Duyacağını bilsem avazım çıktığı kadar “Ey Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını sonradan kazanmış Rıza Sarraf.. neredeysen ses ver.. senin gaybubetin Türkiye’de heyecan yaratıyor” diye bağıracağım.
Bağıracağım, ama ABD’ye kadar sesimin ulaşmayacağını da biliyorum.
Evet, Rıza Sarraf Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını sonradan kazanmış olabilir; ama onun ortalıkta görünmediği haberi Türkiye Cumhuriyeti’nin ABD’ye bir değil tam iki kez ‘nota’ vermesine yol açabildi.
“Heyecan” dememin sebebi bu.
Rıza Sarraf (ABD’de İran’da kullandığı adıyla Reza Zarrap olarak yargılanıyor) artık hepimizin ismini ezbere bildiğimiz bir kişi. Doğup büyüdüğü İran’ın ambargolara muhatap olduğu zor günlerinde, yeni vatandaşı olduğu Türkiye’nin desteğini devşirdiği iddiasına muhatap.
Amerikalılar kendisini ambargoyu delmede kilit isim olarak yargılamaya kalktılar.
Kendi ayağıyla ABD’ye gidince derdest edilip Manhattan’daki bir cezaevine konuldu.
On gün sonra başlaması beklenen jürili duruşmalar öncesi avukatlarının itirazlarının değerlendirildiği ön-duruşmalara katılıyordu Rıza Sarraf.
Dünkü dahil son iki ön-duruşmadan uzak durması dikkat çekti, heyecana sebep oldu.
Kendisiyle birlikte yargılanan biri daha var: İran’ın ambargoyu delmesinde aracılık yaptığı düşünülen bankalardan birinin genel müdür yardımcısı Mehmet Hakan Atilla…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Altı kez ABD’ye gitmiş bir şey olmamış, yedincisinde tutukladılar” sözüyle durumunun garipliğine dikkat çektiği kamu bankası yöneticisi…
Sarraf ve Atilla aynı davada yargılanacaklar; Atilla buna bütün gücüyle itiraz ediyor.
Heyecanın sebebi
Türkiye bu davanın başlamasına günler kala neden bu denli heyecanlı?
Duruşmalar sırasında ortaya dökülecek bazı mahrem bilgilerin ülkemizin siyasi havasını bozacağı endişesi duyanlar da, bu bozulmanın ülkeyi ve dolayısıyla iktidarı sarsacağı beklentisiyle sevinenler de, iki karşıt uçta heyecan duyuyorlar…
Başbakan Binali Yıldırım’ın geçen hafta ABD’ye kadar giderek Mike Pence (ABD başkan yardımcısıdır kendisi) ile görüşmesini bu davayla ilgili ‘Türkiye’nin son uyarısı’ olarak değerlendirenler bile çıktı.
Davanın daha başlamadan uyandırdığı ilginin bizden çok ABD’yi rahatsız etmesini beklerdim.
Türkiye gibi ABD’nin ittifak halkası içerisinde yer alan bir ülkenin siyasi hayatını yargı eliyle etkileme görüntüsü hiç hoş değil çünkü. İki ülke ihtilâflarını savcı ve yargıç aracılığıyla değil, diplomatları aracılığıyla çözebilmeliydi.
Yargıcın jürili duruşmalar başlayana kadar savcılık iddianamesini gözlerden saklamaya yarayan ısrarlı kararları, yargılama sırasında gündeme taşınacak iddia ve ithamları gizli tutma çabası gerilimi daha da artırıyor.
Amerikan basını da, gizemli ortamdan yararlanarak, spekülasyon üzerine spekülasyonla, dava üzerinden Türkiye’yi köşeye sıkıştırma ameliyesinin bir parçası haline dönüştü.
Rahatsızım.
Yargılama sırasında pek çok ismin gündeme geleceği, birden fazla bankanın işlemlerinin söz konusu edileceği, bu arada geçmiş hükümetlerde yer almış bazı bakanların da suçlanacağı bilgisi –doğru-yanlış– etrafta dolaştırılıyor.
“İnanın” diye başlayan bir cümle kuracağım, fakat zaten inandığınızı biliyorum: İnanın, ülkenin her köşesinde bu dava konuşuluyor; sohbetlerin bel kemiğini bu dava işgal ediyor.
Kulaklar New York’a çevrilmiş, her yeni haber niyet okuma yöntemiyle değerlendiriliyor.
En çok sorulan soru: “Ne olabilir?”
Gerçekten ne olabilir?
Davaya konu edilen işlemlerin bazısı 17-25 Aralık süreci (2013) içerisinde ülkemizde de gündeme gelmişti.
Zaten o konuyu o zaman tapelerle gündeme taşıyan grubun, şimdilerde kendilerinden ‘FETÖ’ diye söz ediliyor, New York’taki davanın savcılarını da beslediği kanaati herkese hâkim.
O günlerde, 17-25 Aralık sürecinin karanlığında, herhangi bir siyasi sonuca yol açmamış olan iddiaların, ABD’de dava konusu olunca Türkiye’de farklı bir sonuç doğuracağını düşünmek ne derece makul?
Konuşulur, sonra da unutulur…
İyi de bu denli heyecan neden duyuluyor?
Siyaseti etkileme beklentisi nereden kaynaklanıyor?
Ekonomi ile dava arasında kurulan irtibatın sebebi ne?
Rıza Sarraf ortada görünmeyince neden sorun yapılıyor?
“Ya itirafçı olduysa?” sorusuyla anlatılmak istenen ne?
Doğrusu ben bu soruların cevabını vermekte zorlanıyorum.
Acaba burada bu kadar heyecan yaratmasa.. ABD’deki bir dava orada eş zamanlı görülen yüzlerce-binlerce davadan farksız bir umursamazlıkla karşılansa.. bu daha doğru bir davranış olmaz mıydı?
Hatta, iddialar ülkemizde ilk gündeme getirildiğinde, Meclis konunun üzerine titizlikle gitse, haklarında iddialar ortaya atılan siyasiler yargı önüne çıkarılsa, böyle bir dava ABD’de açılabilir miydi?
Hadi açıldı diyelim, bu denli ilgi çeker miydi?
Bu soruların cevaplarını ise biliyorum.
Artık yapılabilecek fazla bir şey yok; her şeyi duruşmalar sırasında Rıza’nın iki dudağı arasından çıkacak sözlerin belirlemesine bırakmış görünüyoruz.
Çok yazık.
ΩΩΩΩ
Derlerya,”insanın kendi kendine ettiğini,başkası ona yapmaz.” Ülkeler de öyle değil mi? Başımıza iş açmakta üstümüze yok dense yeridir.Birkaç yıldır,elimizle edip,başımızla çektiğimiz gaileleri,hatta ve hatta belaları bir düşününce,”düşmanları azaltıp-dostları çoğaltmanın tam tersi yapıldığı söylenebilir.
“Kol kırılır,yen içinde kalır”sa da,kangren olma ihtimali fazladır.
Yargının alanına giren problemleri,siyasi erk ile “halletmek”şark kurnazlığı bu deyimin iz düşümü,ete,kemiğe bürünmüş,kanlı canlı örneği değil midir? Az tamahın,çok ziyan verdiğini ne zaman öğreneceğiz?”O kadar geç kaldık ki,erken sayılabilir”.
Sayin Koru, bilipte bilmezlikten gelme sanati tecavulu arif miydi. Ha iste onu cok guzel yapmissiniz, ben birtek cumle soyleyeyim isterseniz, Aksam Cnnturk te Hande Firat hanim program sunuyordu, birbirinden degerli konuklar vardi, 17-25 darbe girişimi ve kumpas hakkında aydınlatıyorlardı, mikrofunu alıp konuyu izah için yarısırlarken ve ben Sayın Erdogan adına insanın akıllı dostları olması gerek diye üzülürken, Huriyet Washington temsilcisi programa baglandı, Fbi diyorki elimizdeki deliller Turkiyedeki dinleme tapeleriyle ortusuyor. Bu ne demek ben cok merak ettim. Birde bizdeki kumpas ve darbe tapeleri Amerikan yargisina sunuluyor. Olabilirmi?Amerikan yargisini bilenler olmaz diyor, ama tek istisnasi Zarrab bu tapeleri kabul ettiyse…Ne olabilirki bak şimdi ben bile heyecanlandim.
Sayın Koru, yazınızın başında “ABD’ye duyacaklarını bilsem avazım çıktığı kadar bağıracağım diyorsunuz” keşke güçlü bir ses verseniz de Türkiye duysa. İran asıllı birisi neden bu denli ülkemizin iç meselesi haline geldi.Çok derin mevzular var gibi.
Neden İran Hükümeti, Türk Hükümeti kadar ilgilenmiyor.
Bir sonraki makalenizi bu konuya ayırmanızı istiyorum.
O dönem,Türkiyenin İran ile petrol ticareti yaptığı herkes tarafından biliniyor gazetelerdede normal alışveriş şeklinde yazılıyordu,bu dönemde bazı yetkililer bal tutan parmağını yalar düşüncesi ile menfaat sağlamış olabilirlerde,herkesin bildiği bir baidan yurtdışındaki bazı siyasilerde faydalanmış olmasın sakın.Belkide ABD medyasının ilgisi kendi iç siyasetine sıçraması beklentisidir.
İran ve Türkiye komşu iki devlet.. dışardan patronluk taslayan ama artık eskisi kadar dünyaya hakim olamayan bir güç olan ABD nin saçma sapan ambargosunu delmek için Türkiye ve İranın aralarında anlaşarak ABD ambargosuna arkadan dolanması bizi mutlu etmesi gerekmezmi. Niye bu işi mecaraının dışına taşımaya çalışıyoruz anlamıyorum.Dünya büyük ama mesafeler kısalıyor artık. ABD bu çografyayı kendi çöplüğü gibi görmekten artık vazgeçmeli.. Dünya 5 ten büyük… Her şeyi kanunla izah edemeyiz benim ülkemin menfaati ön planda olmalı..ABD nin ortadoğuda yaptıklarının hepsi kanunlara uygun değil..Artık herşeye eyvallah diyen bir TÜRKİYE olmaktan çıkacagız..
Irfan Bey,
ABD’nin ambargosu tabii ki bizi baglamaz, ama benim banka sistemimi ve benim parami kullanamazsin demesi baglar. Turkiye, Iran’la ticareti Turk lirasi uzerinden yapsa idi, Amerika hic bir sey diyemezdi.
Ote yandan, Amerika’nin ambargosu Turkiye’nin isine gelen bir seydi. Amerika diyordu ki, sen Iran’dan gaz/petrol alabilirsin. Ama, bunun karsiligi olan parayi, dolar uzerinden Iran’a direkt olarak odeyemezsin. Yerine, kendi ulkende bir bankaya bunun karsiligini dolar olarak yatirabilirsin. Sonra Iran’a, devlet veya ozel tesebbus, gida, ilac, giyim esyalari gibi seyler (nukleer sistemi gelistirmeye yaramayacak, ama halkin ihtiyaclarini karsilayacak seyler) satabilir. Bunun karsiligi olan parayi, Iran’in Turkiye’deki bankada yatan parasindan alabilirler. Ambargoyu bu sekilde isletse idik, Iran’a satacagimiz seylerden milyarlarca dolar kazanacaktik, hem devlet, hem de ozel sektor. Ozel sektorun sattigi seylerden devlet bir de vergi alacakti.
Ama, sistemi olmasi gibi isletme yerine, Halk bankasina yatirilan dolarlari, Riza Sarraf vasitasi ile, naylon faturalar duzenlenerek, hayali ihracat yaparak, Iran’a gecirdiler. Bu surecte idarecilerimiz, komisyon adi altinda, milyonlarca dolar rusvet aldilar. Iran’a ne devlet, ne de ozel sektor bir sey satmadi. Devlet buradan vergi de alamadi, zira hayali ihracati, vergiden muaf olan altin uzerinden yaptilar. Butun bunlar olurken, Riza Sarraf ve idarecilerimiz kendi ceplerini doldurdular. Burada devlet milyarlarca dolar zarara ugratildi (almasi gereken ama alamadigi para ile).
Riza Sarraf’in Iran’da is ortagi Babek Zencani, Iran’da tutuklandi, mahkeme tarafindan Iran’i milyarlarca dolar zarara ugratmaktan idama mahkum edildi. Zencani, mahkemede Turkiye’de milyarlarca dolar rusvet dagittigini acikladi.
Dava umurumuzda değil. Yılanın başı ABD’yi bilmiyor gibi yazıyorsunuz. Deaş konusunda bizi suçlayan ABD, Suriye de örgüte yardım ve yataklık yapıyor. Ne beklersiniz? Siz de çok tutarlı bir ülke/mahkeme gibi makalenize konu yapıyorsunuz. Yazık. Canları cehenneme…
Kazan kazan stratejisi artık kaybet kaybet oldu. Sonuçt ne olursa olsun biz kaybediyoruz…
sn.koru Designed Survıvor isimli dizinin son bölümü ağırlıklı olarak ülkemizin son dönemdeki abd ile ilişkilerini konu alıyor.siyasi konulu dizilere merakı olduğunuzu düşündüğümden bu durum ile ilgili yorumunuzu merak ediyorum.
Yoruma kapalı.