Siyasete bir günlük ara: Mısır'da geçen bir polisiye film izledim

11
Reklam

Polisiye meraklısıyım, bu biliniyor; ancak son zamanlarda daha çok kuzey ülkelerinin bu alandaki benzerlerinden daha ustaca kaleme alınmış romanlarını okuyor, onlardan yapılmış TV dizilerini izliyorum.
En ünlüsü dört sezondur devam eden ‘Köprü’ (The Bridge) dizisi…
Ayrıca Wallander ve Beck dizilerini de izledim…
Norveçli Jo Nesbø‘nun, İsveçli John Lindqvist‘in veya Per Wahloo ile Maj Sjowall‘un ortak yazdıkları romanlar Amerikan ve İngiliz polisiyelerinden hayli farklıdır.
Türkçeye de çevrilmiş romanlar yanında TV dizilerine ulaşmak da mümkün.
Geçen akşam Digitürk kanallarından birinde karşıma çıkan ‘Nil Hilton’daki Olay’ filmi beni bu yüzden çok şaşırttı. Bütün oyuncuları Mısırlı olan ve dili Arapça olan, konusu Kahire’de geçen dizide İsveç veya Danimarka dizilerinden aşina olduğum bir hava vardı. Başroldeki Fares Fares‘i İsveç ve Danimarka filmlerinden tanımamın da payı olabilir. [Fares‘in yardımcı oyuncu olduğu ‘Department Q’ dizisinin bütün bölümlerini BBC‘de izledim.]
Lübnan kökenli Fares kendisi çocukken ülkesindeki iç savaş yüzünden ailesinin göç ettiği İsveç’te büyümüş, orada önemli filmler ve dizilerde rol almış bir sanatçı.
‘Nil Hilton’ filmini yöneten Tarik Saleh ile kaderi İsveç’te birleşmiş Fares‘in… Saleh Mısır asıllı bir babanın İsveç’te doğmuş büyümüş oğlu.
Bu ikilinin imzasını taşıyan, Mısır’la ilgili, kahramanlarının Arapça konuştuğu filmden kuzey Avrupa kokusu almam doğal.
Film otel odasında cesedi bulunan bir sahne sanatçısının uğradığı cinayet etrafında, Arap Baharı çerçevesinde, içerisi ‘devrim ateşi’ (25 Ocak 2011) ile karışmış Mısır’daki bürokratik çürümüşlüğü anlatıyor. Bir başka Arap ülkesinde (Dubai’de) işlenmiş, katili Lübnanlı bir işadamı olan gerçek bir cinayeti (öldürülen sanatçının ismi Suzanne Tamim) Nil üzerindeki Hilton Oteli’ne taşımış, Mısırlı katili bulma görevini üstlenmiş, rüşveti ve hırsızlığı kişiliğinin parçası yapmış, liyakati polis şefinin yeğeni olmaktan ibaret bir komiserin (Fares), ülkesindeki çürümüş hiyerarşik yapıya karşı sonuca ulaşması imkansız mücadelesini anlatıyor.
Digitürk‘te hala dönüyor 2017’de gösterime girmiş ve katıldığı bütün film festivallerinde ödüller kazanmış film; kara-polisiye denilen janrı sevenler kaçırmasa iyi olur.
İzleyenler “Bizim ülkemizin eski hali” yorumunda birleşmişler…
Mısırlı izleyiciler acaba ne düşünmüştür?
Ya da Mısır’ı yönetenler ve bürokrasi içerisinde yer alanlar? Emniyet teşkilatı?
Filmin gösterimi Mısır’da yasaklandığı gibi “Projenin arkasında o da var” dedikodusu çıktığı için Kahire Film Festivali‘nin yöneticisi Muhammed Hıfzı, “O filmle hiçbir ilgim yoktur” açıklaması yapmak zorunda bırakılmış.
Başka dehşet verici sahneler var da, yönetmenin kara-mizah anlayışını yansıtan bir sahne benim çok hoşuma gitti.
Komiser (Fares) bir taksiye biner. Kahire’nin gece-gündüz ayakta olduğu ateşli devrim günleridir. Taksinin şoförü taşıdığı yolcuyu tanımadığı halde günün ve olayların etkisi altında, ayaklanan kitlelerin heyecanını paylaştığını, rejime söven, gençlerin üzerine ateş açan polisleri yerin dibine batıran en aşırı sözleri birbiri ardına ve bağıra çağıra onun üzerine bocalar.
Polislerle ilgili cümle ağzından çıktıktan sonra, herhalde o zaman aklı biraz olsun başına geldiği için, yolcuya “Siz ne işle meşgulsünüz?” sorusunu yöneltir taksi şoförü. “Hani biraz önce ‘domuzlar’ dediklerin var ya, işte onlardanım” cevabını alınca, aynı şoför, bu defa “Bu çocuklar da aşırıya kaçtılar canım, hem devlet adamlarıyla, polislerle ilgili iddialar ne kadar gerçekleri yansıtıyor, kim nerden bilecek?” türü cümleler sarf etmeye başlar.
Anında çark eder şoför.
Önceleri onun anladığı dilde girişimlerle -rüşvetle ve makamlar vererek- komiseri cinayetin üzerine gitmekten vazgeçirmeye çalışanların, onun yola gelmediğini ve araştırmaları sürdürdüğünü görünce çok daha kirli yollara başvurduklarını görürüz.
Komiserin gözü ise kendisini her durumda arkalayan amcasını bile görmez hale gelmiştir.
Ben de tartışma platformlarında konuya değinen Türk izleyicileri gibi, filmde anlatılanları ‘eski Türkiye’ olarak gördüm.
Umarım, hep ülkemizin eski dönemlerinde kalır o filmdeki görüntüler…
Meraklısına not: ‘The Nile Hilton Incident’ filmi ‘Esrarengiz Cinayet’ adıyla Digiturk-Play‘de gelecek yılın ortasına kadar izlenebilir. Linki
ΩΩΩΩ

Reklam

11 YORUMLAR

  1. Sayın Koru nun yazısına konu olan The Nile Hilton Incident adlı filmi izledim.
    Bu film ulusal bir kanalda yayınlansa sigara yasağı nedeniyle ekranda sürekli flu suratlar görürdük.
    Filmin neredeyse tamamında sigara içiliyor.
    Öyleki adam sabah uyanıyor, yataktan kalkmadan sigara yakıyor.
    Mısır ve Mısırlılar gerçekten filmde anlatıldığı gibi mi pek emin değilim.
    Ama filmlerde herşey abartılır bilirsiniz.
    Belki fazlaca abartılmış olabilir.
    Filmdeki Mısır ın Eski Türkiye ya da yeni Türkiye ye benzeyen yanları var mı tartışılır.
    Ben bizde ki polislerin o kadar da yozlaştıklarına inanmıyorum.
    Yalnız adalet sistemimizin hayli yaralı olduğu bir gerçek.
    Ben hala filmin sonunda Özgürlük! Özgürlük! diye bağırışanların kısa bir süre sonra, iktidara getirdikleri Mursi yi neden sattıklarını düşünüyorum.
    Sahi Mursi yi Mısır halkı neden sattı?
    Ne oldu Mursi ye, Rabia ya?
    Bilen var mı?
    Bizim Reis de hiç ağzına almaz oldu.

  2. *******
    ……
    Partizanı üç-sıfır yenmiş bizim Beşiktaş!
    Osmanlı’ya yekten dil uzatmışlar ilk maçta,
    Mahçup olmuş bizimkiler, öne inmiş her baş!
    Oğuzhan da golünü atıvermiş ver-kaçta…
    Şükretseydiniz keşke bize, bre gafiller!
    “Alemlerin Rabbi”yle tanıştırıldınız siz…
    Hiç birşey getiremediysek, bu bile yeter!
    Bu uğurda çile çeken, şehit verenler biz…
    ….
    Sonradan bizimkiler de şaşırmış velakin,
    Belli…, akıl-iman sentezi zafiyetinde…
    Eşref-i mahlukatlar üretecekken şu DiN,
    Takım tutar gibi, size benzemiş herhalde!…
    ……
    *******

  3. Mısırda 2011 ve öncesinde yaşanan olaylara dayandırılmış ve birkaç ödül alabilmiş bu film bizimkilere eski Türkiyeyi hatırlatıyormuş, “eski”den ne kastediliyorsa artık… Bizde dehşetli (hatta daha dehşetli) olaylar eksik olmuyor, bitmek bilmiyor. Örneğin şu “son olsun” dediğimiz darbe teşebbüsu ve öncesinde yaşanan, çok farklı yorumlara açık-epeyce de kaçık olaylar….. Yani, kimbilir nasıl filmler çıkar ortaya; ülkede yasaklanacak, dışarda alkışlanacak türden filmler…. Jurilerde hangisine ödül verileceği konusunda kafalar karışır.
    Madalyonun değişik yüzleri objektif/tarafsız, sonunda kararı izleyiciye bırakacak şekilde düşündürücü olduğu kadar doğrulara işaret eden filmler yapılabilirse dikkati çeker ve ses getirir. Bununla kalmaz farklı kategorilerde birden fazla ödül alabilir…. Ancak, teşebbüs edilirse bu filmler çokçası Türkiye’nin gelişememişlikle ilgili spesifik/lokal sorunlarına anlayış dilenmemeli, mazuriyet talep etmemeli ve ayrıca “sadece biz haklıyız” amacı gütmemeli… Peki nasıl olmalı bu filmler? -lokal nitelikle başlayan ancak genellemeye kaçan, gelişimi açısından “insan ve insanlığa katkı”da bulunacak şekilde yapılmalı, başka bir deyişle, “Akıl-İman Sentezi”nin küresel alana yansıtılmasıyla….

  4. Konu filimlerden açilmişken şu haber linki belki Turkiyede izlenebilir.
    Yalniz yazacağım linkin orjilanini bulamadım oda ABD FOX TV kanalinda yayinlandi ve ben dün bu filimi izledim kısa merajli bir filim.
    Kadın doğum yapiyor ve rahatlayinca biraz kendinden geçer gibi oliyor daha sonra hayel görür gibi doğum yaptiranlar üstlerindeki kitafetleri çikariyorlar vepolis olduklari ortaya çıkiyor.
    kadin polslerin birisi bebeği getirip erkek polisin kucağina veriyor biriside kadini yatağa kelepçeliyor ve kadinin o anda bir çiglikla dünyası karariyor uyandiğinda elleri kelepceli ayakları da zincirle bagli üzerindede turuncu renkde guatemala tutuklu kiyafeti kadin polisler kollarina girmiş erkek polisde bebeği taşiyor ve kap karanlık ucu gözukmeyen karanliğa doğru yuriyor.

    • Not: ben linkten bahs etmiştim fakat adresi yazmayi unutmuşum
      Konu filimlerden açilmişken şu haber linki belki Turkiyede izlenebilir diye yazdim fakat linki unutmuşum.
      .http://www.foxnews.com/world/2018/02/13/hundreds-young-turkish-children-jailed-alongside-their-moms-as-part-post-coup-crackdown.html
      Bu önceki haber dünku filimi göstrrmeden önce bu haberi tekrar gosterdiler
      Buda Turkçe yayin yapan ve TC de açılmayan bir kanaldaki İngilizce oldugu için Turkçesini anlatiyorlar.
      Yazinin Burdan sonrasi kopi.
      ×××××
      Bu film doğumdan sonra tutuklanan bebekleri anlatıyor
      Cezaevlerinde anneleriyle birlikte tutuklu 700’ü aşkın çocuk ve bebeğin dramı bir kısa filmle anlatıldı
      . Filmde doğum yapan bir kadının yaşadığı onca sıkıntıdan sonra eline kelepçe vurularak hapse götürülüşü konu ediliyor. Guantanamo elbiseleriyle ve bebeğiyle polislerin arasında hapse götürülen yeni doğum yapmış lohusa annenin dramı gözönüne serilirken Türkiye’de her gün bir yenisi yaşanan hapishanedeki hamile kadın, anne ve çocukların dramları anlatılıyor.

  5. Bizim mahalledeki caminin çay ocağı kalabalık olur genelde. Hepside tanıdık insanlar. Dün gece halk bank 3.70 liradan dolar satmış aranızda ucuz dolar alanınız varmı diye sordum hepsi birden; “yok canım olurmu hiç öyle şey, olmaz öyle şey, öyle birşey olsa reis hesabını sormazmi”dediler. Türk Telekom un durumunu anlattım böyle böyle olmuş diye anlatırken sözümü bitirmeme müsade etmediler, nereden çıkarıyorsun böyle şeyleri hiç boyle şeyler olsa haberler vermez mi? Reis böyle şeylere hiç müsade edermi? Sen en iyisi çayını başka bir yerde iç dediler.
    Bu yeni Türkiye çok güzel bir memleket. benim gibileri uzaklaştırip cennet gibi bir memleket inşaa etmişler. Dertsiz tasasız yaşıyorlar. Hayranlıkla izliyorum. Gıpta ediyorum.

  6. The Nile Hilton Incident.
    Bu filimi görmedim fakat Fehmi beyin filimi özetlediği yazisini okuyunca izlemiş gibi oldum.
    O filimde geçen olayların dahada vahimi şu anki Turkiyede yapilmaktadir.
    Sadece filimde geçen Komser gibilerinin dışinda, cünki o komser gibileri 15 Temmuzdan sonra ve önce ya mezarda yada zindanlarda çüriyor.
    Birde Mısırın DİKTATÖRÜ Sisisi de bizimkine göre bin kat daha demokirat ve merhametli, ve kimselere meydan okuyup kavgada etmiyor ayricada Yabanci ülke liderleri olan meslektaşlari ilede iyi geçiniyor.
    Eski diktatörü mahkemede akladi fakat tekrar göreve iadede etmedi.
    Aslinda eski Turkiyede kaldı diyenler olsa olsa HAVUZCULAR korosunun troller kısmı olabilir.
    Fehmi beyin bugünkü yazisinda hiç siyset yok fakat filim tamda bizdeki kokmuş siyaseti ve TC Müslumanların başka inançlardan olan komsularina karşı saygisizliğinida anlatiyor.
    Bir kac ay önce Ocakmedyadakı her gün başka gazete yazarlarindan birisi Şarom gazetesi yazarıda filimdeki TAKSICI gibi bir taksiciden bahs ediyordu.
    http://www.salom.com.tr/haber-107010-turk_yahudisi_kime__oy_verir_.html
    Asil bugünku yazinin amaci filim değil bizim gerçeklerimiz.
    Genelde bizim milletin karekterini o taksi şöförü örneği ile anlatmiş.

  7. Artık eski türkiye de yaşamıyoruz.yeni türkiye de ise artık yolsuzluk hırsızlık rüşvet adam kayırma kadrolaşma adam kaybolması ve bunun gibi hiçbir şey olmuyor.olsaydı gazetelerimiz tv haber bültenleri çarşaf çarşaf yazıp haber yapardı.diyanetimiz bile yıllardır ne hutbelerde ne de vaazlarda bu eskide kalmış dince yasaklanmış hususlara yer vermiyor.nasıl ama yeni türkiye cennet gibi bir ülke oldu.bu nedenle film yapılacak konu kalmadı.artık diğer ülkelerin bu tür konuları işleyen filmlerini izleyeceğiz.ne mutluluk değilmi

  8. ülke anormal, doğal olarak sürekli anormallikler yaşanıyor. tübitak yöneticiliğine baytarın, merkez bankası yöneticiliğine sosyoloğun atandığı ülkede bunlar normalleşti.
    300 kişinin öldüğü maden faciası, sürekli yemekten zehirlenmeler, şarbonlu kurbanlıkların ithalatı, şarbon hastalığı, halkbanta (daha önce hiç böyle birşey duymamıştım) 4 tlnin altında dolar satışı (bunun suçunu da üstlenmediler). bu ülkede ecinniler var. hepsi onların suçu.
    telekomu da onlar soydular, diğer yerlerdeki soygunları da onlar gerçekleştirdi. hepsini ecinniler yapıyor. akpliler ve utanmaz yandaşların bu işle hiç alakası yok.

  9. Basının Görevi
    Bir film veya senaryo, önce konu ettiği zamanı ve yeri, bir peygamberi anlatırken o çağda o ülkeyi anlatmış olur.
    Dünyada sanatçıların işi buradadır. Batı filmleri de romanları da bu ilk kademede kalmış olurlar. Kişi Suriye’de o havaya girer. Farkında olmadan etkilenir. Oradaki kahramanlar gibi düşünmeye veya yaşamaya başlar. Ustaca çevrilmiş bu filmler sayesinde dünya sömürülmektedir. Sermaye bunları finanse eder. Yazar ve oyucular sahne dışına itilir.
    Bundan sonra ikinci safha gelir. Acaba Mısır’da veya eski Türkiye’de bu neden böyle olmuştur ve olmaktadır? Bunun tahliline ve teşhisine gidilir. Biz Akevler olarak bu olayları, oluş kaynaklarını ortaya koymaya çalışıyoruz. Sosyal olaylar olayları yaşayan kişilerin oynaması ile oluşmaz. İbn-i Haldun ve sonra Durkhaim bunları çok iyi şekilde açıklamışlardır. Marks bunu anlatmaya çalışmıştır. İyi bir film veya roman seyirciye hissettirmeden olayların doğal akışını, sebep ve sonuçlarını da anlatabilen bir yazıdır, bir filmdir. Ocakmedya’nin okuyucu sorunu yoktur. Koru dahil bütün yazarlar yalnız film seyretmektedirler, roman okumaktadırlar. Neden eski Türkiye yeni Mısır’da bu böyledir? Bunları tahlil edip seyircilere duyurmalıdırlar. Seyirci olduğu kadar seyrettiğini tahlil edip sebeplerini, tarihi, oluş şeklini de bildirmiştir. Yeni yazarlar kendilerini böyle geliştirmelidir.
    Bitmedi. Peki bir topluluk bu durumdan nasıl kurtulur?
    Tespit, sonra teşhis, sonra tedaviye sıra ile gidilir. Yazarlar alimlere danışıp tedavi yollarını ortaya koymalılar. Yazar tedavi yolunu kendisi bulamaz. Ancak alimlerin bulduklarını alimlere bildirir. Alimler de halka doğrudan bir şey anlatamazlar. Yazarlar elektrikteki trafo gibidirler. Yüksek gerilimi kullanılabilir hale getirirler.
    Yazarların görevi burada bitmemiştir. İlim adamalarının ortaya koyduğu ve yazarların halka götürdüğü çözümleri uygulayacaklarının karşılıksız tanıtımını, reklamını yaparlar. Böylece basın yayın hayati fonksiyonunu ifa etmiş olur. Bugün dolaylı veya dolaysız Sermaye’nin sömürüsüne hizmet etmenin dışında bir iş yapmamaktadır.
    AK Parti böyle bir basını destekleyeceğine Sermaye’ye hizmet eden basını alıyor. Ona hizmeti daha güçlü yapabiliyor. On bin ortaklı Ar-Ge ortaklığını kurduğumuz zaman bunun böyle bir dergisi olacaktır.

    • Sn Karagülle, elektronik çağda yaşıyoruz. Film de iletişimin ve kitleleri etkilemenin (eğitimin) önemli bir parçası. Tarihinizle organize bir teşekkül olduğunuz belli. On bin ortaklı Ar-Ge ortaklığı sistemini bir anlatın-böyle bir şey birçokları gibi benim de ilgi alanımda. “…kurduğumuz zaman bunun böyle bir dergisi olacaktır” diyorsunuz. Dergi klasik bir konu, yine de hiç yoktan iyidir ancak buna ilaveten film(ler) yapmak ta önemli. On bin ortak az mı? -parası olan becerisi olan katılır her konuda büyür ve hatta gün gelir üretime de geçer. Ancak idealizm ve ülke-yararlı nitelikli gibi görünen bu tür konularda kötü tercübeler de çok olmuş olduğu için yeni projelere güven duygusunun tekrardan tesis edilmesi pek kolay olmasa gerek. Malum, “sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer” diye atasözümüz var zihinlerde. Herşeyden önce ülke-yararlı olmasına dair güven gerekir derken bunun şeffaflıkla beslenmesi olmazsa-olmaz bir şart; kendi kendini denetleyebilen ve birkaç kişinin tekeline kalmayacak bir sistem. Sorgulanması gerektiğinde bunun kutsallıkla örtbas edilemeyecek veya baskı altına alınamayacak, hesap-verebilirlik niteliğini kendi içinde barındıran bir sistem. Başka bir deyişle, temeli “Akıl-İman Sentezi”ne dayalı bir sistem….

Yoruma kapalı.