Bazılarını bilinçaltları konuşturur.. Spike Lee bir gerçek hayat hikayesinin filmini çekerek Trump’ın bu yönünü afişe etmiş…

64
Büyük ödül kazandığı festivallerin birinde film kadrosu (sağdan üçüncü Spike Lee..]
Reklam

Bazıları bilinçli konuşur, bazılarını bilinçaltı konuşturur; bu dediğimi bir tarafa not edin, olayları ve insanları değerlendirirken lazım olabilir.

Donald Trump pek azı bilinçli çoğu kez bilinçaltı zorlamasıyla konuşanlardan…

Örnek mi istiyorsunuz, işte size son örnek.

Şu yakınlarda Florida’da katılımcılarının çoğu Musevi ve işadamı olan bir topluluğa konuşurken ağzından şu sözler döküldü Trump’ın:

“Bir çoğunuz emlak işindesiniz, çünkü sizleri iyi tanıyorum. Vahşi birer katilsiniz, iyi insanlar değilsiniz. Yine de oyunuzu bana vereceksiniz, başka seçeneğiniz yok. (..) Varlık vergisi çıkaracak olana oyunuzu kullanacak değilsiniz ya. Hadi hepinizin varlığınızın yüzde 100’ünü hemen alalım. Bazılarınız beni sevmez. Bazılarınızı da ben hiç sevmem. Onlar iktidar olduğunda 15 dakika içerisinde iş hayatınız sona ereceği için -bu duruma düşmek istemeyeceğinizden- benim en büyük destekçim sizler olacaksınız.”

Dünyanın herhangi bir yerinde Museviler ile para ve zenginlik arasında doğrudan ilişki kuranlar derhal ‘anti-Semit’ (Yahudi düşmanı) olarak damgalanır.

Nitekim karşılarında böyle konuştuğu kişiler işittiklerinden hiç hoşlanmadılar ve bağlı oldukları kuruluşlar Trump’ı kınayan açıklamalar da yaptılar.

Peki Trump ne yaptı?

Reklam

İki gün sonra, İsrail devletini üniversitelerde eleştirmeyi ‘anti-Semitik’ davranış olarak ilan eden ve böyle davranmayı yasaklayan bir yasayı imzaladı.

Kendisinin Yahudi düşmanı ve ırkçı olmadığını vurgulamak için…

Oysa, Trump’ın hiç tereddütsüz ‘ırkçı’ diye yaftalanmasına yetecek, bilinçaltını dışa vuran, hem başkan seçilmeden önceye ait hem de son yıllarda yaptığı sayısız konuşması var. Sadece Musevilere hor gözle bakmıyor Trump, ‘beyaz ırk’tan ve Hıristiyan olmayan herkes için iyi şeyler düşünmüyor.

Meksikalılar için söyledikleri ve yaptıkları herkesin malumu. Barack Obama’ya karşıtlığının eski başkanın derisinin rengiyle ilgili olduğunu da belli ediyor çoğu kez; ayrıca onu ‘gizli Müslüman’ biliyor ve ismini mutlaka ‘Barack Hussein Obama’ olarak anıyor. 

Peki ya Trump’ın İsrail hayranlığına ne diyeceğiz?

İsrail hayranlığı Musevileri sevmeyen biri için şaşılası tabii, ama Trump zaten öyle biri. Bilinçaltı onu konuşturup zülf-ü yare dokunan laflar ettirince sonrasında bilinci devreye giriyor ve yaptığı yanlışı başka bir yanlışla düzelttiriyor.

Bir film izledim, iyi ki izlemişim

Trump’ın İsrail devletini eleştirmeyi yasayla yasakladığı gece, ben, ABD’de, geçen yıl vizyona girmiş ‘BlacKkKlansman’ adlı filmi izledim. ‘Malcolm X’ filmiyle şöhreti bulmuş yönetmen Spike Lee’nin son filmi bu. ABD’de siyahilerin kamu hizmetlerine yeni yeni girdikleri 1970’lerde, Colorado Springs’te polis teşkilatına alınmış bir siyahinin, beyaz ırkın üstünlüğüne inanan ve bu uğurda kanlı eylemlere başvurmaktan da çekinmeyen bir grubun (KKK ya da Klan) peşine düşmesi hikayesine dair bu film.

Reklam

Zenci kendisini beyazmış ve siyahiler ile Yahudilere karşıymış gibi tanıtıyor, ve…

Gerçek bir hayat hikayesi. Yaşayan anılarını yazmış, anılar senaryolaştırılmış, Lee de filme çekmiş…

Beyaz perdeye yansıtılan hikaye gerçek kişilerle ilgili ve hepsi gerçek isimleriyle anılıyor. [Beyaz ırk üstünlüğü hareketinin lideri David Duke filmde ismiyle yer alıyor. Duke kendisiyle telefonda sürekli konuşan ve sonunda örgütünü deşifre eden polis memurunun siyahi olduğunu yıllar sonra, 2002’de öğrenmiş.]

Film gösterime girince çok ilgi çekmiş, seyircisi bol filmlere imza atmış Lee’yi bile şaşırtan bir başarı haline dönüşmüş… Bol ödül kazanmış film, iyi para getirmiş…

En sonunda Trump da yer alıyor filmin.

İki yıl önce (2017) Virginia eyaletinin Charlottesville kentinde ‘Beyazlar Üstündür’ iddiasıyla yapılan bir gösteride, beyaz ırkın üstünlüğüne inanan bir grup ile karşı-göstericiler arasında çatışmalar çıkmış, bir gösterici aracını karşı-göstericilerin üzerine sürerek Heather Heyer adlı bir kadının ölümüne, çok sayıda insanın da yaralanmasına sebep olmuştu. 

Lee filmini Heyer’in anısına adamış…

O olayın üzerine, başkan sıfatıyla, kendisinden eylemi ve kadının ölümünü kınaması beklenen Donald Trump, yaptığı konuşmada göstericileri haklı bulduğu anlamına gelecek sözler sarf etmişti.

‘BlacKkKlansman’ filmi Trump’ın bilinçaltını dışa vuran o konuşmasıyla son buluyor.

Umarım, filmi bir yerlerde keşfeder ve izleme imkanı bulursunuz.

[Netflix Amerikalı ve Türk abonelerine izletmiyor filmi; araştırdım, Koreli Netflix aboneleri bu konuda şanslı.]

ΩΩΩΩ

Reklam

64 YORUMLAR

  1. Sayın Bernar!
    Cemaatin en etkili olduğu zaman diliminde sözlü ve özellikle yazılı eleştirilerim nedeni ile cemaat mensuplarınca “Hristiyan olsaydı protestan olurdu” denilen biriyim.
    İçinde bulunduğumuz koşullarda iktidara yaptığınız eleştiriler dikkat çekici.
    Bu nedenle herhangi bir gruba partiye vs yaptığınız eleştiri ve değerlendirmelerinizde samimiyetinizden şüphe duymuyorum.
    Herşeyden önemlisi değerlendirmeleriniz gerekçeli.
    İlk yazınızda internet bağlantıları nedeni ile tesbit edilecek kişilerin “yurt içinde yaşayanlar” olduğu açık.Ancak yazınızın genelinde yurt dışını kastetmeniz nedeni ile vurgunun yurt dışı olduğunu yazımda belirtmişim.
    Aklınız ile alay aklımdan geçmediği gibi inşallah yüzyüze de karşılaşmayı temenni ediyorum.
    İçinden geçilen süreçte “kendimizi geçtik başkalarına zararımız dokunur mu?”gibi endişeleri taşımamak mümkün değil.

  2. Sayın F.K.T.’nin yorumuna UZUNN YANIT 2:

    Bizler, kimi zaman kendi kendimizi kavramsal tutarsızlığa da sürükleyen bürokratik güçlerden söz ederken, “Avrasyacı”, “Perinçekçi”, “ulusalcı” gibi operasyonel bürokratik güç odaklarına göndermede bulunuyoruz. Bu kaba, zaman zaman yanıltıcı olabilen abartılı tanımlama, şu gerçeği gölgeliyor: Devletin gerçek sahipleri, seküler, modernleşmeci elitler. Bunların yasal parlamenter partileri ve “derin devlet” dediğimiz operasyonel bürokratik güçleri. Yani, MHP, CHP, Vatan Partisi, İyi Parti vs. hep birlikte bir blok. Gülen de esas olarak bu blokun hizmetindeydi ortaya çıktığı günden itibaren. İşlevi, önemi ve değeri, dindarları milliyetçileştirmek ve devlet kutsayıcılığına yapıştırmak, Türk dindarları ile Kürtlerin buluşmasının önünü almaktı. Zaten böyle olduğu için Genel Kurmay Başkanı’nı bile terör örgütü iddiasıyla cezaevine gönderecek kadar özgüven doluydu. Dershaneler gerilimi, “Çok ileri gidiyorsun” uyarısıydı, Gülen, uyarının Erdoğan’dan geldiğini sandı. Geleneksel seküler elitlerin bir blok olarak, her ne kadar devletçi ve milliyetçi olursa olsun, dini bir boyutu da olan bir harekete iktidarlarından büyük bir pay vermeye gönüllü olmadığını göremedi. Rakibinin AK Parti ve Erdoğan olduğunu düşündü. MİT tırları operasyonu, kendei güçlü medyasındaki canıhıraş gayretiyle Barış Süreci’ni torpillemek için gösterdiği üstün gayretin ödüllendirileceğini, Erdoğan karşısında elini güçlendireceğini, seküler elitlerin ve devletin iktidarlarını kendisiyle paylaşmaya razı olduğunu sandı.

    Avrasyacılık, Batıcılık, Perinçekçilik vs. yaşadığımız dramatik süreçlerde çok öne çıkarılan, aslında yanıltıcı bir yaklaşım. Bunların fazlaca bir kıymet-i harbiyesi yok olan bitenlerde. İlhan Selçuk’u hatıralyın. Sözde ABD emperyalisti olan İ. Selçuk, köşesinden bas bas bağırıyordu Amerika’ya kendileriyle iş birliği yapması için. Velhasılı kelam, ilkin Gülen’in defterini dürme konusunda bütün seküler-modernleşmeci blok fikir birliği içindeydi, Gülen, onların derdinin Erdoğan ve AK Parti olduğunu sandı. Ergenekon davasından içeride olan generalin ses kaydını hatırlayın: Elleri armut toplamıyordu. İntikam acı olacaktı. Çok kan akacaktı. Çoluk çocuk aç kalacaklardı. Çok can yanacaktı. O general, Perinçekcilere ya da ulusalcı bir kliğe güvenip ona yaslanarak söylemiyordu bunları. Bürokratik devlet iktidarının MHP’sinden CHP’sine kadar tüm blok bileşenlerinin Gülencilerin defterini dürme konusunda anlaştıkları bilgisi kendisine ulaşmış olduğu için söylüyordu bunu -kim bilir, belki de su katılmamış bir Batıcı subaydı.

    Güç zehirlenmesine uğramış olan Erdoğan değil Gülen’in biaztihi kendisidir. Gülen’in ve Gülencilerin hala daha olan biteni kavrayamamış oldukları çok açık. Uğradıkları vahşete rağmen susuyorlar. Vahşete direniş, esas olarak ortak bileşeni Milli Görüş geleneği olan erdemli dindarlardan ve sağduyulu solculardan geliyor. Ne Türkiye’de ne yurt dışında ağızlarını açtıkları yok. Hala, Erdoğan’ın tepeleneceğini, Perinçekçilerin operasyonel gücü zayıd düştüğünde devletin yanlıştan döneceğini sanıp bekliyorlar. Varsa yoksa Erdoğan. Erdoğan’ın ardındaki asıl güce işaret eden sizsiniz, benim, yani ne Gülen’le ne de Erdoğan’la uzaktan yakından ilgisi olmayan insdanlar. Bunlardan hala devlete karşı tık yok. Erdoğan biricik düşmanları. Arada bir, bizim gibi insanların da desteğini almak üzere, kıytırıktan bir Perinçek allerjisi dillendiriliyor, hepsi bu. Siz, 15 Temmuz’dan sonra, Gülencilerden hiç “vesayet”, “derin devlet” lafı duydunuz mu? Bıçak gibi kesildi o söylem. Gülen, haddini ŞİMDİ bildiği, haddini aşmış olduğu için af dilemeye fazlasıyla gönüllü olduğu mesajını gündelik olarak veriyor, devlete toz kondurmayıp umutla bağışlanmayı bekliyor. Varsa yoksa Hulisi Akar ve Erdoğan.

    Kendi içlerinden çıkan, olan biteni bizler gibi açıklayan akademisyenlerin üzerine de çöktü Gülen ve Büyük Abiler kliği. Hemen hiçbiri artık Cemaat içinde değil. Ağzını açanı susturuyor Gülen ve Büyük Abiler.

    Türk milliyetçiliği ve devleti kutsama geleneğinin (zehrinin diyorum ben buna) dışında kalabilmiş dindar-muhafazakar yığınların oy potansiyeli yüzde 24-25’i zor bulur. İslamcı geleneğin temsilcisi Davutoplu pek naif ve gerçekten düş dünyasında yaşıyor. Dindar muhafazakarlar, olan bitenlerden gerekli dersleri çıkardılar. Gerçek bir hukuk devletine dayanan Demokratik bir Cumhuriyet kurmak için toplumun sağlıklı aktörleriyle işbirliğine hazırlar. Egemen seküler sermaye gurupları da bu işlerin artık anti-demokratik yollarla (darbecilik, vesayet, vs.) istikrarlı bir şekilde yürütülemediğini görüyorlar. Toplumun sağlıklı aktörleriyle dindar muhafazakarların entelektüel, demokrasiye samimiyetle açık, uzlaşmacı aktörleri bir araya gelip birlikte yürüyecekler. Babacan’ın partisinin ne anlama geldiğini göreceğiz yakında. Bu iki yeni partinin Erdoğan’la şu veya bu tarihte, şu veya bu şekilde yalkınlaşması milyonda bir ihtimal bile değil. Cumhur ve Millet ittifaklarının dışında üçüncü bir ittifak çözümlemeleri de baştan aşağı tutarsız. Dönüşümü hızlanacak ve sivilleşecek CHP ile dindar-muhafazakar entelektüeller ve onların siyasi kadroları işbirliği yapacaklar. Kürtleri dışlayan milliyetçi dil ve hamaset hızla değişecek. HDP, itilip kakılmayan bir aktör olarak sürecin içine çekilecek, paxarlıkların parçası olacak.

    Demokratikleşme ve eli ayağı düzgün bir devlet aygıtı inşa etme serüvenimiz ivme kazanarak devam edecek.Elbette yine emeği ile geçinenlerin tarumar olacakları neo-liberal politikalar çerçevesinde.

    Kişisel olarak çok umurumda değil doğrusu. Cemaat sempatizanları üzerindeki zulüm son bulsun, Ahmet Altan, Mümtazer Türköne ve diğer aydınlar nihayet özgürlüklerine kavuşsun, düşünüp yazdıklarım yüzünden itilip kapılmayayım, çoraklaşmış entelektüel hayatımıza bir yenilik ve kalite gelsin. Gerisini, bugün 4-5 yaşlarını süren çocuklar gençlik çağına geldiğinde halledecekler inşallah. O gençlerin kimler olduklarının mükemmel bir analizi için, seküler mahallenin bir elin parmaklarını geçmez gerçek aydınlarından Bekir Ağırdır’ın en sonuncu programını çocuksu bir heyecanla herkese öneririm.

    https://www.youtube.com/watch?v=7waWjOZ4s9I&t=1363s

    • Bernar Bey. Uzun ve değerli yorumlarınız çok güzel, teşekkür ederim. Fakat hala büyük resim tamamlanamıyor. Seküler ve modernleşmeci elit kesim milliyetçi ve devletçi olmasına rağmen, ılımlı İslamcı Gülen ile iktidarını paylaşmadı tezinize katılıyorum. Fakat bu durumda milliyetçi ve devletçi olmayan üstelik radikal İslamcı olan Erdoğan ile nasıl ittifak yapıyor? Atatürk düşmanı Kadir Mısıroğlu’na övgüler düzen bir Cumhurbaşkanı’na nasıl tahammül ediyor? O zaman bu durum dış politikadaki sıkıntılar nedeniyle konjonktürel bir ittifaktır dememiz gerekiyor. Yani ilk fırsatta onun da defterini fena halde düreceklerdir.

      Buraya kadar yazdıklarımızda bence fazla bir sıkıntı yok, fakat cevaplanamayan bir soru çok önemli olarak ortada duruyor:

      Acil ihtiyacımız olmayan S-400’ler neden satın alındı, bunun ABD ile aramızı fena halde açacağı açıktı. Diğer yandan neden Esad ile görüşülüp Suriye sorununda daha avantajlı bir konuma geçmiyoruz. Görünen o ki, izlenen politikanın ana hedefi Suriye sorununu bilerek çözümsüzlüğe iterek Türkiye’yi Batı’dan ve NATO’dan kopartmaktır. Sanki bunu isteyen güçler var (sözde) derin devlet içinde.

      Sorduğum sorunun cevabı 1. Şıktır demeniz ve bunu açıklama şekliniz oldukça ikna edici. Fakat sanki aynı zamanda 2. Şık da ayrıca doğru olabilir gibi gözüküyor. Ne dersiniz?

      • Yeniden selamlar, sayın F.K.T. Türkiye’yi Batı’dan ve NATO’dan kopartmak isteyen güç odaklarının olduğu tespitinize tamamen katılıyorum. Suriye sorunun bilerek çözümsüzlüğe itildiği konusunda da haklısınız. Bunun için canıhıraş bir performans gösterenler Perinçekçiler gurubu ile ulusalcı denilen ekip.

        Bir önceki yorumumda değindiğim seküler iktidar blokunda Batı’dan ve NATO’dan uzaklaşma konusunda kesinlikle bir uzlaşma yok. Erdoğan bunun için iktidarını yitirecek zaten. “Derin devlet aklı” ya da “devlet aklı” denilen şeyin belirleyicisi bu iki unsur değil. Bunlar, ister dindar muhafazakarlardan, ister Kürtler’den, ister sosyalistlerden gelsin, rakip olarak ortaya çıkan toplumsal-siyasal aktörlerin defterinin dürülmesinde bürokratik devlet aygıtı içindeki operasyonel guruplar. (Perinçek’in 1980 öncesi tüm sosyalist guruplar tarafından “Eli kanlı köpek Doğu Perinçek!” diye anılması, sosyalistlerin sokakta rastladıkları Aydınlıkçıların tepesine hep birlikte çullanması nedensiz değildi. Devlet, bu açıdan Perinçek ve gurubun hep el altında tutar.)

        Gülen Cemaati’nin defteri bunlar aracılığıyla dürüldü. Kendileriyle kendi bekası için işbirliği yapan Erdoğan’ın defteri de dürülmek üzere. Bu, aynı zamanda, inisiyatifin Perinçekçilerin ve ulusalcıların elinden alınması anlamına geliyor. Erdoğan ve partisini tasfiye bekliyor. Alan temizliğini bunlara yaptırdılar, şimdi bunlar çıktıkları yere dönmek üzere yol kenarına ötelenecekler -yakınacaklarına, mızmızlık edeceklerine ihtimal vermiyorum.

        Türkiye, başlamak üzere olan yeni dönemde, yüzünü hızla ve çok açık biçimde Batı İttifakı’na dönecek. Seküler iktidar blokunun ana gövdesinde bunun böyle olması gerektiği konusunda zihinler çok net. Zaten, böyle olmasa, bana inanın, iki yeni partinin kurucu aktörleri çoktan hapsi boylamışlardı Perinçekçilerin operasyonlarıyla. Partileşmeleri mümkün değildi. İstanbul seçimleri daha yapılmadan, Erdoğan’ın seçimi kaybedeceğini ve bunu yeni partinin kuruluşunun izleyeceğini yazmıştım.

        İktidar blokunun ana gövdesi, parlamenter sistemle, toplumda kapitalist neo-liberal düzen için rıza üretme kapasitesi güçlü, kalıcı, istikrarlı bir siyasal iktidarlarla yola devam etmek istiyor. Erdoğan’ın miyadı doldu, çünkü rıza üretme kapasitesini yitirdi. Perinçekçi ulusalcı operasyonel odaklara da artık ihtiyaç kalmadı. Babacan kurucular kurulunu ve parti programını ilan ettiğinde çok kimse çok şaşıracak. Dinle, dindarlıkla, AK Parti ile ilintisi olmayacak kurulacak partinin. CHP de üzerindeki ölü toprağından arındırıldı. Bu parti içindeki ulusalcı gurupçukları da tasfiye bekliyor. Seküler CHP’nin Babacan ekibi ile açık siyasal işbirliğini, tasfiye edilecek başkanlık sistemi yerine konacak “iyileştirilmiş parlamenter sistem”de koalisyonuna tanık olacağız. İyi Parti’nin Millet İttifakı’ndan uzaklaşıp Erdoğan’a yanaşma ihtimali milyonda bir bile değil. Kentli milliyetçilerin de sözünün dinlendiği, eli ayağı düzgün bir milliyetçilik olacak. Olmak zorunda zaten. Çünkü, egemen iktidar bloku, HDP ve Kürtlerin daha fazla itip kakılamayacağını görüyor. Çazgır ve hamsetçi geleneksel MHP çizgisinin törpülenmesi, HDP’nin yeniden sistemin içine alınmasında ayak bağı olmaması gerekiyor.

        Şöyle soruyorsunuz:

        “Fakat bu durumda milliyetçi ve devletçi olmayan üstelik radikal İslamcı olan Erdoğan ile nasıl ittifak yapıyor? Atatürk düşmanı Kadir Mısıroğlu’na övgüler düzen bir Cumhurbaşkanı’na nasıl tahammül ediyor?

        Erdoğan hem hiçbir şey, hem de her şey. Daha önce de yazdığım gibi, Erdoğan su katılmamış bir oprtünist. Milliyetçiliği ayaklar altına da alır, “Sayın Öcalan”cı milletvekillerinin partisinin lideri de olur. Ergenekon davalarının savcısı olup yürekli savcılar aradığını da söyler. Sonra o savcılar sırtını dönüp “Yaw, meğer bunlar milli devlete kumpas kurmuşlar” deyip Ergenekoncularla kucaklaşıp onların gönüllü memuru da olur. Atatürkçü bile olur. Bütün bunların hepsi olmadı mı zaten? Erdoğan’ın kişisel siyasal tarihi, hiçbir şey olmayıp her şey olabilen Erdoğan’ın oprtünizm tarihi değil midir?

        Perinçekçi ve ulusalcı odaklar, Erdoğan’ın siyasal İslamcı gibi bir görüntü vermesinden rahatsızlık değil derin memnuniyet duyarlar. Onların memurları olma işlevine sahip olabilmesi için o görüntü zorunlu önkoşul zaten. Dindarları temsil eden lider, birbirinin en karşıtı şeyleri kısa zaman aralıklarıyla söyleyebilen, omurgasız, samimiyet yoksunu, kül tablası bile emanet edemiyeceğiniz bir adaml . . . Perinçekçiler ve ulusalcılar için bundan daha ideal lider olabilir mi?

        ‘Radikal İslamcı’ (!) Erdoğan olmadan, bunlar başörtülü hanımları kelepçeleyip birbiri ardına dizebilir, yüzbinlerce dindarın hayatını cehenneme çevirebilirler miydi? Geleneksel beyaz Türk İstanbul sermayesi Erdoğan dönemlerinde daha önceki dönemlerde olmadığı kadar zenginleşti. Hiç itirazı oldu mu bunların Erdoğan’a? Daha önce Erdoğan’ın azarladığı ve aşağıladığı Ulusalcı Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu şimdi Erdoğan’ın can dostu değil mi? Pek soylu bakanın bırakın İslamcılıkla, dindarlıkla bir ilgisi var mı?

        Erdoğan, gençliğinde de siyasal İslamcı değildi. O zaman da profesyonel bir siyasetçi, su katılmamış bir oprtünist idi. Davutoğlu siyasal İslamcıdır -bu bugün de böyledir ve bu söylediğimi okusa ne canı sıkılır ne itiraz eder. Seküler mahallede pek sevilen İhsan Eliaçık da öyle, Alparslan Kuytul da. Abdullah Gül, Babacan hiçbir zaman siyasal İslamcı olmadılar. Bunlar, dindar muhafazakar şahsiyetler. Yalçın Doğan gibi gençliğinde sıkı siyasal İslamcı olan bir sürü milletvekili, bakan vardı Erdoğan’ın çevresinde. Her birinden su katılmamış birer oportünist yarattı Erdoğan, kullanım tarihleri geçtiğinde buruşturup attı -nerede Yalçın Doğan, bilen var mı? Karar Gazetesi’nde bir araya gelmiş dindar-muhafazakar yazarlar, Erdoğan’ın ehlileştiremediği erdemli siyasal İslamcılar. Birkaç yıl önce aramızdan ayrılan Akif Emre, bunlar arasında en tutarlı, en saygın olan İslamcı aydın idi.

        Erdoğan’ın bir ideolojisi yok, herkesin gönüllü memuru olabilir. Bu Gülen de olabilir, Perinçek de. Gülen’in çok derin bir samimiyet, olduğu gibi görünmeme sorunu olduğunu biliyoruz. Perinçek öyle değil. Dobradır, lafını sakınmaz: “Kattık önümüze, kendi mecburiyetlerimizin memuru kıldık” der. ‘Radikal İslamcı’ (!) memurdan bir itiraz işittiniz mi bugüne kadar?

        Benim çözümlemem böyle işte, sayın F.K.T.

        Perinçek, “mecburiyetlerinin memuru”nu da yanına alıp gidiyor. İçine kapanmacı, Perinçek görevini ifa etsin diye göz yumulmuş karanlık ara dönemden çıkılıyor, Türkiye’nin çakma “anti-emperyalist ve bağımsızlıkçı” (!) dış politika kepazeliklerinin sonuna geliniyor. Türkiye, kolu kanadı kırılmış, güçten düşmüş bir vaziyette, Batı İttifakı içindeki geleneksel sandalyesine geri dönüyor -darbesiz marbesiz. Trump başta kalsa da bu böyle, gitse de böyle.

        Perinçekgiller yazgılarına direbilirler mi? Direnecekler mi?

        İnanın mümkün değil. Argo bir tabir olacak, mazur görün: Adamı oyarlar. . .

        Operasyonel görev ifa olundu, şimdi inisiyatif paşa paşa geri iade edilecek. Perinçek, çıktığı keskin kılıç kınına geri dönecek: İstese de istemese de -ve paşa paşa. Çünkü, nihai olarak, o da memur!

        Yalansa, bu işleri benim kadar iyi bilen H. Gayet “yalan” desin! 🙂

    • Bernar Bey,
      Bu uzun yorumlarınıza çok şey söylenebilir ama tek bir şey söyleyeyim, gerisini siz anlayın. Diyorsunuz ki Dersane işi Cemaat’e çok ileri gidiyorsun uyarısıydı. Oysa Cemaat’in yok edilme planı 2004 MGK’sında görüşüldü ve onaylandı. Siz bunu duymadınız mı? Yani demem o ki daha belgeli ve ayakları yere basan tespitler yapmamız lazım. Faraziyeler zaten çok.

      • Sn Hakan Çakan,

        Tutarlı değilsiniz.2004 MGK kararına rağmen, Erdoğan 2012’ye kadar Cemaate desteğini ve işbirliğini sürdürdü.

        ‘Ne istediler de vermedik’ yakınması bunun ifadesiydi.

        İşbirliği Cemaatin 17-25 Aralık operasyonuyla son buldu ve Erdoğan’ı vesayetçi odaklarla ittifaka zorladı.

        En azından bu konuda bir özeleştiri yapmak yerine Erdoğan’ı suçluyorsunuz.

        Samimiyet, hakkaniyet ve nesnellikten uzaklaşıyorsunuz.Yorumunuzu okuyan insanlar size nasıl inansınlar?

      • O zaman ben de o size ayakları yere basan tespitleri kolaylaştıracak sorular sorayım, Hakan Bey. “Cemaat’in yok edilme planı 2004 MGK’sında görüşüldü ve onaylandı.” Kim vardı ikitarda? Erdoğan liderliğindeki AK Parti. 2004’den itibaren Cemaat-AK Parti işbirliği derinleşerek devam etti mi? AK Parti Gülen Cemaati’ne ne istediyse verdi ve Gülen Cemaati ne verilmişse aldı mı? Evet, ne istenmişse verildi, evet, ne istenmişse alındı. Cemaat, medyanın öemli bir bölümünü kontrol eden, şirketleriyle, bankalarıyla vs. ile milyarlarca doları kontrol eden dev bir güç odağı haline geldi mi? Geldi. Genel Kurmay Başkanı’nı bile ETÖ üyeliğinden hapse atma cesaretini gösterebilecek kadar bürokraside güçlendiğini düşündü mü? Düşündü. Ortada, Pensilvanya’ya yolu düşmeyen siyasetçi yönetici, dekan mekan kaldı mı? Pek kalmadı, vs.

        Bu ne menem “Cemaat’i yok etme planı”, Hakan Bey?

        Planlar yapılır, görüşülür onaylanır şu veya bu toplantıda. Bize ağacı göstermeyin. Ben ormana bakmakta ısrarcıyım. Planı yapıp onaylatanlar soluğu Silivri’de aldı, bilyoruz.

        Dostane bir takılmamı hoş görmeye çalışın: Hayatımdan, bir eğitimci olarak mesleğimden falan memnun olmasam, “Yahu birileri bana da bir el atsa da beni yok etme planları yapıp beni ihya etse” diyeceğim.

        Her şey, gözlerimizin önünde yaşandı, Hakan Bey. Allah aşkına, Cemaat sempatizanı arkadaşlar, “Ne siyasete bulaşması? Ne Barış Süreci’nden memnuniyetsizlik duyup ona çomak sokmak? Milliyetçilik ve devlet yüceltmeciliği de nereden çıktı? Kim diyor o Ergenekon davalarının hakim savcılarının Cemaatçi olduklarını? Bütün derdi dini olması gerektiği gibi yaşamak isteyen insanlardı Cemaat mensupları ve onun lideri. . .” demeğe getirmesinler.

        O Cemaatçi değil, bu Cemaatçi değil. Cemaat’in siyasetle, iktidar mücadeleleriyle ilintisi olmadı. Ne işi olsun Gülen’in siyasetle, bilmem neyle?

        İnanın ortalama Cemaat mensubunu bile ikna etmiyor bu dil. 15 Temmuzu kolaylaştıran Cemaat’e yönelik derin kuşku ve güvensizliği derinleştirmekten başka bir işe de yaramıyor.

        Ben hala F. Gülen’in “Gülen Cemaati” ile bir iltisakının, bir bağının olduğunu düşünüyorum. Düşünce ve kuşkumun ayakları yere basmıyor olabilir, çünkü elimde belge olmadan söylüyorum bunu.

        Sizce Gülen’in Gülen Cemaati ile bir bağı var mı?

  3. Sayın F.K.T.’nin yorumuna UZUNN YANIT 1:

    Selamlar sayın F.K.T. Tereddütsüz söyleyebilirim ki, verdiğiniz şıklardan birincisi doğru. 15 Temmuz operasyonuna gelininceye kadar, Gülen, her zaman olduğu gibi, yine devletin tapınıcısı idi. Her zaman korunup kollandığı devlete yaptığı hizmetin karşılığını sadece AK Parti’den değil, ondan önceki iktidarlar döneminde de korunup kollanarak almış olan Gülen, devletle 15 Temmuz SONRASI tanıştı.

    Dershanelerinin kapatılması ile başlayan süreç de dahil, devletten bir an için şüpheye kapılmadı. Erdoğan ile Cemaati arasında dershaneler ile başlayan gerilimin kaynağının Erdoğan olduğunu düşünerek vahim bir hataya düştü.

    Dindar muhafazakar yığınların (Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren çevrenin asli unusuru) Kürtlerle (Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren çevrenin ikincil unsuru) buluşmasının her ne pahasına olursa olsun önüne geçilmesi, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren seküler seçkinlerin en temel stratejik hedefiydi.

    F. Gülen’in sağcı-milliyetçi ve devletçi militanlık dönemi bilinmez -bir ayrıntı gibi üzerinden atlanır. Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin bu tutkulu Türk milliyetçisi ve Kürt düşmanı militanının değerler dünyasında, Türklük ve milliyetçilik dinden önce gelir. Nur camiası ve geleneği içerisinde barınamamış olmasının nedeni de budur. (Said Nursi ile yüz yüze gelme fırsatlarını kendi eliyle isteyerek teptiğini, Nursi gibi bir din aliminin Türklerden değil de Kürtlerden çıkmış olmasının içinde ne tür bir elem kaynağı olduğunu, o elemin Nursi ile karşılaşma arzusunu bastırmasına yol açtığını kendi kitabında anlatır). Tüm Türkiye’yi köyünden metropolüne, işçisinden üniversiteli akademisyenine varıncaya kadar adeta önüne katıp sürüklemiş bu hareketin Kürt illerinde hiçbir tabana sahip olmamasının nedeni de budur. Kürt dindar muhafazakarlar, Gülen’i gençliğinden beri bilirler. Aynı şekilde, bir zamanlar Erbakan’ın adeta kapısını alındırmış olmasına rağmen Milli Görüş geleneğinden yüz bulamamış olmasının nedeni de budur.

    Bütün bu camialar, Gülen’in ve cemaatinin Türk dindarlarını sekülerleştirme ve milliyetçileştirme projesninin ana dinamiği olduğunu, Milli Görüş ve tüm Nurcu gelenek bileşenleri şeytanlaştırılırken Gülen’in kollanıp kollanmasının nedeninin de bu olduğunu bilirler. Hiçbir sayhgınlığı yoktur Gülen ve Cemaati’nin Milli Görüş geleneğinde ve Kürt dindarlarının gözünde. Kürt dindarları, hiç de hak etmediği halde, Milli Görüş geleneğine sadık kalmışlardır.

  4. Baran ve Bernar beyler! Ikinizinde yazdıklarınız doğru. Sizin yazışmalarınizdan anladığım kadarı ile! Halen daha Erdoğanın onların içerisine soktuğu casuslardan haberdar olmamanız. Yurt dışına ailece ellerini kollarını sallayarak geliyorlar ve iltica ediyorlar. Ilticaları anında kabul ediliyor .
    Tek kelime ile şu an cemaatın üçte ikisi erdoğanın adamları…..
    Ben bir aileyi ve nasıl buralara geldiklerini! Geride kalanları getirmek için 15 veya 20 yıldır yapmadıkkarı sahtekarlık kalmadi değil buraya gõçmen olarak gelmeleri vize dahi alamiyordular. Taki
    15 Temmuzdan bir kaç gün önce vize almiş buralara gezmeye gelmişler yalnız ayni gün onların kardeşleri ailesi ile Türkuyeye gezmeye gidiyorlar.
    Malum 15 temmuzdan hemen sonra aile reisini terõrist diye yakaladılar benim haberim yoktu oğlym aradı ismini vererek soy adını benden sordu, ve onun tutuklandığını sõyleyince! Cevabım şu oldu” AA hayret Erdoğan hemşerisini nasıl tutuklatmış bu işte bir bit yeniği var, bekleyip gõreceğiz” dedim.
    Gerçekten bekleyip ve gördük.
    20 senedır vize dahi alamayanlar göçmen olarak kabul edildi …
    Aradan bir yıl geçtı 16 + ceza almış ve kesinleşmiş Türkiyede kontrol şarti ile serbest bırakılďı tıpkı diğerleri gibi guya buralara kaçak yollardan geldi???? Hani bizim Ekrem efendi gibi.
    Bunlar gibileri o kadar fazlakı…
    Yani 15 Temmuzu sorgulanırken bunlaride göz õnüne alarak sorgulanırsa daha iyi anlaşılır.
    Esas cemaatcılar ordaki hapiste tutulan ve dişardan erdoğan tarafından kaçırılanlar….. iş adamlari ve õğretmenler

  5. Ben bugün yorum yazmayacaktım, fakat Bernar Bey ve hamza beyin yorumlarını okuyunca bir şey de ben eklemek istedim bizim Türkiye’nin zannedersem Şu an yüzde yetmişi bu tip insanlara biat ediyor vede sayılaride olsukça fazla. Bunlar fark etmiyor, Gülen Cemaati de aynı menzilde aynı.Sayıları binleri geçen ufak tarikatlarda aynı hepsi başlarındaki ne derse onun emrinden çıkmazlar. Tıpkı Erdoğanın buradaki savunculari (troller) gibi onlarda yanlışların hiç görmezler.
    Bilemiyorum, biz devlet olarak herşeyı bırakmışız özelikle! DINI
    kullananlar biri çıkıyor “ŞERIAT GELIYOR” diğeri çıkıyor DİN ELDEN GIDIYOR” diyerek koltuklarıni garanti altına aliyor…..
    Biz millet olarak DÜŞÜNMEK YERINE onların palavralari ve yalanlarının savunucusu oluyoruz… Eğer düşünen bir millet olsaidik veya olabilsek bu tip haci, hoca, millet vekili, bakan,parti liderleri ve diğer tiplere taparcasına körü körüne bağlanmazdık. Bu tipler insan kılıģında halki aldatarak hayatlarını sürdüriyorlar. Oysaki bunların yaptıkları ne İslam’da yeri var ne de İnsanlikta var…..Bu demek ki biz de insan tipi ile gözükenler de insan özelliği yok.
    Evet Bernar ve Hamza beylere ben de katılıyorum ve onlara birşeyde bende eklemek istedim…..cemaat veya tarikatlar gancayi taktıkları gençleri aillerinden koparip kendi ana babasına düşman ederlerken karı kocayide birbirlerinden ayirarak yuva yıkiyorlar. Bu arada bunların İçınde FURKAN VAKVI BAŞKANI gibi gerçek islami öğretnleri de tenzih ederek Alpaslan hoca ve onun gibilerindende ALLAH RAZI OLSUN vede sayılarını artirsın çünkü milletin her zaman onlar gibilerine ihtiyacı var.Rabbim yolları açık eylesin AMIN.

    Bu tip kurumlar! Allah rızası için maddi manevi yardim edin diyorlar ve kullanıma musaait insanların hayatını maf ediyorlar.
    Oysaki Allah C.C önce kişilere kendi ailesinin kendi yakınlarının geliçiminden sorumlu olduğunu asla ve asla söylemiyorlar Çünkü işlerine gelmiyor milleti soyarak kazandıkları parayı işte böyle Erdoğan gibi zalimleri Musallat ederek onlari tarimar ediyor. Türkiye her yönü ile batmiş Bu batışda EN BÜYÜK ROLU DA milli görüş geleneğinden gelenler yaptılar.
    Bir hayırlı iş için yola çıktımfakat öğrendiklerim den dolayı sinirlerim ćok boz. Bunlar Resmen Türk gençliğini bitirmek için yola çıkmışlar.
    Ben 1980 ortalarında Gülen cemaatinden bir arkadaşa “Erbakana “neden oy vermediklerini sordum ve bana şu cevabi verdi ” Hoca efendi diyiyorki Erbakan hoca zeki ve iyi bir insandiro ve zihniyeti fakat ihtidara gelirse Türkiyede islam biter.”
    Evet şu an ne kadarda kızsamda, demeki adam onlari yiy taniyormuş fakat genede onların eli ile yok edildi. Şimdi şunu düşünüyorum keşke MG geleneğinden gelenlere hiç oy vermeseydım.
    Buda bize gösteriyorki kula bela gelmez Allah vermedikçe, Allah bela vermez kul azmadıkça …
    Kul hakkı kimseye kalmaz.

    • Nurdan abla, dinci mafyalaşma ve her türden teröre karşı sonuna kadar mücadele edilecektir ve ediliyor. Din baronları ve narkoman soytarıları için yolun sonu çoktan göründü ve hepsinin defteri de dürülecektir. Devletimiz bu mücadelesini şimdi sayın cumhurbaşkanımız ve sayın bahçelinin gayretleriyle yürütüyor, yarın da aynı mücadele yine devam edecektir. İçiniz rahat olsun, hürmetle öpüyorum…

  6. 31 Mart seçimlerinde Cumhur İttifakının %50 küsur oyundan BEKA oylarını çıkarttığınızda geriye %35 kalır. S-400’lerin Suriye harekatı için gerekli olmadığı ve siyasi bir kararla alındığı ortaya çıktı. Şimdi bu yanlış kararın ciddi sıkıntılarını yaşıyoruz. Bir de üstüne giderek ağırlaşan ekonomik sıkıntılar ekleniyor, bu kış çok zor geçecek. Karlar eriyip bahar geldiğinde çok farklı bir Türkiye olacak. Cumhur İttifakı %25’in altına düşecek ve giderek eriyecek. MHP ittifaktan ayrılacak. AKP baraj sorunu yaşayacak. Türkiye’de yeni bir terör örgütünün adından bahsediliyor olacak. Gülen iktidara gelmeyecek, herkes haddini bilecek. Kısacası Türkiye fabrika ayarlarına geri dönecek. Yeni neler yapılacağına ondan sonra karar verilecek.

  7. Gürültüye gidip arada kaynamasın: Erdoğan’dan, elindeki belgelerle, dolandırıcılıkla itham ettiği kişilerin soruşturulması için cumhuriyet savcılıklarına suç duyurusunda bulunması talep edilmeli. Bu adımı atmazsa, o söyleminin gerisini getirmezse, insanların, “İyice zıvanadan çıktı. Resmen, ‘çamur at, ne kadar kalırsa o kadar izi kalsın’ siyaseti bu. Ümmetin liderinin siyaset tarzı olarak izleyeceği tarz bu mudur, bu mu olmalıdır?” diye düşünme hakkı doğar. O hakkı kullanır kullanmaz, vatandaşın bileceği iş.

    Ben kullanır ve sorarım:

    “Hayırdır Reis? İflasın boyutlarını gözlerden saklamaya çalışırken iflası gözler önüne sermek, kendi kalene gol atmakla siyaset ustalığı pek bağdaşmaz görünüyor bana. Ne iş? Yoksa, ‘Du bakalım sabırlı ol. Dolandırıcılık sadece açılıştı, daha neler neler gelecek. Cumhuriyet savcılarımıza ne görevler düşecek’ durumları mı? Elini az açık et de yorumlarımızda yan gelmeyelim -Bekir Bey, “Sonunda bu adamın tutmayan bir öngörüsünü yakalamak nasip olacak bana” diye pusuya yatmış bekliyor!”

    Ne dersiniz, Bekir Bey? İş, dolandırıcılığı falan solda bırakıp bir FETÖ falan muhabbeti dönecek mi?

  8. Bilinç ve bilinçaltı kavramları esasen psikolojinin konusu olmakla birlikte, fizik-matematik disiplini içinde bir sistem teorisi olarak da açıklanabilir.

    – Bilinç beyinle, bilinçaltı ruhla ilgilidir.
    – İnsanın kişiliği/patronu ruhudur, son kararı o verir.
    – Teknik konularda neyin doğru neyin yanlış olduğuna beyin karar verir.
    – Sosyal konularda neyin doğru neyin yanlış olduğuna önce ruh karar verir, sonra beyne “bunu kanıtlayacak şekilde akıl yürüt” talimatını gönderir.

    Bu tespitler doğru ise aşağıdaki sonuç da doğrudur.

    “Bir insanın sosyal konularda da beyniyle karar verebilmesi için, o kişinin ruhunun “doğruya doğru yanlışa yanlış demek” veya dini terminoloji ile “Hakk-ı teslim etmek” ahlakında yeterli (sınıfı geçebiliyor) olması gerekir.”

    Başka ülkelerde yaşamadım fakat Türkiye’de gördüğüm şudur. Dindar, milliyetçi, laik şeklinde üç temel insan tipimiz var ve bunların çoğunluğu sosyal konularda şöyle davranıyor. Önce ruhları (kişilikleri) neyin doğru olduğuna karar veriyor sonra beyinleri bu doğrunun! avukatlığını yapmaya çalışıyor.

    Bu sorunları aşabilmek daha doğrusu minimize edebilmek için şunlar başarılmalıdır :
    i) Geçmiş nesillerden miras alınan doğru değerleri korumak, yanlış veya zamana uymayan değerleri ise düzeltmek gerekir.
    ii) Yöneticileri akılcı ve yeterli ahlaka sahip kişiler arasından seçmeliyiz.
    iii) Eğitim sistemi bilinci yükseltecek (akılcılığı geliştirecek) şekilde erdemlere sahip olmalıdır.

    Yorumlarımda sıklıkla “dinci” tabirini kullanıyor ve bazen tepki alıyorum. Bu vesile ile buna açıklama getirmek istiyorum. Bir kişi ruhuna adeta lazer ile kazınmış gibi olan paradigmalarını (tartışılmaz doğrularını) kendine rehber edinmişse ve bunların aksini savunanları bir çeşit düşman gibi görüyorsa ben bu tip insanlara kısaca “dinci” diyorum. Yobaz yerine dinci kelimesini tercih etmemin nedeni, inanç ile din kavramı arasındaki aşikar ilişkidir. İster dindar, ister laik hatta isterse ateist olsun inançlarını akılcı bir şekilde tartışamayanlar dincidir. Tanrının varlığı dahi tartışılabilir, bu konuyu hiç düşünmeden “atalarım bana böyle öğretti” demenin o kişiye ne bu dünyada ne öbür dünyada bir faydası olacağını düşünmüyorum. (Belki zararı da olmayabilir).

    Ne Erdoğan ne Gülen nede sözde derin devletçiler doğruluğu tartışılmaz kişiler değildir, hatta M.K.Atatürk de. Yeter ki doğru bilgilere dayanarak ve geçerliği yüzlerce yıllık teorik ve deneysel çabalarla kanıtlanmış bilimsel yöntemlerle hareket edelim. Tabi ki bunun için gerek şart, o kişinin ruhunda “Hakk-ı teslim etme ahlakının” en azından sınıfı geçecek düzeyde olmasıdır.

    Şuna da gözden kaçırmamak gerekir. Birçok insan genel ahlakı iyi olsa da “Hakk-ı teslim etme ahlakında” sınıfta kalabiliyor. Bu konu (sorun), insan ruhunun gizemiyle ilgili bir şey olsa gerek. Yani iyi ahlak tek başına yeterli değil, aynı zamanda “erdemli (faziletli) insan” olmak da gerekiyor. Erdem (fazilet) kısaca “akli ahlak” olarak tanımlanabilir.

    • sayın F.K.T!
      – bir süredir yorumlarınızın içeriğinde değişiklik görüyorum.
      – Öncelikle dünkü yorumunuzu beğendiğimi belirtmek istiyorum.
      – Bugünkü yorumunuzun ise, daha başlangıcını eleştireceğim.
      – Bilinçaltı denilen olayın ruhla nasıl bir bağlantısı olduğunu bilemiyorum.
      – Bilinçaltı’nın bir diğer ismi, alt bilinçtir ve hem bilinç hem de bilinçaltı beyinle ilgili bir fonksiyondur. Hernekadar, sokak konuşmasında, duygular kalple ilişkilendirilse de, gerçekte, duygular da beynin üretimidir.
      – hem duyguların üretimi hem de ahlak üretimi ise ayrı ayrı tartışılacak konular ve tartışılmalıdır.
      – Tartışılmalıdır çünkü, ülkemizde, değer üretimi de, duygu üretimi de sıkıntılıdır ve ülkemizin bu duruma gelmesinde bu sıkıntıların da rolü vardır.
      – Bu nedenle, son günlerdeki konu seçiminizdeki ve konuyu işlemedeki yöntem değişikliğiniz konusunda olumlu düşündüğümü ve memnun olduğumu da belirmek istiyorum.

      • Tanımı gereği ruhun varlığı yada yokluğu deneysel olarak kanıtlanamaz, ancak matematik-mantık ile bir açıklama getirilebilir. Fakat ruhun varlığına inanan bilim adamları da var: “Analitik psikolojinin kurucusu ünlü Psikiyatr Carl Gustav Jung ’a göre bilinçaltı, ruhun ta kendisidir. Belki de Ruhun iradesi yani bilincidir”.

        • Fizikte –1in karekökü (i)nin ruhun karşılığı olduğuna dair bişeyler duymuştum sanki sayın fkt, belki işinize yarar…

  9. Sayın Bernar!
    Türkiye de bulunan cemaat mensupu, sempatizanı vs nin ne yazabileceklerini taktirinize havale ediyorum.
    Özellikle vurgu yaptığınız yurtdışındakilere gelince bunlardan çok büyük bir kısmının ülkede yakınları var.
    Sorgusuz, sualsiz ve savunmasız mağdur edilebileceklerini biliyorlar
    Uluslararası üne sahip ve sahiplenilen kişiler bile fütursuzca mağdur ediliyor.
    Çok az sayıdaki Türkiye de hiçbir yakını olmayan yurtdışındakilere gelince ,
    peygamberlerin bile birşey izah edemediği insan tipine birşey izah edilemeyeceğini düşündüklerini sanıyorum.
    Ayrıca site yönetiminin kendileri için sorumluluk gerektirebilecek yazıları yayınlayıp yayınlamadığını bilemiyoruz

    • Yazdıklarınızı, çok haklı nedenlerle, dudak bükerek okuduğumu söylemeliyim, sayın YK.

      (1) Türkiye’deki cemaat sempatizanı insanların suskunluğunu anlaşılır bulduğumu yazdığım halde, bunu söylememişim gibi bana bir havale göndermişsiniz. Yanlış adres! O insanların suskunluklarını anladığımı açıkça yazdım.

      (2) Yurt dışındaki arkadaşlar, Hocaefendi’nin videolarını, Cemaat’in doğrudan sözcüsü kanalları izleyip ‘like’larken, o videoların ve programların altına yorum yazarken nedense Türkiye’deki yakınları akıllarına gelmiyor.

      (3) Site yönetiminin ve editörlüğünün neyi yayınlayıp neyi yayınlamadığını BAL GİBİ biliyorsunuz. En azından benim yorum metinlerimden biliyorsunuz. Cemaat’in darbeyi planlayıp gerçekleştirmediğini, 15 Temmuz kalkışmasının bir derin devlet tezgahı olduğunu aynı bu sözcükleri kullanarak birden çok kez yazdım, sizler de okudunuz. Erdoğan’a zerrece saygı duymadığımı, hiçbir konuda dik duramayan, su katılmamış bir oportünist olduğunu düşündüğümü yazdım, sizler de okudunuz. Erdoğan’ın, iktidar gücünü eline almış olan Perinçekçi ve ulusalcı güç odaklarının iktidarını gölgelediğini, bunu bildiğini, bilerek yaptıpını yazdım, sizler de okudunuz. Erdoğan’ın dindar olmak şöyle dursun dindarlara zarar veren biri olduğunu yazdım, okudunuz. Türkiye’de Cemaat sempatizanlarına zulüm uygulandığını yazdım, o insanlarla dayanışmak gerektiğini yazdım, okudunuz. Siz neden, neyi bilmemekten söz ediyorsunuz Allah aşkına, YK Bey?

      (4) Alparslan Kuytul’un ailesi, yakınları, dostları yok mu? Ahmet Altan’ın ailesi, yakınları, dostları yok mu? Benim ailem, yakınlarım, dostlarım yok mu? KHK TV’yi kuranların, o TV’de bir KHK’lı olmadıkları halde onların hakkına hukukuna sahip çıkanlara ne diyeceksiniz? İktidarın Cemaat mensuplarına işkence yaptığını, devletin işlediği pek çok suç olduğunu söyleyen Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun ailesi, yakınları yok mu? Size dahasını da sorayım: Cemaat’in çeşitlenip çoğalan Ypoutube kanallarında ölümüne Gülen ve Cemaat savunusu yapan ve onunla kimler olduğunu kimselerin bilmediği ‘Asıl Abileri’ koruyup kollayan gazetecilerin, programcıların vs. yakını akrabası yok mu?

      (5) Peygamberlerin bile birşey izah edemdiği insan tipine birşey izah edilemeyeceğini düşünmek. . .Hani, şu yorum sayfalarında saygıya dayanan bir hukukumuz olmasa, “Sayın YK, aklımızla dalga geçiyor göründüğünüzün farkında mısınız?” diye soracağım. O zaman kapatın dükkanı gitsin, sayın YK. Hem mümkün olan tüm olanaklar seferber edilip onca Youtube sitesinden 7/24 yayın yapacaksınız ‘peygamberlerin bile birşey izah edemediği insan tipleri’ne, hem de ben “Neden suskun kalıyorsunuz?” diye sorduğumda, “Canım kime neyi izah edeceğiz Allah aşkına?” demeğe getireceksiniz.

      Soykırıma uğradığınızı söylüyorsunuz.

      Yüzbinlerin hayatı karartıldı, aileler parçalandı, nice insanımız deniz ve nehir sularında telef oldu, diyorsunuz (doğru da söylüyorsunuz, ben bunları defalarca ve açıkça en az bir düzine uzun mu uzun yorum metnimde dile getirdim). Niye ben konuşurken siz susuyorsunuz? Niye onca insan konuşuyor, hakkınıza hukukunuza sahip çıkmaya çalışıyor, ama ne hikmetse sizler susmayı tercih ediyorsunuz?

      Bütün bu sıraladıklarınız birer bahane olmasın?

      Asıl mesele, devletle ve kendi gerçeğinizle yüzleşip Gülen’in biaztihi kendisinin sorgulanır olmasından duyduğunuz korku olmasın?

      Asıl mesele, onyıllar boyu yoğun bir biçimde maruz kaldığınız “Devlet büyüktür, devlete itaat esastır” ideolojisinin bizatihi kendisi olmasın?

      İzah ediniz, efendim. Merak eden ve izah bekleyen, dinlemeye hazır insanlar var. . .

      • Aşağıda filozof örneği vermiştim herkesin filozof olamayacağı gibi Türkiye’de düşünür olmadığını üstat Fehmi Koru da burada yazmıştı. E ne olacak şimdi hayatı doğru anlayamayacak mıyız?
        Ben her şeyin Allah’tan(cc) geldiğine inanan/dayanan düşünceye sahip birisiyim. O halde sokaktan bir ilkokullu olarak herhangi bir eğitim sürecinden geçmemiş olsam da bana artık herşeyi anlamak kolay. Allah a (cc)dayanan aklı takip etmeliyim. ( Hamza bey buna “başkasının aklıyla hareket etme” diyor. Ben de ona şunu soruyorum bana başkasının aklından öğrendikleriyle hareket etmeyen birini göster senin aklına uyayım. şunu da ifade edeyim benim bahsettiğim Faysal bey’in “insan herseyi bilemez yanlış davranışlara girmemek için bilen birinin aklıyla hareket etmek lazım ben de irademi bundan dolayı reise teslim ettim başım rahat” dediğinden başka bir şey anlayarak idrak ederek benimsemiş iseniz o aklı kimden almışolursanız olun o akıl artık sizin aklınız olmuştur.)
        islam düşünürleri kainatın kuranın büyütülmüş hali hayatı da kuranın tevilı olduğunu söylemişler.
        Hayatta Allah’ın âyetleri işler ki bunu anlamak çok da kolay deyildir. Bu durumu kur’an şöyle izah ediyor.

        “Sana bu kitabı indiren O’dur. Kitabın bir kısım âyetleri muhkem olup bunlar onun esasını teşkil ederler. Diğer kısımlar ise müteşabihtirler. Kalplerinde eğrilik olan kimseler onun sadece müteşabihleri ile meşgul olurlar. Bundan maksatları, sırf fitne çıkarmak ve kendi anlayışlarına göre yorumlamaktır. Halbuki onların gerçek mânâlarını yalnız Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar ise, onların mânâlarını anlamaya çalışmakla beraber, asıl maksat ve mânâlarını Allah Tealâ’ya havale edip; ‘Allah’ın maksadı ne ise biz ona inandık. Gerek muhkemi, gerek müteşabihi hepsi Rabbimiz tarafından gönderilmiştir…’ derler. Bunu ancak kamil ve öz akıl sahipleri düşünebilirler… Ve onlar sözlerini şu duayla bitirirler: ‘Ey bizim yüce Rabbimiz! Doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi yanlışa saptırma, yüce katından bize rahmet bağışla. Şüphesiz sonsuz lütuf sahibi olan ancak Sensin.’” (Âl-i İmran, 3/7 ve 8)

        • Baran Bey,

          Bana atfen verdiğiniz alıntı farazi bir örnekleme midir, yoksa benim gerçekten böyle bir ifade kullandığımı mı iddia ediyorsunuz?

          Bu bir iddia ise bu ifadeleri kullandığım yorumumun metnini paylaşın lütfen.Değilse bunun sehven yapmış olduğunuz ‘teşbihte hata’ olduğunu beyan etmeniz beklenir.

          İdrak yoksunu olmamdan olsa gerek, doğrusu bu yorumunuzdan bir anlam da çıkaramadım.

      • Sayın Bernar,
        Cemaat’e uygulanan hukuk (yani hukuksuzluk) başka hiç kimseye uygulanmıyor. Alpaslan Kuytul Hoca’ya da, HDP’lilere de. Şu anda iyi kötü herkesin Türkiye içinde söz söyleme şansı var, Cemaat hariç. Lütfen gerçekleri görmezden gelmeyelim. Zaten Alpaslan Kuytul Hoca’yı da “fetö” ithamı ile tutukladılar.
        Benim bulunduğum çevrede Cemaat’e gönül bağı olan yaklaşık 20 aile var. Bunlardan kadınlar neyi okur bilemiyorum ama erkeklerden benden başka F. Koru’yu takip eden yok sanırım. Cemaat senin sandığın yerde değil yani. Herkes de birşeyler yazmıyor. Kaldı ki daha önce bu tür yorumları yayınlamıyorlardı. Burada insanlar şöyle düşünüyor, ben dahil: “En yakın akrabalarımıza, kardeş, dayı, amca vs. şu an yapılan suçlamaların asılsızlığını anlatmadık mı? Anlattık ve hepsi burun kıvırdı. Bu insanların hepsinin çocukları Cemaat’in ya okulunda okudu, ya öğrenci yurdunda kaldı, ya Üniversite Hazırlık Kursuna gitti. Hiç biri en küçük bir kötülük görmedi, fayda sağladı, bunu kendileri de itiraf ediyor. Bu kadar göz önünde ve açık gerçeklere rağmen bu insanlar hala bozuk plak gibi aynı şeyleri tekrar edip duruyorlar. Şimdi F. Koru sitesine kim olduğu belirsiz bir isimle yazılmış denecek bir yorumla mı gerçekleri anlayacaklar. AKP’lisinden HDP’lisine, İyi Partilisinden MHP’lisine, Karar Gazetesinden Milli Gazetesine hepsi üstadları Perinçek Hazretlerinin ! icad ettiği “kutsal yalanları” vecd ile tekrar eden bu topluluğa birşey anlatmak ne mümkün. İsraf-ı kelam. Kime cevap yazalım. Bur siteye dadanan trollere mi?” İnsanlar böyle düşünüyor. Ben bu sitede ciddiye alınabilecek bir kaç yorumcu görüyorum. Biri sizsiniz. Onun için de sizin yazdıklarınıza cevap yazıyorum. Dam üstünde saksağan iddialara cevap vermeye kalkmak kendimize hakaret. Burada Üstad Bediüzzaman’ın bir sözünü hatırlatayım “Haksızlığı hak iddia edenlere karşı hak dâvâ etmek ve onlara müracaat etmek bir haksızlıktır, hakka karşı bir hürmetsizliktir.” Şimdi Cemaat’e yapılan soykırım uygulamalarını meşrulaştıran şey nedir? “Soru çalmak mı” Kim ne zaman, hangi soruyu, nasıl çalmış, hangi menfaati elde etmiş? Yirmi- otuz yıl öncesinde kamu kurumlarına girmiş, her seviyede en başarılı kişiler mi soru çalımış? Soruları kim nasıl çalmış, ispatlı mıdır? Türk Ceza Kanununda bu fiilin cezası nedir? Bu kadar kişi nasıl gider soru çalar? O kurumlardan kaç kişi bu soruları verdiği için yargılandı, cezalandırıldı? Bu araştırmaları yapan polis, savcı ve hakimler kimlerdir? Yoksa Perinçek’gillerin vatan sevgisi gibi birşey midir bu iddialar? Bu bir misal. En baba itham “15 Temmuz hikayesi”. Onun ne olduğunu siz söylüyorsunuz. Kaldı ki sizin eleştirileriniz dahil bu eleştirilerin hiç biri yeni değil, 15 Temmuz’la yada soru hikayeleriyle ilgili değil.
        Kaldı ki herkes medenice eleştirilebilir, keşke bu hukuksuzluklar bitse, herkes Cemaat’i istediği kadar ağız dolusu eleştirse. Zaten 2012-2015 arası herkes eteğindeki taşı döktü, o dönemde Cemaat’in hak ile yeksan olması umuldu ve beklendi. Olmayınca bir sonraki safhaya geçtiler. O nedenle ciddiye alınmayacak ve hakikati aramayan insanlara cevap vermek anlamsız, birşey anlatma şansımız yok ne yazık ki.
        Çok sayıda dediğiniz Youtube kanalı vs. daha çok Cemaat’in içindeki insanların maneviyatını sağlam tutmak için yayın yapıyor. Çünkü o kadar yalan ve uydurma şeyler var ki insanların kafası karışıyor. Çok sayıda güya “Cemaat’ten kopmuş” kişi de twitter ve internet ortamında birşeyler söylüyor. Bunların birkaçı gerçekten Cemaat’ten kopmuş kişiler ama diğerleri çakma.
        Cemaat bundan sonra devam eder mi? Allah bilir. Aslolan Cemaat değil, aslolan fikirlerdir. Şu anda zaten Gülen’in fikirleri herkes tarafından tepe tepe kullanılıyor. En çok da iktidar kullanıyor. Daha yeni Erdoğan İngiltere’de “Müslüman terörist olamaz….” vs dedi. Bu söz neredeyse aynı kelimelerle 1990’larda Gülen’in sözü. Canlı bomba eylemlerine karşı söylenmişti. O zaman radikal İslamcılar Gülen’i İsrail taraftarlığı ile suçlamıştı. Yurtdışında okul açmadan tutun da iktidarın Amerika’da temas kurmaya çalıştığı çevrelere kadar Gülenizm yolunda gidiyor birçok kişi. Nasıl Said-i Nursi’ye herkes düşmanken bütün fikirleri şimdi baştacı oldu, aynı şey Gülen için de olacak, hatta oluyor ama adını söyle(ye)miyorlar. Onun için Cemaat’in organik yapısına takılmayın, fikirler önemlidir ve fikirleri silahlar yenemez.
        Sizden ricam müşahhas şeyler sorun. Mesela bir yorumunuzda “Cemaatin Kürt’lerde tabanı yok” demişsiniz. İlginç, küçük bir gözlem yaptım, buraya yeni gelen onbeş ailenin üçü Kürt. Yani Türkiye’deki Kürt nüfus oranına denk insan Cemaat’in içinde varmış. Yoksa “Cemaat’in aklından şunlar geçmişti, ben bunları hayal ettim” şeklindeki yorumlarınızın cevabı yok.
        F. Gülen ile Cemaat ilişkisi konusunda söyledikleriniz de yerine oturmuyor. Organik olarak büyük oranda Cemaat’i F. Gülen yönetmiyor. Size tavsiyem Cemaat’i bizzat içine girip gözleyen Batılı Sosyologların yazılarını okumanız. Yoksa hariçten bakarak verilen hükümler geçerli olmuyor.
        F. Gülen’in gençliğinde milliyetçi olmasını çok dert etmişsiniz. Ben size kendi gözlemimi söyleyeyim. Türkiye’de Kürdünden Alevisine, komünistinden İslamcısına kadar milliyetçi olmayan, devletçi olmayan kim var? Hatta devleti kim kutsuyor acaba? Cemaat’in devletle çatışmama düşüncesi çok mu anlaşılmaz birşey? Elbette kanunlara saygılı olmak durumundasınız, o kanunların yanlışlığın bilseniz ve anlatsanız bile. Zaten Cemaat’i İslamcılardan ayıran husus bu. Türkiye’de sizin varlığınızı suç kabul eden bir zihniyet hakim iken Cemaat ne yapmalıydı? Birileri gibi sadece laf mı üretmeliydi? Yoksa devletle çatışmadan hizmet mi üretmeliydi?
        Sizin bakış açınızla “Cemaat çok aptal yada işkencecisine aşık. Daha Cemaat olarak ortaya çıkmadan 1971’de F. Gülen ve çevresi hapsediliyor, 12 Eylül döneminde 6 yıl saklanıyor, kaçak yaşıyor, birçok Cemaat mensubu hapse giriyor, ikence görüyor, 28 Şubat döneminde bir numaralı hedef oluyor, ama devleti kutsamaya devam ediyorlar, öyle mi? Devlet ile ülkeyi karıştırmayalım, bu ülke bizim, ama devlet bir aygıt, kim kullanırsa ona göre çalışan bir aygıt. Ben yaklaşık kırk yıldır Cemaat’i tanıyorum, devleti kutsayan bir anlayış görmedim, kişiler farklı farklı düşünüyor elbette ama hakim görüşü söylüyorum. Cemaat’i tanıdıktan sonra da devlete daha fazla saygı falan duymadım. Sizin bütün ithamlarınız Türkiye’deki ortalama muhafazakar çevrelere yapılan kısmen doğru ithamlar. Devlet’ten kasıt güç ise bu konuda en temiz olan Cemaat’tir. Bunca zaman devlette çok etkin olmalarına rağmen hukuksuzluğa bulaşmadılar. Eğer Cemaat hakikaten hukuk dışına çıksaydı böyle çakma bir “örgüt üyeliği”nden kimseye ceza vermez o suçlardan ceza verirlerdi. Ama genel olarak Türkiye’de herkes devleti herşey sanıyor derseniz bu doğrudur. Aslında bu konuda sol, sosyalist hatta Kürtçüler daha iyi durumda değiller. Kemalistleri ve CHP’yi söylemeye gerek yok.

        • Sn Hakan Çakan,

          Gülen Hareketini 72-78 arası içerden biri olarak gözlemledim.
          Manisa vaazlarını lise öğrenciliğim döneminde dinledim.O dönemde Gülen 35 yaşlarında olgunluk çağındaydı.’Necip Türk Milleti’ vurgusunu çok ön plana çıkarıyordu.

          O dönemde Gülen meşruiyetini ‘Nur hizmetinden’ alıyordu.Siyasete bulaşmak Bediüzzaman’ın ‘Siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım’ düsturu nedeniyle bir tabu idi.Bu tavır nedeniyle dindar CHP belediye başkanları bile yaz kamplarına destek veriyorlardı.

          Gülen boğazına kadar siyasete bulaşarak meşruiyetinin kaynağı Nur Davasına ihanet etti.

          Bu gerçeği içselleştiremediğiniz sürece, Gülen’i ve Cemaati savunan hiç bir argümanınız hüsn-i kabul görmeyecek, gönül ve vicdanlarda makes bulmayacaktır.

        • Bu şekilde anlamlı ve sonuç alıcı bir fikir tartışması yürütmek gerçekten güç, Hakan Bey. Mesela bir yorumunuzda “Cemaatin Kürt’lerde tabanı yok” demişsiniz. İlginç, küçük bir gözlem yaptım, buraya yeni gelen onbeş ailenin üçü Kürt. Yani Türkiye’deki Kürt nüfus oranına denk insan Cemaat’in içinde varmış.” Bu şekilde mi tartışıp değerlendireceğiz sosyolojik bir olguyu? Diyelim, ben 15 Cemaat sempatizanı insanla tanıştım, bunların 12 tanesi aleni bir Kürt garezi içinde göründü. Buna dayanarak, “Cemaat, Kürtlere garez duyan bir oluşum” dedim. Ciddiye alır mısınız?

          Şu ifadeleriniz gerçekten üzerinde düşünülmeye değer:

          “En yakın akrabalarımıza, kardeş, dayı, amca vs. şu an yapılan suçlamaların asılsızlığını anlatmadık mı? Anlattık ve hepsi burun kıvırdı.”

          Niçin, sayın Hakan? Evet, Niçin?

          Niye Cemaat yapayalnız kaldı? Niçin en yakın akrabalar, kardeşler bile burun kıvırıyorlar siz iddiaların tamamen asılsız olduğunu anlattığınızda?

          Bunun üzerine düşünmenizi öneririm: Solcular da kitlesel kıyıma uğradılar 12 Eylül’de. Yakın akrabalar, kardeşler, dostlar sahip çıktılar, arkalarında durdular.

          A. Kuytul zindana tıkıldığında, insanlar “Vurun kahpeye!” diye yollara dökülmediler. . .

          Vesayet rejimine karşı durmuş, birer aydın ahlakı ve tutarlılık abidesi olan sol-demokrat aydınlar E. Mahçupyan, A. Bayramoğlu neden Gülen Cemaati’ne fersah fersah uzak, kuşku ve güvensizlikte çok dolu?

          Neden Avrupa Birliği Parlamentosu resmi belgelerinde Gülen Cemaati’nin “gizli, hiyerarşik bir yapılanmaya sahip, devlet içinde örgütlenme stratejisi güden” siyasi örgüt tespiti yapılıyor?

          Erdoğan, muhalif gazetecilerin karşısına oturamaz. Başına gelecekleri biliyor.

          Gülen de aynı. Cemaat’in Gülene toz kondurmayan bilimum kanalı, geçmişteki ve bugünkü Gülen sempatizanlarına Cemaati anlatıyor. Aynı tek seslilik, aynı korkaklık. Niye?

          Binlerce akademisyeniniz var. Maddi olanaklarınız hayli törpülendi, ama hala daha çok büyük miktarlarda parayı kontrol ediyorsunuz. İsteseniz, panellerle, açık oturumlarla Avrupa’yı kasıp kavurursunuz. Ama, yok. Bütün enerjinizi, bütün olanaklarınızı kendi tabanınıza seslenmeye hasrediyorsunuz. Resmi söylem dışına çıkanlara yönelik taktik de akla hemen Erdoğan’ı getiriyor -sizin cümlenizle aktarıyorum: “Bunların birkaçı gerçekten Cemaat’ten kopmuş kişiler ama diğerleri çakma.” Cemaatin gerçeklerine ışık tutup hesap soran Cemaat mensupları ‘çakma’. . . Adil Öksüz MİT ajanı. . .

          F. Gülen devletin kutsasyıcısı olamazmış. Peki niye olamazmış? Çünkü, “1971’de F. Gülen ve çevresi hapsedilmiş”, “12 Eylül döneminde 6 yıl saklanmış ve kaçak yaşamış”.

          Perinçek’in cezaevine girip çıkma serüvenlerine bir göz atmanız bile, böylesine yüzeysel yaklaşım ve argümanlarla hiçbir yere varamayacağınıza işaret eder.

          Gülen değil miydi, “Ya devletimiz bize karşı bir güvensizlik içindeyse, alsın okullarımızı, devlet işletsin. Anahtar teslimine hazırım” diyen?

          Hem devlet 2004’de “Gülen Cemaatini yok etme planının değerlendirip onaylayacak MGK’da”, hem de Gülen okullarını kendisini yok etme planı yapıp onaylayan devlete teslim etmeye pek gönüllü olacak. . . Tuhaf ötesi tuhaf bir durum gerçekten.

          Gizli ve hiyerarşik yapınıza artık son vermediğiniz sürece, iktidar savaşlarına yapılmış olan biçimiyle dahil olmanın Cemaat’i çok zora soktuğunu söyleyip bunun yanlışlığına işaret etmediğiniz sürece, hayli yüksek entelektüel donanımınızı ve enerjinizi “Bizler etliye sütlüye karışmayan masum ve güzel bir dini cemaatiz” iddianıza inandırıcılık kazandırmak için tüketmek yerine, tartışan, yanlışlarını kabul eden, Gülen’i normalleştiren yeni bir zemin kursanız inanın sizin yararınıza olur.

          Çünkü, her şey herkesin gözleri önünde yaşandı. . .

          • Sn.bernar bu yorumunuzda genel olarak mutabıkız ama bir tek şu kısımda bir katkım olacak (Hem devlet 2004’de “Gülen Cemaatini yok etme planının değerlendirip onaylayacak MGK’da”, hem de Gülen okullarını kendisini yok etme planı yapıp onaylayan devlete teslim etmeye pek gönüllü olacak. . . Tuhaf ötesi tuhaf bir durum gerçekten.” Burda tuhaf bi durum ya da çelişik bişey yok sn.bernar; al takke ver külah durumları yani… sefer görev emri kime verilmişse bayrağı o taşıyor, hepsi bu..!

  10. Kanal istanbul projesinin Doğu Akdeniz doğalgaz ve petrolleriyle bir ilişkisi varmıdır…

    • Kanal İstanbul, milli bir proje görünümü maskesi altında çok büyük bir rantiye-şantiye projesidir.
      Montrö anlaşmasına göre gemileri kanaldan ücretle geçirmenin garantisi yoktur. Türkiye bu anlaşmayı tek başına alacağı kararla değiştiremez.
      Boğazdaki kazalar nadirdir ve daha fazla önlem de alınabilir.
      Ulaştırma Bakanı “Boğaz’dan geçecek gemiler çok bekliyor” demişti. Yahu sana ne beklesinler, bundan çok rahatsız iseler Kanal İstanbul’un maliyetini onlar karşılasın.
      Kanal İstanbul yapılamayacaktır, ne kredi bulunabilir nede iktidar ömürleri yeter.

      • Türk Devleti Kanal İstanbul’dan gemi geçiş garantisi vermeden ne kredi bulabilirler nede yapacak konsorsiyum.

        • Bu kanalın yapılamayacağını anladılar. Belki de önceden ucuza kapattıkları o bölgedeki arsaları yüksek fiyatla elden çıkartabilmek için Kanal İstanbul yapılacakmış gibi mesajlar veriyorlar.

  11. Cemaat mensuplarının suskunluğunun NEDENİ’ni sordum bugünkü (bir önceki) yorumumda. Çok uzun zamandan beri dikkatimi çeken, beni fazlasıyla rahatsız etmesinin yanısıra (ve bundan daha önemli olmak üzere) o suskunluğun NEDENİ’ne ilişkin kendi kanaatimi doğrulayan tuhaf ve kabul edilmez bir suskunluk bu.

    Öyle ya, internet erişimi olan onbinlerce cemaat mensubu ve sempatizanı, Cemaat lideri Gülen’in Bamteli ve Herkulnagme videolarını onbinler olarak izliyorlar internet adresleri aracılığıyla kimliklerine ulaşılabileceği korkusuna kapılmadan. Benzer şekilde, kendilerine ait olup son yılda etkinliğini ve çeşitliliğini artıran TR724 gibi Youtube kanallarını da izliyorlar onbinler olarak, ve binler olarak da ‘like atıp’ beğenilerini ifade ediyorlar. Sayılarını kestiremeyeceğim binlerde olanları, F. Koru’nun yazılarını okuyorlar, muhtemelen kayda değer bir kısmı, yorum sayfalarına da göz atıp yorumlara bakıyor.

    Her ne hikmet ise, benim gibi sol-demokrat, sosyal anarşist karışımı bir bireyden Doğu Perinçekçi H. Gayret’e, sıkı Erdoğan taraftarlarından CHP’liere, bilge ve sağduyulu dindar muhafazakarlardan MHP’lisine ya da Milli Görüş’cüsüne kadar pek çok gelenek şu veya bu oranda burada temsil bulurken, Cemaat sempatizanlarının temsiliyeti yok düzeyde.

    Peki ama niye?

    Suskunluklarının bence üç temel nedeni var. Muhtemelen, bu arkadaşların dikkate değer bir kısmı aşağıda sıralayacağım o üç temel nedenden birincisine kısmen katılırken, diğer ikisine şiddetle karşı çıkacaklar.

    Neden 1: Gülen Cemaati ve mensuplarının önemlice bir kısımı, Gülen ve Cemaat’in darbede bir rolü olmadığına ilişkin güçlü bir inanca sahipken (bu düşüncede olmalarının onların hakkı olduğunu teslim etmek gerek, ben bile darbe kalkışmasının bir derin devlet operasyonu olup vesayetçi seküler güç odaklarını yeniden devlet iktidarını ele geçirmelerine vesile olduğu görüşündeyim), Cemaat’in Allah rızası için iyilikler yapmak, ülkenin eğitimine ve Tğrk diline katkıda bulunmak, dinin ve dindarlığın güzel örneklerini sergilemek üzere bir hocaefendinin liderliğinde bir araya gelmiş bir dini cemaatten ibaret olmadığının bilgisine sahipler. Cemaatin merkezden en uzak halkadaki sıradan Anadolu insanlarında bir duygu, bir kuşku olarak var olan bu inkar edilmez gerçek, şehirli ve iyi eğitimli cemaat mensupları için bir bilgi. Biliyorlar sütten çıkmış ak kaşık olmadıklarını.

    Neden 2: Gülen Cemaati’nin, onun mensupları, gazetecileri, yazarları ve sempatizanlarının ezici çoğunluğunun, Türkiye’nin bir hukuk devleti üzerinde yükselen, bireysel özgürlüklere, basın ve düşünce özgürlüğüne saygılı, azınlık konumundaki inançların ve etnik kimliklerin de kendilerine temsiliyet bulabildiği demokratik bir ülke olması gibi bir özlemi ve derdi hiç olmadı -bugün de yok (bunların iktidar karşıtlığı ve Ahmet Altan gibi insanlara yönelik güzellemeleri büyük ölçüde pargmatik, ilkesel değil.)

    Gülen Cemaati’nin bir yanı dinseldir, bir yanı ise aşırı biçimde siyasallaşmışlığıdır. Militanca bir Türk milliyetçiliğinden asla bir milim uzaklaşmamış olan Gülen, tutarlı, tutkulu, taviz vermez bir devlet tapınıcısıdır. Gülen’in bu ideolojik formasyonu, bir bütün olarak Cemaat’e siyasal karakterini kazandırmıştır.

    Susuyorlar, çünkü devletle yüzleşmelerini mümkün kılacak bir serinkanlılıktan uzaklar. Yaşadıkları bütün o zulüm ve vicdansızlığa rağmen, başlarına gelen şeyin arızi bir durum olduğuna, başlarına ne geliyor ise bunun Türk devleti değil, kerim devleti ele geçirmiş bir çete yüzünden geldiğini düşünmek ve buna inanmak istiyorlar. Gülen de kendilerine bunu telkin edip duruyor zaten.

    Bugün hala Erdoğan taraftarı olanları düşüncesizlikle, Erdoğan tarafından duygusal manipüşasyona uğramakla suçlarlarken, benzeri bir körlüğü, fanatik bir lider itaatini, aklını bir liderin ağzından çıkanlara teslim etmişlik halini kendileri sergiliyorlar. Dört yılı aşkın süredir ve 15 Temmuz sonrası kendilerine yaşatılanlara rağmen, “devletin yanlışının farkına varıp yanlışından döneceği” umuduyla bekliyorlar. Bir yandan soykırıma uğradıklarını, kelimelere sığmaz bir zulme uğradıklarını söylerken (doğrudur söyledikleri), umut ettiklerini yapması karşısında, devleti bağışlamaya dünden hazırlar. Erdoğan ve onun devleti Yargı ReformuTasarısı dediğinde heyecanlanıp, “Bu da oyun, bundan bir numara çıkmaz” demeğe getiren benim gibi yorumculara kısmen sitem ediyorlar, bunun umut verici bir adımı da ima edebileceği olasılığını yabana atmamak gerektiğini söylüyorlardı (elbette bir Cemaat sempatizanı olarak değil, sıradan ve bağımsız bir okur-yorumcu olarak).

    Yaşadıkları bütün zulme rağmen, kerim devlet’e toz kondurmuyor Cemaat sempatizanları, çünkü Gülen’e körü körüne sadakat içindeler. Çünkü, ideolojik beyin yıkama makinesi, toplumun tümünde işlevsel olduğu gibi, Cemaat içinde de işlevsel.

    Neden 3: Gülen Cemaati’nin ortalama mensubunun ZİHNİYET’i, hiç alınıp gücenmesinler, Doğu Perinçekçi derin yapılardakilerin ZİHNİYET dünyasından fatklı değil. Bu durum, iş eylemek’e (yapmak) geldiğinde, gözlenebilir hale geliyor. Yönetemler neredeyse aynı: Günü geldiğinde kontrolleri altındaki medyadan halkın üzerine boca edilmek üzere hazırlanan gizli dinlemeler ve ses kayıdı arşivleri, bürokrasi içinde operasyonel hamleler, güvenlik ve yargı kurumlarını ele geçirmek suretiyle bürokrasideki güçlerini artırıp rakiplerini yolun kenarına itmek ve bu konuda ahlak gibi hiçbir ilkeye kulak asmamak. . . Ergenekon yargı süreçleri ile 15 Temmuz kalkışması sonrasındaki yargı süreçleri arasındaki korkunç benzerliğin nedeni de bu zaten.

    Yukarıda NEDEN 1,2,3 olarak sıraladığım bu gözlem ve çıkarsamalarda benimle aynı ya da benzer görüşleri paylaşan Cemaat mensupları da var. Bunların önemlice bir bölümü, olanları görüp yapının dışına çıkan ve gerçekleri cesurca dillendiren insanlar.

    Cemaat’in geleceğini samimiyetle kaygı edinen Cemaat mensup ve sempatizanlarına, cesarete ve akla dayalı bir eleştiri sürecine katkıda bulunmalarını öneririm. Bunu, Cemaat içinde kalarak da yapabilirler elbette. Başlarına neyin NİÇİN geldiği üzerine fikir yürütüp tartışsınlar. Bunu, ben öyle arzu ediyorum diye değil, halkın büyük çoğunluğunun gözünde yitirmiş oldukları meşruiyetlerini yeniden kazanabilmenin biricik ve zorunlu yolu bu olduğu için yapsınlar. Bir yandan darbe girişimi ithamının dayanaksızlığını gözler önüne sererken, diğer yandan kendi yanlışlarını dillendirsinler. Sadece Erdoğan’ın değil, Gülen’in de kendinden menkul, olağanüstü ve biricik bir insan olmadığının farkına varsınlar. Değilse, Gülen’in telkinleriyle bir yere varamayacaklarını, vaad edilen “kerim devletin yanlışından dönme günü”nün hiç gelmeyeceğini, giderek bir kült haline geleceklerini, Türkiye’de daha en az 15-20 yıl bellerini doğrultamayacaklarını söyleyebilirim kendilerine. Cemaatinizi yanlışlardan arındıracak biçimde yeniden inşa etmenizi öneririm sizlere. Erdoğan iktidarını düşerecek toplumsal muhalefetin arkasına geçip, Gülen’e bir peygamber muamelesi çekmeye devam ederek müjdelenmiş günü beklemeyin bence, toplumsal muhalefetin ilkeli, samimi, demokratik bir ülkenin yaratılmasına katkı sunan organik bir parçası olun.
    Önerim ve çağrım bu olur.

    “Biz zaten hiç yanlışımız olmadı demiyoruz ki. Yüzbinlerce insanı şu ya da bu şekilde içine almış bir hareket Hizmet Hareketi. Yanlıştan ari olduğumuzu ileri sürmek bir fanatizm örneği olur ve bizler böyle bir fanatizmden uzağız” yollu soyut, argo tabirle “orta sahada top çevirme” söylemi, ikna ediciliğin ve inandırıcılığın çok uzağında kalıyor.

    Neydi o yanlışlar?

    • Bernar bey yerinde olan tesbitleriniz takdire şayan…Mağdur olanlar Ay’ın gözüken yüzünde olanlar. Onlara diyecek sözümüz yok.Allah yardımcıları olsun.Sabır versin…Ay’ın arkasındakiler yeniden yapılanma yolundan vazgeçmezler…Herşeyi denemeye hazırdırlar…Bunu cemaattekikerin çoğu anlamaz….Zaten onlar uyanamadıkları için sorun var…

      Devlete attıkları zokayı devlettekiler hala anlamadı… Anladılar ama ayrıştırmaları imkansız…Yargıdakiler de sadece sendika baylok maylokla uğraşıyor…. Bu adamlar zaten bilinçli bir şekilde hizmet elemanlarına bayloğu ve sendikaya bulaştırdı…Ortamı iyice bulandırdılar… Şimdi bekliyorlar… Fırsat gelince ortaya çıkarlar..

    • Bernar Bey. İçerikli yorumlarınızı beğenerek okuyorum ve bazı düşünceleriniz de ufuk açıcı oluyor. Örneğin bu yorumunuzda Gülen için “Militanca bir Türk milliyetçiliğinden asla bir milim uzaklaşmamış olan Gülen, tutarlı, tutkulu, taviz vermez bir devlet tapınıcısıdır.” demişsiniz. Buna göre Gülen’in taptığı devlet ile bugünkü devlet farklı olsa gerek. Zira 15 Temmuz operasyonundan sonra Gülen Cemaati devletten tasfiye edildi. Sorum şu:

      i) Gülen Cemaati’nin tasfiyesi “Sen de çok ileri gittin” diye yapıldı ve 15 Temmuz operasyonunun tek hedefi buydu.
      ii) 15 Temmuz sonrası Atlantikçi Kemalistlerin de tasfiye edildiği fakat onları da ‘Fetöcü’ kapsamında gösterip olayı gizledikleri kanaatindeyim. Gülen Cemaati de Batı yanlısı olduğuna göre 15 Temmuz operasyonu ile Türk devletinden Batı yanlısı güçler tasfiye edilip devlet Batı’dan kopmak isteyen Avrasyacı sözde derin devletin eline geçmiştir.

      Sizce bu iki şıktan hangisi doğrudur veya başka bir üçüncü şık mı vardır. Selamlar.

    • Sevgili Bernar Bey,
      Bu siteyi yaklaşık 3,5 yıldır takip ediyorum, daha önce sık olmasa da yorumlar yazdım. Sizi olabildiğince takip ettim ama açıkcası buraya yada youtube’a yorum yazmaya çok vakit bulabiliyor değilim. Parayla bu işi yapan işsizlerden değilim. F. Koru’yu ve yorumları da her gün okuyamıyorum.
      Sizin artan sıklıkla Cemaat’i eleştiren yazılarınız için söyleyecek çok şey var. Kaç gündür dert yanıyorsunuz, yana yakıla Cemaat’ten cevap gelmediğini anlatıyorsunuz. Trollerin, samimiyetsiz İslamcıların, Ulusalcıların, AKP yandaşlarının, Kemalistlerin, çakma sosyal demokratların, ırkçı Türkçü ve Kürtçülerin Cemaat düşmanlığını anlıyorum. Rüyalarında gördükleri herşeyi Cemaat’e yamayıp geçiyorlar da size ne oluyor anlamak zor. Bir kere Cemaatten birileri konuşuyor, siz onların cevap vermemek için konuştuğunu söylüyorsunuz. Bütün kanalları kapatılmış Cemaat nasıl cevap versin? Sizce hangi sorulara cevap vermedi?
      Ben Cemaatin şu anki durumu çok iyi bilmiyorum, onlar adına konuşma yetkisi olan biri de değilim, kendi adıma bildiklerimi yazıyorum, ama merak ediyorum, siz yazacağım yorumların burada yayınlanacağını garanti ediyor musunuz? Evet ben yurdışında yaşayan ve internet erişimi olan biriyim. Ama bu uzun zaman pek mümkün olamadı. Bütün hayatı çalınan insanların yeniden hayata tutunup kendilerini savunmaları hiç kolay olmuyor. Daha önce yazdığım bazı yorumlarım, ki bence önemliydiler, yayınlanmadı. Gerçekten zülfü yare dokunan ve Cemaati açıkca savunan yazılara zaten Türkiye’deki hiç bir medyada yer verilmiyor. Aslında bu kadar tezviratın doğru olmadığının delili de bu. Niçin Cemaat adına kimsenin konuşmasına izin verilmiyor, Türkiye’de her fikir serbest (kağıt üzerinde de olsa) ama kapı gibi mahkeme kararlarıyla evinde Gülen’in kitabı olan tutuklanıyor. Siz de burada yana yakıla niye Cemaat kendini savunmuyor diye soruyorsunuz.
      Cemaatle ilgili hangi sorulara cevap aradığınızı anlayamadım, lütfen o soruları açıkca yazın. Bildiklerimi cevaplayayım. Somut şeyleri konuşmak daha doğru. Mesela Çözüm Süreci ile ilgili iddialarınızı cevaplamıştım. O konuyu daha derin analiz edebiliriz. Spesifik konular olursa daha rahat tartışılabilir. Ama yok “Cemaat Kürtlerin dindar Türklerle buluşmasını engellemek için çalışıyordu” yok “Cemaat devleti kutsuyor” yok “bekliyorlar tekrar devleti ele geçirip bilmem ne yapacaklar” gibi hüküm hatta önhükümler pek tartışılacak şeyler değil.
      Kendi adıma niye buraya sık yorum yaz(a)madığımı söyleyeyim. 1-Sansürleniyor, ne yayınlanacak diye düşünerek yazdığım yorumu yazmanın pek anlamı yok, yazma isteğim olmuyor, anlamı da olmuyor. Bundan sonra sansürlenmezse daha çok yazabilirim.
      2-Hayatımı devam ettirmek için yoğun şekilde çalışmak ve bu yaştan sonra bir dil öğrenmek zorunmayım. Başka bir ülkeye binbir zorlukla ulaşan insanların ilk öncelikleri hayatta kalmak ve bir düzen kurmak oluyor. Vaktim yok.
      3-Yazdıklarım ne kadar işe yarıyor, kim okuyor ve değerlendiriyor bilmek zor. Haklılar yada değiller ayrı konu, Cemaat’ten insanlarda ciddi bir kırgınlık var. Türkiye’ye ve hatta en yakın akrabalarına bile kırgınlar. Neredeyse hiç kimseyle temas etmiyorlar, kimse de onlarla temas etmek istemiyor. Kırgınlar çünkü herkes biliyor ki Cemaat fikriyat olarak şiddete karşı ve fiilen hiç kimse hiçbir şiddete başvurmadı. Ama herkes kendince sebeplerle Cemaat hakkındaki bütün yalanları doğru kabul edip “hadi kendiniz savunun, ama bütün savunma araçlarınızı da yok ettik” diyorlar. Hergün binlerce kanaldan Cemaat hakkında o kadar yalan ve iftira yayınlanıyor ki ben şöyle düşünüyorum: Bu kadar yalan ve abartıyı gören biri anlar ki bunlar uyduruk . Bu kadar döneklik ve yalan dolana inananlara ben buradan ne anlatabilirim ki. Bu şartlarda onların her yalanına cevap vermek ne mümkün.
      4-“İnsanlar şu anda büyük oranda angaje ve polarize olmuşlar. Buradaki yorumları okuyup da aydınlanacaklar mı” şeklinde bir kanaat var. Bu çok da yanlış değil gibi, beni de etkiliyor.
      Cemaatin sessizliği iddianıza (ki doğru değil) yazdığınız üç nedene gelince:
      1-Kimse sütten çıkmış akkaşık olduğunu iddia etmiyor, öyle olması da gerekmiyor. Keşke Cemaat’in soykırımı hak eden suçları neymiş onları da söyleseler biz de bilsek. Her toplulukta yanlış yapanlar olabilir. Önemli olan Cemaatin iyiliklerinin yanlışlarından milyon kez fazla olması. Bir yanlışı Cemaat karar alıp yapmışsa yada en azından onay vermişse Cemaat’in malı olur, yoksa kişilerin yanlışları kendini bağlar.
      2-Bu sözünüz kötü bir zan, değilse iftira olur, Cemaat AKP’yi 2011’de sırf ülkeye demokratik bir anayasa getirecek diye (seçim öncesinde AKP’lilerin yaptıkları densizliklere rağmen) desteklediler. Derin Devlet’i açığa çıkarmaya çalıştılar. Eğer iddia ettiğin gibi iktidara ortak olmak isteseydiler Erdoğan’ı desteklemeye (Türkiye’de keyfi yerinde olan diğer gruplar gibi) devam ederlerdi.
      Devletle nasıl yüzleşecekler anlamak zor. Muhafazakar çevrelerde the Cemaat dışında devletin kirli çamaşırlarını ortaya dökme gayreti olan kim var/vardı? Ergenekon davalarını Cemaat yürütüyor idiyse bu sözünüz ne anlama geliyor?
      3-Ergenekon yargı süreci ile 15 Temmuz sonrasındaki yargı sürecini benzer buluyorsanız diyecek hiç bir sözüm yok. Bu yargı ve bu düzen hepinize hayırlı olsun. Kısaca siz bize söyleyin: Ergenekon soruşturmalarında kaç kişiye işkence yapıldı, kaç kişi eşiyle, çocuğuyla tehdit edildi? Hangi benzerlikler var? Ergenekoncuları mahkemelerde yüzlerce avukat savunuyordu, şimdi Cemaat davalarında avukat bulunamıyor, bu mu benzerlik?
      Başka sorum yok.

      • Hakan Çakan Bey,

        İlkin, kısa not olarak tutmaya çalışacağım üç madde ile, hemen aklıma gelenleri söyliyeyim. İzin verirseniz, karşı-yorum metninizde değindiğiniz tartışma konuları üzerine, eli ayağı düzgün bir metini önümüzdeki iki gün içinde yazayım.

        Niyetim kalp kırmak, yanıt geldiğinde altından kalkamayıp mahcubiyet duymama neden olabilecek iddiaları kamuoyu önünde dillendirip insanların canını sıkmak değil. Niyetim gerçekten üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil. AK Parti’nin iktidara gelişinden bugüne kadar geçen uzun zaman dilimine, hepimiz açısından olağanüstü öğretici derslerle dolu pek çok dramatik siyasal gelişme sığdı. Hep birlikte, aslında kendimize olan saygının bir tezahürü olan diğer insanların düşüncelerine saygı temelinde, mümkün olduğunca tartışalım, dersler çıkarma konusunda birbirimize yardımcı olalım, bu duygusal ve düşünsel olarak parçalanmış toplum görüntüsünden birlikte sıyrılıp toplumsal bütünlüğümüzü inşa etmenin aracı olarak kullanalım diyorum.

        (1) Ergenekon yargı süreci ile 15 Temmuz sonrasındaki yargı sürecini aynılaştırmış göründüğüm ifadem için sizden de yorum okurlarından da özür dilerim. Vahşet açısından bir benzerlik bulmak şöyle dursun, bir karşılaştırma dahi yapılamaz. Bu uyarı ve itirazınızı bütünüyle kabul ediyorum.

        Ergenekon davalarında hukuk yoktu, tarafsız ve evrensel hıkuk ilkelerine bağlı savcılar, hakimler, emniyet müdürleri yoktu. Ama, vahşet de yoktu. Birbirinden taban tabana farklı iki siyasal konjonktürde yaşanmış o dava süreçlerinin ortak yanı, hukuksuzluk, siyasallaşmış bir güvenlik ve yargı kurumu temelinde yaşanmış olmalarıydı. Ergenekon davalarının “derin devlet”le hesaplaşma olmadığını, öyle bir niyet taşımadığını söylüyorum. Cemaat’e bağlı güvenlik bürokrasisi ve yargı bürokrasisi eliyle, sadece vesayetçi güvenlik bürokrasisi ve yargı bürokrasisi geriye itildi. Bu yapılırken, Cemaat’in önünde engel olarak gördüğü hayli insan da torbaya dolduruldu. 15 Temmuz davaları ise, Cemaat’e ve demokratik muhalefete karşı girişilmiş kitlesel kıyım ve vahşet süreci -ve hala devam ediyor.

        (2) Benim bütün eleştirilerim Gülen’in ve “Büyük Abiler”in kendilerine yönelik eleştiriler. Cemaat’in mensuplarıyla, tabandaki sempatizanlarıyla hiç, ama hiçbir sorunum yok. Düzinelerce insan tanıdım Cemaat’den. Pek çoğu son derece entelektüel, konuşulup tartışılabilir, bir dost olarak güvenilir insanlardı. “Vurun kahpeye!”ci düşkünler takımının bir başka türü olarak görünmek beni çok yaralar. Bu insanların ezici çoğunluğu, bırakın uğradıkları soykırıma gerekçe olarak kullanabilecek günahlara sahip olmayı, haklarında bir soruşturma açılmasını bile hak etmiyorlar. Devlet kurumlarına memur alımında vb. birbirlerini kollayıp işlerini kolaylaştırmış olabilirler -ahlaki bir sorun, kısmen yargısal müdahale gerektiren bir durum, ama, dürüst olalım, bunlara bulaşmayan kim, hangi çevre var CHP’sinden MHP’sine, Dev-Gençli’sinden Perinçekcisine?

        (3) Üç yılım siyasi mahkum olarak cezaevlerinde, 16 yılım siyasi mülteci olarak aralıksız yurt dışında geçti -yasal, şiddetle bilmem neyle ilgisi olmayan bir dergideki dört makale ve dergi editörü olmam yüzünden (Tanrı inancı olmayan bir insan olarak şeriat propagandası yapmak ve Atatürk’ün manevi şahsını bilmem ne yapmak işlediğim suçlardı!). AK Parti’nn ilk döneminde ülkeye geri dönebildim. Velhasılı, yaşadığınız deneyimlerin yabancısı değilim. Fark belki şu: Doğruluğumdan ve haklılığımdan hiç şüphem olmadığı için, mülteci kamplarındaki hayatımın herhalde üçüncü veya dördüncü haftasında yazmayı, işlemiş olduğum ‘suç’ların devamını getirmeyi sürdürdüm. Üç arkadaş, fotokopi makinesiyle çoğalttığımız bir dergiyi mültecilik hayatımızın dördüncü ayında yayımlamaya başladık. Geleneksel Türk sosyalist solunun düşman saydığı, Türkiye’de hiç geleneği olmayan Troçkistler olduğumuz için, öyle yurt dışında elimzden tutan, yol yordam gösteren birileri de olmadı. Diyeceğim o ki, konuşmak isteyen her durumda konuşuyor, her olanağı deniyor. Üç yıla yakındır sayın Koru’nun sitesinde yorumcu olarak metin giriyorum, örneğin. Muhafazakar bir arkaplana hiçbir zaman sahip olmamış bir insan olmama rağmen, eşine ender rastlanır bir özgürlük ortamına sahip oldum. Yüzlerce metnimden sadece bir tanesi editörün denetimine takıldı. (Bunun için de kendisine gönül borcu duyuyorum, çünkü öfkeme hakim olamamış, H. Gayret biladerime giydirirken ölçüyü kaçırmıştım. İçi boş, düşkün bir metindi, iyi ki editörmüz bu nedenle paylaşılmasına izin vermedi.)

        Yazmak, derdini düşüncesini paylaşmak buradaki her birimize ne kadar hak ise, Cemaat’e şu ya da bu dercede yakınlık duyan herkese hak. “Ezber bozan başa bela açan” tadında çok yorum metnim yayımlandı burada doğrudan Cemaat, 15 Temmuz konularında. Yok Cumhurbaşkanıymış, yok muhaliflerine dava açıp süründürüyormuş, hiç aldırmadım, “Hamama giren terler” (H. Gayret biladerimin tabiriyle, “Demirden korkan trene binmesin”) diye düşünüp, Erdoğan hakkındaki düşüncelerimi en ufak bir oto-sansür gereği duymadan ifadeye döktüm, hepsi de yayımlandı.

        En geç iki gün içinde, bundan daha kısa bir metinle, Cemaat’e sormak istediğim sorularımı soracağım. Arzu eder ve yanıtlarsanız, memnuniyet duyacağım.

        Saygı ve selamlar.

  12. Fehmi bey merhaba!
    Şu yorumların görünmesi meselesini bir şekilde halledin artık. yorumları göremiyoruz.

    • Hamza Bey, gönderilen yorumlar, anında ilk cümleleri okunur halde ana sayfanın yanındaki başlık altında görülür oluyor, ama bir bütün olarak görülüp okunur hale gelmek için editörün kontrolünden geçmeyi bekliyorlar. Yani, ortada teknik bir sorun yok. Daha önce olduğu gibi, yeni yorumlar belli aralıklarla editörün onay vermesinden sonra güncelleniyor, bütünüyle okunabilir hale geliyor.

      • Bernar bey merhaba!
        – Durum sizde nasıl bilemiyorum. Ancak, bende şu şekilde oluşuyor:
        – Siteyi açtığımda, yayınlanmış yorumların bir bölümü görünüyor.
        – Bugün bir ara siteye baktığımda, ilk sayfada 12, bugünün sayfasında ise 4 yorum görünüyordu.
        – Yorum yazdığımda ise, benim yorumum “yorumunuz onaylanmayı bekliyor” bilgisi ile ekranda dururken, daha önce göremediğim, yayınlanmış diğer yorumları da görüyorum.
        – Ancak, daha siteyi tekrar kapatıp tekrar açtığımda, ilk sayfada yine 12, bugünün yazısının olduğu sayfada ise yine 4 yorum göründü. yani diğer yorumlar ile benim yorumum yine görünmedi.
        – Ancak çok çok sonra, bu yorumu yazdığım saatlerde, birinci sayfada yine 12 yorum görünürken, bu sefer, bugünün sayfasında 18 yorum görünüyor.
        – Yorumumu gönderdiğimde kaç yorum görünecek bilemiyorum. Belki daha görünmeyen yorumlar vardır.
        – Bazen, bu yorumların görünmemesi çok uzun süre olabiliyor. öyle olunca da yorumları okuyamıyoruz.
        – Bir de, bir arkadaş, geçmişi temizleyip yenilediğimizde yorumların görüneceğini yazmıştı. onu da deniyorum. bazen işe yarıyor ama genellikle o yöntem de işe yaramıyor. hangi durumlarda işe yarayıp, hangi durumlarda işe yaramadığını bilemiyorum.

  13. Fehmi Koru, “Netflix Amerikalı ve Türk abonelerine izletmiyor filmi” demiş. Hadi Amerikalıları anladık, Türk abonelere neden izletmiyor ki? Acaba filmin içinde Fehmi Bey’in dile getirmediği başka ilginç şeyler de mi var?

  14. Türkçe’de herkesin durumuna uyan bir atasözü var.Mesela “aç tavuk kendini darı ambarında görür” şeklindeki atasözümüz, 2020 yılında muhakkak erken seçim olacağı beklentisinde olanlara pek güzel uyuyor.

    2020’de erken seçim bekleyenler aslında “Umudumuz Ak Parti”,ya da “Umudumuz
    MHP” demiş oluyorlar.Niçin?Çünkü erken seçim kararı alabilmek için ya Ak Parti’den,ya da MHP’den,yeteri kadar milletvekilinin muhalefet tarafına geçmesi gerekiyor.Bu da ham hayalden, yani kendini darı ambarında görmekten
    başka bir şey değil.Bence kendilerini
    böyle hayallere kaptırmalarında hiç bir
    sakınca yok.İnsan hayal ettiği müddetçe
    yaşar diye boşuna söylenmemiş.

    Erken seçimcilerin bir umudu da Erdoğan.
    Çünkü Cumhurbaşkanı olarak onun da
    seçim kararı alma yetkisi var.Fakat seçim kararı aldığı anda kendi görevi de sona erer.5 yıllık görev süresini kendi eliyle niçin
    3 yıldan fazla kısaltsın?

    Kaldı ki normal seçimlere 3 yıl varken erken seçime CHP ve İyi Parti’nin
    vekillerini de razı edemezsiniz.

    Dahası var,gerekli hazırlığı tamamlayamadıkları için Davutoğlu ve Babacan’ın partisinin bile işine gelmez erken seçim.Onlar için bir nevi baskın seçim olur bu.

    Erken seçim kararı,şartların uygun olduğu
    düşünüldüğünde seçimlere bir yıl gibi bir süre kala iktidar tarafından alınır ancak.
    Ben bunun da olacağını düşünmüyorum.

    Tabii ki 2020’de erken seçim olmadığını
    gördüklerinde,2021’de muhakkak olacak
    diyecekler.O da olmadı,beklenti 2022’ye
    sarkacak.Bundan ötesi yok.Çünkü seçimlere bir yıldan az süre kaldığında
    erken seçim kararı alınamaz.Bu beklenti,
    bu bahar geleceğiz,baharda gelemeyince,
    gelme tarihini güze,o da olmadı yaza erteleyenlerin avunmasına ve avutmasına benziyor.

    *****
    Erkencilerin Davutoğlu’na biçtikleri misyon
    da çok manidar:Davutoğlu Ak Parti’yi az da olsa tırtıklasın yeter.Bundan ötesi ona fazla gelir.Ben de aynı şeyi söylüyorum.Bu mevzuda mutabıkız.Ancak ayrıldığımız
    bir nokta var:Ben Babacan’ın da tırtıklamadan öte geçemeyeceği kanaatindeyim.Son tahlilde,üst aklın her ikisinden beklediği şey eski partilerini
    tökezletmek.

    Erkenciler kendi öngörülerinin tuttuğu kanaatindeler.Bunda da yanılıyorlar.
    31 Mart’ta aradıklarını bulamadılar aslında.Bozuldular 31 Mart’ta.
    Cumhur’un oy oranı yüzde elliyi geçti.
    Önemli olan buydu.Çünkü önemli olan
    Cumhurbaşkanlığı seçimi.31 Mart’ta yüzde %50’yi geçen Cumhur,2023’te daha rahat geçer.23 Haziran’ın onlara moral
    olduğunu kabul ediyorum.Fakat bu moral
    onlara 2023 hezimetini yaşatacak inşallah.

    *****
    “Öldük,bittik,kötüye gittik”çilere,düne göre
    iyi olan neyimiz kötüye gitti bugün?Ya da neyimiz düne göre daha iyi değil diye sordum, cevap veremediler.Kötüye gidişin başlangıç tarihi olarak,2011-2013 yıllarını veriyorlar.Yani fetönün farkına varılıp, mücadelenin başladığı tarihi veriyorlar.
    Sevsinler sizi.

    Sorularım şunlardı:İhracat mı artmadı düne göre,milli gelir,yani üretim mi artmadı,ulaşım mı kötüye gitti,mesken
    üretiminde mi geri kaldık,savunma mı kötü,sağlık mı iyi değil,emniyet ve yargı fetönün elinde iken daha mı iyiydi,yargı o zaman mı daha adildi,sorular çalınırken, sağlam askerlere çürük raporu verilip önemli görevlerden uzakkaştırılırken mi mağduriyet yoktu,dar gelirli,asgari
    ücretli niçin Ak Parti’ye destek veriyor,
    öldü bitti de?Niçin kaymak tabaka CHP’ye
    oy veriyor?Enflasyon mu daha yüksek,
    döviz stokumuz mu daha az?Bankalar mı battı?Hızlı tren niçin kimsenin aklına gelmiyordu?Bölgesel meselelerde Türkiye’nin ne diyeceğine ABD, Rusya ve AB dün mü daha çok kulak veriyordu, bugün mü?Dün Birleşmiş Milketlerde ABD’nin parmağına bakmaktan başka bir şey yapıyor muyduk?

    “Öldük-Bittikçiler” sürekli maddi meseleleri gündeme getirdikleri için maddi konuları sıraladım.Kılık kıyafet özgürlüğü,katsayı
    engelinin,Kur’an öğretiminin önündeki engelin kaldırılması onları pek ilgilendirmiyor.

    Pekiyi hiç mi durumu kötüye giden yok?
    Olmaz olur mu,var.Fetö’nün,PKK’nın durumu kötüye gidiyor.Türkiye’nin güçlenmesinden rahatsızlık duyan dış mihraklar da durumu iyi görmüyorlar.Tabii hamza için de durum iyi değil.

    Netice-i kelam,hülasa-i meram,halimize
    şükür makamındayız vesselam.

    • AŞAĞIDA NEDEN HALKIN HALEN AKP Yİ DESTEKLEDİĞİNİ
      GÖSTEREN VERİLER BULUNMAKTADIR .
      2002 DE 127 USD UCRET ALAN ASGARİ ÜCRETLİ 2019
      DA 348 USD ASGARİ ÜCRET ALIYOR YETERLİMİ ASLA

      EKMEK Asgari Ücret ile – 2002: 920 adet, 2018: 1.603 adet
      SU SU – 5 Litre Fiyat – 2002: 1.100.000 TL, 2018: 2,4 TL
      SU Asgari Ücret ile – 2002: 167 adet, 2018: 668 adet
      KIYMA Asgari Ücret ile – 2002: 37 kg, 2018: 56 kg
      SÜT Asgari Ücret ile – 2002: 216 litre 2018: 411 litre
      BEYAZ PEYNİR Asgari Ücret ile – 2002: 37 kg, 2018: 84 kg
      MARGARİN Asgari Ücret ile – 2002: 259 adet, 2018 844 adet
      UN Asgari Ücret ile – 2002: 294 kg, 2018: 458 kg
      PİRİNÇ Asgari Ücret ile – 2002: 110 kg, 2018: 267 kg
      KURU FASULYE Asgari Ücret ile – 2002: 74 kg, 2018: 162 kg
      NOHUT Asgari Ücret ile – 2002: 93 kg, 2018: 94 kg
      KIRMIZI MERCİMEK Asgari Ücret ile – 2002: 113 kg, 2018: 272 kg
      MAKARNA Asgari Ücret ile – 2002: 383 paket, 2018: 943 paket
      ÇAY Asgari Ücret ile – 2002: 39 kg, 2018: 84 kg
      ŞEKER Asgari Ücret ile – 2002: 140 kg, 2018: 305 kg
      TAVUK Asgari Ücret ile – 2002: 69 kg, 2018: 107 kg
      SALÇA Asgari Ücret ile – 2002: 136 kg, 2018: 176 kg
      ÖVÜNÜLECEK DURUM MU ASLA DAHA İYİSİNİ YAPACAK BULUNANA
      KADAR AKP YE DESTEK VERECEKLER

      • Ahmet Bey verdiğiniz bilgiler için teşekkürler. Doğruluk analizi yapabilmek için bu bilgilerin kaynağını da vermenizi rica ediyorum.

      • Ahmet bey listeye asgari ücretle ne kadar özgürlük, ne kadar huzur, ne kadar fikir ve fikri hür bir şekilde beyan etme hürriyeti alınabildiğini de listeye alsaymış iyiymiş. (Onlar parayla satılmıyor ki diyenler varsa şaşarım o gözlere)

        • Abd gastelerine bastırırsın milyon dolarları, ilkokul mezunuymuş falan demezler her türlü fikir ve ifade özgürlüğünü satın alıp doya doya kullanabilirsin barancım..!

    • Cumhurbaşkanlığı Seçimi öncesi, Erdoğan’ın kolayca başkan seçileceğini, M. İnce’nin hiç şansı olmadığını, ama asıl kritik olanın bir sonraki seçimler olduğunu söyledim. Seçimden üç hafta önce, burada şunu yazdım 3 Haziran 2018 günü: “Asıl ilgiye mazhar olması gereken seçimler bir sonraki seçimler. (. . .) Bence herkes bir sonraki seçimde siyaset arenasında yaşanacak depreme hazırlansın.”

      Bir sonraki seçimler geldi. Erdoğan dört büyük il başta gelmek üzere, bütün büyük şehirlerde kaybetti.

      7 Mayıs 2019 sabahı, tekrarlanan İstanbul seçimlerinden haftalar önce, aşağıdakileri yazdım:

      “Erdoğan’ı, erken seçimlerden kaçamayacağı ikinci bir İstanbul yenilgisi bekliyor. Bunu, sayın Abdullah Gül’ün moral ve simgesel desteğindeki yeni partinin kuruluşu hamlesi izleyecektir.”

      Erdoğan ve yandaşları, tam da iddia ettiğim üzere, İstanbul seçimini ikinci kez kaybetmediler, geleceğini öne sürdüğüm Osmanlı tokatını yediler.

      Yerel seçimlerde 9 büyük şehirdeki seçim sonuçlarını yüzdeler de vererek hangi ittifakın kazanacağını haftalar önce burada yazdım. Siz de kendi tahmininizi yazdınız. Bir karşılaştırmayı olanaklı kılmak için tahminlerimizi kopyala-yapıştır yapmamı ister misiniz, Bekir Bey?

      Ben hayvanlar dünyasını seven bir adamım. İster tavuğa benzetin, ister başka bir hayvancığa. İnanın aldırmam. Aç da olsun, tok da olsun. Kahve içer türü de olsa, çayı şekerli içen türü de olsa, hiç alınganlık göstermem inanın.

      Ama, yine Türkçemizde yaygın olarak bilinen ve gerçekle yüzleşme cesaretini gösteremeyen korkaklar için kullanılan ifadeyi hatırlatmama izin verin: “Mezarlıktan geçerken ıslık çalmak” 🙂

      Sadece Erdoğan iktidarının 2020 yılı içinde mutlaka yapılacağını iddia ettiğim seçimleri kaybetmesinden söz etmiyorum: Seçimi kaybetmesinden sonraki 1 yıla yakın bir zaman içinde kendisinin ve partisinin siyaset sahnesinden tasfiye olacağını da ileri sürüyorum.

      2020’de ve onu takip eden bir yıllık süreçte ortadan kaybolmayın lutfen 🙂

      • Yorumunuzdaki sadece bir noktaya cevap verme ihtiyacı duydum Bernar
        bey:”Aç tavuk kendini darı ambarında görür” atasözümüze göndermede bulunduğumda bir insana tavuk demiş olmam.Sizin bunu anlayacak
        zeka ve Türkçe bilgisine sahip olduğunuza inanıyorum.

        Bu vesile ile “yiğidi öldür hakkını yeme” atasözümüze göndermede
        bulunarak bir hakikati burada teslim edeyim:Sağlam ve düzgün bir Türkçe
        kullandığınızı görüyorum ve bunu
        takdirle karşılıyorum.Meramınızı
        anlatmada fevkalade başarılı olduğunuzu da kabul ediyorum.Ama bu,fikirlerinize katıldığım anlamına gelmiyor.

  15. Trump, tek kafayla yaşamıyor ki; hergün ayrı bir kafayla hareket ediyor. Trump Dünya gündeminden düşmemek için hergün Dünyaya ayrı bir şerbet sunuyor. Bizim ülkedeki sorunlara bakalım. Sayın Davutoglu parti kurmakla iyi mi yaptı kötü mü yaptı? Önümüzdeki hafta da Ali Babacan parti kuracak. Bu partiler Ak parti için avantaj ve dezavantajları araştırmak lazım. Türkiye’de ibre gerçekten de sol kesime mi kayıyor? Trollerde de bir tedirginlik var mı?

  16. Gülen Cemaati mensupları ve sempatizanları hem birer birey olarak, hem de dnisel-toplumsal bir topluluk olarak çok, ama çok kötü bir sınav veriyorlar. Kalpleri kırılacaksa kırılsın: Erdoğan’ın ve kendilerini soy kırıma uğrattığını ileri sürdükleri otoriter rejimin -pek çoğu farkında olmasına rağmen- kuyusuna su taşımakta ısrar ediyorlar.

    NİHAYET, üç yıla yakın bir zaman içinde, NİHAYET Cemaat’in lideri Gülen hakkında olumlu bir ifadeye rastladım bugün. İki yılı aşkın süredir burada yorum yapıyor Baran Bey. İlk olarak doğrudan Gülen ismini yazdı ve o kişi hakkında olumlu bir ifadede bulundu. . . Bir başka ilk daha gerçekleşti: Benden iki hafta kadar sonra, bir okur yorum sayfalarında “KHK TV”den söz etti.

    KHK’lılar, devletin tamamen yasa dışı uygulamaları neticisinde, aileleri ile birlikte yüzbinlerce insanın mağdur edildiğini, adeta açlığa ve mahkum edildiğini söylüyorlar (kendilerinden çok daha fazla, KHK’lı olmayanlardan çıkıyor o ses.) Bu bütünyle doğru bir iddia. Hiç kuşkum yok.

    Gülen Cemaati’nin -girişmiş olduğu iktidar savaşlarından yıkımla çıkması öncesi dönemden- tanıdığımız gazetecileri, yazarları, eksiksiz diyebileceğimiz aynı kadro ile, Youtube üzerinden ve sayısı giderek artan kanal üzerinden, yüzbinlerce Cemaat sempatizanının alenen soykırıma uğratıldığını, işkencelere uğratıldığını, devletin yasa-dışı adam kaçırma eylemlerinin hedefi haline geldiğini, bu durumun bugün de sürdüğünü söylüyorlar.

    Çok büyük ölçüde bu da doğru.

    Kendilerine dönüp sormak istiyorum: Neden hiç sesiniz çıkmıyor?

    Her yerde olduğu gibi, burada da varsınız. En az binlercenizin F. Koru’nun yazılarını okuduğundan, en az bir kaç yüzünüzün yorum sayfalarına göz attığından hiç kuşkum yok.

    Evet, bir kez daha ve üstüne basarak soruyorum: NEDEN susuyorsunuz?

    Şunu söyleyebilirsiniz: “Durumu bilmiyormuş gibi davranıp haksızlık yapmayın. Sesimizi çıkarmamız durumunda başımıza gelmesi kuvvetle muhtemel belaları bilmiyor değilsiniz, bir nedenle bilmezden gelir görünmeyi yeğliyorsunuz.”

    Bu sıkça ardına sığındığınız bahanenizin bir geçerliği yok, Türkiye’de yaşayanlar için anlaşılır, geçerli, kabul edilir bir gerekçe sadece. Onların durumunu anlıyorum. İçişleri Bakanlığı’nın tepesindeki zat’ın her işi gücü bırakıp Internet üzerinde Erdoğan’a atıp tutan, sözünü esirgemeyen benim gibi insanların IP adresileri aracılığıyla kimliklerini tespit etmeye çalışan, binlerce memurdan oluşan ekipler kurduğundan adım gibi eminim.

    Ben, yurt dışında olup Internet erişimine de pekala sahip olan sizlerden söz ediyorum. Sayınız onbinlerce. Bunu reddedemeyeceğiniz kadar iyi biliyorum. On binlerceniz, Cemaatinizin gazetecilerinin Youtube kanallarını gündelik olarak izliyor (söz gelimi, sahip olduğunuz TR 7/24 kanalında A. Yavuz Arslan’ın tek bir programını izlemiş olanlarınızın sayısı, an itibarıyla, 56.982. Ve aranızdan 510 taneniz “like”lamış. Doğrudan Cemaat adına yayın yapan benzeri sitelerin toplam izlenirliğini hesaplamaya çalıştım kabaca ve becerilerim ölçüsünde. “Ya IP adresim tespit edilirse” türü bir kaygıdan uzak kalarak Gülen’in Bamteli ile HerKulNagme videolarını ve bu Cemaatçi sitelerin programları izleyen mensuplarınızın sayısı en az 180.000 ve bunun çeyrek milyona yakın bir rakam olması pekala mümkün.

    Neden, evet, neden burada olduğunuz halde, bu satırları da okuduğunuz halde, susuyorsunuz?

    15 Temmuz darbe girişiminden devlet kurumlarına giriş sınavlarında soru çalma, vatana ihanetten yabancı ülkelerin gizli servisleriyle iş kotarmaya kadar, bir düzine ithamın gündelik muhattaplarısınız. Başımızdaki otoriter, ceberrut rejim, toplumsal desteğini, hatırı sayılır ölçüde, bu ithamlar üzerine basarak yükseltiyor.

    NEDEN susuyorsunuz?

    Kendi kanallarınızdan, gündelik olarak, masum olduğunuzu anlatyorsunuz. Böyle ise (ki ben Gülen ve etrafındaki klik dışında böyle olduğunuz kanısındayım), NEDEN susuyorsunuz?

    Kendi kurduğu cümleler kabul edilemez derecede bozuk, Erdoğan ve iktidarına karşı eline geçen her şeyi gelip burada yorummuş gibi üzerimize boca eden Nurdan ismiyle yazan kişi dışında, neden kimliğinden rahtasızlık duymadan yorum yapan bir taneniz yok -bu gidişle de olmayacak görünüyor?

    Bu suskunluğunuzun, bu saklanma güdünüzün bir NEDENİ olmalı.

    O NEDENİ yazmamı ister misiniz?

    • Örgüt disiplini denilen şeyden bihaber değilsindir heralde bernar arkadaş; bilirsin sinsilik esastır… yalnız nurdan ablaya bunu yapmiicaktın..!

    • Siz neden soyadınızı yazmıyorsunuz? Hangi Bernar’sınız? Ben bilmiyorum. Bernar mısınız gerçekten?

      • Son iki yıl içinde üç kez yazdım kimliğimi. Sizin için dördüncü kez tekrarlamış olayım: Bernar Kutluğ. Kayıt kuyudat meraklısı, arşivci emniyetçilerin de işini kolaylaştırdım soyadımı vererek.

        Üç yıl önce ilk yorumumu da gerçek ismimle yaptım ve hiç değiştirmedim.

        • Hem başkalarına isminizi kimliğinizi gizlemeden yorum yapın diyorsunuz, ondan sonra soyisminizi yazmaktan imtina ediyorsunuz. Bu ne tezat? Ayrıca hem soru soruyorsunuz yazayım mı diye kimse “yaz” demeden döktürüyorsunuz da döktürüyorsunuz. İlginç bi insan mışsınız Bernar Kutluğ Bey. 🙂 Tanıştığımıza sevindim. 🙂

          • Azcik sorunlu bir tanışıklık oldu gibi, Kürşat Bey. Ben kimseye “kimliğinizi açık ederek yazın” çağrısında bulunmadım. Ben, “Cemaat’e yakınlık duymak ahlaki ve hukiki açıdan bir sorun ya da suç değil. Bunu saklamadan bu platformda düşüncelerinizi paylaşabilir, tartışmalara katkıda bulunabilirsiniz” çağrısında bulundum yurtdışında bulunan onbinlerce Cemaat sempatizanına.

            “Döktürmeyi” kendime iş edindim. Ciddye alan alır, almak istemeyen almaz, güler geçer. Hayat ve memleket meseleleri üzerine kafa yoran, söyleyecek sözü olduğunu düşünen herkes “döktürüp de döktürsün” bence.

            Vatan millet sevgisini göstermenin biricik yolu bilmem ne dağının eteklerinde (ortası bile değil) yollanıp kurt gibi ulumak, selfi video çekip “Youtbe’a atmak” mı?

            Ne öneriyorsunuz, anlamadım: İki cümle çiziktirip “Süper” Lig maçlarımıza odaklanıp zamanımı öyle mi değerlendireyim?

            Siz de ilginç bir arkadaş olarak göründünüz bana. Selamlar

      • Kürşat bey, arkadaşı yakından tanıyorsunuzdur mutlaka ama hadi ben de araya kefil oliim bari: bernarın ta kendisidir bu, yazılanlar da onun eli ürünüdür. Bilmem teskin oldunuz mu? Bunları hep sen bu hale getirdin allah seni bildiği gibi yapsın emi..!

    • Önce yaptıklarının nasıl bir büyük hata olduğunu itiraf etsinler ondan sonra yaşadıkları haksızlıkları burada ifade ederler.Nasıl soru çaldıklarını , nasıl insanları kullandıklarını , nasıl devlete sızdıklarını . Dini bir cemaatin ordunun içinde ne aradığını ,polis teşkilatına neden adam yerleştırdiklerini bir itiraf etsinler. Neden ABD nin dünyanın 200 küsür ulkesinde yapılanmasına izin verdiğini bir açıklasınlar .
      Sonrasında onların uğradığı haksızlıklar için bütün gücümüzle mücadele ederiz. Ama önce hatalarını bir idrak etsinler.

    • bernar bey merhaba!
      – yazınızı okurken, “muhtemelen gülen, bunların yorum yazmasına izin vermemiştir” diye düşündüm.
      – Aslında gülenciler, gülenin, tuvalete gitmelerine izin verdiği için teşekkür etmeleri lazım.
      – Onların, gülen “düşün” demeden düşünmeleri, “düşüncelerini açıkla” demeden açıklamalarını beklemek çoook çoook lüks bir durum.
      – insana tapınma konusunda erdoğancılar mı yoksa gülenciler mi daha başarılı diye bir yarışma olsa, oyumu kesinlikle gülencilere veririm.
      – Al birini, vur ötekine.
      – Sadece tapınma konusunda değil. her konuda. bu ülkenin harap edilmesi, değerlerinin yok edilmesi, insanlara zulüm edilmesi, insanlara kumpas kurulması…
      – Hangi konuda yarışırsa yarışsınlar, birinciyi tespit etmek gerçekten zor iş olur.
      – Bugün mağdur olmaları, zülme uğramaları, gülencileri iyi yapmıyor.
      – Bu arada, gülenciler, gülencilerin neden suskun kaldığınızı yazmanızı, eğer gülen izin verirse isterler yoksa istemezler ama ben epey merak ettim:
      – Gülenciler neden suskunlar?
      —-
      – Yine bu arada; şehir üniversitesi ile ilgili sözcü gazetesindeki bir haber çok ilgimi çekti.
      – Sancarın şehir üniversitesi mütevelli heyetinden istifa ettiği ile ilgili haberde, üniversitenin eski rektörünün açıklamasına yer verilmiş. ilgili bölüm şu şekilde:
      “Ülker dönemi rektörü Ali Atıf Bir, ‘Öğrencilerin %95’i bursluydu’ bilgisini paylaşıyor”
      – Öncelikle kamu arazisinin bedelsiz verilmesi gibi ucube bir uygulama var. Aslında bir soygun demek daha doğru.
      – Diğer taraftan, bir üniversitenin öğrencilerinin %95’inin burslu olması, tek başına, sorgulamayan, söylenileni yapan insanlar yetiştirerek, ülkede etkin olma projesinin kanıtı olmasa bile, bu kuşkunun akla gelmesini meşru yapıyor.
      – Sahi, vakfa, devlet arazilerinin peşkeş çekilmesi ve bu peşkeş çekilen araziler üzerinde kurulan bir üniversitenin öğrencilerinin %95’inin burslu olmasından kuşku duymamak için insanın isminin Ahmet olması lazım.
      – not: bu durum, halk bankasının yaptığını ya da şu an iktidarın şehir üniversitesine yaptığı haksızlığı haklı kılmaz.

      • Hamza bey badem bıyıklı mübarekler sütre gerisinde sinsice beklenen salih zatı bekliyorlar; peki siz konuşuyorsunuz da ne oluyor..? Armudun sapı üzümün çöpü.

    • Değerli Bernar hocam! Önceki gün de siz benden uluslarası ilişkilerden kutuplararası stratejilerden bahsetmemi istemiştiniz bu gün de benden cevap beklemiyorsunuzdur umarım :))
      Ama beklentilerinize cevap verecek bir cemaat mensubu çıkar konuşur da sizi tatmin edebikir mi bilemiyorum. Konuşursa da hiç fena olmaz. Ama benim gördüğüm kadarıyla susan kimse yok gibi hemen herkes sorulan her soruya cevap veriyor görünüyor en azından benim dışardan biri olarak gördüğüm bu. Ha siz herkes toplansın bizim evde gelip konuşsun diyorsanız bence hiçbir mahsuru yok evinizde buna mani bir durum yoksa beni de çağırın ben de bir iki soru sorarım belki. Ben cemaat mensubu biri olmadığım için benim konuşacak bir durumum yok konuştuğum zamanda sokak diliyle konuşup genelde saçmalıyorum çünkü.

      Sokaktan ilkokullu bir ‘Cin Ali’ olarak şunu söyleyebilirim sadece; Filozoflar daima geçmişe dönük sorgulama yapıyorlar, sorgulamaya da varlığın ilk halinden başlıyorlar sonra varlığın hilkat penceresinden her aşamasını anlamlandiriyorlar. Bunu yaparken aklı düşünce zinciri, herbir paradigmayı da bu zincirin halkaları olarak kabul edersek her bir düşünce halkasını ayrı ayrı zincirin bütününe uyup uymadığını kontrol ediyor uymayanı atıyor uyanı zincire ekleyip yola devam ediyorlar. Ve böylece içinde yaşadıkları zaman diliminde olan biteni ayna gibi görüyorlar.
      Şimdi soru şu: her hangi bir mantık disiplini yakalayamamış yakalar gibi olduğu zamanlarda da patır patır zincir kıran insanlara ne anlatabilirsiniz ki?

      • Sevgili Baran Kardeşim. . . Bu hitabı bir ironi olsun diye değil, samimi bir ifade olarak yazdığımı bilmenizi isterim. Kardeşim dememin nedeni de, yaşca sizden büyük olduğumu bilmem.

        Ben Cemaat sempatizanı olduğunuzu düşündüm. İki nedenle. Birinci neden, bugün Gülen’e sahip çıkar göründüğünüz kısa yorum metninizdi. İkincisi, aylar öncesin de, Gülen’e yönelik sert bir eleştiride bulunduğum bir yorum metnime çok kısa, tek cümlelik bir metinle karşılık vermiştiniz: “Bilmiyorsunuz, bari susun.” Umarım hatırlıyorsunuzdur.

        Ben, oligarşik devletin suç ve suçlu tanımını takan bir insan değilim. Sonuçlarına da katlanıyor, neyi düşünüp neyi ne kadar söyleyip yazacağıma kendim karar veriyorum. Erdoğan’ın, onun başında bulunduğu otoriter rejiminin savcılarının değil. Velhasılı, bir Cemaat mensubu ya da sempatizanı, benim indimde, ülkesini, insanlarını en az burada kendi aleyhlertine atıp tutanlardan daha çok seven, saygı duyulmayı hak eden insanlar. Dolayısıyla, sizin bir Cemaat sempatizanı olduğunuzu düşünüp bunu güçlü biçimde ima etmek, bir belaltı vuruşu ya da size yönelik bir itibarsızlaştırma girişimi değildi. Cemaat mensubu ya da sempatizanı olan bir insanla karşılaştığımda, ilkin ve her şeyden önce, “Kardeşimsiniz, kardeşinizim. . .” derim. Duygu ve düşünce dünyanız her ne ise, kavgadan uzak, hep makul bir dili yeğleyen, saygı gösteren ve saygıyı fazlasıyla hak eden bir insansınız: Kardeşimsiniz, kardeşinizim.

        Kanaatinize katılmıyorum: Cemaat susuyor. Cemaat mensupları susuyor. Cemaat sempatizanları susuyor. Ağızlarını, sadece ve sadece, “Bizler güzel masum insanlarız. Tertemiz yüreğe sahip, dünya işlerine aldırmayan dünya güzeli bir Hocaefendimiz var” demek için ve heyecanla, ve gözlerini budaktan sakınmadan açıyorlar.

        TR7/24 haber sitesinden, İsmail Sezgin’in VıdeonTR sitesinden, Gulsah Cavusoglu Hanım’ın sitesinden, gündelik olarak (abartmıyorum, gündelik olarak) posta kutuma düşen ACADEMIA.EDU sitesinden gelen sayısız çoklukta İngilizce makaleden bizlere sürekli, günde 24 saat sürekli konuşuyorlar ve sürekli anlatıyorlar.

        Sürekli konuşarak ve anlatarak susuyor bu arkadaşlar. Konuşarak, anlatarak susuyorlar, çünkü pek çok Cemaat sempatizanı dahil yüzbünlerce insanın sorduğu sorulardan bir tanesini bile sormuyorlar. Soruların, cevapların olmadığı bir yüksek perdeden ve sürekli konuşma halinde, susuyorlar.

        Susmak üzere ağızlarını açan ve durmaksızın, heyecanla, tutkuyla, saatlerce konuşanlar, mesele Gülen’e toz kondurmamak olduğunda Türkiye’de akraba, dost, yakın dinlemeden cengaverce ve risk alarak Youtube siteleri kurup konuşanlar, Gökhan Bacık başta gelmek üzere, sözüne ve aklına en güvenilir (çoğu yapının dışına çıkmış) Cemaat mensubu akademisyenleri uyarıp susturmak, Münferit Fikir Platformu’ndaki arkadaşları itibarsızlaştırmak için konuşuyorlar.

        Bir konu takıntı düzeyinde ilgi alanıma girdiğinde, ısrarla peşinden gitmek gibi saplantılı bir yanım var, Baran. Düzinelerce insanla konuştum, tonlar dolusu makale okudum, şehir şehir dolaştım. Bilgimi, konuya hakimiyertimi hafife almamanızı rica eder, sizden bunu beklerim.

        Cemaat tabanından onbinlerce insanın zihnindeki soruların tek bir tanesini bile sormuyorlar. Soruların, sorulara verilen yanıtların olmadığı bir sürekli konuşma hali, suskunluk halidir.

        Arkadaşlarımız, tıpkı Gülen gibi, Gülen’e ve devlete toz kondurmadan beklemeyi, sadece masumiyet iddia etmek üzere konuşmayı, bu siyasi rejimin sonunun gelmesini bekliyorlar. Devlete olan güvenleri devam ediyor.

        Toplumsal muhalefet, evet, yıkacak bu rejimi -üstelik çok yakında.

        Ama, pek çoğu muazzam bir yanılgı içinde. Yerine gelecek iktidarın döneminde de durumda değişiklik olmayacak.

        Sorulardan kaçtıkça, çok konuşur görünüp aslında sustukça, tabanını yitiriyor Cemaat, ve, bu tutumda ısrar ederse, yazgısı, giderek marjinalleşen bir kült (cult) haline gelmek.

        Erdoğan, muhafazakarkarın düşünce ve duygu dünyasından bi-haber nicedir.

        Gülen de Cemaat’in tabanınındaki düşünce ve duygu dünyasından bi-haber görünüyor. Muhtemelen bu bir görünme hali, muhtemelen pekala farkında o değişen duygu ve düşünce halinin, ama çaresiz. Tıpkı Erdoğan gibi.

        Sorular sorulduğunda sorulara karşılık veremeyeceğini biliyor, çünkü günahları var.

        Sorulardan korkmayan, sorulara karşılık vermeye hazır Cemaatçi arkadaşların ses vermesini bekliyorum.

        Şımarık ve had bilmez ithamlarım değil, sorularım var. . .

  17. Trump deli-dolu ve ahlak zafiyetinden mustarip biri. Duygusal bir reaksiyonerliğinin yanısıra bir çok halleriyle kalınca kafalı biri olduğunun işaretlerini de verip durmakta. Yazıda alıntılanan Florida konuşması bize radikal aşırı gelse de Amerikan günlük hayatında çok çok sıra dışı bir şey değil. Genelleme yapılamasa da üst-düzey insanlar arasında bile böyle küstahça ve iğneli konuşanları var. Psikolojik sorunlu, böylesine zafiyetleri olan biri bizim CB’nının seveni ve özel dostu olsa buna ne kadar güvenilebilir ki? Belki bizim CB’ye şahsi bir kıyak çekebilir. Ancak Türkiye’yi ve tüm milleti cezalandırma anlamına gelecek politikalardan da geri kalmaz. Çevresinde, onun suyuna giden bazı tipler, içten-pazarlıklı birileri o’nu kullanmanın yoluna gider. Bizi yöneten siyasi nüfuz alanında da böyle emme-basma olayların olmadığı ne malum…

    Sn Koru’nun yukarda naklettiği olayda yahudi kalabalığa itham/hakaret edilen ne malum ki siyonist lobisine çalışan bir manupilatörce Trump’a gaz vererek tetiklenmiş olmasın. Öyle olmamış ta olabilir, ancak somut ortak ilişki olunca insanı o yönde de düşündürüyor. Trump gibi deli-dolu olduğu bilinen bir siyasinin öyle bir laf etmesi çok önemli değil. Ancak, üniversitelerde aklı başında akademisyenlerin İsrail’i eleştirmesi/kınamasının yasakla kanunlaşarak önüne geçilmesi çok önemli. Bunun sanki bizdeki bazı yasakları hatırlatır yönü de var. Misal, Menderes’e Atatürk’ü koruma kanununun (neyse o artık!) hazırlatılması ve imzalatılması olayı-öyle okudum).

    Daha yeni bir misal olarak akla bir de şu “van minüt” olayı geliyor. On yıl kadar önceki meşhur olay! O zamana kadar hiç olmamış, bir ilk olduğu için doğruluğu-yanlışlığı konusunda millette bölünmelere sebep olmuştu. Ancak, hemen sonrasında n’oldu. İsrail bu olayın arkasından Güney Kıbrıs’a gitti askeri-ekonomik anlaşmalar imzaladı (tatbikat bile yaptı daha sonra). Kısaca, savunma ve hidrokarbon yatakları konusunda bariz aleyhimize bir tutum içersine girdi. Acaba, “van minüt” için CB’ye yıllarca manupilasyon ve tahrik yüklemesiyle çevresince gaz vererek “van minüt” çektirilmesi de Siyonizmin kendi oyunu muydu? Olmaya bilir de, ama yine de “acaba” dedirten bir olay! Daha önce Israil ile ilişkiler gayet iyi iken, TSK ekipmanının modernize edilmesi ihalesini İsrail’e verecek kadar iyi iken, İsrail gerçek bir dost idiyse neden bizimkilere demedi? Misal, “Ya, Türk dostlarımız, Akdenizde önemli yataklar var, gelin birlikte çalışalım. İlişkilerimizi geliştirelim-dostluğumuzu pekiştirelim!”. Tek bir sinyal yok! Bu kaynakları bizimkiler somut olarak yeterince bilmiyorken, onlar çok daha önceden biliyorlardı. Böyle bir şeyden bizi nasiplendirmemek için iyi ilişkilerin “van minut” çektirerek bozulması gerekiyordu kendilerince. Öncelikle, Erdoğanı tongaya getirerek, belki de. Bizimkisi de epey müsait!

    Şimdi ayıkla princin taşını, yıllarca uyumuşuz! (https://www.ocakmedya.com/turkiye-dogu-akdenizdeki-enerji-oyunlarini-bozabildi-mi/ ). Ekonomik kaynak olarak kıvrandığımız bir dönemde burnumuzun dibindeki Akdeniz kaynaklarından bize birşey koklatmamak üzere Israil-Yunanistan-Kıbrıs-ABD-AB Akdeniz konusunda aralarında anlaşmışlar! İlaveten “Akdeniz’deki gelişmelerden, TC’nin Akdenize bu amaçla askeri gemi göndermesinden endişe ediyoruz” diyen Ruslar, sanki Rum tarafından Ortodoksça rüşvet almış gibi gittiler, bizimkilerin Akdeniz’de bir hak koparabilmek için Libya’da anlaşma yaptığı meşru hükümete karşı savaşan general Haftar’ı silah ve personel yardımıyla desteklemeğe başladılar. Biz ise çarşaf çarşaf Türk bayrağına boyadığımız Hidrokarbon arama gemilerimiz Akdenizde dolandırıyoruz.

    Siyasi iç çebelleşmelerden başlarını kaldırmayan bizimkiler, bu önemli işlerde zamanında hareket etmemiş olduğundan, şimdi adeta aldatılmışlığın acısını çıkarmak için oralarda boy göstermeğe devam ediyor. Akdeniz’de bu konuda bir hakkımız olmaması imkansız, yeter ki uluslararası kurallara bağlı kalarak layıkıyla kararlılıkla akıllı bir şekilde kendimizi ifade etmesini bilelim. Bu işlere 20-30 yıl önce proaktif olarak girişilmiş olsaydı, elde edeceğimiz avantajlar pazarlık konusu olur, Kıbrıs konusu dahi şimdiye kadar makul bir şekilde çözüme kavuşturulmuş olabilirdi.

  18. Bir gün de bugün KHK’lılara yapılanlar Ku Klux Klan’ların Siyahlara yaptıkları gibi anlatılacak. Filimlere konu olacak. Belgeseller bunlardan bahsedecek.

    Biraz Youtube’dan KHK TV seyredin dediğimi anlarsınız.

Yoruma kapalı.