İster zamanında yapılsın ister tarihi öne alınsın, sonuçta her gün seçime biraz daha yaklaşıyoruz. İnsanların seçimi bekledikleri her hallerinden belli oluyor.
Seçimle birlikte beklenen ise, köklü bir değişiklik…
Muhalefet bunu ‘parlamenter sisteme dönüş arzusu’ olarak algılıyor ve bunun üzerinden siyaset geliştiriyor.
Yanlış bir tutum değil bu. 2017 yılında yapılan referandumla kabul edilen ve 2018’deki cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında hayata geçen ‘Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’ ile beklenen -daha doğrusu sistemi takdim edenlerin vaat ettikleri- gerçekleşmedi.
Tersine, çabuklaşacağı sanılan kararlar daha zor alınıyor. Bu arada bütün göstergeler de süreç içerisinde kötüden daha kötüye doğru yol aldı.
Herkes bunu kendi özelinde fark ediyor.
Kimi çarşı-pazar alışverişlerinde, kimi de iş ararken…
Tartışılması gereken
Bugün seçim olacak diyelim, sandık başına giden seçmenler hangi güdülerle kimden yana oy kullanacaklar? İktidar ülkeyi iyi yönetemiyor diye muhalefete mi, yoksa muhalefet iktidar olduğunda ülkeyi daha iyi yönetemeyecek ve eskiden yaşanan yanlışlıklar tekrarlanacak düşüncesiyle iktidar cephesine mi oy verilecek?
Soru bu.
Görebildiğim kadarıyla, muhalefeti oluşturan partiler, iktidarın yıprandığı ve bu yüzden oyların kendilerine doğru yöneldiği tespitine fena halde kendilerini yoğunlaştırmış görünüyorlar. Bunun kendileri için yeterli bir motivasyon olduğu kanaati muhalefet saflarında ve muhalefet cephesi içerisinde yer aldığı varsayılan medyaya yansıyan söylemlerde kendini belli eden bir kabul.
AK Parti’ye veya ortağı MHP’ye oy vermiş olan kitleler, ülkede pek çok alanda devasa boyutlara ulaşmış herkesi etkileyen sorunlara bakıp, “Oyumuz bu defa muhalefete” diyecek ve ‘Millet İttifakı’ içerisinde yer alan veya dışında kalıp mevcut iktidarı eleştiren partilere şans tanıyacaklar…
Genel kabulün bu olduğu anlaşılıyor.
CHP, İYİ Parti, Deva Partisi, Gelecek Partisi liderleri, Allah’ları var, -eskilerin deyimiyle- ayakta demir çarık, elde demir asa, her gün ülkenin bir yerinde vatandaşlara muhatap oluyorlar.
Liderler sayıları 5 milyonu bulan ilk kez oy kullanacak genç seçmenleri de ihmal etmiyor, onları etkileyeceğini düşündükleri temasları sürdürüyorlar.
Yeterli mi?
Daha açık bir ifadeyle sorumu yineleyeyim: İktidarın zaafları muhalefetin başarısı için yeterli mi?
Sorumdan kuşkum seziliyorsa sezgi doğrudur.
Kuşkuluyum.
Cüzdanda saklanacak yazılar
Bu konuda duyduğum kuşkuyu başkalarının da paylaştığını görüyor ve seviniyorum.
Mehmet Ocaktan’ın son yazısı göz açıcı.
“Başta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere bütün muhalefet liderlerinin özellikle din ve diyanet konusunda son derece dikkatli bir dil kullanmaları gerekiyor. Çünkü bu muhalefete kurulan çok net bir tuzaktır. 128 milyar doların nereye gittiğini hala izah edemeyen, zamları, hayat pahalılığını önleyemeyen, enflasyona, 10 milyonu bulan işsizlere çare üretemeyen, yangın ve sel felaketleri karşısında çaresizlik yaşayan, yolsuzluk algısını bir türlü üzerinden atamayan iktidar için dini değerleri pazarlamaktan başka bir çıkış yolu yoktur. Bu yolun açıkça dine haksızlık olduğunu bile bile kullanmaktan da çekinmeyecektir.
Ve özellikle ‘din dili’ konusunda zaaflarının olduğuna inandığı CHP’nin bu konuda sert muhalefet yapmasını beklemektedir. Böylece iktidar ‘İşte CHP bu, bunlar zaten din düşmanı’ şeklindeki ezberini tekrarlayıp önemli bir avantaj üstünlüğü elde etmeyi hesaplamaktadır. Neyse ki Kılıçdaroğlu tehlikenin farkındadır, nitekim geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada ‘Bu bir tuzaktır, bu tuzağa gelmeyeceğiz’ diyerek hassasiyetini ortaya koymuştur.
Ancak soldaki bazı medya kuruluşlarının aynı hassasiyeti taşıdıklarını söylemek biraz zor.”
Muhalefet cephesini koruyup kollayan bir medya da var artık ve muhalif gazeteler ile kanallardan yapılan yayınlar Ocaktan’ın yazısında ‘tuzak’ olarak ifade edilen yanlışlığa fazlasıyla düşüldüğünün örnekleriyle dolu.
Aynı konuda bir başka uyarıcı gözlem de bugün Yıldıray Oğur’dan geldi.
Onu da aktarayım:
“Muhalefeti destekleyen medya 2023’de iktidara talip bir ittifakın medyası gibi değil, hala 2011’de AK Parti karşısında yenik düşmüş, eski rejimi savunan öfkeli bir rövanşist medya gibi davranıyor.
Muhalefetin hala farklı kesimlere kapılarını açan 90’ların bir Yeni Şafak’ı, Kanal 7’si yok. Cumhuriyet gazetesi iktidara muhalif liberal, sol entelektüelleri bile bünyesinde barındırmayı başaramadı. Sözcü gazetesi 2011’deki Sözcü gazetesinden farksız bir yayın çizgisinde.
Muhalefet medyası yeni bir merkez inşa edecek esneklikten uzakta, tek sesli, kapılarını muhalefet partilerinin ulaşmaya çalıştığı kesimlere kapatmış, eski kavgaların, hesaplaşmaların peşinden gidiyor.”
Örneği şöyle veriyor Oğur: “Örneğin seküler medyada Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü özeleştirisini yapabilmiş tek bir aktör bile çıkmadı.”
Buraya aktardıklarım her satırı dikkatle okunmayı hak eden iki yazıdan birer kırıntı. Muhalefet partilerinin liderleri her iki yazıyı ara sıra göz atmak üzere cüzdanlarında taşısalar yerinde bir iş yapmış olurlar.
“Muhalefetin sözü edilmeye değer tek bir ‘yandaş’ gazetesi veya TV kanalı bulunmasaydı daha iyiydi” denilebilecek bir durum var bugün.
Yıldıray Oğur’un AK Parti’yi iktidara taşıyan siyasi havada önemli etkileri bulunduğunu vurguladığı ‘Yeni Şafak’ gazetesi ile ‘Kanal-7’, 2000 yılı Türkiyesi’nde geniş medya çölü içerisinde küçücük birer vahaydı. “Yok” mesabesinde bir medya gücü AK Parti’ye yön göstermekteydi. Oğur’un yazısında işaret ettiği gibi, Yeni Şafak’ta ortak noktaları ‘demokrasi’ olan değişik eğilimden kalemler vardı, Kanal-7 ise ekranını her düşünceden aydına açık tutmaktaydı.
Bugün muhalefetin medyası -tıpkı iktidarın medyası gibi- çok seslilikten uzak.
İktidarın zaaflarına dayalı bir söylemle gidilecek seçimde sandıktan zafer çıkmasını bekleyen bir muhalefet beklediği sonucu alamayabilir.
Önüne çıkacak tuzaklara onu medyası düşürebilir.
ΩΩΩΩ