En son iki gün önce CNN International’da ünlülerle mülâkatlar yapan Fareed Zakaria’nın ‘GPS’ programında izledik Fethullah Gülen’i. Programı izlememiş iseniz de bizim gazetelere yansımış haberini okumuşsunuzdur.
Programda, 15 Temmuz darbe girişimi ile kendisi ve Cemaat arasında irtibat bulunduğu iddiası için uluslararası bir örgütün konuyu araştırması teklifinde bulundu ve şunları söyledi Gülen: “Ağzımdan kimseye bu yolda bir talimat çıktıysa… Telefonla birilerine ulaştıysam… İddiaların onda biri doğruysa… Türkiye’ye döner, boynumu uzatır ve ‘Tamam doğruyu söylüyorlar; beni götürüp assınlar’ derim.”
Gülen’e göre 15 Temmuz darbe girişimi ‘tiyatro’ gibi bir şey… Hollywood filmi hatta…
Herhalde, ABD’de başkanlık seçimini kazanmak için danışmanların Arnavutluk’ta olmayan bir savaşı TV’de başlatma konusunu işleyen ‘Wag the dog’ filmini kast ediyor olmalı…
Belirsizlikler, beklenmedik can kayıpları yüzünden olabilir
O akşam İstanbul ve Ankara’da yaşananlarda hâlâ belirsizlikler var. İdeolojik açıdan beş benzemezin darbede biraraya gelmesi gibi gariplikler… MİT’in aylardır “Ben geliyorum” diyen darbeden son dakikada haberdar olması, ihbarları Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a iletmede ihmali… Girişimin ‘darbenin el kitabı’ kurallarına uymayan yönleri…
Bunlar tamam…
250 kadar insanın hayatına da mal olmuş bir kalkışmadan söz ediyoruz.
Sanıyorum, daha önceki hiçbir darbede ve başarısız darbe girişiminde söz konusu olmamış can kayıpları yüzünden, kulağımıza tuhaf gelen yönleri karanlıkta tutuluyor 15 Temmuz’un…
Ancak darbeye katılan subayların bütünü olmasa da önemli bir bölümünün Fethullah Gülen ve Cemaat unsurlarıyla doğrudan veya dolaylı irtibatlı olduğuna da kuşku yok.
Darbe girişimine katılan subaylardan bazılarının ağzından çıkan itiraflara, o itirafların alındığı şartları göz önünde bulundurarak kulak vermesek bile, irtibat kurulmayı sağlayan başka özellikler hiç de az değil.
İyi de, Fethullah Gülen, karşısına oturduğu gazetecilere, televizyon kameralarına baka baka, “Benim/bizim bu olanlarla ilgim(iz) yok” diyebiliyor.
Nasıl oluyor bu?
Üzerinde durulması gereken soru bu.
Bir mektup taşıdım
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan’la görüştükten sonra çıktığım ve sonu ‘sulh teklifi’ içeren bir mektupla biten Pensilvanya yolculuğumu biliyorsunuz. 17 Aralık (2013) tarihinde, bazı savcılar ve bazı hâkimlerin polislerle birlikte gerçekleştirdikleri, 4 bakanı hedef alan girişim sonrasında çıkmıştım o yolculuğa…
Tapeler ve video kayıtlarıyla ve bakanların çocuklarını gözaltına almayla başlamıştı o girişim…
Fethullah Gülen, Pensilvanya’da, bana, “Bizim bu tür işlerle hiçbir alâkamız yok Fehmi Bey” dedi.
Orada konuştuğumuz her şeyi yine orada sıcağı sıcağına not ettim, bizzat kaleme aldığı mektupla birlikte görüşmemiz sırasında işittiklerimi de, benden izlenim bekleyen her iki muhataba Türkiye’ye döndüğümde aktardım.
Eldeki kanıtlar o günlerde de Cemaat irtibatına işaret ediyordu, ama yüz yüze görüştüğüm Gülen, bana, “Bizim bunlarla bir alâkamız yok” diyordu…
Türkiye’ye dönüp izlenimlerimi Başbakan Erdoğan’a aktardığım gün (25 Aralık 2013), 15 Aralık’taki girişimi daha da genişleten ikinci operasyon başladı.
Pensilvanya’da bana söylenen “İlgimiz yok” sözü ile ve daha da önemlisi ‘sulh’ amaçlı mektupla çelişiyordu bu yeni operasyon…
Nitekim, Başbakan Erdoğan, izlenimimi aktardığım ve biraz sonra Cumhurbaşkanı Gül’ün yanına çıkıp bizzat okuyacağı mektubun içeriğiyle ilgili genel bilgiler sunduğumda, “İyi de, en yakınlarımın, ülkenin saygın işadamlarının gözaltına alınmasıyla sizin izlenimleriniz ters düşmüyor mu?” sorusunu bana yöneltecek ve ardından şunu da ekleyecekti: “Oğlumu da hedef aldılar…”
[Mektup ve dönüşte yaşadıklarımla ilgili bilgileri nisan ayında çıkan ‘Ben Böyle Gördüm’ kitabımın 1. Bölümü’nde uzun uzadıya anlatıyorum.]
Çelişki açıktı.
Cemaat içinde derin Cemaat… Olabilir mi?
O çelişkiden hareketle, ben, uzunca bir süre, “Cemaat içinde bir Cemaat var, ‘derin Cemaat’, o bazen Fethullah Gülen’den bağımsız, hatta ona rağmen devreye giriyor” diye düşündüm.
Ergenekon sürecinin, belli bir aşamadan sonra, ilgisiz sivilleri ve askerleri de kapsayacak biçimde rayından saptırılmasını da, zamanında, yine ‘derin Cemaat’ teziyle açıklamıştım.
Kendisini ve çevresini benden daha yakından tanıyanların “Öyle bir şey olamaz” ikazlarına rağmen.
Daha sonraları, Pensilvanya’da yaşadıklarımı anlatan yazılarım ve televizyon açıklamalarıma “Doğru anlatmıyor, çarpıtıyor” dendiğini, bir dönem TV’lere sıkça çıkan Gülen’e yakın biri, sosyal medya mesajlarında ileri sürdüğünde, ne kadar şaşırdığımı tahmin edemezsiniz.
Kelimesi kelimesine bana söylenenleri aktarıyordum oysa…
Sözü nereye getireceğim açık.
Pensilvanya’da bana, CNN’de Zakaria’ya… Aynı inkâr…
İki gün önce CNN’den Fareed Zakaria’ya ve iki haftadır değişik TV’ler ve gazetelere, “Benim bu darbe girişimiyle hiçbir ilişkim yok” açıklaması ile, 17 Aralık’ta ilki sahneye konmuş hükümeti hedefleyen girişim sonrası bana söylenen “Bizim bunlarla bir alâkamız yok Fehmi Bey” inkârı arasında bir akrabalık bağı kurabiliyorum bugün…
Galiba kendisini inandırıyor Fethullah Gülen, inkârı ona ‘yalanmış’ gibi gelmiyor…
Görüştüğümüz odada konuştuklarımızın bir tanığı daha olmasına rağmen, Pensilvanya’daki görüşmemizin benim dilimden anlatımına, arkamdan “Öyle olmadı, saptırmış” demişse, onun da sebebi bu.
Tabii, eğer ona yakın kişi, o öyle demediği halde, “Dedi” yalanını kendisi uydurmadıysa…
Neden bu konuya girdim?
Susmaması gerekenler sessiz
Şundan: Cemaat’le hiçbir zaman organik bir bağım olmadı; ancak yakından gözleme fırsatı bulduğum yıllar içerisinde orada pek çok fedakâr insanla tanıştım. Doğru, dürüst, gerçekten ihlâslı, fedakârlıkları zirvede, haktan ve adaletten ayrılacaklarını sanmadığım insanlar…
Fethullah Gülen’in yakın çevresinde de var öyle insanlar, az da olsa var; yalanı-dolanı ikinci bir kimlik gibi bürünmüş tiplerden değil hepsi…
O insanların sessizliği, suskunluğu, olan-bitenler hakkında tek söz etmemeleri beni de daha ileri ithamlar sarf etmekten alıkoyuyor; hatta yukarıda anlattığım ‘Cemaat içerisinde derin bir Cemaat var’ tezine sürüklüyor(du).
En son, vaktiyle ‘Şemdinli savcısı’ olarak ülke gündemine girmiş Ferhat Sarıkaya’nın kendiliğinden gidip ‘itirafçı’ olması sonrasında anlattıklarını okuyunca, derin bir düşünceye daldım.
Hayır, benim zihnimde ışıklar yandırmadı o itiraflar, ancak gözlerimi Cemaat bünyesinde tanıdığım doğru-dürüst insanlara çevirmeye zorladı.
Her ne kadar “Ben farklı bir Nurcu eğilimindendim” dese de, kendilerine yakın biri Ferhat Sarıkaya… Yönlendirilerek hem mesleğine ihanet etmiş, hem de günahsız insanların kamuoyu tarafından kınanması, yasalar tarafından cezalandırılması sonucunu doğuran vahim yanlışlıklara sebep olmuş…
Susmaması, konuşması gereken o insanlar hâlâ susuyor… Ve durum da benim içimi sızlatıyor…
Hatta kanatıyor…
ΩΩΩΩ
NOT [Saat 12.25’de eklendi]:
Bir internet sitesi biraz önce “Açıkla Fehmi Koru kim bu isimler” diye sormuş bu yazım üzerine.
Kitabımda birkaç örnek var. Birini aktarayım.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’la Şubat 1993’te Arnavutluk’a gittiğimizde, Cemaat’in Balkanlar’daki ilk eğitim kurumu Tiran’da açılmak üzereydi. Birkaç gazeteci gece okula uğradık. Gerisini ‘Ben Böyle Gördüm’den okuyalım (s. 85-86):
“Okul için Arnavutluk ile İzmir ilindeki hamiyetli vatandaşlar ‘kardeş’ yapılmış, hiç deneyimi bulunmayan hamiyetli insanlar, okulda ihtiyaç duyulacağını düşünebildikleri ne kadar malzeme varsa, buldukları araçlara doldurup Tiran’a getirmişlerdi.
“Uğradığımda okula müdür olarak atanmış Mehmet Bey’i ortalığı temizlerken buldum. ‘Temizlerken’ dememe bakmayın, resmen amelelik yapıyordu başöğretmen… (..)
“Gezerken (Özal’ın) gözüne bir köşede sessizce çamaşır yıkayan bir kadın çarpmasın mı? Yerelden bulunmuş bir çalışan zannederek ona kim olduğuna dair soruyu yönelttiğinde, aldığı, ‘Efendim, ben, okul müdürü Mehmet Bey’in eşiyim’ cevabına hem Cumhurbaşkanı Özal şaşırdı, hem de bizler…”
İşte benim kast ettiğim ‘ihlâslı, gayretli, doğrudan şaşmaz kişiler’ o Mehmet Bey gibiler…
FK
ΩΩΩΩ