Dün üçüncü yıldönümü vesilesiyle bir kez daha hatırladığımız 15 Temmuz hain darbe girişimi millete karşıydı ve milletin topyekün karşı duruşu sayesinde püskürtülmüştü. Bunun en canlı tezahürünü darbe girişiminin hemen ardından Yenikapı’da düzenlenen muhteşem kalabalıkla yapılan mitingde görmüştük.
İktidar ve muhalefet ayrımı olmaksızın bütün siyasi eğilimler, lider düzeyinde olduğu kadar katılım açısından da, sonradan ‘Yenikapı ruhu’ diye adlandırılan bir anlayışı meydana taşıyan o mitingde yer almıştı.
Uzun sürmedi, zaman içerisinde, partiler, yine bildik rekabetçi ve rakiplerini yaralayıcı söylemlerine geri döndüler. Ruh yine ortadan çekildi.
Siyaset böyle bir şey işte; milletin farklıları buluşturup birleştirdiği zemin bile uzun süreli olamıyor. Siyasi hayat içerisinde yer alan kişiler ve partiler birbirlerinden ayrıştıkları noktaları vurgulayarak halktan oy almayı kendileri açısından daha uygun görüyorlar. Liderler tabanlarının ayrıştırma yoluyla sağlamlaşacağı, hatta daha genişleyeceği inancıyla bunu yapıyorlar.
AK Parti’nin her seçimde oyunu artırdığı dönemde tercih ettiği suçlayıcı, karşısındakini küçümseyici ve rezil etme amaçlı dil ile aynı dönemde muhalefetin ona aynı dille karşı çıkışını hatırlayalım.
O dil bugünlerde değişeceği işaretlerini veriyor.
Bir yazı okudum ve üzerinde düşündüm
Konu üzerinde düşünmemi sağlayan Habertürk’ün sitesinde bu sabah okuduğum Muharrem Sarıkaya’nın yazısı oldu. CHP ve AK Parti’de iyi kaynakları bulunan Sarıkaya, yazısında, iki partinin son günlerde temel konulara yaklaşımında benzerlikler bulunduğu tespitini paylaşıyor.
CHP, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bizzat yaptığı açıklamayla, başkanlık sistemini tartışmaya hazır olduğunu duyurdu; AK Parti’den gelen “Sistemde revizyon yapılabilir” çıkışlarına paralel olarak… Bunu yine Kılıçdaroğlu’nun S-400 alımında hükümete destek veren sözleri izledi. CHP’nin sivri dilli bilinen grup başkanvekili Özgür Özel de, Kılıçdaroğlu’nun daha önce “Bir tiyatroydu” dediği 15 Temmuz darbe girişimi için “Hayır, tiyatro değil, kanlı bir darbe girişimiydi” görüşünü partisinin yeni tavrı olarak gündeme taşıdı.
İYİ Parti’de de dili yumuşatma yönünde çabalar varmış…
Muharrem Sarıkaya bu gelişmeyi dört yıl sonra yapılması gereken seçimin tarihinin erkene alınabileceği veya bir referandumun gündeme gelebileceği beklentisine bağlıyor. Yeni dönemde seçimlerde başarılı olabilmek için ittifaklar kurmak zorunluluğunun partileri buna zorladığını belirtiyor.
Doğru tespitler bunlar.
Ancak tahlilin eksik bir yönü de var.
Galiba esas uyandırıcı etkiyi siyasi hayata girmeye hazırlanan yeni oluşum sağlamış bulunuyor. 20. yüzyılın şartlarını üzerinde taşıyan bir siyaset anlayışı yerine doğrusu ve eğrisiyle 21. yüzyıl değerlerini mercek altına aldığını düşündüren ve geniş tutulmaya çalışılan kurucu kadrosu için temas edilen kişilerin özellikleri yüzünden genelgeçer ayrıştırıcı dile yüz vermeyeceği tahmin edilen yeni oluşum, mevcut partileri de durumlarını gözden geçirmeye mecbur bırakıyor.
Özellikle de muhalefet kesimini…
Yeni oluşum için kolları sıvadığı bilinen kadronun çekirdeğinde vaktiyle AK Parti içerisinde siyaset yapmış isimlerin bulunması, bazı yorumcuları ve bu arada iktidar partisi ile destekçilerini, rahatsız etti. Hatta bunlar arasında, bazıları, yeni oluşumun CHP’nin işine yarayacağını ileri sürdüler. [Benzer yorumlar benim yeni oluşumla ilgili yazılarımı okuyup altına kendi görüşlerini yazan bazı okurlar tarafından da yapıldı, yapılıyor.]
Araştırmalar, yeni bir partiye olan ihtiyacın iktidar-muhalefet ayrımını ortadan kaldıracak bir geniş tabanda duyulduğuna işaret ediyor. AK Parti’yi desteklemiş, ama şimdilerde bu konumlarını gözden geçirenler kadar, geleneksel olarak muhalefet partilerine oy verdikleri halde onları yeterli bulmayanlar da kendilerine yeni bir parti arayışı içerisindeler.
Hiç de azımsanmayacak oranda insan, siyasi zeminin her kesiminde, yeni bir temsiliyete ihtiyaç duyuyor.
Doğruya doğru, yanlışa yanlış demek
Bunun farkına ilk varanın muhalefet partileri olması hiç de şaşırtıcı değil. AK Parti son yıllarda dikkat çeken lüzumsuz kendine güven içerisinde olan biteni doğru tahlil edemiyor ve sergilediği yanlışlarına yenilerini ekleyerek yoluna devam ediyor. Adeta yanlışa ayarlı bir parti görüntüsünde AK Parti. Muhalefet ise, iktidarın yanlışlarından sürekli yararlandığı ve özellikle İstanbul seçimi sayesinde kazandığı özgüvenle geleceğe umutla baktığı için, esas rekabetin nereden geleceğini hesapta zorlanmıyor.
Zorlanmıyor, ama o da “Dilimi düzelteceğim” derken kendisini politikasızlığa mahkum etme tehdidi altına düşebilir. Dilin ayrıştırıcı olmaması elbette yeni dönemde başarılı olmak için önemli; ancak ayrıştırıcı olmamak iktidarın her politikasına sahip çıkmayı gerektirmez.
Ülke siyasi hayatına yeni bir partiyle katılmaya hazırlananların da bu gelişmeden çıkarmaları gereken dersler var. Biri şu: Oy almak için doğrulardan fedakarlık etmek, yanlışlara sahip çıkmak veya haksızlıklar karşısında susmak gerekmiyor; tam tersine, her zaman ve her zeminde, gerçek neyse onu halkla hiç tereddütsüz paylaşmak şart.
Girmeye hazırlandıkları dönemin taşları daha partileri kurulmadan döşenmeye başladı ya, yeni oluşum için yola çıkanlar sevinebilirler.
ΩΩΩΩ
Türkiye’de kurumsallaşmış bir ‘üst akıl’ yok. 2.Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan soğuk savaş döneminde, ABD’nin öncülüğünde çeşitli ülkelerde oluşturulan asker ağırlıklı ve ‘komünizmle mücadele’ amaçlı Gladyo tarzı yapılanmalar ‘derin devlet’ değildir, ‘üst akıl’ ise hiç değildir. (Merhum Prof. Mahir Kaynak bu oluşumları ‘derin çete’ olarak tanımlamıştır.)
Milli (ulusal) bir ‘üst akıl’ niçin gereklidir ? Hemen her toplumda dini, milliyetçi ve siyasi ideolojik kamplaşmaların olması sosyolojik bir gerçekliktir. Bu farklı grupları oluşturan şey, akılcılıktan ziyade duygusal aidiyet ihtiyaçlarıdır/dürtüleridir. Eğer bu farklılıklar milli çıkarlar doğrultusunda optimize edilemez ise siyasi ve toplumsal çatışmalara neden olmaktadır.
Dış politika stratejik tercihleri, eğitim sistemi, kalkınma modeli ve siyasi rejim tercihleri ‘üst akıl’ tarafından milli (ulusal) mutabakat ile partiler üstü olarak belirlenmelidir. Seçilmiş siyasiler bu politikaları kendi yöntemleri ile uygulamalı ve dışarıdan müdahale yapılmamalıdır. Bir siyasi lider en çok bir astronot gibi değerli olabilir. Fakat bir astronot uzay aracı tasarlayamaz, yörüngeye oturma hesapları yapamaz. Uzay aracını tasarlayan da astronot olamaz.
Dindar ve laik kesimlerin sağduyulu unsurlarının küresel çaptaki gönüllü temsilcileri ‘üst akıl’ da birleşmelidir. Doğruları artırmak ve yanlışları azaltmak ana ilke olmalıdır. Suriye sorunu, eğitim sistemi ve yönetim şekli acil öncelikli konulardır.
Üst aklın nasıl oluşturulacağına gelince … Üst aklın nasıl oluşturulacağının bir formülü olsa ona ‘üst akıl’ denmez zaten. Bir şekilde bunu becermemiz gerekiyor.
Sayın fehmi bey siz her kişi ile irtibata geçebilecek itibara sahipsiniz, lütfen allah aşkına söyleyin bizi bir daha kandıracaklar ise gelmesinler, üretimimizi (en azından tarım) yükseltmeyip düşürecekler ise gelmesinler, evrensel değilde kendilerine göre hukuk işletecekler ise gelmesinler, dünya baronlarının emrine girecekler ise gelmesinler, içlerinde zerre miskal ahiret inancı var ise bizi bir daha kandırmasınlar. Bıraksınlar elimiz gitmeye gitmeye Chp ile devirelim düzeni onlarda aynısını yapar ise hiç değilse nede olsa Chp deriz, zira bir hayal kırıklığı na daha tahammülümüz, takatimiz KALMADI
Yazıdan çok yorum var..
kimsenin önemli bir işi yok ve ailesi hakkında bu kadar dusunmuyor, herkes siyasi..
Meydandaki bayraklı vatandaşlara bir baksana asıl onların işi gücü yok..
Alper bey,durup dururken yorumculara laf atanların boş iş yaptığını düşünüyorum.Beğenmiyorsanız okumaz geçersiniz,tafranın ne anlamı var şimdi?
Ülkedeki sorunların her birinde ekonomik geri kalmışlık en büyük faktörlerden biri. Ekonomisini toparlamış bir Türkiye birçok sorunlarını daha kolay çözer. Bunun için kaynak yaratması ve mevcut kaynaklarını israfa/lükse kaçmadan ve ekonomik önceliklerine göre kullanması şarttır. Aksi halde kararlılığını günden güne kaybetmekle, mevcut sorunların ciddiyet boyutu artacağı gibi yeni sorunlar ilavesiyle daha kötü durumlarla karşılaşacaktır. Adalete dayalı (kansız belasız) 600 yıllık yönetimizin olduğu, içinde bulunduğumuz coğrafyada Musul-Kerkükteki petrol kaynaklarından hakkımızı almış olsaydık şüphesiz gelişmemize büyük katkısı olurdu. Bu aynı zamanda bu petrol kaynaklarnın bölgede daha hakkaniyetli kullanılmasına ve korunmasına yardımcı olurdu.
Tabi kaynakların çevresindeki bölgesel halkların/ülkelerin tabii kaynaklarda bugün eskisinden daha fazla hakkı vardır. Bu konuda internette biaz araştırma yaptım. Bunun belli ölçüde paylaşımı sürdürülebilir gelişim kuralları arasındadır. Bu durum sosyal sorumluluk çerçevesinde bütün dünyanın kabul ettiği bir “norm” haline gelmiştir. Tabi kaynakları çıkaran bu hakkı elde eden büyük büyük firmalar da bu görüşe gelmiş durumdalar. Eskiden buna aldırış etmiyorlardı kaynakların ekonomisini o bölgeden naklederken bunun artıklarını/çöpünü bölgeye bırakıyorlardı. Ortadoğunun çöpünü neticede kana da buladılar. Zaten savaş halindeydik. Biraz daha gayretle bu petrol kaynaklarından payımızı alamamış olmamız o dönem liderliğinin sosyo-ekonomik sorumsuzluğuna verilebilir. Başka ülkeler bunu allem ederek gullem ederek diplomasi dahil her yolu deneyerek bunu başarabilmişken bizler onların bu arsızlıklarına sadece “iğrenç emperyalist” demekle yetindik. Akdeniz ve Egede yaklaşık olarak 4000 km sınırımız olduğu gerçeğinden çıkarak bu bölgeden hem Kıbrıs ve hem de Anadolu olarak hakkımız olduğu kesindir. Bu konuda haklı ve payımız olduğunu komşu ülkelerin ve Birleşmiş Milletler topluluğunun bilincinde olması gerekir. Hakkımızı her platformda savunmalı ve hassas bir diplomasiyle bunu komşularımıza ve bütün dünyaya anlatabilmeliyiz.
Madem muhalefetin ve iktidarın dili birbirine göre yakınlaşıyor, İstanbul’da daha önceki ilk seçimlerden hemen sonra Sn Erdoğan’ın siyasi farklılıkları bir kenara bırakıp milli mutabakata gidilmesi konusu gündeme gelmiştir. Ancak partizan siyasi hesaplara kendilerini kaptıran aktörler gündemi değiştirmeyi başarmışlardı. 15 Temmuz yıldönümünde tezahür eden ortak hisler bir fırsat teşkil eder de bu işi tetikleyip hızlandırabilirse bu durum ülke-yararlı bir sürecin başlangıcı olabilir. Dışarda aleyhimize gelişen durumlar zaten bunu gerektiriyor. Gerek S-400ler ve ABD’nin buna karşı tutumu ve gerekse AB’nin Akdenizdeki tabi kaynaklara ilişkin tutumu Türkiye’yi köşeye sıkıştırma amaçlı. Dış ilişkilerde daha önce yapılan hatalara rağmen zaman birlik-beraberlik zamanı. Başka çaremiz de pek yok. Dikkatle seçilmiş yeni sloganlarla dünyaya mesaj verme/haykırma zamanı gelmiştir. Bunu nasıl yapacağımız çok önemli.
Akdeniz konusunda haksız değiliz. Yıllardır AB’ye girmeğe çalıştık. Siz hazır değilsiniz, zaten Avrupa coğrafyası dışındasınız dediler. Birliğin kurulmasından önceki Ortak Pazar sürecinde daha önce öyle demiyorlardı. Sonra bir baktık aynı coğrafya dışındaki Kıbrıs Rumlarını pat diye AB’ye alıverdiler. Denizaltındaki tabi kaynaklar nedeniyle aldıkları besbelli. Hatırlanırsa, İsrail’le ilişkiler bozulduğunda İsrail’in ilk yaptığı iş buna misilleme olarak Kıbrıslı Rumlar’a gitmek ve onlarla ortak ekonomi projeleri başlatmak oldu. En azından siyaseten, Ruslara ve Çin’e ne kadar güvenebiliriz belli değil. Diplomasine çok dikkat edilmesi gereken bir döneme girildiğine şüphe yok. Partizanca/(veya Yeni Zelanda’daki camiye terör saldırısında olduğu gib tipik Erdoğanca) hamasi bağırış gürültüye kaçarsak karşıdan “hamsi” muamalesine tabi tutulma ihtimalimiz yüksek. Bu dönemde ana muhalefet-iktidar millet-cumhuriyet tek vücut halinde dikkatlice hareket ederse işlerimiz ve ülke olarak kendimizi ifade etmemiz kolaylaşacaktır.
Akdeniz ve Ege’de petrol/doğal gaz potansiyeline el koymağa iştahları yüksek olmalı. Bunu daha önce Musul ve Kerkük kaynaklarında olduğu gibi bize yaratmama konusunda politikaları deneyeceklerine şüphe yok. Rumlara çalışan ilgili petrol arama şirketleri “emperyalizm”in sembolik temsilcileri. Bu büyük şirketler ilgili devletlerin siyasal mekanizmalarını bize karşı harekete geçirebilecek arsızlığa sahipler. Dünya’da nerede tabii kaynak varsa onlar orada (geleneksel olarak orman kanunlarının hakimiyeti onlarda olduğu için her türlü kirli politikayı deneyeceklerdir). Türkiye devlet-millet olarak tek vücut olmak zorunda. Ancak bu şekilde olursa bu konuda dikkate/kaale alınma şansımız artacaktır.
Ülkedeki sorunların her birinde ekonomik geri kalmışlık en büyük faktörlerden biri. Ekonomisini toparlamış bir Türkiye birçok sorunlarını daha kolay çözer. Bunun için kaynak yaratması ve mevcut kaynaklarını israfa/lükse kaçmadan ve ekonomik önceliklerine göre kullanması şarttır. Aksi halde kararlılığını kaybetmekle, mevcut sorunların ciddiyet boyutu artacağı gibi yeni sorunlar ilavesiyle daha kötü durumlarla karşılaşacaktır. Yönetim olarak 600 yıllık hakimiyetimizin olduğu içinde bulunduğumuz coğrafyada Musul-Kerkükteki petrol kaynaklarından hakkımızı almış olsaydık şüphesiz gelişmemize büyük katkısı olurdu. Bu aynı zamanda bu petrol kaynaklarının bölgede daha hakkaniyetli kullanılmasına ve korunmasına yardımcı olurdu.
Şahsen konuya bir genç olarak farklı bir bakış açısı ile yaklaşmak istiyorum.şuan ben ve benim gibi bir çok genç ya işsizler yada çok kötü şartlar altında ki işlerde çalışmak zorundalar.gençlerin en büyük kaygıları iş bulmak işsizliğin bu kadar tavan yaptığı bir dönemde kendilerine istihdam sağlayacak yeni bir nefes ve oluşum arıyorlar.
Ülkemiz içerisinde ki ekonomik şartlar göz önüne alındığı zaman artık kuru kuru x parti’den bir kişiyi kimse desteklemiyorlar yeni bir oluşum kuracak kişilerin gençlere kulak vermesi hatta gençler ile birlikte çalışması kendi yararlarına olacaktır.
Bazı kişiler sürekli Fetö’nün siyasi ayağından bahsederler.Bununla da genellikle Ak Parti’yi ima ederler.
Bazı Fetöcüler de utanmasalar Ak Parti’ye dönüp,”Bizim bir kabahatimiz yok,bizi siz palazlandırdınız” diyecekler.
Siyasi ayak iması Ak Parti açısından tutmaz.Çünkü Fetö ile Erdoğan kadar amansız şekilde mücadele eden başka bir siyasetçi olmadığını herkes kabul eder.Fetö’nün hedefinde Erdoğan’ın olduğu,15 Temmuz’da O’nu öldürmeyi planladığı da bilinen bir husus.Dolayısı ile siz Fetö’nün en büyük düşmanına siyasi ayak imasında bulunursanız gülünç olursunuz.
Öte yandan Fetö,Özal,Demirel ve Ecevit’ten yakınlık görmüştür.Bir seçimde Ecevit’in
DSP’sini desteklemiş ve bazı adamlarını oradan vekil seçtirmiştir.Ak Parti’den,
CHP’den de Fetö ile yakınlığı bilinen vekiller olmuştur.Bazı partilerdeki danışmanlar da Fetö’den yargılanmışlardır.
Yanılmıyorsam mahkum olanlar da var.
Bir partide fetöcü bir danışmanın veya bir kaç vekilin bulunması o partiyi Fetönün
siyasi ayağı haline getirmez.
Ancak bir parti,Cemaat olarak bilinen bir
yapının Fetö olduğu anlaşıldıktan sonra
Fetö ile işbirliği içine girerse,fetönün
kasetlerinin yayıncısı haline gelirse siyasi ayak şüphelerini üzerine çeker.
Ayrıca Baykal’ın bir kaset operasyonu ile gönderilmesinde Fetö’nün parmağının
olduğu anlaşılmıştır.Bu olay da düşündürücüdür.
Dünden beri yorum gönderemiyorum. Gönderebilsem Sayın Koru’ya “bu yapının siyasi ayağını da yazabilir misin” bununla ilgili de yakında bir değerlendirme bekliyoruz diyecektim… Sahi yazar mısınız…
Her ne kadar siyasi ayağı henüz bulunamamış olsa bile…
Ben yeni parti hakkındaki görüşümü tekrarlayım:Babacan’ın kuracağı parti
CHP seçmeninden oy alamaz;velev ki
kurucuları arasında bazı CHP’liler de bulunsun.CHP seçmeni oyunu CHP’ye
verir.
Öte yandan cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi,CHP’li birinin
cumhurbaşkanı olmasını imkansız hale getirdi.Ancak CHP,bütün muhalefetle birleşerek Abdullah Gül gibi,Ali Babacan gibi bir (eski) Ak Parti’liyi ortak aday olarak gösterirse böyle bir aday 2023’te iddialı olabilir.Çünkü Erdoğan da zaten %52 ile seçildi.Az bir oy kayması dengeleri değiştirebilir.
Bir zamanlar CHP’nin “Umudumuz Ecevit”
şeklinde bir sloganı vardı.Şimdi bunu
“Umudumuz Eski Ak Partililer” şeklinde revize etseler iyi olur bence.CHP işi biraz da içselleştirip ikinci bir Ak Parti haline gelirse şahsen bundan rahatsızlık duymam.Bunu da Ak Parti’nin başarı hanesine yazarım.
Yorumumun ilk paragrafı ile sonrakiler arasında bir çelişki olduğu zannedilmesin.
Tekrar edeyim:
1.Milletvekilliği seçimlerinde CHP parti olarak ortada dururken,CHP seçmeni Babacan’ın partisine zırnık oy vermez.
2.CHP,cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir CHP’liyi değil de Gül veya Babacan’ı aday
gösterirse CHP seçmeni elmahkum bunlara oy verir.
3.CHP seçmeni geçtiğimiz milletvekilliği seçimlerinde barajı aşması için HDP ‘ye
oy vermiştir.Bunda başarılı da olmuştur.
Zaten son tahlilde HDP’ye verilen oylar
CHP’ye verilmiş gibidir.En azından Ak Parti’ye vereceği zarar açısından aynı sonucu doğurmuştur.
Uslup cok onemli
Yeni siyaset
İmamoğlu’nun 800 bin oy farkla seçilmesi Türkiye’nin en büyük kazanımı olmuştur. İstanbul, dolayısıyla Türkiye siyasilere şunu söyledi 1973’e dönünüz. Tüm partiler parti olarak kalsınlar, herkes oy almaya çalışsın ama hükümette bütün partilerin yeri olsun. Milli mutabakat hükümeti oluşsun. Partiler programlarını kendi bakanlıklarında uygulasınlar. Fiilen yarışsınlar.
Akevler’in katkıları ile Milli Görüş’ün siyaseti bu olmuştur. CHP ile koalisyon yaptık. MHP ile milli ittifak yaptık. ANAP’ı biz kurduk. AK Parti Milli görüş partilerinin %22 oyuna diğer partilerin oylarını da birleştirerek % 40 ile iktidar oldu.
Cumhur ve Millet ittifakları ile ülkenin eşit oranlarla iki görüşte birleştiği görülüyor. CHP büyük şehirleri almıştır. AK Parti ile uzlaşmadan hiçbir şey yapamaz. AK Parti büyük şehirleri kaybetmiştir. Halk Partisi ile uzlaşmasa o da eriyip gider. Gelin, Adil Düzen’de birleşin. Erdoğan’ın. Erbakan’ın mezarını ziyaret etmesi, CHP’nin İmamoğlu’nu aday göstermesi 73 ruhunun canlanmakta olduğunu gösterir.
Akevler yarım asırdır, Adil Düzen üzerinde İslami çalışmalar yapmaktadır. Akevler’de uygulama denemelerini yapmaktadır. Dünyaca meşhur profesörler Akevler’de yetişmiştir. Akevler elli yıl dışlanmıştır. Çalışmalarını bu sayede tamamlamıştır. Artık beka sorununu çözmek için el ele verme zamanı gelmiştir.
Sorunlarımız vardır. Bunlar:
1- Dış borçlar
2- Enflasyon
3- Ordumuza saygısızlık
4- Hakimlerin adil ama yargı sisteminin kötü olması
Akevler bunların nasıl çözüleceğini tespit etmiştir. 1973’te olduğu gibi Akevler’in ilmi çalışmalarından Türkiye yararlanmalıdır.
Ilave: Kılıçdaroğlu”nun başkanlık sistemi tartışmaya açılabilir ve S 400’e vermiş olduğu desteği ile iktidarın, “sistemde gidilebilir” açıklaması “amir gücün” yeni sistemin başarısız olması ve yeniden parlamenter sisteme dönüşün gerçekleşmesi adına siyaset üzerindeki etkisi olsa gerek.
Ihtimal, parlamenter sisteme yeniden dönüş kararlılığı ve S 400’lerin pasif konuşlandırılması karşılığında olası ABD yatırımları da hafif ve yüzeysel gerçekleşebilir.
Türkiye’nin “eksen kayması” ve Doğu ile Batı bloku arasındaki salınımı tartışmaları da bir başka bahara kaldı galiba.
Cümle içerisinde …”sistemde revizyona gidilebilir” olacak
Demek birileri siyasi kulvarda verilen fetvaya uymaya başlamış “Doğrucu Davut”
İktidarın her yanlışını görmemek,susmak,dillendirmemek,hatta gerekirse yalan söylemek”yok öyle şey”demek.Var olanı örtmek,gerçeği doğruyu kapatmak.Bu olmuyorsa doğruyu söyleyeni örselemek,sarsmak,haddini bildirmek.Yok gene olmuyorsa icabına bakmak.İşte tarifi bu olsa gerek doğrucu Davut’un başına gelen. Zalim bendense ben zalimden değilim.
Önemli olan iktidara gelmek mi?Herşey iktidar için mi yani?Dünkü Ocak medya’da Adelina hanım’ın çarpıcı, bir o kadar da iç yakıcı yazısına dair Özgür Özel bey’in yorumuna bir yorumcu arkadaş haklı olarak ” Siz ayakta mı uyuyordunuz?” kabilinden sitemde bulunmuştu.Herşey olup biterken CHP de herkes gibi ayakta uyuyor yani.Chp.nin toplumsal uzlaşma zeminini sağlamak adına laikçi söylemlerden,kavgacı,çatışmacı dilden uzak durmasını,Kılıçdaroğlu’nun birkaç yıldır İyi parti,Saadet Partisi’yle yakın diyaloga girmesini,hak-hukuk,demokrasi söylemlerini kendi adıma önemsemiş ve burada da birkaç kez yazmıştım.Ama gelinen noktadaki ” herşeye eyvallah” anlayışıyla söylem farklılaşması beni CHP hakkında Fehmi bey gibi düşünmeye itiyor.Samimiyeti sorgulatıyor.Vatana hizmet için illa da iktidar olmak ,iktidar olmak için de yanlışları sahiplenmek gerekmiyor. Düzgün,tutarlı,hakkaniyetli söylemlerle toplumsal uzlaşma,huzur zemini için yapacağınız her katkının hizmet anlamı olur.Ancak toplumsal gelişmeleri takipsiz,sadece iktidar olmak için doğan boşluklardan istifade mantığıyla tavır değişikliğie gitmenin bu vatana bir faydası olmaz.Chp.nin bu anlayışla bir sonuç alamayacağını düşünüyorum.Kendimden örnek vereyim; yerel seçimlerde CHP ye oy verdim,ama ilk seçimde vermeyeceğim.Doğruyu,yanlışı hakkıyla görmek ve her daim Hakkın yanında olmak lazım; yeni partinin bakış açısı da bu olursa kazanır.Umarım söylemlerine dikkat ederler…
Bu arada yazılan yorumları göndermek zor oluyor.
Bahsettiğiniz makalede vekil Özgür Özel diye yazdığınız kişi, vekil ile sadece isim benzerliği olduğunu belirtmiştir. Yazıyı düzeltmenizi umuyorum.
Gördüm ve beyan üzerine düzeltiyorum.Fakat bu sonucu değiştirmiyor; zikredilen konuya ilişkin CHP nin iktidarı önlem ve tavır almaya sevkeden bir muhalefetine en azından ben şahit olmuş değilim.Saygılar sunarım.
Bu henüz erken bir tesbit; yeni oluşumun daha oluşum aşamasında olduğu, etkilerinin ortaya çıkması için kurumsal yapısını tamamlaması, duyurulması gerektiği, bir resmi açıklama yapılmadığı halde bile, iddia edilen siyaset üzerindeki etkisini göstermesi; bence erken vakitte yapılan iyimser bir yorum Sn. Koru’ ‘nun ki.
Yeni oluşumun sahne alması elbette siyaseti ve mevcut siyaset yapıcıları ile partilerini, kullana geldikleri dili etkikeyecektir ama henüz erken…
2016 Yenikapı’dan itibaren, 19 Mayıs 2019’da Samsun’da, bütün siyasi liderlerin verdiği “birliktelik” fotoğrafı ve zaman zaman kullandıkları “birlik ve beraberlik” dili ile görüntüleri, bunu, onların bile isteye değil, aksine bunu onlara dikte eden “amir” bir saikin olduğunu salık veriyor bana.
Bu çıkarsamayı ben, melun darbenin 3. yıl dönümü olan dün, başkent Ankara’da yaptım ve de gözlemledim. Başka Illerde varmıydı bilmiyorum lakin olduğunu da tahmin ediyorum.
Resmi binalardan sarkıtılan dev Türk bayrağı yanında Atatürk”‘ün posterleri vardı ve hiç birinde cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’ın bir resmi yoktu. Subliminal mı dersiniz açıktan mı dersiniz, kamuoyuna bir mesaj gördüm ben.
“Bir milletin yeniden dirilişi, varoluşu” diye nitelenen ve 15 Temmuz’da “baş kahraman” olarak nitelenen Erdoğan’ a, hem de cumhurbaşkanı sıfatıyla, öncekilerinin aksine, resmi binalara asılan resimlerde yer verilmemesi, onun olmaması doğrusu bana çok manidar geldi ve bunu topluma verilmek istenen bir mesaj olarak algıladım. “Tamam, Erdoğan ve “dili” iktidar ama muktedir olan biziz” denircesine…
Sistem değişikliği, siyasette kartların yeniden karılıyor olması, İmamoğlu figürünün CHP’ye yamanması, Bahçeli’ ‘nin hala”urgan sallaması”, Öcalan’ın yeniden “mesaj üretiyor” olması, S 400’lerin ithalinin gerçekleşmesi, DİB’ nın aktivitesi (v.b.), 2002’den bu tarafa ancak bir “arpa boyu” yol aldığımızı gösteriyor.
Yeni oluşumun daha “ileri demokrasi” hedefi olmalı ve bunu deklare etmeli ki, bu, mevcut siyaset dilini de aktörlerini de ileriye taşıyacaktır, onları olduğundan daha çok etkileyecektir.
Yoruma kapalı.