Enver Altaylı bir zamanlar ‘efsane’ muamelesi görürdü, şimdi ise akrabalık bağı mahzurlu bulunuyor…

15
Reklam

Eskiler “Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli” sözünü sıkça tekrarlardı.

Uzun yıllar yadırgadığım bu söz hayatı düz bir gelişme çizgisi olarak görmeyen bir değerlendirmenin sonucu. Osmanlı’nın devleti her şeyin ve herkesin üstünde bilen, devletin hizmetindeki insanları ‘kapı kulu’ sayıp fazla önemsemeyen özelliğini düşündüğünüzde söz ayrı bir anlam taşıyor.

Padişah’tan sonraki en önemli makam olan sadrazamlığa kadar yükselmiş bir kapı kulunun devran değişince her şeyini kaybedebildiği bir geleneğin yansıması…

Padişah damadı olmak bile kelleyi korumak için yeterli değil o gelenekte. 

Hiç tarih kitabı okumayanlar bile ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisininin kahramanlarından Pargalı İbrahim’i hatırlar. Padişah damadıydı Pargalı; o sayede 28 yaşında mührü alıp 15 yıla yakın süreyle (1523-1536) sadrazamlık yapmıştı. Makbul İbrahim Paşa olarak anılmaktaydı. Sonu iyi gelmedi; hem maddi her şeyini hem de canını kaybetti ve arkasından ‘Maktul İbrahim Paşa’ olarak anılmaya başladı…

Makbul olan maktul da olabiliyor bizde…

Zaten bu yüzden başka toplumlara nice sonra girmiş olan vakıf müessesesi, bizde, Pargalı gibilerin dönemlerinden beri yaygın kullanım kazanmıştır.

‘Siyaseten katl’ uygulamasına kurban gidebileceğini bilen devlet adamı, gözden düştüğünde mal ve mülkü müsadere edileceği, hayatını bile kaybedebileceği bilgisiyle, sağlığında nesi varsa vakfetmiş ve çoluğu-çocuğunun geleceğini böylece koruma altına alabilmiştir.

Reklam

Siyasetçiyi makbul iken maktul haline getirebilen o gelenekte, çoluk-çocuk ve akrabalara maktul yüzünden zarar vermek yoktu.

Makbul iken bu durumunu kaybeden günümüzden bir örnek

Konu aklıma Enver Altaylı ekseninde yürütülen son tartışmalar üzerine geldi.

İYİ Parti’de il başkanı yapılmış bir genç, Altaylı dayısı olduğu için, ateş hattında.

Şimdi kendisini ‘şeytan’ gibi gösteren kesimlerin bir zamanlar ‘efsane’ olarak andıkları bir isimdi Enver Altaylı.

Hakkında bu yolda kitaplar da yazılmıştı.

Şu kitap isimlerine bir göz atınız: 12 Eylül’de TürkeşKGB arşivlerinde Enver Paşa – Türklüğün Son Cephesi Kızıl Yıldızdan Hilale – Haydar Aliyev’in Fırtınalı HayatıMoskova’yla İslam Arasında Orta AsyaBağımsızlıktan Sonra Azerbaycan

Bunlar genç yaşta kaybettiğimiz gazeteci İrfan Ülkü tarafından kaleme alınmış kitaplar…

Reklam

İrfan Ülkü’nün bir kitabı daha var; onun adı da ‘Büyük Oyundaki Türk – Enver Altaylı’

Kitabın tanıtım bülteninde yazılanları aynen aktarayım:

“Türkiye’den Türk dünyası ve Orta Asya’ya, Almanya’dan Mısır ve Kuzey Afrika çöllerine dek uzanan coğrafyadaki fırtınalı yaşam öyküsünün kahramanı Enver Altaylı… Kimileri için bir ‘efsane’ kimilerine göre ise ‘tehlike’ olarak algılanmış, Büyük Oyun’un bu belki de en önemli Türk oyuncusu, suskunluğunu bozarak sırlarla dolu hayatını irfan Ülkü’ye anlattı. 

Türkistan’dan Türkiye’ye göçmüş bir Özbek ailede Enver Paşa’nın yarım kalmış mücadelesini tamamlama idealiyle şekillenen çocukluk yılları, Harp Okulu’ndaki Aydemir’in darbe girişiminin ardından MHP’nin kuruluşunda Türkeş’le kader birliği; Efsanevi MİT müsteşarı Fuat Doğu’nun manevi evladı olarak ‘Ümit’ kod adıyla, MİT içinde Sovyet esaretindeki Türk dünyası için verilen olağanüstü mücadele dönemi… MHP parti müfettişi ve 12 Eylül darbesinin ardından Almanya’da geçen sürgünlük yılları, Sovyet İmparatorluğu’nun çöküşüyle Türkiye ile Orta Asya’da Özal, Demirel ve İslam Kerimov’un yakınındaki isim olarak Türkiye ile Orta Asya Cumhuriyetleri arasındaki ilişkilerin kurulup şekillenmesi sürecinde büyük güçlerle oynanan ‘Büyük Oyun’ sahnesine Türkiye’yi sokan Altaylı’nın gizli biyografisi ilk kez gün ışığına çıkıyor. 

‘Büyük Oyundaki Türk’, Türkiye’nin ve Türk dünyasının yakın tarihinin bilinmeyenlerine ışık tutarken, kitapta CIA’deki Türk Ruzi Nazar’ın da üç rejim altındaki sır perdesi altındaki hayatı, Türkistan göçmenlerinin destansı mücadelesiyle bağımsız Özbekistan kuruluş yıllarında Altaylı’nın çalışmalarını da yansıtıyor. 

Türkiye’nin Yeni Büyük Oyun’daki zafer ve yenilgilerini, Ankara’daki Türk zirvelerinin perde arkasını, enerji hatları uğrundaki sinsi savaşı, gizli servislerin ışık geçirmeyen labirentlerinden, Washington, Moskova, Ankara, Taşkent dörtgeninde ve eski Sovyet coğrafyasında ideali uğruna sınır tanımayan Altaylı’nın emperyalistler arasında merkezi Avrasya’nın paylaşımı için yeniden başlayan tehlikeli oyunda yüklendiği bu ağır ve çileli rolünü ortaya çıkaran bir biyografi. 

Türkiye ve Dünya’ya bakışınızı, bugüne kadar bildiklerinizi kökten değiştirecek hem geçmişe hem de geleceğe yeni bir bakış açısı getirecek bir kitap ‘Büyük Oyundaki Türk’.”

Nereden nereye

Enver Altaylı ile fazla bir tanışıklığımız yok. “Merhaba, merhaba”, o kadar… [Meraklısı için: Altaylı’nın akrabalarından herhangi birini de tanımam.]

Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in Sovyetler Birliği çöküşü sonrasında Orta Asya’da ortaya çıkan yeni Türk cumhuriyetlerine düzenlenen resmi gezilerinde heyet içerisinde mutlaka yer alırdı Enver Altaylı.

Gezide kendisini tanıyanlar bizim gibi tanımayanlara kim olduğunu anlatırlardı, ama fısıltıyla…

Mesleğini Tercüman, Türkiye, Ortadoğu ve Yeniçağ gazetelerinde sürdürmüş gazeteci İrfan Ülkü’nün kitabının basım tarihi 2008. O yıl Bakü’da vefat ettiğine göre, Ülkü’nün son kitabı bu. 

O zamanlar onun kitabında anlatıldığı gibi bilinirdi Enver Altaylı.

Acaba kendisinden çok farklı söz edilecek bir dönemin gelebileceği hiç aklından geçmiş midir?

“Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli” sözünün ağırlığını hissetmekte midir?

Şimdi yalnız kendisi değil, aralarında akrabalık bağı bulunan başkaları da onun yüzünden makbul olmayan kişi muamelesi görüyor.

Vaktiyle yakın olduğu bilinen kişiler de var kendisine ve akrabalarına bu muameleyi uygun görenler arasında.

Hizmetinde bulunduğu devlet kurumları da, parti ve parti gazetesinde birlikte oldukları da kendisini sahiplenmiyor.

Yukarıda bir yerlerde Enver Altaylı ile selamlaşma dışında bir muarefem olmadığını yazdığımı sanıyorum.

Burada onu ele alışım tarihin devamlılığına işaret etmek için…

Osmanlı hasreti Osmanlı’dan tevarüs ettiğimiz geleneklerle de devam ediyor; bunu vurgulamak istiyorum.

‘Yeni Osmanlı’ olmakla övünülüyor ya… Övünenlerin övünmeye hakları var.

Son bir soru: Vefat etmemiş ve mesleğini bugün de sürdürüyor olsaydı İrfan Ülkü acaba nasıl bir tavır sergilerdi?

ΩΩΩΩ

Reklam

15 YORUMLAR

    • Tarık beye teşekürler, kimin ne mal olduğunun bilinmesi açısından güzel bir katkı; bunların hepsi İYİ.

  1. Türkler uzlaşma sanatını (erdemini) hala öğrenemedi. Özellikle iktidar savaşında hiçbir kural tanınmıyor. Osmanlıda devletin yönetiminde istikrarsızlık olmaması için bulunan yöntemin kardeş katli olduğu düşünülürse, günümüzde yaşananları daha makul bulabilir hatta bir gelişme dahi sayabiliriz! Yani Türkiye’de siyasi iktidar savaşlarındaki rezilliğin tarihi arka planı var.

    AKP=Erdoğan, SP ve GP, Gülen Cemaati, Derin devlet (Avrasyacı, Ulusalcı, Atlantikçi hizipleri), Ülkücü milliyetçiler (MHP, IYI, BBP), CHP, DEVA Partisi … Bu grupların ve liderlerinin hiçbirisi CIA, KGB, MOSSAD v.b. ajanı değildir, olabilmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Sayın Koru’nun bugünkü yazısında bahsedilen Enver Altaylı için de aynı şey geçerlidir. Örneğin Perinçek de Çin veya Rus ajanı değildir. Bir kişinin Türkiye’nin menfaatini filan ülke ile yakınlaşmakta görmesi, o ülkenin ajanı olduğu anlamına gelmez. Rakibini etkisiz hale getirmek için onu vatan hainliği ile suçlayanlar aşağılık bir davranışta bulunmaktadırlar.

    Osmanlı kardeş katlini devlette istikrar sağlamak için kendi ailelerini feda etmek şeklinde asilane bir davranış olarak açıklamaktaydı. Bugün de bu görüşü savunanlar az değildir. Polemiğe girmeyip biz de bu tarihi uygulamaya laf etmeyelim. Hangisi sırf kendi ikbali için bunu yaptı, hangisi gerçekten devletin bekasını düşündü bilemeyiz. Fakat 21. yüzyılda bu davranış asil! değildir, cinayettir. Bu kültürü terk etmeden bir yere varamayız.

  2. Avam arkadaş endişeye gerek yok; tarihte de görüleceği gibi bizde her zaman devlet kadrolarını dolduracak birileri bulunur! Sıkıntı yok:)

  3. Erdoğan, geçtiğimiz günlerde, erken seçim talebine ilişkin açıklamasında, mealen, söz konusu talebin ciddiye alınır yanı olmadığını, erken seçim talebinin ancak kabile devletlerinde söz konusu olabileceğini söyledi.

    Erken seçim talebiyle kabile devleti olmak arasında hiçbir ilinti olmadığını, kendisinin de birden çok kez erken seçime gittiğini vs. hepimiz biliyoruz. Üzerine söz söylemek bile bir tür israf olur. Dolayısıyla, bunu geçelim.

    Kabile devletinin kısmen anlamlı olabileceği bağlam, devlet-hukuk ilişkisidir.

    Hukuk temelinde kurumsallaşmasını başaramamış ülkelerde, adına “devlet” dediğimiz organizasyonun sık sık hayli kanlı da olabilen sonu gelmek bilmez güç dalaşlarına sahne olduğunu, devlet aygıtı ama askeri darbe, ama seçim yoluyla ele geçiren sosyolojik aktörlerin o aygıtı kendi çıkarları ve kendi keyfiyeti doğrultusunda kullanageldiğini hem modern siyasal tarihten, hem de içinde yaşadığımız bugün dünyaya ve ülkemize göz attığımızda kolaylıkla görebiliyoruz.

    Hem bireysel ölçekte, hem sosyolojik-siyasal bir aktör bağlamında, bir dönem muktedir konumunda olanların bir başka dönemde kolayca “vatan haini”, “terörist” gibi sıfatlarla tanımlandıklarının sayısız örneğini verebiliriz bir çırpıda. İzmir Suikasti adlı davada İstiklal Mahlemeleri’nde bu suçlamalara muhattap olmuşlardan başlayabilir, 27 Mayıs askeri cuntasının sonuçlarını hatırlayabilir, yakın dönemin genel kurmay başkanının kişisel serüveninden, Gülen Cemaati’nin nasıl bir anda toplumsal nefret nesnesi haline getirilebilmiş olduğundan söz edebiliriz. “Oylarımız çalındı!” yaygarasıyla kritik bir seçimin iptal edildiği, oyları çalanların merak edilmediği, savcıların bu konuda bir dava açmadıkları, dolayısıyla kimsenin böyle bir suç iddiasına muhattap edilmediği bir ülke oluşumuzs ise, bütün bunların yanında, adeta “çekirdek parası” kadar sıradan ve önemsiz bir ayrıntı.

    Ülkenin cumhurbaşkanı, suç örgütü kurup yönetmekten hüküm giymiş eski bir mahkumun uyarısına kulak vermiş, onun söylediği şeyi beyninin derinliklerine sokmuş mudur, bunu bilemiyoruz.

    Ama, şunu bildiğimiz her makul zihin tarafından kabul edilecektir herhalde:

    Genel resme baktığımızda akla “kabile devleti” kavramının gelmemesi kolay değil.

    Elalem, bir devlet kuruyor, bir yüzyıldan diğerine, ama prenslik, ama imparatorluk, ama ulus-devlet olarak, bir yüzyıldan diğerine taşıyor o devleti.

    Bizler, tarihimiz boyunca 16 (yoksa rakam 17 mi?) devlet kurduğumuzu söylüyor, bununla da övünüyoruz (Mantıksal olarak, 16 devlet kurabilmiş olmak için 15 devlet batırmış olmamız gerekiyor).

    Bu da ister istemez akla bir şeyler getiriyor. . .

  4. “Makbul olan maktul da olabiliyor bizde…”
    demiş sayın yazar ama ne yazık ki adıgeçen çaşıt eskisi mankurt henüz mahkum durumunda; idam cezasını geri getirebilseydik belki yazarın beklentisi de gerçek olurdu! Kısmet tabii…

  5. MAKBUL İKEN MAKTUL OLMAK.
    Bunu sanırım en iyi bilenler
    Makbul olanlardır.
    Onlar en akıllı olanlarımızdır.
    Peki neden yinede geri duramazlar.
    Kader hükmünü icra etmiştir.
    Bunun içindir man adaları,cayman adaları,isviçre,v.b.
    Bütün dünyada müşküllerin birgün maktul olacağını gören üst akıl,bir çözüm bulmuştur.
    Ülkelerinin bekası için halkını perişan edip sürüm sürüm süründürenler çareyi, yani kendi başkalarını hep sağlama almak için yukarda saydığım yerlerde sğlalesininin geçimini garanti edecek yığınak yaparlar.
    Kendi ülkelerinin bekasına,bu adacıklar kadar güvenmezler.
    Eskiden vakıf la sağlanırdı,şimdi
    Üst akıl işte sana güvence diyor,
    Cüzi bir komisyon karşılığı.
    Halka gelin çocuklar bir devlet kuralım mı denmiştir.
    Yoksa en güçlü olan grup legal mı olmuştur.
    Devlet kurulunca,kuranlar onu korumak için her tedbir ve yöntemi kullanmayız düşünmüştür.
    Bizim en güçlü ve akıllı olanlarımızdanda bu beklenir.
    Herkes kendine en uygun pozisyonu alır.
    Herkes aklı ve gücü kadar pay alır.
    Devran böyle kurulmuştur.
    Yaratan organizmaları böyle kodlanmıştır.
    Dünyadaysa heryerde bu böyledir.
    Önce kendini garantiye al,sonra yakından uzağa git.
    Bunu yaparken sadece insan gerçek niyetini aklı seviyesice
    Kamufle etmeyi başarır.
    Avını yerken maske takar.
    Hayat organizma için menfaati maksimize metodunu uygularken,sözde bunu önce başkası için yaptığını inandırma sanatıdır.
    Bu metod maddi,manevi almancada değişmez.
    Manevi alan sonundada ebedi cenneti vaad ederek, aslında maddi menfaat vaad eder.
    Herkes hayatı ve olanları birey bazında ben olsam ne yapardım diye düşünürse,herkesin yaptığını daha iyi anlamış olur.
    .

    • Avam arkadaş, işte o yüzden ikide bir zekat ve cihat lafı edenlerden uzak duralım; yoksa her birey kendini düşünüyor ve soluğu pensilvanyada alıyor değil mi? Haksız mıyım?

  6. ‘Büyük Oyundaki Türk’.”
    Hayır türk değil, sadece satılmış bir özbek, sartlar! (sart: yerel dilinde satıcı demektir)
    Sayın yazar
    “Burada onu ele alışım tarihin devamlılığına işaret etmek için…” demiş;
    Evet tarih devam ediyor ama eski türkiyede değil yeni türkiyedeyiz artık; eski türkiyenin 1dolarlık yıldızları birer birer gözaltına alınıp kodesi boyluyorlar, evet dokunulmaz sanılanlara da dokunulabiliyormuş işte…
    “Son bir soru: Vefat etmemiş ve mesleğini bugün de sürdürüyor olsaydı İrfan Ülkü acaba nasıl bir tavır sergilerdi?”
    diye soruyor sayın koru; bunu bilmeyecek ne var ki?
    Bir soru da benden gelsin bari: ip in fetöcü ilbaşkanı kavuncunun kazak eşi almatıda şubesi bulunan hangi türk bankasında çalışıyor?
    (İpucu: aynı bankada chp nin de hissesi var!)
    Kolaygelsin…

  7. Çok ilginç bir konuya değinmişsiniz Fehmi Bey. Gerçekten tarih tekerrür ediyor ancak Osmanlılara göre çok daha dun bir seviyede işler yapılıyor. Benim aklıma tarihi başka bir olay ve o olaydan mütevellit tarih boyunca zalim muktedirlerin uygulamalarındaki paralellikler geldi. Malum şimdi Enver Altaylı yada bir başkası gözden düşünce yada yukardan işaret gelince hemen kamuoyunda linç ediliyor ve bu işi de tıyneti malum kişiler üstleniyorlar. Reha Çamuroğlu, Şah İsmaili anlattığı “İsmail” adlı romanında bir olay anlatıyor. İsmail 14 yaşında Akkoyunluları yenip Tebriz’i ele geçirdiğinde büyük bir Sünni katliamı başlatır. Onbinlerce kişi katledilir. Katliam sürerken Uzun Hasan’ın kızı olan annesi buna karşı çıkar. İsmail annesinin öldürülmesini emreder ama kimse bu işi yapmaya yanaşmaz. Çünkü her ne kadar annesi Sünni olsa da bir şeyhin karısıdır. Bu itaatsizlik İsmail’i daha da saldırganlaştırır. O zaman daha önce Şirvanşahlar’a hizmet etmiş ve sonra İsmail’in emrine girmiş bir vezir akıl verir. “Bizim buralarda bu işleri ayak takımına yaptırırlar, bir başıbozuk serseri buldurup yaptıralım” der ve öyle yaparlar. Şimdi aynı yöntemle insanlar infaz ediliyor. Böyle aşağılık işleri ancak ayak takımı ve tıyneti bozuk kişiler para ve makam karşılığı yaparlar. Şu anda elan bu formül işletiliyor. Trol denen, bazısı açık bazısı gizli, tamamen şahsiyetsiz bir taife bu infaz işlerini gözü kapalı yapıyor.

    • Böyle devam ederse,ne yazık ki devlete hizmet edecek tiyneti düzgün yetenekli insan bulmada zorluk çekilecek.
      Devlet ehliyetsiz ve liyakatsiz dürüst olmayanlara kalacak
      Bu millet için hiç iyi bir durum olmayacak.
      Belkide osmanlının asıl yıkılış nedeni bu idi.
      Devletler için bu durum pek hoş olmayan sonuçlar doğurmaması dileğimizdir.

  8. Sayın koru hikayenin ilk kısmını anlatmış aynı şey hanedan isyanları ve ihanetleri içinde geçerli (aynı hikayelerin batıda da bolca Örnekleri var)

    Enver Altaylı ya dönersek 15 Temmuz sonrasında fetö MİT elemanlarını (Halkbank davasında tanıklık yapacak İran masası elemanları ) yurt dışına kaçırırken yakalanması ,Fetö elebaşına yazdığı akıllara durgunluk mektupları ,ABD mandasının ne güzel birşey okduğunu anlatan güzellemeleri
    Türki cumhuriyetlerin kurtuluşu hem Türkiye hemde ABD İçin ortak çıkardı.Anlaşılan yaptığı operasyonları Türkiye çukarı için değil ABD çıkarı İçin ABD ajanı olarak yapmış
    Bugün orta Asya da tüm Fetö yapılanmalarının ABD emrinde olması fetö nün ABD de ağırlanması da bunun açık kanıtı yoksa ABD islama hizmet için bir papazı ve onun Dünyanın dört bir yanındaki hareketini desteklemiyor

    Bu aynen eskiden tüm çocuklara yardım eden bir tonton dedenin ,yardım nedeninin pedofili olduğu ortaya çıkması sonrası “vay ne güzel tonton dede idi” güzellemesi gibi oldu

  9. “Son bir soru: Vefat etmemiş ve mesleğini bugün de sürdürüyor olsaydı İrfan Ülkü acaba nasıl bir tavır sergilerdi?”

    en iyimser haliyle yılların hukukçu gazetecisi Taha Akyol gibi davranırdı harhalde:

    “Orduda darbeciler, yargıda FETÖ’cüler ayıklandı, yargılanıyorlar. Niye hâla “hukukun dışına çıkma” sürecindeyiz?” (19.10.2020 günkü yazısından)

    irfan ülkü yaşasaydı herhalde o da şöyle sorardı: “fetöcü” dayısını tutukladınız o elinizde, daha yeğeninin üzerine niye gidiyorsunuz?

    Taha Akyolun sorusunu ben bile cevplandırabilirim: sen böyle sorduğun için…

Yoruma kapalı.