Ne demişti Çinli bilge: “Parmak ayı gösterdiğinde, akıllı olanlar parmağa değil aya bakar.”
Bizler akıllı geçiniyoruz, ancak son zamanlarda en akıllı geçinenlerimiz dahil hepimiz ay yerine parmağa bakar olduk.
Örnek isteyeceklere örnek çok.
ABD’de birbiri peşi sıra Türkiye aleyhine bazı gelişmeler yaşandı, yaşanıyor. Önce Kongre’nin kalabalık olan bölümü, Temsilciler Meclisi, ‘Ermeni kararı’ geçirdi, onu hemen yine Temsilciler Meclisi’nin geniş yaptırımlar kararı izledi. Senato da geride kalmadı; orada da Ermeni tasarısı rüzgar gibi geçti. Senato’nun bir komisyonu yaptırımları da genel kurula sundu; ardından Kongre’nin hazırladığı içinde Türkiye’ye yaptırımların da yer aldığı 2020 bütçesini Donald Trump imzaladı. Parası önceden ödendiği halde F-35 jetlerinin Türkiye’ye sevki de durduruldu.
“Neden böyle oldu?” sorusunu sormak yerine “ABD kötü” ve “Trump’ı aldattılar” gibi bahaneler daha fazla ilgimizi çekiyor.
TBMM başkanı Mustafa Şentop yurtdışı gezisi sırasında gazetecilerle buluştuğunda dün konuyla ilgili olarak şunları söylemiş:
“Türkiye, ABD dahil herhangi bir ülkeye mahkum değil. (..) Yaptırımların, ambargoların bir tek olumsuz etkisi var; o da Türkiye-Amerika ilişkileri bakımından bu ilişkilere zarar verecek bir tablo çıkartacak. Amerika’nın tercihi buysa, eğer Türkiye ile ilişkilerini bozmayı veya zarara uğratmayı hedefliyorsa, amaçlıyorsa böyle bir sonucu buradan elde edebilir. Ancak şunu belirtmek lazım, günümüz dünyasında ambargolarla, tehditlerle, uluslararası hukuku hiçe sayan uygulamalarla, kararlarla sonuç alabilmek mümkün değil. Eski bir dünya yok, eski bir Türkiye de yok artık.”
Gönül okşayıcı güzel sözler bunlar, ama boş sözler olduğuna da kuşku yok.
ABD ile aramızın açılmasının, Beyaz Saray’ın da onayladığı ambargolar ve yaptırımların, vaktiyle üyelerinin yarısı Türkiye aleyhine karar çıkartılmak istendiğinde aslanlar gibi lehte tavır alabilen Kongre’de aleyhte kararlar çıkarken destekçi sayımızın minimuma inmesinin birkaç sebebinden biri şu: Rusya ile yakınlaşmamız…
Türkiye NATO üyesi olmasına rağmen S-400 füze savunma sistemini Rusya’dan almayı tercih etti.
Sorun bu tercihle başladı.
Parmağa bakanlar sonucu görüyorlar, oysa o parmak bu başlangıcı gözlere sokuyor.
Rusya’nın gönlünü yapmak istedik de ne oldu?
Türkiye’nin stratejik açıdan güvenliğini ve ekonomisini ciddi biçimde etkilemiş olan en önemli sorun Suriye’de devam eden iç-savaştır. Oradaki iç-savaş yüzünden 4 milyona yakın Suriyeli Türkiye’ye sığındı. İç-savaş ülkenin Türkiye ile sınır teşkil eden bölgelerinde etnik dengeleri bozarak ülkemize karşı yeni bir güvenlik sorununa yol da açtı. Rusya ile yakınlaşma girişimi biraz da bu yüzden.
Washington Türkiye’nin ‘terörist’ olduğunu özellikle belirttiği PYD/YPG örgütü ile işbirliği yapıyor diye ABD ile aramıza mesafe girmişti; bu yüzden kendimize yeni müttefik ararken Rusya ile işbirliğini uygun görmüştük.
İyi de Rusya Suriye’de Türkiye’nin çıkarlarını baştan beri gözetmediği gibi son zamanlarda tam tersini yapmaya başladı. Suriye rejimi ile birlikte hareket eden Rusya Türkiye’nin kendi güvenlik gerekçeleriyle kurduğu dengeyi bombardıman ediyor. İdlib’e yönelik Suriye-Rusya ortak saldırıları birkaç gün içerisinde Türkiye sınırına 100 binin üzerinde yeni sığınmacı gelmesi sonucunu doğurdu.
Rusya hatırına ABD ile aramızı açmıştık, şimdi Rusya ile başımız dertte.
İyi ki ödül törenleri var. Dün de, yine bir ödül töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, İdlib’te yaşananlara ‘katliam’ teşhisini koyduktan ve oradan ülkemize yeni bir göç dalgasının gelmekte olduğunu belirttikten sonra şunu söyledi:
“Biz Rusya nezdinde saldırıların son bulması için gereken her türlü çabayı gösteriyoruz, göstermeyi de sürdüreceğiz. Yarın bir heyeti Moskova’ya gönderiyoruz, görüşmeleri yapacaklar ve alınacak neticeye göre biz de atacağımız adımları belirleyeceğiz.”
Belli ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya’nın Suriye’de uyguladığı politikayı doğru bulmuyor, bunu Moskova’ya heyet göndererek düzeltmeyi umuyor.
ABD ile arası açılmış bir ülke olarak Türkiye’nin Rusya gözünde de değerinin düştüğünü fark etmemiz lazım.
Dostlukların çözülüşü
Rusya ile son zamanlarda girdiğimiz yakın ilişki ve bir çok konuda başlattığımız işbirliğinin kötüye gitmesinin de olumsuz sonuçları mutlaka olacaktır.
Olsun, biz de başka dostlar ve müttefikler ararız, böyle mi düşüneceğiz?
ABD ile ara açıldığında ve Rusya ile yakınlaşma yoluna girdiğimizde, buna benzer gerekçeler kullanılmıştı.
Galiba bir süre sonra dünyada fazla dostumuz kalmadığı gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalabileceğiz.
Kalalım. Zaten bizim eski mottomuz “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” değil miydi?
Öyleydi, ama bugünün dünyasında dostsuz da yaşanmıyor.
İçeride uygulanan kutuplaştırıcı politikalar sonucu arkadaşlıklar, dostluklar parçalanmıştı; şimdi dış politikadaki tercihler Türkiye’nin geleneksel dostluk ilişkilerini ortadan kaldırma sonucunu veriyor.
Dış politika veya başka bir deyimle diplomasi dengeler üzerine oturur. Türkiye bulunduğu bölgenin stratejik değeri ve tarihi zenginliği sayesinde başka ülkelerden daha fazla bir gücü temsil etmektedir. İlişkileri ve kurduğu işbirlikleri de bu güçle irtibatlıdır. Dengeleri bozmadan gücünü kullandığı zaman istediği sonucu alabilecek bir ülke olduğu her zaman görülmüştür.
Şimdi sonuç alamıyoruz. Sorunlar yığılıyor ve dıştaki gelişmeler giderek içeriyi de olumsuz etkilemeye başlıyor.
Hep aya bakmak yerine parmağa gözümüzün takılı kalması yüzünden…
Herkesle, her ülkeyle çıkarlarımızı koruyarak iyi ilişki kurmak zor olmamalı.
Çinli bilgenin sözünü aklımızdan çıkarmayarak sorunlara yaklaşmalı, esas sebepleri göz önünde tutarak sorunlara çözümler aramalıyız. Bunun için de tek yol kendi elimizle yok ettiğimiz dengeleri yeniden oluşturmaktır.
ΩΩΩΩ
Fehmi bey Chp li Mansur yavaş- Sinan Aygün olayı neymiş…Bi olaya el atsanız….
Cumhur İttifakı, Suriye Kürdistanı meselesinin bir BEKA sorunu olduğuna halkın yarısından biraz fazlasını ikna ederek son seçimleri kazanmıştı. Birçok kişi ise bu sorunun çok önemli-hayati arasında olduğunu fakat BEKA sorunu olmadığını düşünüyordu.
Şimdi de Libya meselesinin BEKA sorunu olduğunu iddia ediyorlar. Hatta Erdoğan Libya ile yapılan askeri anlaşmanın Sevr’i ters köşe etmek olduğunu bile iddia etti. Bugüne kadar Erdoğan’a oy veren seçmenlerin bu iddiaların doğru olmadığını düşündüklerini tahmin ediyorum. Zira Erdoğan daha önce van minit diyerek çıktığı Siyasal İslamcı dış politikalarında hep hüsrana uğradı.
İsrail Cumhurbaşkanına One Minute dedi de ne oldu. Mavi Marmara 20 milyon dolara satıldı, Kudüs İsrail’in başkenti oldu.
1000 küsur odalı Saray, Erdoğan’ın halifelik hayalleri için yapıldı. Güya Müslüman Devlet’ler bu saraydan Erdoğan’ın halifeliği ile yönetileceklerdi. Sonuçta hemen hemen tüm Arap ülkeleri ile aramız açıldı.
Suriye’de Esad rejimi devrilirse, PKK kontrolündeki YPG/PYD’nin Suriye Kürdistanı için harekete geçeceği belliydi. Fakat Erdoğan Obama’nın (ABD) oyununa gelerek muhaliflere “gönderin ailelerinizi biz bakarız, siz yeter ki savaşın ve Esad’ı devirin” diyerek mezhepçi bir politika izledi. Şam’da Emevi Camisinde Cuma namazı kılacağız, az kaldı falan dedi. Şimdi ise işi gücü bıraktık 4 milyon Suriyeliye 40 milyar dolar masraf yaptık, YPG/PYD’yi nasıl defederiz bunu düşünüyoruz.
Geçmişte Saddam Hüseyin de sorunlu olduğu Kuveyt’e girerse Batı’nın karışmayacağına ikna edildi. Fakat girince de başta ABD olmak üzere ‘Barış Gücü’ üzerine çöktü. Türkiye’nin Libya ile yaptığı askeri antlaşma çok tehlikelidir. Suriye’de olduğu gibi elimizi taşın altına koyduktan sonra sap gibi ortada bırakılma ihtimalimiz çok yüksektir. Petrol ülkesi Libya’da ABD, Rusya, İngiltere, Fransa gibi emperyal ülkeleri atlatıp istediğimiz sonuca ulaşabileceğimizi sanmak için, Saddam Hüseyin ayarında olmak gerekir.
Görüldüğü kadarıyla Cumhur İttifakı’nın “Batı (ABD) bize diz çöktürmeye çalışıyor, fakat biz dik duracağız teslim olmayacağız” söyleminin bir propagandadan ibaret olduğu ortaya çıktı. Zira İdlib’te ve Libya’da Rusya ile karşı karşıya geldik, hatta Kanal İstanbul projesinde de. Suriye’nin tamamında İran ile de hasım durumundayız. Fransa ile de (Macron) ilişkiler iyi değil. Mısır, Suudi Arabistan ve İsrail ile düşmanca durumdayız. AB ile nanemollayız.
Bu durumda Cumhur İttifakı ne diyecek : “Batı, Doğu ve Araplar bize diz çöktürmeye çalışıyor. ABD, Rusya, Fransa, İran, Mısır, Suudi Arabistan, İsrail, AB bizi kuşatmış durumda. Fakat biz Katar ve Libya’daki yarım iktidar ile birlikte dik duracağız ve teslim olmayacağız. Muhalefet teslim olalım kurtulalım diyor, sakın ola onlara oy vermeyin”. Bu arada Atatürk’ün Libya’da ne işi vardı, Kanal İstanbul’u da yapacağız falan gibi laflar da sarf ediyorlar.
Sanki birileri Erdoğan ve Bahçeli’ye büyü yapmış ve onları el altından destekleyerek Türkiye’yi göçertmek görevi vermiş.
Ekrem ismin güzeli, soyadı kayra,
İnsan ziyandadır, and olsun asr’a!
Hitap insana, hitap eden Allah’tır,
Etnik şom ağızlar var, açılsın hayra!…
Şu yukardaki resimdeki kamyondakilere bir bakalım. Ayaktaki büyük ihtimal baba veya amca. Solda oturan başı örtülü anne ve ortada 5 çocuk ve muhtemel büyük bir abla veya teyze, veya hala. Köken itibariyle bir ihtimal Arap, bir ihtimal Türkmen ve daha zayıf ihtimalle Kürt bunlar. Herbirinin ortak paydası aynı kaderi paylaşım; coğrafya ve kültürel yakınlık ve ortak bir DiN müslümanlık. Bölgenin ve bu insanların en büyük sorunu ne etnisite, ne kültür ve ne de müslümanlık. Pekala ne o zaman….
Bugün en büyük sorun, geri kalmışlık!
Bu insanlar bugün birer küçük balık,
Ortam hala vahşi, şartlar acımasız,
Cirit atanlara bak, hep büyük balık!..
Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük sorunu, Kürt sorunu derken çerkesler, boşnaklar, gürcüler, arnavutlar ve bilumum diğerleri sorun değil mi diyorsunuz. Eh onlar sorun değilse, kürtler hiç sorun olmamalı. Çünkü kürtler genel ve bildiğim kadarıyla da daha dindar. Çok daha sabırlı olmaları beklenir. Bu konuda sabırsız olan şuursuz demektir. Sabırsızlıkta ileri giden insan stabil değildir, yalan söyleyebilir, şiddete başvurabilir ve hatta teröre de bulaşabilir. Nitekim de böyle olmuştur… Şimdi Okyanus-aşırı köpek balıkları bölgede cirit atıyorken Kafkasya üzerinden inan ayılar büyük iştahla ortalığı karıştırıyorken, hepbirlikte ayıklayalım pririncin taşını.
Kürtlerin (içlerindeki hainler hariç) hain görülmüş olduğuna katılmak mümküm değil. Türklerin ve diğerlerinin içinde hainler yok mu(ydu)? Dünyadan pek haberiniz yok. Sadece kürtler değil, geri kalmış topluluklar dünyanın her yerinde aynı durumda ve hatta çok daha kötü durumda olanları var. İşte kızları ellerinden zoraki olarak alınan Uygurlar. İşte çocukları kilise kuruluşları ve İngiliz/Fransız kökenli aileler tarafından paylaşılarak alınan kızılderili/yerli toplulukları ki bunlar da çokçası etnik orta-asyalılar. Bu çocuklar çeşitli şekillerde istismar da edildi. Kliseler bu olayları sonunda kabullendi. İçki, uyuşturucu intihar olayları bu jenerasyonda çok daha fazla(ydı). Benin ailemde de ülkede birçoklarının olduğu gibi kürt kökenli, doğu anadoludan insanlar yok değil. Üç günlük dünya hayatında herbiri bir nebze huzurla ve ülke bütünlüğü içersinde yaşamağa çalışıyorlar, herkes gibi. Allah hepsinden razı olsun.
Ancak Ekrem bey, sizde etnik açıkgözlük ve pravokatörlük olduğu görülüyor. Bir ihtimal Ocak Medaya’da Veysi Dündar köşesinde yazdıklarımdan (https://www.ocakmedya.com/maocular-mutlu-uygurlar-mutsuz-mesut-ozil-mahsun/ ) da tetiklenmiş olabilirsiniz-Allah selamet versin. Az da olsa sebep olduğumu düşünerek yazdıklarınıza karşı yazmağa sevkedilmiş oldum. Alay komutanı müsteşar vs. olmadığını iddia ediyorsunuz. Vardır! Aşiretliği aşıp, dağda yaylada izole kalmayıp eğitim sistemine entegre olanlardan olmaması mümkün mü, her etnik kesimden olduğu gibi, kesin vardır. Ancak ortaya çıkıp etnisitesini gurur kaynağı yapmayacak kadar mağrur ve uyaroğlu insan gibi insanlar, yani kompleksli tipler değil.
Bütünlüğe zarar verecek kadar etnik açlık niye? Aziz Sancar’a Nobel ödülü verildiğinde. Kimmiş bu diye «wikipedi» ye belki de ilk girenlerden biriydim. Aziz Sancar’ın Mardin’den kürt olduğunu falan yazmayı ihmal etmemişler alel acele… bu bilgi karşısında, kürt olmasına, Anadolu’dan olmasına şahsen çok sevindim. Ertesi gün bu aziz insan bu konulara değinmek zorunda hissetti kendini. Aynı bölgede herkesle birlikte yaşadık, azbuçuk her entisiteden altyapı olabilir demeğe getirdi efendice (bunulunduğu eyalette eşiyle birlikte bir türkevi açmışlar. Aslen sekiz çocuklu dar bütçeli bir aileden. Demek ki hainlik etmeyip entegre olanlar her şey olabilirmiş Ekrem bey. Abisi de TSK’da subaymış. Derken «wikipedi»ye tekrar baktım kürt olduğuna dair referanslar çıkarılmış. “Etnik açlığın derecesi, ah şu kürtçüler dedim kendi kendime”… Ahirette sorgulama başlayınca hiç kimseye Kürt müsün Türk mü yoksa Gürcü mü diye soru yok. «Sizin için DiN olarak İslam’ı seçtim. Dünyada müslüman olarak ne halt ettin, diğer insanlara ne kadar örnek olabildin»… türden sorular var.
Bazı şeylerden kurtulmak için rusya ekseni kurtuluş görülmüştü ama denize düşen yılana sarılır misali yılan yılanlığından vazgeçmez! Kaldı ki rusya, çin, iran ekseni tarihte hiçbir zaman islamla ve turkiye ile düşmanlığını saklamamış! İdlibi bombalayarak göçmen istilasıyla turkiyeye ayar veriyor. Çin müslümanlara kadın çocuk demeden zulmederken turkiyenin sessiz kalmasını sağlayarak müslümanların gözünde değer kaybettiriyor! İran en büyük oyununu zarrab ile oynadı gibi görünsede Katar üzerinden daha büyüğünü oynuyor olabilir.Kanal rantçıları bir taraftan bastırıyor olabilir.Libya birden bire ne alaka diyenlere suriye güzel bir örnek. Ancak libya suriye gibi değil.orada abd hiç ses çıkarmıyor kimse farkında değil! Hafter=abd+rusya. BM geçici hükümeti tanıdı deniyor, öyle birşey yok çünkü tanıma şartı olan güneyin yani hafterin egemen olduğu meclisin onaylaması gerçekleşmedi!bu yüzden savaşıyorlar.ihvancı trablus hükümetinin turkiyeye yanaşması da şüpheli bir hareket! Yanıbaşımızdaki suriye iflahımızı kuruturken enerjimizi libyaya sarfetme çabası anlaşılır gibi değil ya da çok anlaşılır!mesele doğu akdeniz enerji meselesi değil turkiyeyi dünyada taraftarı olmayan politikalarla turkiyeyi yanyana getirip sıkıştırma ve baskılama projesi!bu durum iranla başladı suriye ile devam etti şimdi libya da uygulanıyor!dikkat edilirse turkiye her yerde yalnız kalıyor ve her cephede muhalif konuma düşüyor!brezilya iran konusunda bu yola girmişti ama görüldüğü üzere artık pek ortalıkta yok.rusya çin ve iran her türlü oyunu ustalıkla oynuyor. Bu ülkelerin istihbarat güçlerinin reklamı yapılmaz ama dünyanın en güçlüleridir! İran bütün ortadoğuya şia cılık kanalıyla hakimdir. Rusya soğuk savaşın gücüyle bunu sürdürüyor. Çin ticari casusluk sempatikliği ile bunu yapıyor görüntüsü veriyor ancak askeri teknolojisi hiç öyle görünmüyor!avrasya denilen grup inanç sistemi olarakta dünyadan ayrışıyor ve siyasi yönetim tarzı olarakta! Demokratik ve ehli kitap anlayışından uzak bu gruba k.kore ve hindistanı da eklerseniz insan populasyonun dünya nufusunun neredeyse yarısı olduğunu görürsünüz.bu ülkelerin bu nüfus yoğunluğu ve otokratik yönetim tarzıyla dünyanın geri kalanına karşı masum olduklarını kimse söyleyemez!
bizde japonyayla dost olalım
Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük sorunu, Kürt sorunudur. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Kürtler adeta hain bir düşman gibi görülmüştür. Kurtuluş ve Dünya savaşlarında Türklere en sadık dost olarak Türklerden çook daha fazla ölen ve karşılığında bir metre karelik toprak dahi istemeyen Kürtlere, savaşlardan sonra sanki milyonlarca km. karelik toprakları iç ve dış güçlerin yardımıyla koparmış gibi muamele yapılmıştır. Mükafat olarak önce Kürtçe yasaklanmış ki, dünyada örneği yoktur, binlerce köy yakılmış, on binlerce faili meçhul cinayetler işlenmiş, batıya göç ettirilmiş ve hain köleler gibi görülmüştür. Bugüne kadar Kürtler, bir Alay Komutanı olmamıştır. Bugün Türkiye’de müsteşar, büyükelçi, general, amiral vs. Kürt yoktur. Okullarda ikili öğretim var, istikbali parlak fakülteler yoktur. Batıda okumak zorunda kalan Kürt öğrenciler, sağ-sol veya terörist gerekçelerle okumaları engellenmiş veya zorlaştırılmıştır. Türkiye, kırk yıllık terörizm hikayesine yüz milyarlarca dolarlık serveti boş yere harcanmış olmasına rağmen hâlâ terör bitmemiş, bütün tedbirlere rağmen Suriye gibi musibetlerden ve 15 Temmuz gibi belalardan kurtulamamıştır. Her zaman iç ve dış güçler suçlanmıştır… Bütün bunlar, sadece Kürtleri yok sayıp, Kürtçeyi yasaklamak uğruna yapılmıştır. Türklerden milyonlarca km. kare toprağı kopartan Araplara vs. bugün kadim dost muamelesi yapılıyor. Her sene, Türklerle savaşarak ölen Anzakların mezarı başında seher vakti selam duruyorsunuz. Ama, sizinle beraber savaşmış Kürtlerin varlığını inkar edercesine yanında duran mezarlarına selam bile vermiyorsunuz… Saf Kürtler, bugüne kadar Türklere hain olmadığını ispat etmek için Geçici Korucu bile olmuştur. Ama, hâlâ terörist, hain, nankör ve kro olmaktan kurtulamamıştır. İlk yıllarda Şeriatçı Müslüman olan Kürtler, bir kısmı dinsiz solcu olmuşsa , bunun en büyük vebali basiretsiz siyasetçilerindir. Vesselam.
Ekrem bey,merhaba! Sizin bir çok idianıza katılıyorum fakat “KÜRTLERDEN” genaral, falan olmamış, konusu gõsteriyorki sizde bilgi noksanılığı var.
Türkiyenin en õnemli kurumunun MİT “Milli İstihbarat Teşkileti”
başindaki Hakan Fidan “Kürt” olduğunu bilmiyor musunuz….?
Aslında sizin saydiklarinizdan Kürtlerden fazlasi ile var. Vakit bulursam bir gün buraya yazarım.
Hem köylümüz hemde yengemin akrabasį Şu an kaç yıl olduğunu unuttum, uzun yıllardır bir ünüversitenin rektõru. Kendiside tıp profõsõrü.
Sizin yazılarınız Erdoğan zighniyetindeki siyasetcilerin Ekmağine yağ sürüyor.
Evet Kürtlerden her kademede gõrev yapanların sayısı oldukça yüksek.
Türkiyede bôl parçala yõnet taktiği iyi iş yapiyor.
Hemde fakir fukara evlatlarının kanın dõktürerek.
Türkiyenin batısı maalesef insanlık konusunda ćok cahil bırakılmışlar.
Ermeni,Yahudi, Rum, Laz, Kürt, ve diğer ırklara karşı hakarete varan sõylemleri, Türkiyeyi bu hale getirdi.
Dil yasaklamak zaten tamamen siyasi.Tıpki PKK bahanesi ile Süriyeyi ruslar ve Irana peşkeş çekip, ordaki sivilleri tarimar etmeleri gibi.
Tüm söylediklerinizin altına duraksamadan imzamı atıyorum, Ekrem Bey. Türkler (ki ben de öyleyim), Kürtlerle, toplumsal hayatın her alanında gerçek bir eşitliği kabullenmeyip ayak direttikleri sürece, ne kendileri demokratikleşip özgürleşebilir, ne sorun çözmeyip sürekli sorun yaratan hantal ve buyurgan devlet aygıtından ve halkın çıkarlarına kayıtsız siyaset düzeninden kurtulabilirler, ne de Türkiye güçlü, insanları refah ve barış içinde yaşayan bir ülke haline gelebilir. Türk dindar-muhafazakar yığınlar, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren üzerlerine boca edilen ve hepimize kaybettiren ilkel Türk milliyetçiliği zehirinden arınmadıkları müddetçe, ne Türk’e ne de Kürt’e esenlik, refah, huzur ve kalkınma yok bu topraklarda. Vesayet dediğimiz şeyin “şeriat tehlikesi” kartını tepe tepe kullandığı bütün o onyıllarda, ne yazık ki, dindar-muhafazakarlar, aynı vesayetçi güç odaklarının “bölücülük tehditi” kartını yeterince ve gerektiğince görmek istemediler.
Once bi dur bakalim ustat .Bugun benden ne farkin var istesen cumhurbaskani olamiyormusun istesen basbakan olamiyormuydun .istedigin yerde yasamiyormuydun .Hastaneye gittiginde kurtsun diye muayene mi olmadin .Once sunu bilin silahla . Bombayla binyil da ugrasilsa bu ulkenin bir karis topragi kimseye verilmez Kurtler bu ulkenin ayrilmaz harcinin bir parcasidir.Su teroru bir lanetleyip hemserilerinize iskence etmeyi birakin sonrasi nasil gulluk gulastanlik olacak.Sunu da unutmayin gecmiste aci cektiniz biliyorum ancak artik bu vatanin ayrilmaz bir parcasisiniz.Bunda da sn erdogan a dua edin.
Ersoğana mi dua…? Sizde orda durun.
Kürtleri Rusya,İran ve Esadın bombalarınıa teslim ettiği içinmi?
Evet doğru söylüyor. Ben Kürt değilm sırf Aksanımdan dolayi bana A kürt E kürt
Diyen cahillerle çok mucadele ettim Hani en son dua istediğiniz Erdoğan “Ermeni bilmem nesi” diyerek Ermenileri hakaret etmesi gibi.
Evet Kürtler çok aşağılandi şimdide ben Kürdüm diyeni kotese soktuğu içinmi, yoksa Siyasi Rehine S Demirtaşi zindanlara tıktığı içinmi ona dua etsin?
Dünkü sayfadan devam….. İstanbul Kanal Projesi kavram olarak tarihi Osmanlıya giden 3 projeden biri:
Projelerden biri Don-Volga’nın en yakın iki noktasında birleştirilmesi 11.000 km lik kanal projesi. 1567 de Harzem Hükümdarı Hacı Mehmet Han’ının ihtiyaç olarak belirlemesi/teklifiyle ve yörede yerleşik tatarların teşvikiyle girişiliyor. Yahudi kolları da olan Harzemler içlerinden meşhur Al Kwaharzmi’yi çıkaran, bilime önem veren Harzemlerle aynı yöre insanları. Bizim ilgisizliğimize karşı, Al Kwaharzmi’yi İbn-i Sina’da (Avicenna) olduğu gibi Farisiler sahiplenmiş durumda. Al Kwaharzmi kendi döneminin çok önemli bir matematikçisi. Bugün Bilgisayar programları genel olarak ismini (Algorithm) bu Türk-İslam bilimadamından alıyor (bu konuya bir ara dönülebilir). Neyse, Osmanlı, Don-Volga kanalının yapımı için eleman gönderiyor: 3 bin yörük+3 bin yeniçeri+20 bin tımarlı süvari (sadece Türklerden oluşan hem asker ve hem üretimden sorumlu Osmanlı’nın en dinamik/ekonomik ordu birimi). Bu ekip, Projeyi üstlenen Sokullu Mehmet paşa tarafından görevlendiriliyor. Projeye yazın Ağustos’ta başlanılıyor Kış geleseye kadar kanalın 3.500 kmsi (yani üçte biri) bitiriliyor. Sonradan, Tatar Beyi Giyar Han’ın kaypaklık ve bir takım muhalefet entrikalarıyla proje sonlandırılamadan ve ekonomik bir zararla, yarıda bırakılıyor (bu projeyi sonradan Ruslar kendi hesapları ve istifadeleri için yapıyor). Bu bilgilerin çoğunu aşağıdaki kaynaktan özetledim. Bunlar tarih derslerinde özetle mutlaka öğretilmesi gereken şeyler, ama bu bilgilere ilk olarak rastladım şahsen. İsteyen, seyreder.
(https://www.youtube.com/watch?v=73PlvyPE1lY)
Konuya devam edip işi bugünün Kanal İstanbul projesine getirmek, daha önceki kanal projeleriyle olan benzerliklerini ve farkına dikkat çekmek niyetindeyim. Ancak, Osmanlınn bu teşebbüsü bence çok önemli ve muhalif entrikaları günümüzdekileri hatırlatır olmasıyla da ilginç. Üzerinde ayrıca durulmaya değer ve ibret alınacak yönleri var.
Sayın H.K. 11.000 km ‘lik kanal projesi mi ! Abartmada asrın lideri Erdoğan ile yarışmak size yakışmamış.
Sn mim, Haklısın km değil m olacak(tı). Bazen, muhtemel hatalar için gözden geçirmeden acele ile düğmeye basıyoruz gidiyor. Neyse, en azından NASAdaki bir mühendisin yakıt tanklarını patlatacak cinsten bir hata değil, ama seni patlaşmışa benziyor. Daha önce mahsustan yaptığım bir toplama hatasını görmedin bunu dikkatli okumuşsun. Bu arada bi hatanı görmeyeyim (haberin olsun, yazdım bi kenara!).
Don-Volga kanalı projesi, o zamanın bilim-teknolojisi ile yapılamazdı. İki nehir arasındaki karasal kod farkı, mevsimsel debi ve su seviyesi farkları ve bunları aşabilmek için iki tarafa hareketli büyük kapılar v.b. yapılması gerekirdi. Ruslar daha sonra bu projeyi yapmış ama 1953 yılında.
Not : Volga nehrine Tatarlar İdil der. / Giyar Han değil Giray Han olacak. Kaypaklık mevzusunu ise Halil İnancık tarihinden okumak gerekir. / Osmanlı Devleti vergiye (haraca) bağlamak için Viyana kapılarına dayanacağına kuzeye yönelseydi, Türk ve Dünya tarihi çok farklı yazılırdı.
Mısırlılar piramitleri yapabildiyse, Osmanlı o kadarını yapardı. Mimar Sinan dönemine denk geliyor. Keşke vazgeçmeyip bu tür teknik işlere girişselerdi. Belki zorlanabilirlerdi, ama “evvel Allah” özgüvenleri yerinde, “besmele”yle azimle hakkından gelnmeyecek bir şey yok. Büyük bir tecrübe olurdu ve arkası gelirdi. Bence de kuzeye gitmiş olsalardı daha iyi olabilirdi. Aslına bakılırsa Bilge Kağan gitmelerini pek istememiş. Ancak sezgilerinin, ihtiraslarının peşinde bir maceradır göze almışlar. Biraz da bu gezginliklerine “Allah’ın işi” gözüyle de bakılabilir. Anlaşılan o ki, Kıpçaklar ayrı bir kol olarak daha önceleri Batı’ya, Doğu’ya, Güney’e hemen her yere gitmişler. Eski avrupa halklarına genlerini verdikleri biliniyor. Göçebelik, bir yerlere gitmek kanlarında var. Sonrakiler de “Yavv, giden gelmiyor, acep ne iştir” deyip meraklanıp gitmiş olabilirler…
Erdoğanın dış politikası geri tepiyor.Yedi kocalı hürmüz gibi; bir oyana bir bu yana ,cilve yapar,göz kırpar,pas atarsan olacağı budur.Erdoğan aklılı ve kurnaz da başkası alık mı?Siyaset uzmanı ,usta siyasetçi dedikleri Erdoğan,siyasette çırak bile olamaz.Onun siyasi başarısı filan yok.Sadece etrafında çıkarcı güruhu var.Ona şimdiye kadar oy verenerler,o çıkarcı gürüuh,Erdoğan ve oanun yandaşaları hepsi aynı yolun yolcusudur.Amaçhedef,zihniyet birliği içinde oladukları için bir araya geldiler.Saltanat kayığına bü yüzden doldular. Şatafata,hukuksuzluğa,zulme,yağmaya,kine dönük olarak çete birliği yaptılar.Erdoğan abu yüzden yatırım yaptılar.Çete üyeleri,yaptıkalrı yatırımın parsasını toplamak için Erdoğan ın etrafındalar.Eminmeleri bir kesilirse Erdoğan dan ayrılır ,hatta ”Bizi Erdoğan kandırdı.”Bile derler.
Sevgili Bernar Bey,
(Siteye yorum yükleme problemi nedeniyle yazının 3. parçası)
Gene yaygın bir suçlama “Cemaat Ordu’ya ve Emniyet’e sızdı” vs. Bunu daha önce defalarca F. Gülen açıkladı. Bu ülkenin insanları her kuruma girmeye hakları olan insanlardır ve bu kurumlara sızmazlar, bileklerinin hakkıyla girerler. Onyıllarca eğitim hizmeti veren bir topluluktan her kamu kurumuna giden insanlar olması gayet normaldir. Ama kendilerini gizliyorlarmış? Başka şansları var mıydı? Olayın daha öncesine bakarsak Ordu’dan ve Polis Okullarından 1980’lerin başından beri binlerce, onbinlerce insan dindar veya namaz kılıyor, eşi örtülü diye atıldı. Askeri Okullardan ilk öğrenci atma işinin mucidi de tanıdık bir isim: Doğu Aktulga. Bu durum insanları otomatikman kendilerini saklamaya zorladı. Yani sizin hep bahsettiğiniz seçkin elitler kendine muhalif olanların yükselmesine razı değildi. Hala da değiller. Erdoğan sonrası muhafazakarları nasıl sürprizler bekliyor bilemiyoruz. Kaldı ki Ak Parti iktidarını devirmek için yapılan onca hamlenin boşa çıkması herhalde Ordu ve Emniyet’in kelime anlamına bile vakıf olmayan Ak Parti liderliğinin olağanüstü güçleriyle olmadı. Bütün darbe hazırlıkları çok önceden deşifre edilerek akim bırakıldı.
Aslında kamudan bunca insanın atılması ve bunca kurumun, şirketin vs. gaspedilmesi Türkiye’nin şehirlileşen, kendi kültürüne sahip çıkan ve bunu modern dünya ile kavga etmeden medenice yapmaya çalışan dindar/muhafazakar insanların biçilmesidir. Şimdi dindar kitleye radikal boş söylemlerle İslamcılık oynayanların arkasından gitmekten başka yol bırakılmıyor. Yaşamasına izin verilen cemaatler ve tarikatlar devletleştirildi. Cemaat devletleştirilmeyi kabul etseydi o da kalırdı ama artık kendi olmazdı.
Sezai denen adam kim bilmiyorum, anladığım kadarıyla Cemaat’te etkin biriymiş. Tam da Ergenekon sözcüsü birileri “Cezaevlerinde isyan çıkacak” söylemleri ile televizyonlara çıkarken bu kişi de böyle bir işin bir tarafındaymış. Bunları mışlı yazıyorum çünkü sadece yansıyanları biliyorum. Bu konuda gazeteci Ahmet Dönmez kendi kanalınca birkaç yayın yaptı, konuyu ilk defa o gündeme taşıdı sanırım. Adil Öksüz malum ve meçhul bir ilahiyatçı. Her ikisi de Cemaat içinde bir kısım belalı işlere insanları yönlendirmekle suçlanıyor. Benim bütün duyumlarımı da birleştirerek ulaştığım sentez: MİT ve derin devlet uzun zamandır (belki en başta Cemaat ortaya çıkarken) bu hareketin içine adamlarını yerleştirdi. Ki benim bildiğim deşifre olup kenara çekilen böyle insanlar var. Bu başka dini gruplar ve Cemaat’lerde de var. Şu anda Hükümetle aynı tastan su içen bir Nur Cemaatlerinden birinde bir vesileyle tanıştığımız bir kişinin uzun yıllar bulunduğunu ve belki onyıl sonra ayrılmak zorunda kaldığını biliyorum. The Cemaat önceleri bu konularda çok hassastı ama zamanla bu hassasiyet azaldı anlaşılan. Özellikle dindar bir iktidarla insanlar rahatlayıp kendilerini daha açık ifadeye başlayınca birçok şey değişti. Gene anladığım kadarıyla MİT ve derin devletin Cemaat’e doğrudan gönderdiklerinden başka içerden adam devşirdikleri yönünde. Muhtemelen Adil Öksüz de onlardan biri. Bu nasıl oldu diye düşününce iki faktör öne çıkıyor: 1-Devlet (siz buna MİT deyin) herkesi dinlediği için herkesin sırlarını ve zaaflarını biliyor, insanları oradan yakalayabiliyorlar ve devşirebiliyorlar. Cemaat içinden bu şekildeki kişileri devşirdiler.2-Başarılı bir dindar iktidar (2002-2013 arası Ak Parti) Cemaat’in içinde olan, hatta etkin olmuş ama Cemaat’in felsefesini içselleştirememiş kişileri kolayca etkileyebilme imkanı sağladı. Daha önce Kemalist ve din düşmanı bir grupla işbirliği yapmak demek olan bu kayma “İslam’a hizmet eden, dindar bir idareyle işbirliğine” dönüştü bu kişiler için. Böylece devşirilebildiler diye düşünüyorum.
Şimdi bu kişilere karşı Cemaat’in açıklama yaparak kamuoyunu bilgilendirmesi daha doğru olur kanısındayım. Buradaki endişe konunun daha fazla çarpıtılacağı ve başka alanlara taşınacağı olabilir. Açıkcası buradaki mülahaza nedir ve hangisi daha geçerlidir bilmiyorum ama kamuoyuna konuyu açıkça deklere etmenin daha geçerli bir yol oldunu düşüyorum.
Şimdilik bu kadar, inşallah bir sonrakinde AB raporu vs. konularını yazarım.
“Şimdi bu kişilere karşı Cemaat’in açıklama yaparak kamuoyunu bilgilendirmesi daha doğru olur kanısındayım.”
Burada şöyle bir itiraz söz konusu sayın hocam; ” hz.Peygamberin arkasında saf tutup namaz kılanlar arasında sayıları 300’ü bulan münafıklar vardı ve hz.Peygamber(sav) hiç birini deşifre etmedi. Hizmet hareketi de sünnete tabi olduğundan hiç bir MİT mensubunu kendiliğinden açığa çıkmadığı sürece deşifre edemez”
İşiniz hayli zor, Baran Kardeşim. İkiden çok nedenle işiniz “olanaksızı başarmak” kadar zor, ama ben iki üç tanesiyle yetineceğim.
BİR:
Gelip, Gülen’in Adil Öksüz için açık ve inkar edilmez biçimde “MİT ajanı” dediği videosunu önünüze koyduktan sonra, “Senin Hoacaefendi’nin İslam Peygamber’inin sünnetinden haberi yok galiba” dersem ne diyeceksiniz?
Böyle durumlarda, Cemaat mensupları, Gülen’in sünnetini mi, yoksa Peygamer’in sünnetini mi takip etmeliler?
İKİ:
İsmail Sezgin kim, Baran? Aferdersin, boru değil: RESMİ olarak, İngiltere’deki “Hizmet Çalışmaları Merkezi Müdürü” (Director of Centre of Hizmet Studies) ve Hizmet’i temsilen BBC’ye çıkan isim. Yanısıra, Gülen ve Büyük Abiler kliğinin tabandan yükselen sesleri yatıştırmak üzere çaresiz kılıp öfke ve kuşkunun gazını almak üzere piyasaya sürdükleri VideonTR’nin tek kişilik programcısı.
Gülen ve eikibi, Adil Öksüz konusuna hiç girmediler çok uzun zaman boyunca, tek kelime bile söylemediler. (Bunun bir nedeni olmalı, öyle değil mi? Bütün Türkiye adamı konuştu, haftalarca TV programlarında tartışıldı. Cemaat tabanında da en çok sorulan sorular arasında bu vardı -sorun bana, nereden bildiğimi söyliyeyim.)
Bu tuhaf ve anlamlı suskunluk, Gülen’in Finlandiya Televizyonu’na verdiği bir röportaj sırasında hazırlıksız yakalanıp aptalca bir gafta bulunması sonrası terk edilmek zorunda kalındı.
Neydi o gaf, Baran?
Hatırlamıyor olabilirsiniz. Benim hafızam neyi hatırlayıp neyi unutmak gerektiği konusunda seçici değil, dolayısıyla, hatırlıyortum: Gülen, o mülakatta, Adil Öksüz’ü tanımadığını ileri sürdü.
Sonrasını biliyoruz: Kendisine bugün de çok yakın olan isimlerden bile kısık itiraz sesleri yükseldi. Türk medyasında, Öksüz’ün -üstelik tek başına- Gülen’in ayakları dibinde fotoğrafları çarşaf çarşaf yayınlandı. Çok zor durumda kalınıldığı için, o yıllarca süren suskunluk bir yıl önce bozuldu ve Cemaat’in Internet üzerinden yayın yapan Gülen ve Büyük Abiler kanadının kanallarında ilk kez söz edilir oldu.
İsmail Sezgin’in VideonTR sitesi bunlardan birisi.
İsmail Sezgin, bu konuda İKİ farklı video çekmek zorunda kaldı. İkincisini, birincisine gelen yoğun tepkiler nedeniyle çekmek zorunda kaldığını zaten ikinci videosunda kendisi itiraf ediyor.
Sezgin, Bir cemaat mensubundan gelen şu soruya, tam bir “çevir kazı yanmasın” karşılığı verdi (MAYIS 2018 -izlemenizi öneririm) ve, kendisinin de açıkça söylediği üzere, gelen tepkilerden sonra, aynı soruya yeniden dönmek zorunda kaldı:
“Hocaefendi, Finlandiya TV’sine verdiği yeni ropörtajında, Adil’i tanımadığını belirtiyor, ama bildiğim kadarıyla Cemal Türk ve Adil Öksüz akrabalar ve Hocaefendi de Türk ailesi ile akraba. Ben bir yerlerde yanlış bir okuma mı yapıyorum?”
İsmail Sezgin, konuya yeniden dönmek zorunda kaldı (nedenini kendisi açıkça itiraf ediyor) ve NİSAN 2019’da, aşağıdaki soruyu yanıtlamaya çalışmaktan sakınamadı:
“23 Nisan 2018 tarihli Söz/Eleştiri/Yorum programınızda Fetullah Gülen’in Finlandiya Devlet Televizyonu’na verdiği ropörtajda Adil Öksüz’ü tanımadığı beyanına yönelik soruya verdiğiniz cevabı, Gülen’in bariz yalan söylediği ve konuyu tevil etmeye çalıştığı bir mevzuda Gülen’i aklamak ve Cemaat tabanını bu konuda ikna etmek için çaba gösterdiğiniz şeklinde değerlendirenler oldu. Bu konuya dair bir çok soru ve eleştiri geldi. F. Gülen Adil Öksüz konusunda yalan mı söyledi? Fethullah Gülen’in Adil Öksüz’ü tanımadığını söylemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?”
İsmail Sezgin, bu soruya net bir yanıt vermek istemediğini söylüyor. Çünkü, Gülen’in neden yalan söylediğini kendisi de açıklayamıyor. Şu sözler, Sezgin’in kendisine ait:
“Bana göre dört ihtimal var. Bu dört ihtimali ayrı ayrı açmak istemiyorum. Sadece benim hangi ihtimale daha yakın durduğumu, (. . .) hangi ihtimali daha kuvvetli bulduğumu söyliyeceğim. Nihayetinde ben Gülen değilim, neyi ne yaptığını bilmiyorum.”
Durumun tam bir kepazelik olduğunu söylediğim zaman kızmayın. Çünkü, gerçekten kepazelik. Niye kepazelik?
Gülen, Adil Öksüz meselesine girmek zorunda kaldı mı? Kaldı. Öksüz’ün MİT elemanı olduğunu söyledi mi? Söyledi. Be mübarekler, oturup “Ben ortada dört ihtimal olduğunu düşünüyorum, en yakın olduğum ihtimal. . .” bilmem ne diyerek topu orta sahada dolaştırıp duracağınıza gidip adama sorsanıza!
Muhtemel tepkiyi biliyorum: Sezgin İnglitere’de, Gülen ABD’de. Sen öyle her önüne gelenin gidip Gülen’le konuştuğunu mu zannediyorsun?” vs.
Hazır olmadığım, kaçış yollarını olabildiğince tıkadığımı düşünmediğim durumlarda, meselelere girmem: Böyle bir itirazı dillendirecek kişiler varsa, ona şunu sorarım:
İsmail Sezgin’in “bir kaç kez F. Gülen ile yüz yüze görüştüm” dediği videosunu önünüze koyarsam ne diyeceksiniz?
Gitsin bir daha görüşsün. “Efendim, Adil Öksüz’ü tanıma konusunda söylediğiniz yalan çok tepki çekip kuşku uyandırıyor. Ben bile ne söyleyeceğimi bilemiyor, “Bence ortada dört ihtimal var. . .” türü insanların aklıyla dalga geçer şeyler söylemek zorunda kalıyorum. Dolayısıyla, sormak zorundayım: Neden yalan söylediniz?” diye sorsun.
Serbest zaman, uçak bileti vs. mi?
Yahu adamın kendisi İngiliz Devlet Televizyonu (BBC)’na, Finlandiya Televizyonu’nda mülakata çıkıp “Bana soru sorabilirsiniz” diyor. Yok mu bu adamın burnunun dibinde ona soru sormaya cesaret edecek adam?
“Erdoğan ve Reisçilerden ne farkınız var?” demeğe getirince de bozuluyorsunuz.
Kaldı ki, birilerinin sormasına da gerek yok. AK Partili bir ağır topun hangi kadına gideceğini önceden bilip “Kendisini uyardık, onu tuzaktan kurtardık” diyecek kadar taa Pensilvanya’dan en olmadık şeyleri yakından takip edip bilen adamın Öksüz’ü tanımama konusunda söylediği yalanın Cemaat tabanında uyandırdığı tepkiyi bilmemesi mümkün mü?
Otursun kameranın karşısına, neden yalan söylediğini tane tane anlatsın.
Çok mu zor?
Selamlar Hakan Bey,
Ben size, yadsımayı bırakın, yadsıma girişiminde bile bulunamayacak kadar açık, kesin, bir “yanlış anlamaya”(!) yer bırakmayacak bir yoldan Gülen’in nihai hedefinin DEVLET İKTİDARINI ELE GEÇİRMEK olduğunu kanıtlayacağım.
Aşağıdaki sözler, siyasetle ilgili olmadığı, bütün derdinin tasasının “Müslümanca yaşamak, ülkenin eğitim hizmletlerine katkıda bulunmak, Allah rızası için iyilik yapmak” olduğu ileri sürülen, gerçekte ise, Hakan Çakan Bey olarak size ve tüm Cemaat mensuplarına “kıvama gelinceye kadar beklemeyi”, yani, “Türkiye’deki devlet yapısı ve ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar” bir “erken adım” atmaktan kaçınmayı öğütleyen, gözünü devlet iktidarına dikmiş bir “stratejist”e ait.
Buyurun:
“İster maddi güçleri bakımından, isterse kendi ülkelerindeki güç kaynakları ve gücü temsil eden kaynaklar bakımından, isterse toplumun büyük kesimlerine, büyük kısımlarına bu duygu ve düşünceyle ulaşmaları açısından, belli bir noktaya ve kıvama gelecekleri ana kadar, bu şekilde hizmete devam etmeleri (. . .) zorunlu. Yanlış bir şey yapar, kıvama ulaşılmadan, özleriyle tam bütünleşmeden, gereken mesafe alınmadan, bir tür “erken vuruş” diyebileceğim çıkışlar yaparlarsa, dünya başlarını ezer. Ve, Müslümanlara, Cezayir’deki hadise gibi yeni bir hadise yaşatırlar. Suriye’deki 82 vakıası gibi bir fecaat yaşatırlar. (. . .) Toprak, firavun bitirmek için pek mümbit. Öyle bir dönemde, tam özünüzü bulacağınız, tam kıvama ereceğiniz ana kadar, dünyayı sırtınıza alıp taşıyabileceğiniz güce ulaşacağınız ana kadar, o kuvveti temsil edeceğiniz şeyi elinizde olacağı ana kadar, Türkiye’deki devlet yapısı ve ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar, her adım erken sayılır. Her adım, 20 gününü doldurmadan yumurtayı kırma gibi bir şeydir. Civcivleri terk eden bir kuluçka gibi, civcivleri doluya, fırtınaya terk etmek gibi bir şeydir. Ve burada yapılan şeyler bunlardır. Burada yapılan şeyler mikro planda dünya ile hesaplaşma işidir. Sesimizi soluğumuzu bu kalabalık içinde, duygu ve düşüncemi ben sözle ve mahremce anlattım. Ama, sizin mahremiyete sadık, mahremiyet mevzuunda hassas duygularınıza sığınarak anlattım. Biliyorum ki, elinizdeki boş meryve suları kutularını evinizden çıkarken bir çöp kutusuna attığınız gibi, bu düşünceleri de, açık olma yanıyla, bir çöp kutusuna atıp geçeceksiniz.”
(Burada, bir gizi paylaşanlara özgü bir gülümseme beliriyor Gülen’in yüzünde. Odada, seslendiği guruba aynı gülümsemeyle uzun uzun baktıktan sonra, “Arz edebildim mi?” diye soruyor. -Bernar).
Şimdi de, sizin son yorumunuzdan bir paragraf aktarmak istiyorum:
“Onyıllarca eğitim hizmeti veren bir topluluktan her kamu kurumuna giden insanlar olması gayet normaldir. Ama kendilerini gizliyorlarmış? Başka şansları var mıydı? Olayın daha öncesine bakarsak Ordu’dan ve Polis Okullarından 1980’lerin başından beri binlerce, onbinlerce insan dindar veya namaz kılıyor, eşi örtülü diye atıldı. Askeri Okullardan ilk öğrenci atma işinin mucidi de tanıdık bir isim: Doğu Aktulga. Bu durum insanları otomatikman kendilerini saklamaya zorladı.”
Hayır, Hakan Bey. Mesele, dindarlığı ve bir cemaate aidiyeti dolayısıyla devlet kurumlarından atılma korkusu gibi basit bir gerekçeyle açıklanacak bir mesele değil. Bizzat kendi lideriniz yalanlıyor sizi. Lideriniz, sizin de kabul ettiğiniz “gizlilik” ve “kendini saklama” halinin bir AMACI olduğunu söylüyor.
Hanginize inanmamız gerektiği konusunda bzie bir fikir verebilir misiniz?
Hakan Bey: “O kuvveti temsil edeceğiniz şeyi elinizde olacağı ana kadar”, açıkcası, “Türkiye’deki devlet yapısı ve ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar”, yani “kıvama gelene kadar” beklemek ve devlet kurumlarında kendini gizleyerek örgütlenmek, Avrupa ülkeleri dahil, her yerde suçtur. Çünkü, seçimlerle, anayasal ve demokratik yollardan, şeffaf, görülebilir ve hesap verilebilir yollardan değil de böyle bir yoldan devlet iktidarına talip olmak, çok açıkça, derin devletleşmek, derin devletin yerine talip olmak, devleti içeriden ele geçirmektir.
Cermaat’e gönül vermiş insanların, kimi gerçeklerle yüzleşerek, kendi tabanlarından, bir zamanlar el üstünde tutulan kendi insanlarından gelen seslere kulak vererek özeleştirel bir tutum takınmalarının Cemaat’in kendi yararına olacağını söylerken bunu kast ediyorum.
Gülen’i, kendisinin bile iddia edemeyeceği bir şekilde, “siyasete ilgisiZ, bu dünya işlerine uzak, ömrünü ve zamanını manevi meselelere hasretmiş” bir insan olarak resmetmeye çabaladığınız sürece, sizi kızdırmak için söylemediğime inanmaya çalışın, Cemaat bir kült haline dönüşme yazgısından kurtulamayacak. Çünkü, nasıl Erdoğan gerçekleri artık kendi seçmenlerinden bile saklayamaz hale gelip hızla samimiyet ve inandırıcılık kaybına uğruyorsa, aynı şey Gülen ve Büyük Abiler kliği için de yaşanıyor. Sadece Türkiye’deki toplum değil, Cemaat tabanı açısından da durum bu. Akıl almaz boyutlarda bir zulüm yaşandı. Yüzbinlerin hayatı karartıldı. Sorular sormayacaklarını beklemeyin. Soruları var, ve soruyorlar.
Bu çağda ve bilgiye erişimin bu denli çeşitlendiği, engellenebilir olmaktan çıktığı koşullarda, Cemaat tabanı da saklı kalınmasına uğraşılan bilgilere ulaşabiliyor.
Tabanın, yanıtlanmasını beklediği soruları var, Hakan Bey. Cemaat içinde, sorular soran, Adil Öksüz gibi, “Ne idüğü belirsiz. . .” diye bir kalemde silemeyeceğiniz, “bir kaçı dışında bunların hepsi çakma” diye itibar cellatlığına girişemeyeceğiniz, herkesçe bilinen saygın insanlar var.
Doğru olan, onyıllardır süren vesayete karşı, başörtüsü hak mücadelesinden entelektüel hayata müdahaleye, milyonlarca cahil üreten ilkel ve ideolojik tarih anlatısına karşı alternatif tarih anlatıları geliştirip yayımlamaya, Mazlum-Der’inden Taraf’a, Cihangir İslam’dan Ahmet Altan’a, yüzbinlerce insanın katlımcısı olduğu dindarların öncülüğündeki sivil demokratik hak arayışlarına, adalet ve hakkaniyet ve özgürlük taleplerine katılmak, o mücadeleye omuz vermekti.
Yanlış yapıldı. Bunun yerine, sadece Cemaat’in önünün açılması, sadece onun güç kazanması hedeflendi, buna göre davranıldı.
Cemaat mensubu ve sempatizanı olan arkadaşlara, o yanlışta ısrarcı olmamalarını, yaşanmışlıklardan herkese ve her kesime düşen dersler olduğunu, bireysel ve “kesim”sel dersleri çıkararak gerçekten demokratik ve sağlam bir Türkiye’nin inşasında beraber olabileceğimizi söylüyorum.
Bu çağrıyı elinizin tersiyle itip bütün yaşanmışlıkları bir “derin devlet operasyonu” ile açıklamaya çalışır, Gülen ve Cemaat’in siyasal süreçlerdeki aktörlüğünü reddederseniz, hiçbir toplum kesimiyle bir diyalog kuramazsınız, yalnızlaşır ve giderek bir kült haline gelirsiniz. Bütün savunma mekanizmalarınız, bütün iddialarınız, Erdoğan’ınkilerle benzeşir. Gülen’e toz kondurmaz haliniz, Erdoğan’a toz kondurmazlık fanatizmi ile aynılaşır. Çünkü, her şey hepimizin gözleri önünde yaşandı.
Kendi insanlarınızın itirazlarına, eleştirilerine kulak vermenizi öneririm. . .
Selamlar.
https://www.youtube.com/watch?v=7Y_cLmsmOuY
hakan bey, baran bey ve bernar bey, hepinize merhaba!
– Hakan beyin yorumlarından daha önceden okuduğum var mı hatırlamıyorum. İsim, tarih vb. konularda tam bir yeteneksizim. Ancak önceki günkü, gülen hareketi ile yazdığı yazısının bir bölümünü okumuştum.
– Hani şu “cemaat tek parça değil”. cümlesine kadar olan bölümünü.
– “ağam bizimle eğleniyor” düşüncesine kapılıp geri kalanını okumamıştım.
– Benim adedim değildir, masanın masa olduğunu anlatmaya çalışmak. Bana göre abesle iştigaldir böyle bir çaba.
– Fakat bernar beyin tavrı farklı. Üşenmeyip, Masanın masa olduğunu tek tek anlatma çabası içine girmiş. Zaten bernar beyin genel tavrı da bu. (Eleştiri anlamında söylemiyorum. birilerinin de nesnenin masa olduğunu anlatması gerekiyor)
– Bugün ise, boş bir zamanımda hakan beyin yorumunun tamamını okudum.
– Öncelikle, bir teorik tartışmada ya da yazıda, dili üst düzeyde kullanan iki kişiyi tanıdım diyebilirim. (başkaları da mutlaka vardır fakat ben iki kişiyi gördüm). Bir tanesi artıgerçek.com sitesinde yazan ayşe düzkan hanım ki, bugün ikinci yazısını okudum, (yani ilk yazısını da birsüre önce okudum), diğeri de hakan bey.
– Her ikisi de, düşüncelerini anlatabilmek için öyle cümleler kuruyorlar ki, bir konu, bir düşünce bu kadar güzel anlatılabilir diyorsunuz. Resmen, ilmik ilmik düşüncelerini örüyorlar. aklınıza gelebilecek itirazları anında yok ediyorlar. Daha okurken, “ne kadar doğru” diyorsunuz.
– Benim yukardaki tespitim, her ikisinin de yanlış olduğunu kanıtlama çabası anlamına gelmediği gibi, onların doğru olduğu anlamına da gelmez. yukardaki cümle, sadece ve sadece, bu ikisinin dili çok iyi kullandığı anlamına gelir.
– bundan yaklaşık olarak 15 sene önce, akpli bir arkadaşım ile konuşurken, tesadüfen gündeme gelen gülen hareketi hakkında, o tarihlerde “Türkiye tarihinin en karanlık örgütlenmelerinden bir tanesi” yorumunu yapmış olan ben, hakan beyin yorumunu okurken, fetullah güleni, peygamberler ile dizdize oturup güzel konularda konuşan bir derviş olduğuna inanmaya başladım dersem, hakan beyin dili nasıl kullandığı daha iyi anlaşılır galiba.
– Neyseki, son anda, kendimi, gülenin melek olduğuna inanıyorken yakaladım da, gülencilerin, gülen aleyhine olan herkesi bir şekilde itibarsızlaştırıp uyduruk delillerle hapse attıklarını, gülen okullarını kapatan özbekistan devlet başkanı kerimova, suikast düzenleyip pekçok kişinin ölümünden sorumlu olduklarını kendi kendime hatırlattım.
– O günlerde gazeteleri okuyanlar, özbekistanın kerimova suikastten türkiyeyi sorumlu tuttuğunu hatırlayacaktır. Görüştüğüm birkaç özbekistan vatandaşı da, o suikastte pekçok insanın öldüğünü söyledi.
– ergenekon ve balyon davalarında suçlular ile suçsuzları harmanlayıp masum insanların hayatını karartan gülenciler, gülenin haberi olmadan, üretim hatası olarak yapmış olabilirler mi?
– Hakan bey, çok mu safsınız yoksa çok mu uyanık?
—
Konu gülen hareketi olunca baran beyin saflık derecesi de 24 ayar altın düzeyinde oluyor.
– Peygamberden örnekler veriyor. türkan saylan gibi insanları veli küçük, kerinçsiz gibi karanlık insanlarla aynı mahkemeye meze yapmak peygamberin, arkasında namaz kılan müşrikleri deşifre etmemesi tavrı ile ne kadar yakın benzerliği var.
– Hayret doğrusu. Çok şaşırdım bu benzer davranışa.
– Yaptığınız pislikleri aklamak için peygamberi meze yapmayın.
– Müslümansanız yapmayın, değilseniz gene yapmayın.
—
Son olarak bernar bey! sabrınıza hayranım.
başka da diyecek birşeyim yok.
– Türkiye, tebaadan vatandaşlığa geçemeden hiçbirşey olmaz.
– “ilmi hür, irfanı hür, vicdanı hür” olamayan insanlar böyle suçlara, zulümlere ortak olurlar. bu ülke bu durumda ise, bunun en büyük sebeplerinden bir tanesi de bu gülen tayfası.
– Ak parti, kumpasları bunlardan öğrendi.
Mustafa Şentop’un söyledikleri hem doğru,hem hoş.Ayrıca boş da değil.
Türkiye,ABD’den Patriot füze sistemleri
satın almak istediğinde vermeyecek,hava
savunma sistemini Rusya’dan almak istediğimizde de ambargo koyacak.İyi de
Türkiye ABD’nin müstemlekesi mi?
Türkiye’nin Rusya’nın gönlünü yapmak gibi bir derdi yoktur.Yaptığı sadece bir alış verişten ibarettir.Ayrıca kimseye sonuna
kadar güvenilemeyeceğini de biliyoruz.
Bir zamanlar insansız hava araçlarını İsrail’den alıyorduk.Bugün kendimiz üretiyoruz ve dışarıya da ihraç ediyoruz.
Şimdi dışarıdan aldığımız hava savunma
sistemlerini kendi üreteceğimiz günler de
yakındır.
Fehmi Bey yazısının başına İdlip’ten çoluk
çocuk kaçan bir aile resmi koymuş. Kamyonun kasasında 5 tane çocuk görülüyor.O çocuklara bu vahşeti yaşatanlara söylenecek bir sözü yok mu
yazarımızın?Yazının başına o resmi koyduktan sonra eleştiri oklarının hedefi
bizim yöneticilerimiz mi olmalıdır?
Vaktiyle Erdoğan Suriyeli muhaliflere “ailelerinizi Türkiye’ye gönderin biz bakarız” diye açık çek vermeseydi, Suriye’de iç savaş başlayamazdı. Erdoğan o zaman ABD’nin (Obama) oyununa geldi, ABD atacağım dediği füzeleri bir türlü atmadı. Kısacası Suriye sorununu başımıza bela eden Erdoğan (ve Davutoğlu) dur.
Sevgili Bernar Bey,
(üç gündür göndermeye çalıştığım yazının devamı)
Sezai ve Öksüz olayları ile ilgili herkese açık medyada çıkanlar dışında bir bilgim yok, sadece tahmin ve çıkarımlarım olabiliyor. Geçmişte yaşanan bazı olayları birleştirerek çözmeye çalışıyorum. O nedenle bu konuda sizi hayal kırıklığına uğratabilirim.
Şimdi Cemaat’tin gizli ve hiyerarsik yapısı konusu çok dillendirilen bir durum. Çok da alıcısı var. Ben buna kısmen katılıyorum kısmen de tam tersini düşünüyorum. Yani Cemaat hiç gizli değil, Türkiye’deki siyasi partilerden ve Holdinglerden bile daha açık. Cemaat tek bir parça değil dediğimde tepki gösterdiniz. Aslında bu konu sizden çok Cemaat’in kendi sorunu. Yani kim Cemaat’ten? Nasıl Cemaat’ten olunur? Mesela tarikatlarda belli ritüeller vardır, Şeyh ve O’nun halifeleri (yetki verdiği kişiler) tarikata birisini belli bir ritüelle (tevbe alma vs. gibi adları var) dahil eder. Siyasi partilerde üyelik formu vardır, doldurur, imzalar verirsin, onlar da kabul kararı verirler, üye olursun. Ama Hizmet Hareketi’nde böyle bir prosedür yok, hiç de olmadı. Olmalı mıydı, olsaydı daha mı iyi olurdu bilmiyorum. Cemaat yerine Hareket demek daha uygun olur diye yazmıştım, sebebi de buydu. Belli bir amaca yönelik hareket edenler.
Hizmet çok göz önünde olan ve doğrudan insanlara ulaşmayı hedeflediği için böyle olmak zorunda olan bir Hareket, nasıl gizli oluyor? Ne kadarı doğruydu bilemiyorum ama Havuz gazetelerinde boy boy yayınlandı, Cemaat’in şu imamı bu imamı diye. Sonuçta her kurumun bir müdürü, genel müdürü, yöneticisi vs. var. Bu kişiler ve dernek vs. her türlü tüzel kişiliklerin yöneticileri zaten vardı, saklı değillerdi. Bu kurumlar, dernekler vs. normal vatandaşların legal aktiviteleri olduğu ve tamamen açık olduğu halde bir anda gizlilik ile suçlanıp yok edildi. Ben bu gizlilik işinden fena halde tırstım. Birkaç yıl önce birisi Cemaat’i suçlama babında “gittiğim kurumda bir toplantı varmış beni almadılar” diyordu. İnsan soruyor, “Nasıl yani, bir kuruma ziyarete gittiniz, sizi her mekana ve toplantıya almak zorundalar mı?” Evet Cemaat’e kim dahil, kim dahil değil sorusunun net bir cevabı yok. Bu en çok da Cemaat’e zarar veriyor. Kamuoyu önünde Cemaat’in büyük abisi, esnafı vs. diye pazarlanan aslında Cemaat’e asla dahil olamamış (kalben ve fikren o taraklarda bezi olamayan) çok tip gördük. Keşke Türkiye hukukun olduğu bir ülke olsa, insanlar bir Hareket’e olan yakınlıklarını gizlemek zorunda kalmasalar ama bu yaşananlardan sonra ben Cemaat’i gizlendiği için değil açığa çıktığı için suçlamanın daha doğru olduğunu düşüyorum. Şu ana kadar Cemaat’in gizli kalan hiç birşeyi yok. Bu ele geçen “gizliliklerden” hangi suçlar tespit edilmiş lütfen bunlar paylaşılsın ki onun üzerine konuşalım.
Üstad Bediüzzaman takipçilerine ciddi anlamda saklanmalarını öğütlüyor, gizli bir örgüt kurmak için değil, ortamın insafsızlığından ve insanların cahilliğinden en normal şeyleri suça dönüştüreceklerini bidiği için. Nitekim Hizmet Hareket’i göz önünnde yaptığı bunca iyi işe rağmen şu anda saçma sağan iddialarla yok ediliyor, çünkü ortaya çıktı ve ne kadar yeteneksiz varsa hepsinin hasedini üzerine çekti. Sonuç olarak Cemaat gizli değil, malesef çok fazla açıkta ve o yüzden düşmanlık celbediyor. Cemaat’e gizlilikle ilgili bir eleştirim de “Halkımız bu şekilde gizli saklı da olsa iyilik yapılmasından rahatsız, lütfen onları rahatsız etmeyin!” olabilir!!!
Farklı yerlerde (şehir, kasaba, ülke vs.) insanlar kendi hizmet organizasyonlarını yapmak durumundalar. Bu yıllar önce bir yurt açma benzeri şeylerdi. Ama herhalde insanlar arasında iletişim ve yardımlaşma olmak durumunda. Türkiye’de bunun olmadığı herhangi bir fikir akımı, cemaat yada oluşum var mıdır? Başka nasıl olabilir? Bunun kanunlara ve insani değerlere ters olan neyi var? Başlığa gizli ve hiyerarşik adını koyunca otomatik savunulamaz hale mi geliyor? Bir defa Cemaat’in kurumu diye kapatılan ve el konulan bütün kurumlar insanların hukuki prosedürlere uygun olarak kurup işlettiği, vergisini ödeyen açık kurumlardı. Burada suç teşkil eden ne var? Bu kurumların verimli işletilmediği vs. düşünülüyorsa bırakalım onu da bu kurumları kurup işletenler düşünsünler. Kamuda çalışan ve Cemaat’ten olduğu iddiasıyla işinden atılan ve hapsedilen onbinler var. Bunlar bu hiyerarşinin neresinde? Belli ki gönül bağı var, yapılan hayır işlerine destek olmuş vs. diye bunlara maruz kalıyor. İnsanlar gönüllü olarak birbiriyle görüşüyorlarmış vs. Yani bunlar mı suç? Şu ana kadar kamuda kim hangi kanunsuz işi Cemaat hiyerarşisi ile nasıl yapmış? Ki kanunsuz iş yapanlar her yerde olabilir, onları açığa çıkarıp yargılayalım ama böyle bir başlıkla bir topluluğu mahkum ederek değil.
Hakan Bey, bende uyandırdığınız güçlü izlenim şu: Benim açık ve net sorulara yer verdiğim metinlerimin içeriği ile pek ilgili değilsiniz ve benim metinlerimi Cemaat’e ilişkin kanaatlerinizi dile getirmenin bir aracı olarak kullanıyorsunuz. Samimyetinizi sorgulamıyorum, ama şu sorularınızın hem benim metinlerimle ilgisi yok, hem de, sözünü ettiğiniz bu insanların suçsuzluğunu ileri süren ve onlarınm hakkına hukukuna sahip çıkmaya çalışan bir insan olduğumu metinlerime göz atan herkes biliyor:
“Kamuda çalışan ve Cemaat’ten olduğu iddiasıyla işinden atılan ve hapsedilen onbinler var. Bunlar bu hiyerarşinin neresinde? Belli ki gönül bağı var, yapılan hayır işlerine destek olmuş vs. diye bunlara maruz kalıyor. İnsanlar gönüllü olarak birbiriyle görüşüyorlarmış vs. Yani bunlar mı suç?”
Benim gözlemim ve o gözleme dayanan sorularım net ve kolay anlaşılır açıklıkta:
Gülen ve Büyük Abiler ekibi, iki nedenle, gizli, kapalı bir örgütlenmeyi sürekli muhafaza etmek, karar alma süreçlerinin bilinemediği bir yapıyı korumak zorundalardı: Amaç, Türkiye’nin daha demokratik, özgürlükçü, askeri vesayet gibi otoriter yapılardan arındırılmış bir ülke haline gelmesine katkıda bulunmak değil, o yapılarla aynı yoldan rekabete girişmek ve nihai hedefe o şekilde ulaşmaktı: devlet bürokrasisinde güç devşirmek ve devlet bürokrasisini kontrol eder hale gelmek. Tam da bu nedenle, örneğin yine birer kamu kurumu olan okullarda, sağlık ocaklarında, vergi dairelerinde, üniversitelerde, medyada olan Cemaat mensupları kendilerini gizleme gereği duymadan Cemaat’in faaliyetlerine katılıyorlardı. Gizlilk, güvenlik ve yargı bürokrasisinde idi. Çünkü, Gülen’i nihai amaca ulaştıracak güç temerküzü esas olarak bu iki bürokratik alanda başarıldığında mümkün olacaktı.
İkincisi, gizlilik ve kapalılık, karar alma süreçlerinin nasıl işlediği konusunda tam bir ketumluk hali, kimin “büyük abi” olup olmadığı konusunda tam bir bilinemezlik durumu, her türlü sorumluluktan sıyrılmanın da eşsiz bir aracı. Hatta, durum öyle ki, öyle icap ettiğinde, kimin Cemaat mensubu, destekçisi, sempatizanı olduğu bile belli değil. Nitekim bunu siz de kullanıyorsunuz. Somut bir eleştiri getiriyorum, eleştirinin muhattabı yok. Öyle icab ettiğinde, “Nereden çıkarıyorsunuz o savcının Cemaat mensubu olduğunu?” Öyle icap ettiğinde, “Sözünü ettiğiniz emniyet müdürlerinin Cemaat mensubu olduklarının kanıtı nedir?” Yıllarca Cemaat için çalışmış insanlar ya “Cemaat’ten değil, bunlar bir propagandadan ibaret” ya da, “Canım bunlar MİT’in Cemaat’e sızdırdığı ajanlar.” Ya da, benim varlıklarını, akıl ve vicdanlarını önemsediğim kimi Cemaat mensubu arkadaşlarım, makalelerini izlediğim Cemaat insanları, sizin kendi tabirinizle ve iddianızla, “Cenım bir ikisi dışında bunların hepsi çakma”.
Gizliliğin, şeffaflık çağrı ve taleplerine direnerek kapalı bir yapı olmanın “sorumuluktan sıyrılma” konusunda sağladığı olağanüstü avantajı görebiliyor musunuz?
Benim yine ısrarla altını çizdiğim gerçek ve kritik şey şu: Bu muazzam avantajı getiren gizlilik, eşzamanlı olarak, Gülen Cermaati’nin yumuşak karnı ve Cemaat’e çok, ama çok şey kaybettiriyor: O gizlilik ve güvenlik ve yargı bürokrasisindeki gizlenme, Cemaat’i her türlü derin devlet operasyonuna açık hale getiriyor. A. Öksüz ve “Sezai Vakıası” bunların en kusursuz örnekleri. En az bunun kadar kritik bir diğer dezavantaj şu: Haklı nedenlerle şüphe duyuyor insanlar sizden. Cemaat tabananında bile bilinen ve hoş karşılanmayan durumlarda bile, sürekli bir “bilmezlikten gelme”, “sürekli inkar”, “sürekli masumiyet iddiası”, samimiyetinizin ve inandırıcılığınızın altını oyuyor. “15 Temmuz kalkışmasını Gülenciler planladı ve yaptı” savının bütün bir toplum tarafından bu kadar kolay kabul görmüş olmasının bir nedeni de bu.
Şu noktayı vurgulayarak bitirmek istiyorum Hakan Bey: Internet medyası üzerinden yayın yapan Cemaat medyası, haklı olarak, Erdoğan’ın asla gerçek gazetecilerin karşısına çıkamayacağını söylüyorlar. Bu doğru, eli ayağı düzgün iki üç gazeteci karşısnda ve prompter desteği olmayan Erdoğan bir kaç çeyrek saatte yerle yeksan olur. Bunun için bucak bucak kaçıyor gazetecilerden ve gerçek sorulardan.
Ne var ki, aynı durum Gülen ve Cemaat medyası için de geçerli: Kategorik olarak Cemaat ve Gülen düşmanı olmayan aydınlar, gazeteciler var. Bunlar, tüm zamanların tutarlı, gerçek aydınları, ve hepsinin vesayet karşısındaki tutumu biliniyor. Hem Cemaat tabanı, hem dindar-muhafazakar evrende saygı gören insanlar: Etyen Mahçupyan bunlardan biri örneğin. Ali Bayramoğlu da öyle. Yıldıray Oğur da öyle.
NEDEN, Hakan Bey, TR7/24 gibi neredeyse gün boyu yayın yapan bütün o kanallarınızda hep Cemaat’in en bilindik yüzleri konuşup duruyorlar? Neden Gülen böylesi aydınların karşısına oturup sorularına yanıtlar vermiyor? Hadi geçtim bu aydınmlardan: Neden Cemaat içinde hepimizin bildiği tartışmaların sözcüleri bu kanallarda misafir olarak ağırlanıp, “Buyurun, dökün eteğinizdeki taşları?” denmiyor?
Bütün bu kanallar, tıpkı “Türkün Türke Türklük propagandası” gibi, Cemaat’in Cemaat’e propagandası darlığında: Konular hiç, ama hiç değişmiyor: Erdoğan pek bir zalim. İktidar pek bir yolsuzluğa batmış durumda. Erdoğan’ın Cemaati karalama propagandası hiç susmuyor. Yüzbinlerce masumun hayatı karartıldı. 15 Temmuz, Cemaat’i soykırıma uğratmak üzere planlanmış bir operasyon. . . Evet, hep bunlar.
Neden Cermaat kanalları, tabanda yer alıp bütün zulmü göğüslemek zorunda bırakılmış onbinlerce Cemaat mensubunun ve sempatizanın da zihnini kurcalıyan sorulardan kaçıyor?
Bir nedeni olmalı bunun, değil mi?
Bu mantıka sevr anlaşması imzalandığında mili mücadeleye gerek yoktu. Otururduk ankaranın çevresinde bulunan 10-12 ilde yeterdi bize. Yarın da akdenizde bizim olan gazı en iyi ihtimalle mısırdan parayla alırdık değil mi.
Taksim olaylarının iç yüzünü sizden öğrendik neticesi 80 darbesi doğrumudur ? 80 darbesinde “onların çocuklar yönetime el koydular hangi hatamızın bedeli acaba? 90 ların başı “çekiç güç” hangi hatalarımızın bedeli acaba? Ve hangi sorunların kaynağı ? Ve devamla gelen Abd bazen de Almanya nın içeriden dışarıdan saldırıları kronolojik olarak anlatırmısınız hangi hatalarımızın bedeliydi o saldırılar. Bir de sitenin muhterem “abla” sına; bahsettiğin fetöcü hangi sıfatla abd senatörlerine anlatmış o bahsettiğün iç yüz meselesini yani şunu mu demek istersin abd istihbaratı yetersizdi erdoğan konusunda eksik kalan kısımlarını siz mi tamamladınız?
Dört milyona yakın mülteciyi “ensar” ruhuyla karşılamıştık, ne olacak ki; 50-100 bin insanı da kabul edelim, hatta daha fazlasını…
İşin başında da söylemiştim; bu kadar mülteciyi sorgusuz sualsiz, düzensiz ve plansız, ülkenin her yerine salacak kadar kabul etmek “ensar-muhacir” duygusallığıyla(!) açıklanamaz..bu bir uluslararası politikanın gereğiydi ve bizimle beraber aynı kabulü yaşayan diğer bir ülke ise Ürdün oldu.
Ürdün ne haldedir bilmiyorum ama; uygulama sonucu bölgeyle ilgili politika yapıcılar sırtını bize döndü, verdiği sözleri tutmadılar; zaman zaman mültecileri Avrupa’ya salmak tehdidini kullandık ki bu bir “biz üzerimize düşeni yaptık ama siz yükümlülüklerinizi yerine getirmediniz” serzenişi idi.
Şimdi kapıları açmanın tam zamanı..Değil mi; yükü bizim sırtımıza vuran Batı, bununla bir yüzleşsin de görelim, bizim gibi 40-50 Milyar Dolar harcamak neymiş, ekonomi bundan nasıl etkilenirmiş de bir görsünler. Bunu yapacak yüreğe, cesarete de sahip bir liderliğimiz var ya!
Ne manidar ki, son zamanlar dış politikaya yön veren güç-klik/ler, muhafazakar-sağ bir iktidar döneminde düdüğünü öttürüyor. Bunun iç politikaya da yansımaları oluyordur elbette lakin, ülke dış sıkışıklığı atlatabilirse içeri de normale binecektir.
Batı blokunun tek alternatifi Rusya’dır deyip ve buna politika geliştirmek elbette hükumetin bir iradesi değildir. Bu böyle iken hükümetin “dünya 5’ten büyüktür”, İİT (İslam İşbirliği Teşkilatı) üzerinden söylem geliştirmesi, İslam ülkelerini güya işbirliğine ve bir toplu güce temerküz etme emeli söylemden öteye geçmemekte ve birincisiyle (Rusya yakınlaşmasıyla) tezat teşkil etmektedir. Bu, ancak iç politikaya yönelik, dışarıda tesiri olmayan bir muhafazakar dilden öte bir şey değil.
Şimdi, Türkiye’nin eksen kayması -kimilerine göre kutup değiştirmesi- Batı’nın tazyikiyle gerçekleşen, Türkiyeyi onun dışına iten bir “yeni dünya düzeninin” gereği midir ya da tamamen devletin -onun yönetimine hakim iradenin- bir tasarrufu mudur?
Resmin büyüğüne bakıldığında ise asıl soru bence budur: Türkiyeyi yalnızlaştıran, uluslararası toplumun dışına iten, jeopolitik ve sosyo-ekonomik kapasitesini değersizleştiren asıl neden, devletin yöneten birimlerinin “yönetişim yetersizliği/bozukluğu” mudur? Çünkü ülke, ulusal ve uluslararası düzlemde iyi yönetilemiyor.
Fehmi bey! Zaten,Erdoğan sizin gündeme getirdiklerinizi gündemden düşürmek için Kanal istanbulu ortaya attı.
Şimdi çırpındıkça Türkiyeyi batırìyor. AKP DIN MHP de diş Türkleri satarak ayakta tutunuyorlar. Onlar için Uygurlar TÜRK ve MÜSLÜMAN değiler “terõristler”
Bu millet bunların gerçek yüzlerini gömelerine rağmen
halen daha bunlari savunuyorlarsa, demekki başlarına gelenler az bile.
AKP dişarda Gülen cemaatinin muazzam lobi faliyetleri sayesinde tanındi ve güven kazandı….. Özeliklede Erdoğan
Ya şimdi? Gene Gülen cemaatı sayesinde ne rağbeti kaldı nede įnandırıcılığı.
Burda yorum yazan bazı yorumcu arkadaşlar bir kaç gündür Gülen cemaatı mensuplarının neden ses çıkartmadıklarını sorguluyorlar. ve onlari okuduktan sonra, şimdi Erdoğanın sürekli seçim kazanmasını nedenini daha iyi anladım.
İsmini yazarsam her zamanki gibi gene yorumum yayınlanmaz; onun için isim yazmadan.
Cemaatten birisi ABD li senetörlere 45 dakika Erdoğanın bütün entirkalarını anlatti ve süreklide bire bir görüşüyor.
ABD senetõrleri şimdi onun bütün yaptiklarini en ince ayrıntıları ile çok iyi biliyorlar. Heleki dini kendisine alet ettiğinide Gülenin 15 Temmuzdan sonra TV kanalına verdiği bir mulakatta kendisini arayan birisi Erdoğanın ailesine ihanet edeceğini ve gideceği yerde tuzağa düşürüleceğinin haberini vermiş ve ondan erdoğani haberdar etmesini istemişler. Gülende Erdoğanın komşusunu taniyormuş onu aramış ve başbakanın gideceği yerde ona tuzak kurulduğunu onlardan onu uyarmalarını istemiş
Onlarda erdoğani haberdar etmişler.
Dünyanın her yerinde Yalancının mumu yatsiya kadar yanar fakat bizde Türkiyeyi batırıncaya kadar yaniyor. Bizdekile yalancılar ayni zamandada iftiranında ustasılar
Bu tip insa Şizofreni hastasi olsa gerek maalesef bizde sayiları oldukça fazla.
Fatih Altaylı! Bir yazısında “devlet eli ile banka batırılip okul kapatılırsa o devlet batar.
Erdoğan Cemaate zarar verir fakat yok edemez onlar gene toparlanırlar olan ülkeye olur ve erdoğanda biter.” Demişti.
Birde Fehmi beyin Ekrem Dumanliya yazdığı yaziyi hatırliyorum. yazìda “devlet ile kavga edilmez biraz susun” diye tavsiye ediyordu.Tabii o zaman kimseler E dumanlının yıkm ekibinden olabileceğini tahmin edemediler.
Hani burada yazara hep kızıyorlar. Halbuki Dost doğru sõylediği için hayel dûnyasinda yaşayanların işine gelmiyor.
Merhum Mücahit Erbakan hoca her zaman siyonizm ile mücadele etmiştir. Turkiye’nin başına ne gelirse siyonistlerin etkisiyle gelir. Eğer Erbakan hoca yaşasaydı ve şu an hükumetin yerinde olsaydı: Türkiye, ne ABD’ye ne de Rusya’ya muhtaç kalırdı. Rahmetli Erbakan hoca, sanayi, ticaret ve tarıma çok önem verirdi. Erbakan hoca sayesinde Türkiye’de Adil düzen hayata geçecekti. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’in Batı ve ABD tutumu bazen çok iyiye gidiyor derken hemen de ABD ve Rusya tarafından oyalaniyor. Keşke radikal kararların arkasında kalsa da millet Türkiye cumhuriyetinin gücünü görseydi.
Geriye kala kala Haçlı dostlarımız kalıyor.
Ülkelerin dostları olmaz çıkarları
Olur.
Yanlış hatırlamıyorsam 24 Haziran seçimlerinde AKP’nin seçim sloganı “vakit Türkiye vakti” idi.
Tercihler yapıldı.
Vakit bu tercihlerin faturasını ödeme vakti.
İki temel tercihin iki doğal sonucu ve faturası olacak.
Sn Koru o dengeler nasil korunacak biraz aciklayin.Mesela ABD den hava savunma sistemi istenecek ama vermeyecek.Peki mi diyeceksiniz.Bize gaz lazim Turk akimini yapiyoruz diyeceksiniz :Hayir ordan gaz alma diyecek Peki biz tamam emrin olur nasil isterseniz mi diyecegiz.Sonra Abd ile neden arani aciyorsun ? Oylemi ? Peki dogrusunu soyleyinde bilelim
Burada size doğruları söyleyebilecek çapta ve ahlakta insanlar yok. Burasını illet-zillet ve vatan hainleri işgal etmiş durumda. Siz en iyisi doğruları Hükümete (Erdoğan’a) yakın medya kuruluşlarından öğrenin. Onlar en doğrusunu yazıyor ve söylüyorlar.
Ne ABD, ne Rusya, ne Avrupa, ne Orta Doğu yanımızda. Türkiye yalnızlığa ve çaresizliğe terkedilmiş durumda. Yanlış politikalar, stratejik olmayan hareketler bu sonucu getirdi. Bizi kıskandıkları için yada özel bir düşmanlıkları olduğu için değil. Bizim hareketlerimiz bu sonuçları doğurdu. Buradan nasıl çıkılacak onu konuşmak lazım. Ancak siyasilerin hiç birinin boş hamasi sözler dışında söyleyecek bir şeyleri de kalmamış. Ülkenin akıllı insanları çok yok maalesef. Varsa da kimsede konuşma cesareti yok. Adı “stratejik” pek çok kurumun da boş olduklarını test etmiş olduk böylece. Sürüklenme durumundayız kısaca.
Yoruma kapalı.