Dün akşam saatlerinde -20.04’te- Hatay ilimiz bir kez daha depremle sallandı. Önceki 7.7 ve 7.6 şiddetindeki Kahramanmaraş merkezli iki depremle kıyaslandığında 6.4 şiddetli yeni deprem önemsiz gibi görünebilir; ancak az sayıda olsa da bu yenisinde de hayatını kaybedenler, yaralananlar var. Anlaşılan, iki depremden sonra kentte ayakta kalmaya devam eden bazı binalar da zarara uğramış görünüyor.
Uzman hocalar, iki depremden sonra da, Hatay ve çevresinin yeni sarsıntılara maruz kalabileceği konusunda açıklamalar yapıyorlardı.
Kahramanmaraş merkezli ilk iki depremi, meydana geldikleri saatlerde ayakta olduğumdan hissetmiştim; Hatay’daki son deprem Ankara’da hissedilmedi.
Son dört ayı eşite yakın aralıklarla İstanbul ile Ankara arasında geçiriyorum. Son bir aydır da Ankara’da kalmam gerekti. Aklım ise, uzman hocaların “Her an olabilir” beklentileri sebebiyle, günün her saatinde İstanbul’da.
İstanbul’da beklenen büyük deprem olduğunda -inşallah olmaz- meydana gelecek felaketin çapı şimdi maruz kalınanların çok daha ötesinde olabilecek.
Hazır mıyız?
Olmadığımız şimdilerde yaşananlardan belli.
Dün, yani akşam saatlerinde Hatay’ın yeniden depremle sarsıldığı gün, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Cumhur İttifakı ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli ile birlikte o ilimizdeydi.
Tekrar ediyorum: İki liderin orada olduğu gün deprem Hatay’ı bir kez daha vurdu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gezisini planlayanlar uzman hocaların Hatay’la ilgili öngörülerinden haberdar değiller miydi acaba?
Yoksa kentin deprem tehlikesine açık olduğu bilindiği halde mi gezi planlandı?
İki ihtimal de ülkem adına beni rahatsız ediyor.
Yeni sarsıntı akşam saatinde değil de iki liderin Hatay’da enkazları yerinde izledikleri sırada yaşanabilirdi pekala.
Ne büyük bir gaflet.
Umursamazlık dışında bu gafleti açıklayabileceğim bir sebep göremiyorum.
Son aylarda çok daha sık ve şiddetini artıran biçimde -ama yıllardan beri- kendilerine uzatılan her mikrofondan herkesin duyabileceği şekilde, bazen de yazılar kaleme alarak, 15 gün önce meydana gelen depremler konusunda uyarılarda bulunmuşlardı uzman hocalar…
Bilimsel açıklamalarına kulak asılmadığı deprem sonrası manzaralarından belli.
İçişleri bakanı Süleyman Soylu da, “Bizim hazırlığımız İstanbul depremineydi” açıklamasıyla Maraş merkezli büyük depremlere hazırlıksız yakalanıldığını itiraf etmiş oldu zaten.
[Maraş’ta değil de aynı büyüklükte deprem İstanbul’da yaşansaydı ortaya çıkacak manzara daha farklı mı olurdu? Sanmıyorum. Aylar önce yıkılmaya meyyal oldukları raporla belirlenmiş kamu binalarıyla ilgili hiçbir girişimde bulunulmamış, çocukların her gün devam ettiği ilk öğretim okulları bile öğrenime açık tutulmuş. Raporda isimleri yer alan kamu kurumları, neden sonra, -Maraş merkezli iki depremin ardından- tahliye edilmeye başlandı.]
Kusura bakılmasın ama, Erdoğan-Bahçeli gezisinin olduğu gün Hatay’da 6.4 şiddetinde bir deprem yaşanması, 15 gün önce meydana gelen deprem sonrasında tanık olunan ve etkilerini halen sürdüren hazırlıksızlık manzaraları üzerine tüy dikmek anlamına geliyor.
Devletin her düzeydeki temsilcilerinin gözümdeki değerlerini biraz daha azaltacak bir durum bu.
Esas değerlendirmeyi, kendisini temsil eden çeşitli düzeydeki devlet görevlilerini o görevlere atayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yapması gerekir.
Bazılarını ne zaman kameralar önünde konuşurken ekranda görsem, bulundukları konumun asgari şartlarını bile üzerlerinde taşımadıkları hissine kapılmadan edemiyorum. O hisse kapıldığım için de, o kişilerin verdikleri teminatlara güvenmekte zorlanıyorum.
Kendimi depremzedelerin yerine koyduğumda ise, verilen sözlerin ne kadar havada kaldığını iyice fark ediyorum.
Öyleleri daha az mı konuşmalılar, yerlerini güven verecek yeni yüzlere mi terk etmeliler bilemiyorum. Bildiğim tek şey, şu sıralarda geleneksel olarak mevcut iktidara en geniş müsamahayla yaklaşan kesimlere bile ciddi bir güven bunalımı yaşatıldığıdır.
Muhalefetin herhangi bir çıkış yapmasına gerek kalmadan yaşanıyor o güven bunalımı.
Olağanüstü durumlarda, iktidara hakim olan anlayış, o sırada meydana gelenlerin kısa sürede unutulacağı beklentisiyle, yanlış mı yapılıyor, olsun, yapılan yanlışların üzerinde fazla durulmamasının tercih edilmesidir.
Galiba şimdi de iktidara aynı anlayış hakim.
Yanlışlar yapılıyor ve yapılan yanlışlıkların zaman içerisinde buharlaşması bekleniyor.
Acaba?
Kuşkumun temelinde, bu defa durumun öylesine kolay atlatılamayacağı değerlendirmem yatıyor. İlk merhalede depreme maruz kalmış bölgenin 13 milyon insanını, ikinci merhalede ise her an sarsılması beklenen İstanbul ve çevresindeki 20 milyondan fazla vatandaşı içine alan bir deprem beklentisi yüzünden, ülkenin neredeyse yarısı, şu sırada yaşananları dehşetten açılmış gözlerle izliyor.
Yakınlarını kaybetmiş, evleri yıkıldığı için asgari şartlarda yaşamak zorunda kalmış milyonlarca insan, günün her saatinde maruz bırakıldığı gerçekliği nasıl unutsun?
Milyonlarca İstanbullu, 10 ilimizde yaşayanların karşı karşıya kaldığını bildiği durumun kendisinin de başına gelebileceğinin fazlasıyla farkında iken mi yetersizliği görmezden gelebilecek?
Gördüklerini unutabilecek?
Konuya istifa beklentisiyle yaklaşanlar var, ben onlardan değilim. Ancak, depremlerle sarsılan ülkede ihtiyacı duyulan güvenilecek isimlerin ön plana çıkması da bir gereklilik.
İktidar bunu fazla gecikmeden beceremezse toplum çareyi mutlaka bulur.
ΩΩΩΩ