You are currently viewing YSK ve yargı sınıfı: Adaletin kestiği parmak neden acımaz? Bu soru üzerine düşüncelerim…

YSK ve yargı sınıfı: Adaletin kestiği parmak neden acımaz? Bu soru üzerine düşüncelerim…

Siyasilerin derilerinin daha kalın olması, tahammül derecelerinin diğer insanlara fark atması beklenir. Mahkemeler bu yüzden siyasilerin birbirleri hakkında atıp tuttuklarına veya medyadan gelen aşırı eleştirilere karşı “Olabilir” havasındalar.

“Dün dündür” özlü sözü yalnızca bir dönemi simgelemiyor siyasette; en önemli siyasi kişilikler önceki söylemlerini bugün de kolayca değiştirebiliyorlar. ‘Dün’ eskiden bir-iki yıl öncesine ait olabiliyordu, şimdilerde gerçekten ‘dün’ söylenen ‘bugün’ terse çevrilebiliyor. Ara 24 saate düştü.

İtibardan daha önemli -hatta çok daha önemli- tercihleri olabiliyor siyasilerin… Hep kazanmak, sürekli başarı bu tercihlerde ilk sırada yer alabiliyor. Kaybettiklerinde sendelemeleri biraz da bu yüzden. Yenilgiyi kabul edememek, yenildiğinde koltuğunu kolaydan terk etmemek siyasetin doğasına çok aykırı değil. Ayrıca hep yenecekleri düşüncesiyle bıraktıkları eksik-gedikleri kapatmak gibi bir dertleri de olabiliyor siyasilerin…

Siyaset böyle, yargı ise…

Yargı ile siyaset arasında pek çok yönden fark var.

Devletin en önemli unsurlarından biri yargı, üçüncü kuvvet; ancak yine de devletin diğer kuvvetleriyle ilişkisi ‘bağımsız ve tarafsız’ olmasını gerektirecek biçimde. ‘İtibar’ ise yargıçların üzerine titredikleri ilk özellik olmak zorunda.

Yanlışların bolca yapıldığı dönemlerde, iş başında bulunan siyasi kadroların, yargının saygınlığını korumak gibi bir dertleri olduğunu davranış tarzlarından biliyoruz.

Askeri darbelerin ilki olan 27 Mayıs (1960) sonrasında siyasileri muhakeme etmek üzere kurulmuş olan Yassıada Mahkemesi yargı sistemi dışında özel görevli bir mahkeme olarak oluşturulmuştu. O mahkemenin işleyişi ve vereceği kararların halkın yargıya karşı beslediği olumlu hisleri sarsmaması için…

İstiklal Mahkemeleri ise isminde ‘mahkeme’ sözcüğü bulunsa bile aslında gerçek anlamda birer mahkeme değildi. Yargıç sınıfından olmayan siyasi isimlerden birer mahkeme heyeti oluşturulmuştu ve böylece yapılabilecek yanlışlıklardan gerçek mahkemelerin olumsuz etkilenmemesi amaçlanmıştı.

Sonradan ‘Üç Aliler Divanı’ diye anılan en ünlü İstiklal Mahkemesi’nin üç üyesinin (Kel Ali lakaplı Ali Çetinkaya, Kılıç Ali ve Küçük Ali) hiçbiri hukuk eğitimi almamıştı, siyasetçiydiler.

Bizde ve onlarda yargıç…

Bizde o sebeple başka meslek sahiplerinden farklıdır yargı sınıfına bakış. Ülkenin her yerinde ‘Hakim Bey’ ve ‘Hakime Hanım’ diye saygıyla anılır yargıçlar. Görev yaptıkları yerlerde kimselerle yüz göz olmamaları kendilerinden beklenir ve kahir ekseriyeti öyle de davranır.

Halk, kendisine ceza verdikleri de dahil, yargıcı gördüğü yerde önünü ilikler.

Saygının hep böyle kalması doğrudur.

Eskiden Osmanlı’dan devralınan geleneği sürdürürdü yargıçlarımız; padişahların da önünde kaftan iliklediği bir sınıfa mensup oldukları bilinciyle… Son yıllarda, adalet bakanlığı, mensuplarını, sistemlerini görüp değerlendirmeleri için başka demokratik ülkelere de gönderiyor.

Dünyanın başka yerlerinde de yargıçlara aynı türden itibar gösteriliyor.

ABD ve İngiltere kökenli filmler ve dizilerde herhalde gözünüze çarpıyordur. Yargı sınıfına olağanüstü değer verme, saygınlık gösterme oralarda da var. “Adaletin kestiği parmak acımaz” anlayışı her yerde sistemlerin lazımı gayrı mufarıkı (ayrılmaz parçası) gibi.

[Şu sıralarda 2000’li yılların başlarında çevrilmiş İngiliz dizisi ‘Kavanagh QC’ dizisini izliyorum. Yargıçlar, savunma ve iddia makamını oluşturan hukukçular peruk takıyor, avukatlar ve savcılar yargıca aşırı kaçacak saygıyı eksik etmiyorlar. ABD film ve dizilerinde de, çoğu aslında seçimle iş başına gelmiş -bir tür siyasi- olmalarına ve üstelik jüri sistemi de bulunmasına rağmen, o cüppeyi giydiğinde yargıca ‘kararı demiri kesecek güçte biri’ muamelesi yapılıyor.]

Bu noktaya kadar yazdıklarım, kendilerini yerel seçim sonrasında başlayan yeniden sayım furyasının tam ortasında bulan Yüksek Seçim Kurulu‘nu (YSK) aklımda tutarak sizlerle paylaştığım görüşlerimdir. Her biri mesleklerinde temayüz etmiş kıdemli yargıçlardan oluşan bir heyettir YSK. Anayasa onlara en geniş yetkileri tanımış, üstelik verdikleri kararların temyizi olmamasını da öngörmüştür.

YSK üyelerinin bu yetkileri kullanırken sorumluluk içerisinde davranacaklarına güvenmiştir sistem. Çok partili döneme geçildikten bugüne kadar da seçim güvenliğinden sorumlu olan yargıçlar ‘şaibe’ kokusu vermeyecek biçimde davranmışlardır.

Oylar sayılacaksa sayılsın, yeter ki…

Seçimlerden sonra oyların sayılmasının talep edilmesi siyasetin doğasına ters değildir, tam tersine böyle talepler siyasilere ters düşmez. Ancak, o süreci yöneten kurumun, YSK’nın, her şeyden önce mesleğin itibarını koruyacak biçimde davranması beklenir.

Meydanı siyasilere bırakmamalı YSK, sürecin sonunda ilan edecekleri tablonun, yargının tarafsız ve bağımsız olma özellikleri korunarak en sağlıklı biçimde alınmış bir karar olduğuna herkesi inandıracak tarzda davranmalıdır.

ABD’de yargıç makinada kullanılmış oy kartını büyüteçle kontrol ediyor.. Yıl 2000..

Dünkü yazımda benzer bir süreci 2000 yılında yaşamış ABD’de, bir yargıcı, elinde büyüteçle oy pusulası kontrol ederken gösteren bir fotoğraf eşliğinde “Keşke bizde de buna benzer bir fotoğraf görebilsek” temennisinde bulunmuştum.

O tür bir fotoğrafı şu günlerde görmeyi hala çok arzu ediyorum.

ΩΩΩΩ