Yıllar önce, bir yayınevinin, bazı dünya klasiklerini yayımlarken, eserlerin bazı bölümlerini sansürlediği ortaya çıkmıştı. Yayıncı, o bölümleri kendi ahlak anlayışına uygun bulmamış…
Konu gündeme geldiğinde, “O kitapları yayınlamaya mecbur musun arkadaş; yayınlayacaksan sansürlemeye ne hakkın var” diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Dünya klasikleri, bildiğim kadarıyla, o dönemde de belli başlı yayınevleri tarafından tam olarak yayınlanmaktaydı ülkemizde.
Sansür konusunu benim aklım hiç almaz.
“Bu konu da nereden çıktı?” diye düşüneceklere savunmam şu olacak: Ülkede, şu sıralarda, belli görüşleri beğenmeyip onlara sahip olduklarını işittikleri kişilere sansür uygulanmasını isteyen, hatta ilgili yerlere resmen şikayet edip haklarında hukuki süreç başlatılmasını bekleyenler çıkıyor…
Ve ben de, günlük okumalarım sırasında bir dergide karşıma çıkan mülakatta okuduklarımla, bu günleri karşılaştırıp, ülkem adına rahatsızlık duyuyorum.
Mülakat İngiltere’de Pazar günleri çıkan Observer gazetesinin ‘The New Review’ dergi ekinde yayımlandı. Derginin yazarı Anthony Cummins Bulgar romancı Georgi Gospodinov ile, onun İngilizceye yeni çevrilmiş bir romanı üzerine yapmış bu mülakatı.
Gospodinov, eserleri 20’den fazla dile çevrilmiş bir edebiyatçı. İngilizler onu geç keşfetmiş, ancak o ülkedeki en önemli edebiyat ödülü olan Booker ödülüne geçen yıl onun bir eserini layık görmüşler.
Eser vermeye, Bulgaristan Sovyet etkisi altında kalmaktan uzaklaşınca başlamış Gospodinov ama, romanlarında o dönemin sıkıntılarını da hissettirmekteymiş.
Mülakatı okurken ilginç bir anekdotla karşılaştım.
Gospodinov bir eserinde Mario Puzo’nun ‘Baba’ (The Godfather) romanından erotik sayılabilecek bir parçayı da alıntılamış.
Filme de çekildiği için dünyanın dört bir tarafında bilinen bir romandır ‘Baba’…
İspanya’da Gospodinov’un eserini kendi diline çevirme görevini üstlenmiş olan tercüman, yazara e-posta göndererek, bir şaşkınlığını paylaşmış. Tercüme yaparken o alıntıyı ‘Baba’ romanının İspanyolca çevirisinden aynen aktarmak istediğinde, çeviri kitapta o bölümü bulamamış. İspanya’da Franco hüküm sürerken, onun görevlendirdiği sansürcüler, Baba romanındaki o bölümü sakıncalı bulup çıkarttırmışlar çünkü.
Bir yandan “Bizdeki komünist rejim Franco’nunkinden daha açık bir rejimmiş” diye alay ederken, bir yandan da “Benim kitabımın İspanyolca tercümesinde Baba’nın o bölümü sansürsüz biçimde yer aldığı için İspanyollar ilk kez o kayıp satırları kendi dillerinde okuyabildiler” diye sevincini ifade etmekte Gospodinov…
Sansürcülük alay edilecek bir şey.
Mülakatı yapan gazeteci Anthony Cummins, Gospodinov’a bir devam sorusu sormuş:
“Bulgaristan yazmak için nasıl bir ülke?”
Cevap şu:
“Öyle bir ülke ki, komünist dönemden kaynaklanan sessiz kalma kültürü sebebiyle anlatılmamış pek çok hikaye olduğu için capcanlı; çünkü o dönemde ne düşündüğünü söylememek daha güvenliydi.”
Dönüp dönüp bir daha okudum yukarıdaki cümleyi.
Ne düşündüğünü söylememek, başına iş açılmaması için…
İnsanların anlatacak çok şeyi olduğu halde, başa iş açılmasın diye susulduğundan, anlatılmak istense de o şeyler anlatılamıyor…
Uzun yıllar Bulgaristan’da hüküm süren sistem bunu gerektiriyor…
Sistem değişip rejim yıkılınca, bastırılan ne varsa anlatılmaya başlanıyor…
Yani?
Sansür hiçbir şeyin üstünü sonsuza kadar örtemiyor; gizlenmek istenenler bir gün gelip anlatılıyor…
Gospodinov’un İngiltere’de Booker ödülüne layık görülen ‘Time Shelter’ romanı ‘Zaman Sığınağı’ adıyla Metis Yayınevi tarafından dilimizde de yayımlandı.
Dünyadaki gelişmeler yüzünden endişelerinin arttığı, Trump’lı, Brexit’li günlerde yazılmış roman. Bir konuşmasında, o günlerdeki hislerini “Geçmişin canavarı hakkında bir roman yazmak istedim, çünkü şu anda popülist siyasetin bize geçmişin boş çekleriyle ödeme yaptığını görebiliyoruz” sözleriyle ifade etmiş Gospodinov…
İlk romanı ‘Physics of Sorrow’ (Hüzün Fiziği) ile hayat hikayesi ‘The Story Smuggler’ (Hikaye Hırsızı) ise dilimize çevrilmeyi bekliyor…
Georgi Gospodinov Sofya’da yaşıyor…
ΩΩΩΩ