You are currently viewing Büyük fotoğraftaki küçük karelere bakınca gördüklerim pek iç açıcı değil…

Büyük fotoğraftaki küçük karelere bakınca gördüklerim pek iç açıcı değil…

Siyasi literatürde sıkça karşımıza çıkan bir yaklaşım var. “Büyük fotoğrafa bakalım” yaklaşımı. Ne zaman birileri genel kabule aykırı bir tez veya teklifle ortaya atılsa, bir yerlerden birileri, “Öyle ama büyük fotoğrafa bakarsak diye başlayan bir cümleyle onların karşısına dikiliyor.

‘Büyük fotoğraf’ genellikle var olanın, göz önünde bulunanın kabulü anlamına geliyor.

O zaman da ele alınan konu biraz daha anlaşılmaz oluyor.

Aslında siyaseti değerlendirmede önem taşıyan ‘fotoğraf’, biraz yakından bakılınca görüleceği üzere, küçük karelerden oluşuyor. Gerçek o küçük karelerde gizli ve onları görmek için de bazı özellikler bulunması gerekiyor.

Sherlock Holmes’un detaylara dikkati ya da Hercule Poirot’un yaratıcısı Agatha Christie’nin tercih ettiği deyimle gri beyin hücrelerini çalıştırmak şart. 

Örnek mi istiyorsunuz; o halde son gelişmelere bu gözle yaklaşalım.

Büyük fotoğrafta görünen

AK Parti’nin genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’da son günlerde temel konulara farklı yaklaşım arayışı hissediliyor. 

Uzun süredir ısrarla uygulanan ve o yüzden Hazine’ye ait 120 milyar doların erimesine yol açan ‘faiz’ politikası değişti. Bunu sağlamak için, aileden biri olan bakan ve o bakanla birlikte ‘faiz’ politikasının yürütücüsü kadro yerlerinden edildi. Sonrasında olanı biliyoruz: Aylar ve aylar boyunca sergilenen direnç ortadan kalktı ve ‘faiz’ piyasa beklentilerini yansıtır hale getirildi.

Müthiş bir politik dönüşüm bu.

Benzer bir dönüşüm dış politika alanında da -hiç değilse söylem boyutuyla- yaşanıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan yeniden Avrupa Birliği (AB) merkezli değerlendirmeler yapmaya başladı. En son Kanada’da her yıl tekrarlanan Halifax güvenlik toplantısına görüntülü olarak katıldı ve bir haftadır AK Parti il kongrelerinde tekrarladığı AB üyeliği talep eden söylemini yabancılara da aktardı.

AB üyeliğini hedefleyen bir ülke olmak, en azından ‘Kopenhag kriterleri’ de denilen Avrupa’yı Avrupa yapan temel ilkeleri sahiplenmek anlamına geliyor. AB perspektifinde kalabilmek için, anayasamızda da tarifini bulan, insan haklarına saygılı, temel hak ve özgürlüklerden yana, demokratik hukuk devleti ülküsüne bağlı olmak gerekiyor.

Türkiye’nin 2005’te kotardığı AB’ye tam üye olabilme hakkını sonuna kadar götürmek üzere girdiği reformcu tavrı yeniden benimsemek olur bu…

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve bazı bakanların son günlerde ‘reform’ sözcüğünü ağızlarından eksik etmediklerini görüyoruz.

‘Büyük fotoğraf’a bakıldığında görünen bu.

Nitekim bu fotoğrafa bakarak sevinenler çok.

Hatta işi, AK Parti’nin AB perspektifinden bütünüyle sapmasında en ciddi rolün sahibi olan iktidar ortağı MHP ile yolunu ayırmasını beklemeye kadar vardıranlar da çıkıyor.

Oysa aynı fotoğraftaki küçük kareler farklı görüntü veriyor.

Küçük karelere yansıyan

İlk küçük karede, bu söylem değişikliğinin dışa vurduğu günlerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, yanına MHP liderini de alarak, Kıbrıs’a gitmesi var. O ziyaret sonrasında AB çevrelerinden hükümetin dış politikasına yönelik rahatsızlığın daha güçlü biçimde dışarıya vurulduğu fark ediliyor. Yunanistan’ın şiddetle itiraz ettiği Doğu Akdeniz’de yürütülen politikaya Kıbrıs da böylece eklenmiş oldu.

Yunanistan ve Kıbrıs AB üyesi. Bu iki ülkenin bastırmasıyla, AB’nin 10 Aralık’ta yapacağı liderler zirvesinin ele alacağı ilk konunun, Türkiye’ye karşı alınan, fakat Almanya’nın -daha doğrusu Angela Merkel’in- ihtiyatıyla askıda tutulan yaptırımların daha da ağırlaştırılarak uygulanması bekleniyor.

Her şey olabilir, ama AB’nin yaptırım uyguladığı bir ülkenin AB üyesi olma hedefini gerçekleştirmesi herhalde mümkün olmaz.

‘Reform’ sözcüğünün kullanıma sokulması bile imkansızı mümkün kılmaya yetmez.

AK Parti ‘reform’ kavramı içerisine girecek değişimleri MHP ile yan yana dururken nasıl hayata geçirebilecek?

Demokrasinin en hayati unsurlarından sayılan muhalefetin başını çeken CHP’nin liderine akıl almaz hakaretler ve tehditler yöneltmiş eski bir mahkuma ve çıkışına “O bizim dava arkadaşımız” tavrıyla sahip çıkmadı mı MHP?

Karede bu çaprazlık da bulunuyor.

Zaten bu yüzden de, ‘büyük fotoğrafı’ önemseyen yorumcular, “AK Parti ile MHP’nin yolları ayrılacak” kehanetinde bulunuyorlar.

Soruları sıralayalım

Nasıl olacak bu?

AK Parti kendi başına kaldığında iktidar olma ve tercihini cumhurbaşkanı seçtirme iddiasından vazgeçmek zorunda kalır. ‘Yüzde 50+1’ ölçüsünü dayatmış ‘başkanlık sistemi’ yüzünden… 

Yoksa ‘başkanlık sistemi’nden vazgeçeceği mi düşünülüyor AK Parti’nin?

Olmayacak duaya “Amin” demekten farksız bir beklenti bu.

MHP’den ayrılacak AK Parti, onun bıraktığı boşluğu, vaktiyle MHP’nin içindeki AB’ye ters bakmayan kanattan oluşmuş İYİ Parti ile mi dolduracak?

Kağıt üzerinde olur, ama gerçek hayatta mümkün mü bu?

Yoksa HDP’yi mi yanına almayı düşünür AK Parti ileri gidenleri?

HDP’nin eski eş-başkanı, çok sayıda milletvekili ve seçilmiş belediye başkanı cezaevlerindeyken?

AK Parti’nin muteber saydığı kalemler ve Külliye istişare heyetinde yeri bulunan isimler tarafından telaffuz edilen “Selahattin Demirtaş serbest bırakılsın” talebi bu niyetle ilgili olabilir, ama öngörülen yaklaşmaya bu jest yeterli olur mu?

‘Büyük fotoğraf’ yorumcularına göre olabiliyor.

Şahsen küçük karelerden büyük fotoğrafa gitme yöntemini benimsemiş biriyim ve büyük fotoğraf bana fazla inandırıcı gelmiyor.

AB liderler zirvesinden sonra AB ile ilişkilerin kopma noktasına gelmesi, değişen söylemin siyaseti daha da içinden çıkılmaz hale getirmesi daha ciddi ihtimal.

Tabii bir başka küçük karede de Türkiye’yi başka ülkelerden daha fazla ilgilendiren ABD’deki başkan değişimi var.

‘Büyük fotoğraf’ gerçekçi hale getirilebilir elbette; ancak bunu sağlamak için son yılların ağır bagajlarından kurtulmak ve görüntüyü bütünüyle değiştirmeye yarayacak çok köklü bir kadro değişikliğine gitmek şart.

Heyhat, bunu sağlayacak isimler artık AK Parti’de değil.

Size sunabileceğim bir küçük kare de bu işte…

ΩΩΩΩ