kuvvetleri komutanı idi. Yedek subaydım. Çok okunaklı Osmanlıca notlar tutardı. Onları Latin harflerine çevirdim. Askerleri hep sevdim. Vatansever, fedakar, çalışkan kimselerdir.
    1980 müdahalesinde Evren’e şiddetle karşı idim. Sonraları İslamiyet’e olan hizmetleri dolayısıyla çok sevdim. İslam düşmanı bir asker biliyordum. O da Mustafa Kemal’di ama sonraları öğrendim ki kendisi İslami hayatı yaşamamıştır ama İslamiyet’e en büyük hizmeti yapmıştır. 1071’de başlayan fethi Mustafa Kemal tamamladı. Anadolu’nun yarısı azınlıktı şimdi binde birdirler.
    Bir emekli asker yarbayın Hulusi Akar hakkında yazdıklarını okudukça ilk defa İslam düşmanı bir askerle karşılaştım. Albay olmadan askerlikken kovulan ve kurmay olmayan bir asker. Üzüldüm. Demek ki Hulusi Akar’a düşmanlığı İslam düşmanı olmaması imiş. Evet Hulusi Akar kimdir bilir misiniz? 15 Temmuz’da Gülenci subayları yanına alarak Sermaye’nin yarım asırdır hazırlamakta olduğu darbeyi iki saatte bitiren Genelkurmay başkanı, milli iradeye ihanet etmeyen Paşa.
    Şimdi ikinci darbe hareketi hazırlığındadırlar. Belki Genelkurmay başkanı ile Erdoğan’ın arası açılır da yarım kalan darbe hareketini tamamlarlar. Çansıdadırlar. “Türk halkı Müslümandır ve Müslüman kalacaktır.” sözü Menderes’indir. Sermaye onu astırdı ama sözü devam ediyor. Viyana’dan geri geldik. Sakarya’dan da onlar geri gidiyor. İlahi uygarlıkta buluşmak için yoldayız. Bu ilahi kaderdir. Kimse durduramaz.

  5. Abdullah Gül ve Şükrü Karatepe’nin saç, sakal ve hatta kravat gibi detaylarının her iki fotoğrafta da aynı olması, fotoğrafların aynı gün çekilmiş olma ihtimalini çok arttırıyor…Bir de henüz öğrenci olan birinin, çok hoş sohbet ve cana yakın diye yüzlerce ziyaretçisinin olması sadece bana mı şaşırtıcı geliyor??

  6. Yazi ile alakali degil ama onemli gibi:
    Bugunku Resul Tosun ve Yusuf Kaplan yazilarindan edindigim izlenim “Islamcilarda” korku havasinin hakim oldugu. Ilki “adil olsunsun”, ikicisi de “dava adamlari ile ancak yol alinir” demis kisaca. Bakalim gorecegiz ama gozuken “yanasmaci, cikarci kesimin” paylasim savasinda one ciktigi.

    Ahmet Tasgetiren ise, farkinda olarak ya da olmayarak, “Hayir” cephesini 2019’da birlestirmenin formulunu vermis: Aday olacak kisi “Parlementer sisteme geri donecegiz” desin. Bakin bu, hele bir de secim barajini %5 hatta %3’e dusurme sozu ile, tek aday uzerinde hem partilerin hem de toplumun birlesmesini saglar. Her firsatta dile getirip gundemde tutmak lazim. Kim bilir, belki akli basinda biri cikar da dinler.

  7. insan zihni, daima gerçeğin çevresinde Nil nehrinin alüvyonlu toprağı gibi yaşamaya, gerçekten payını böyle alarak teselli bulur. Sofistike komploculuk, içrek kültürün kabul ettiği, ” yaşamın önceden bulunduğumuz boyutlara koşullu kader disketlerinde kaydedildiğini; geri dönüş yetisine sahibi kişilerce ufak müdahalelerle geleceğin değiştirilebileceği inancı” ndan kaynaklanmıştır. Böyle iz sürüşler, olasılıklar, denk gelmeler… hepsinin yaşamda yeri var ki bunlar konuşulup, yazılıyor. Öyle ise edepli, kötü niyetsiz, suçlayıcı olmayan olumlu, nötr yakıştırmalarla olumsuzları ayırıp. olumluları zihin açıcı uğraşlar olarak değerlendirmemizde sakınca olmayacaktır.

  8. 12 Eylül 1980 den sonra başlayan MSP lilere uygulanan cadı avından heleki askeriyede olupta sayın A Gülle yakın arkadaş ve dost olcak o zamanki cadı avından kendisini koruması mümkün değil. Arkadaş olmak orda dursun MSPlilere selam vermek bile büyük suçtu, aynen bugün Gülen cemaatine ve onların yanıdan geçenleri nası bebek falan demeyip zindanlara attiyorlarsa o zamanda askeriyeden atiyorlardı ve dışardada peşlerini bırakmiyorlardılar çoluk çocuk ve sülalece açlığa ve ölüme mahkum edilyorlardı.
    Benimde eski general olan sayın yazara bir sorum olacak.
    Sayın yazar, Genelkurmay Başkanı H Akarın bu göreve gelmesinde sayın Gül’ün arkadaşılığjnin rolü varmı? Nitekim tahmininiz bu yönde.
    Doğruluğuna gerçekten siz lnaniyormusunuz?
    Eğer inaniyorsaniz, size zahmet sayın G K Başkanı kendisini nasıl gizledığnide bizlerle paylaşırmısınız! Nasıl olsa çevreniz geniş resimler, zaman ve vb gibi bilgileri. ayrıntıları ile size iletenler onunda biliyorlardır
    Zulmi yapanlar yaptıklarını çabuk unuttukları için bir süre sonra kendi kendileri ile ters düşen çelişkili iddialarda bulunuyorlar.
    Zulme tıpkı benim gibi maruz kalmış mağdurlar hiç bir zaman yapılanları unutmadıkları için bu tip iddialara acı acı gülüp geçiyorlar.

  9. Bu fotoğrafların, yıllar sonra “çetrefilli” bir ortamda neden ve kimler tarafından gündeme getirildiği daha önemli değil mi? Kim çektiyse çekti, neden şimdi ve kim?
    Bu fotoğrafları görünce İlker Başbuğ’un muhtemel Genelkurmay Başkanı adayı olarak başlayacak YAŞ öncesi ağlama duvarının önünde çekilmiş fotoğrafı geldi birden aklıma.
    Ama neden geldi, hiç fikrim yok…

  10. Bu yazıyı okuyunca seneler önce Fehmi bey ve Emin Çölaşanın bir televizyon kanalindaki tartışma prğamını hatırladım.
    Emin Çölaşan Fehmi beye belki an az on kez şunu sormuştu ” sen Fetullahın mürüdü değilmısin?”
    Fehmi bey ” hayır değılım” dedikçe Çölaşan kızıyorsun ve “niye inkar ediyorsun mürüdüsün işte” o programa “mürdüsün” “hayır değılım” sözleri damga vurmuştu, sonunda idda eden taraf Fehmi beyin sakinliği karşısında bayağı sinirlenmişti.
    Bakalım bu defa ne diyecekler, hayır o fotoğrafi sen çekmıştın de mı israr ederler yoksa kapısından geçmediği üniversitede okuduğundanmı.

  11. Her iki gazeteci, Türker Ertürk ve Soner Yalçın’ın konu ile ilgili yazılarını da okudum.

    Sade vatandaş olarak ben, bunlardan neyi anlamalıyım?

    Gazeteci ”halkın doğru haber almasını sağlamaya çalışan meslek erbabı”.. bir de bunu halkın anlayacağı şekilde sunması gereken değil midir? İmalı anlatımlar, arkadan dolanmalar, yandan sıvışmalar…

    ”Lafın tamamı … söylenir” diyenlerinizi duyar gibiyim.

    Türker Ertürk, Sayın Hulusi Akar’a, silah arkadaşına! vermiş de veriştirmiş.

    Akar, hakkında; emekli general, sonradan gazeteci olan, ideoloji kokan, gardını alma adına yazılan yazıda, kendine sorulan sorulara, Türker’i muhatap alıp bir Genelkurmay başkanı olarak cevap verir mi? o kendi bileceği. (yani sanmıyorum)

    Bununla birlikte Sayın Akar, 15 Temmuzla ilgili bi çok soruyu da kamuoyunu bilgilendirme adına, anılarında mı cevaplayacak, onu da bilmiyorum.

    Ben biraz daha fazla Soner Yalçın’ın Koru hakkındaki sorularına takıldım, diyebilirim.

    Soner’in ”Altında bit yeniği mi var?

    Yoksa, tesadüf mü?

    Fehmi Koru’nun bunca habere rağmen, hâlâ tek söz etmemesini nasıl yorumlamak lazım; sanki “mason yemini” etti? Ya da omerta; suskunluk yasası!”

    ”Masonluk ve mason yemini, bir de omerta; suskunluk yasası”..

    Yalçın, Koru’yu ”mason” olmakla ve ”omerta (suskunluk yemini etmek)” ile açıkça itham ediyor

    Koru’da yazısında buna hiç mi hiç değinmiyor.. gülüp geçtiğinden midir nedir, ama okuyucu olarak takıldığımız..

    Bu; ‘okuyucuyu yolda bırakan’ gazetecilerin, bu, imalı anlatımları, sağdan soldan dolaşımları, yandan sıvışmaları…

    Eyy Gazeteciler-Yazarlar..

    Tamam anladık, lafın tamamına muhatap kılmıyorsunuz bizi.

    Pek iyi, bizim, kamuoyunun hakkını nasıl ödeyeceksiniz?

    Şimdi de, bu ”hak” kavramını, bu kadar farklı uçlarda gezinen Türk Milletinin gazetecileri, nasıl anlayacak, nasıl anlatacaklar?

    Öff!

    Takıldık kaldık.

Yoruma kapalı.